İKİ yaz önceydi... Yunanistan’da krizin zirve yaptığı günler... Hürriyet Ege’de bir ilan: “Psaropoula Tavernası - Apostolis Leros... Nefis lezzetler için komşuya bekleriz...” Alışıldık bir durum değildi. İlan veren komşuyu hepimiz elbette merak ettik. “Kriz yüzünden mi ilan veriyordu, yoksa bu kadar Türk dostu mu?” diye irdeledik. Bölge temsilcimiz Deniz Sipahi bu ilan üzerine yazı da yazdı üstelik. O ilan bu yaz da devam edip, yazı işleri müdürümüz Nedim Bubik, “Banu, bir röportaj iyi olmaz mı? Biz bile merak ettik” deyince düştüm yollara. Bazen bir ilan da haber kaynağı olabiliyor işte.
El değmemiş plajlar
Apostolis’in tavernasının olduğu Leros adasının gümrük kapısı bulunmadığı için ancak başka bir Yunan adasından geçebiliyorsunuz. 20 dakikalık Bodrum- Kos feribot seferinin ardından, 12 Yunan adasını ring gibi turlayan 1 saat 45 dakikalık katamaran yolculuğuyla Leros’a varıyoruz. Leros küçük, sessiz, sakin, bakir bir ada. Kos’u olduğu gibi, Türkler de pek istila etmemiş henüz. Ada, şahane el değmemiş plajlarıyla tanınıyor. Tekneler ücret ödemeden istedikleri koya demir atabiliyor. Türk teknelerin sayısı diğerlerine göre fazla. Denizi göl gibi, kıpırdamıyor bile. Dünyanın ortasında bir adada, tek başınasınız hissi peşinizi bırakmıyor. Adeta denize yaprak düşse sesini duyacaksınız! Adanın turistleri de bu sessizliğe uyum sağlıyor. Gürültü kirliliği sıfır düzeyde.
Kıyıya dizili tavernalar
Apostolis’in tavernasının olduğu Panteli koyunda kalacağız. Denize kurulmuş gibi kayalıkların içindeki Castelo Oteli’ne yerleşiyoruz. Sahilde Apostolis’in tavernasını görebiliyoruz. Yamaca dizilmiş beyaz evlerin hemen üstünde yeldeğirmenleri, onların daha üstünde ise heybetli bir kale. Yanında birkaç Yunan tavernası daha var. Hepsi sahille denizin birleştiği yere masaları kurmuş, akşam için hazırlık yapıyor. Biz yerimizi önceden ayırttık. Akşam asıl adı Psaropoula olan, ama söylemesi zor olduğu için kendi adıyla değiştirdiği tavernasında Apostolis’le buluşuyoruz. Önce muhteşem deniz mahsullerinden yiyoruz. Mönüleri Yunanca ve Türkçe... Garsonlar, “Tamam, güzel, hesap” esprileri yapıyor. Apostolis, masalarla kendisi de tek tek ilgileniyor. Türk masalarla birkaç kelime çat pat Türkçe de konuşuyor. Ve ilerleyen saatlerde, işleri azalınca başlıyor sohbetimiz...
Gizem Gülbent... 24 yaşında... Hayallerinin peşinde dünyanın bir ucuna gitmeyi göze aldı. Günümüzde pek çok genç üniversiteli olmak, geleceği için doğru tercih yapmak, meslek sahibi olmak, iş bulmak kabusuyla uğraşırken; o koyduğu hedefleri gerçeğe dönüştürdü. Şimdi uzaklarda, Uzakdoğu’da, dünyanın sayılı şirketlerinden birinde çalışıyor. Yaşar Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nden 2012’de mezun olan Gülbent, ilk iş görüşmesini evde odasında altında pijama, üstünde şık iş kıyafetleri ile Skype üzerinden yaptığı Japon şirketine kabul edilişinden havaalanında kendisine düzenlenen karşılama törenine kadar yaşadığı ilginç deneyimleri anlattı.
Skype üzerinden
Uzakdoğu’da çalışmak da hedefin miydi yoksa tesadüf mü oldu?
- 15 yaşından beri hep yurt dışına, ama en çok Uzakdoğu’ya gitmek istiyordum. Onun için başvurulara başladım. Hedef koydum ve son sene atağa geçtim. Daha okulu bitirmeden şans eseri Dunksoft şirketi, “CV’ni beğendik, bize başvurur musun?” diye mail attı. Skype üzerinden 4-5 mülakat yaptık. Sonra kendimi Japonya’da buldum. Çok sayıda kişi başvurmuş ama en sonunda beni seçtiler.
Skype mülakatınız nasıl oldu?
- Skype’tan giriyordum mülakatlara. Evi boşaltıyordum. Çünkü, normalde giyinip süslenip gittiğiniz şeyi ben evden yapıyordum. Konsantre olmak gerekiyor. Altımda pijamalar, üstümde gömleklerle mülakata giriyordum. Ekranda sadece üstüm çıktığı için, üzerimde gömlek, kolyeler, saçlar yapılmış, inanılmaz şık... Ama altım pijamaydı. Yöneticiyle konuşuyorduk. Dördüncü mülakatın sonunda aldım çok şükür. O an direkt telefona yapıştım ailemi aramak için. Onlarda havalara uçtu zaten. Biraz hüzün biraz mutluluk oldu.
Bir futbol sahası düşünün. Çiçek gibi genç kızlar çimde meşin yuvarlağın peşinde hünerlerini sergiliyor. Futbol konuşturuyor. Üstelik; Ahmet, Mehmet, Hakan’ı da aratmıyorlar. Dişi kramponların sahada formaları giyince erkeklerden pek bir farkları yok ama saha dışında da podyumlardaki mankenlerden eksikleri yok. Topuklu da giyiyor, makyaj da yapıyorlar. Yani tek hayatları krampon, şort giyip sahada koşturmak değil. Sahada, Kadınlar Futbol 1. Ligi’nde şampiyon olan Konak Belediyespor oyuncuları var. 2012-2013 sezonunda kupayı kaldıran Konaklı kızlar, şimdi de UEFA Şampiyonlar Ligi’ne gözünü dikti. Başkan Hakan Tartan, kura çekimleri için İsviçre’nin Nyon kentine gitti. Takımın ön eleme grubundaki rakiplerini çekti. Biz de, Kuşadası kampına gitmeden kızların bu heyecanına ortak olduk.
Artık yadırganmıyoruz
Antrenman öncesi sohbet ettiğimiz kızların çoğunun ortak özelliği uzun yıllardır aynı takımda olmaları. Başarılarında bunun büyük payı olduğuna inanıyorlar. Bir başka ortak özellik ise küçük yaşlarda yaşıtları kızlarla evcilik oynarken, onların mahallede erkek çocucuklarla top peşinde koşmaları. Hepsi de ilk başladıklarında çevrede yadırgansa da artık kimsenin futbolcu olmalarına hayret etmediğini anlatıyorlar. Belki de hocalarının da söylediği gibi onları erkeklerden ayıran tek özellikleri kadın kaprisleri. Bir de, nadir de olsa maçlarda yaşadıkları bir haksızlığa sinirlenip gözyaşı dökmeleri.
Fatma Şahin: Aynı zamanda A Milli Takımı’nın da kalecisi.Ege Üniversitesi BESYO mezunu.
Hedefimiz turu geçmek
Futbol kariyerinde ilk kez bir kadın futbol takımını çalıştıran Hüseyin Tavur, Altay altyapıda ve Eskişehir Şekerspor’da futbol oynamış. Üniversite eğitim sırasında bırakıp hocalığa başlamış. Daha önce altyapıda erkek takımları çalıştırmış. Tavur, altı yıldır takımın başında. Bu sene yardımcı antrenörleri Alper Tekten ve Dilek Güleser’in de katkılarıyla kazandıkları başarının gururunu yaşadıklarını anlatıyor, devam ediyor:
Kesintisiz 21 senedir o koltukta... Çok tartışıldı, eleştirenler de oldu, rakipleri de çıktı. Ancak o; Mayıs’ta yapılan seçimlerde yine üyelerinden en fazla oyu alıp, İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanlığı’na seçildi. 1992’den bu yana İTO’nun kaptanlığını kimseye bırakmayan Ekrem Demirtaş, hem seçim sürecini, hem de başlayan dokuzuncu dönemini Hürriyet Ege’ye değerlendirdi. Ama yine bir ilkle!
Onu hiç böyle görmediniz, denize tutkusu bilinse de teknede ne fotoğraf, ne röportaj verdi. Ekrem Demirtaş’la Çeşme’den teknesiyle sabahın ilk ışıklarıyla demir aldık. Altı saatlik deniz yolculuğuna çıkıp, Midilli’ye yelken açtık. Yol boyunca dümeni elinden bırakmadı, gözünü denizden, ufuktan ayırmadı. Ama kimi zaman da bilgisayarla bir yandan işlere göz atmayı, telefon görüşmelerini sürdürdü. Tahminimden daha kısa sürede, keyifli bir deniz yolculuğuyla bizi Midilli’ye ulaştırdı. Sohbet hep hayat ve deniz arasında gitti geldi. Midilli’de ise limana adım attığımız andan itibaren, etrafını “Ekrem Başkan” diye tanıyanlar sardı.
Seçim süreci artık geride kaldı. Rakiplerinizi, seçimi yeniden başkan seçilmenizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Denizden korkmayan denize açılmamalı. Prensip bu zaten. Gireceğin işi başından gözüne kestireceksin ‘Yapabilir miyim’ diye öyle gireceksin. ‘Gireyim de olursa olur, olmazsa olmaz. Yıldız parlatırım’ falan diye bir işe girilmez. Yola çıktıysan kendine güveneceksin, güvenmezsen çıkmayacaksın. Güvendiğin zaman da zaten mutlaka gideceğin limana varacağını bilirsin. Hayat hep mücadele. Sakin bir havada giderken, bir anda fırtınayla karşılaşabilirsiniz. Önemli olan fırtınaya karşı nasıl hareket edeceğini bilebilmek. Seçimlerde yolda fırtına yoktu.
Bundan sonrası için Oda’da her şey geride kaldı diyebilir miyiz?
- Seçim tabii ki demokratik sistemin gereği, tabii ki yapılacak ve bitecek. Önemli olan seçimden sonra seçim ortamını sürdürmek. Yanlış olan odur. Seçimden sonra seçimi tamamen unutup, artık hizmete doğru yönelmek gerekiyor. Önüne gelen konuya sarılıp da, onu yapacak biri çıktığı zaman, hiçbir şey yapamazsın. Onun için mutlaka bir planlama gerekiyor. Denizde de aynı. Denize çıkmadan önce harita üzerinde plan yaparsın ve zamanlamasını da yaparsın. Önemli olan belirlediğin saatte limana varmaktır. Onun için bu dört yıllık süreçte biz de bazı hedefleri ortaya koyduk ve hedeflere doğru yürüdük.
BATERİDE Kutsal Turhan, elektro gitar ve vokalde İbrahim Akel, elektro gitarda Kamil Kılıç, klavye ve vokalde Soysal Turhan ve bas gitarda Coşkun Özkan! Bu Rock grubunu bir kenara yazın... Onlar sadece rock grubu değil aslında. Onlar birer cerrah. Hem de İzmir’in en başarılı cerrahları. Hepsi de öğrencilik yıllarından bu yana hep müzikle ilgilenmiş. Ancak üç - dört ay önce bir araya gelip “Therocktors” grubunu kurmuşlar.
Beş farklı branşın bu uzman isimleri hastane ve ameliyatlardan boş kalan vakitlerde provalar yapıp bir de konser verdiler üstelik. Bostanlı Paprika Restoran-Bar’da verdikleri konsere gidemedim ama stüdyoda onları dinleme fırsatı buldum. Tek kelime ile şahaneydi! Bon Jovi’den “It’s My Life”ta kendimi tutamadım ben de onlara eşlik ettim. Cerrah olmasam da fena değildim! Grup üyeleriyle önce hastanede buluşuyoruz. Beyaz gömlekli hallerini konuşuyoruz. Sonra da pazartesi 18.00 - 20.00 arası prova yaptıkları stüdyoya gidiyoruz. En zor ve stresli meslek onların ki. Cerrahlar el becerileriyle de biliniyor. Ancak onlar müzikte de çok başarılı. Biz de hem tıptaki hem de müzik alanındaki çalışmalarını dinliyoruz.
Provalar özellikle pazartesileri
Doç. Dr. Kutsal Turhan, Kent Hastanesi’nde Göğüs Cerrahisi Uzmanı (Bateri): Grubun kurucularından. Türkiye’de Akciğer Transplantasyonu sertifikasına sahip 7 Göğüs Cerrahisi uzmanından biri. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 2009’da Türkiye’deki ilk başarılı çift akciğer transplantasyonunu gerçekleştiren cerrahi ekipte yer aldı. Bölgesel aşırı terleme tedavisinde uygulanan ETS ameliyatını Türkiye’de en çok gerçekleştiren cerrahlardan biri... 2010’da Toraks Derneği’nin yurtdışı eğitim bursunu kazanarak ABD-Pittsburgh’ta akciğer nakli ile ilgili çalışmalar yaptı:
“Ocaktan beri beraber müzik yapıyoruz. Daha önce herkes kendi kendine bir şeyler yapıyordu.. Herkesin böyle bir istediği vardı ama bir türlü o fırsat kimsenin eline geçmiyordu. Öğrencilikten beri bir şeyler çalıyoruz. Ama böyle grupla, bir yerlerde bir çalmak ilk defa oldu. Konserde de söyledim ‘Çocukluk hayalimi gerçekleştirdim’ diye... Hepimiz için sanırım öyle. Bizim işimiz çok stresli ve yorucu. Müzikle ilgilenmek insanı çok rahatlatıyor. Hafta güzel geçsin diye çalışmaları pazartesi günleri yapıyoruz. Normalde pazartesileri pek sevilmez, insanların gelmesini istemediği gündür. Ama biz bir an önce pazartesi gelsin istiyoruz. Pazartesileri çok güzel geçiyor, akşam çalışma var diye düşünüyoruz. Haftaya da iyi başlamış oluyoruz. Her çalışmada bir iki tane yeni şarkı çalışıyoruz. Ameliyata da müziksiz girmiyoruz. Ameliyathanelerde mutlaka müzik olur. Cerrah istiyorsa kendi istediği müziği çalar. Eğer o çalmazsa, mutlaka zaten içeride birileri bir şeyler çalıyordur. Mutlaka arkadan sesler gelir.”
Öğrencilikte ilgi başladı
Günlerdir oradalar. Birlikte yemek yiyor, kitap okuyor, sohbet ediyorlar. İhtiyaçların karşılandığı stantları, yemek servisinin yapıldığı alanları var. Etrafta Che’den Castro’ya, Deniz Gezmiş’e kadar pek çok poster... İnce zeka ürünü pankartlar... Bizim gözümüz alıştı artık.
Ama bir de Alsancak Limanı’na iner inmez kendini Gezi Parkı destekçilerinin arasında bulan turistler var. Dün üç dev gemiyle 11 bin turist indi Alsancak Limanı’na. Dünya basını Gezi Parkı direnişçilerine ve yaşanan olaylara geniş yer verirken; Türkiye’ye, İzmir’e gelen turistler acaba neler olduğunu biliyor mu? Çadırların arasında dolanan, kimi zaman tuhaf, kimi zaman ilgiyle bakan turistleri görünce sormadan edemedim. Çadırkent’e turist olarak gelenler ne düşünüyor?
Turistlerin bir bölümü uzaktan, aralarına girmeden izliyor Gezi Park’ın İzmir destekçilerini. Biz de önce tartan pistte, çadırların önündeki posterleri inceleyen, yazıları çözmeye çalışan yaşlı bir çiftin yanına gidiyoruz. İngiliz çift olanlardan az çok haberdar. Gelmeden önce incelemişler. Taksim’de bir parkın yerine alışveriş merkezi yapılacağı için gençlerin ayaklandığını anlatıyorlar. AB’ye girmek isterken bir kültür çatışması ortaya çıktığı için bunların yaşandığını da düşünüyorlar. Ama isim vermeye ve fotoğraf çektirmeye korkuyorlar.
OYSA biz onları telefonlarının, tabletlerinin başına oturmuş, boş bir gençlik diye bilirdik.
Apolitik, okumayan, siyaset çok da umurunda olmayan...
Gazeteden, kitaptan haberi olmayan...
Biz onları toplum bilimcilerin deyimiyle, “Kayıp nesil”(Lost Generation) diye bilirdik.
Dünyadan bi’haber, kendi dünyasına kapanmış...
Meğer öyle değilmiş.
Türkiye’de 48 saatten fazladır bunu yaşıyoruz.
Çıray, hem demokratik süreci hem kentteki siyasi atmosferi değerlendirdi. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun 190 kişiyle yaptığı Diyarbakır çıkarmasını eleştiren Aytun Çıray, bu ziyaretle ilgili çok konuşulacak açıklamalar yaptı.
Büyükşehir’in düzenlediği Diyarbakır çıkarmasıyla ilgili itirazlarınız oldu. Bu programın genel merkezle ters düştüğünü mü düşünüyorsunuz?
- Zamanın beni haklı çıkardığını düşünüyorum. Aziz Kocaoğlu’nun çok önceden planladığı, çok iyi niyetle yaptığı bu Diyarbakır gezisinin, AKP ve BDP tarafından istismar edileceğini, kendi siyasetlerinin CHP tarafından adeta onaylanmış gibi sunulacağını daha önce de söylemiştim. Nitekim, hem geziye gitmeden önceki bir milletvekilinin İzmir’de verdiği beyanatlar hem de geziden sonra Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın verdiği beyanatlar da bunu doğrular nitelikte. Adeta Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun içeriğinin ve sonucunun belli olmadığını söylediği çözüm siyasetini, CHP destek vermiş gibi sunmaya çalıştıklarını hep birlikte yaşadık gördük. Bunu ahlaki bulmuyorum. Ama siyaset sonuç itibariyle öngörmeyi gerektiriyor ve ne yazık ki AKP bu istismarı yapmaya devam edecek.
Bu istismarın nasıl olacağını biraz açar mısınız?
- Bu konuyu özellikle İzmir’de, CHP’nin AKP siyasetini desteklediğine dair bir delil olarak kullanacaklar. Bunun da işaretlerini görüyoruz. Keşke ben yanılmış olsaydım. Keşke yapmasalardı. Çok iyi niyetle yapılmış bir geziyi tekrar ifade ediyorum böyle kullandılar. Mesela İlknur Denizli’nin 64’üncü Akil Adam söylemini de nazik bulmadım. Sayın Başkan’ın bu iyi niyetine karşılık... Sayın Genel Başkan’ımızın akil adamlar konusunda neler söylediğini biliyorum. Bunu bile bile iyi niyetle yapılacak bir geziyi, bu şekilde sabote etmek doğru olmamıştır diye düşünüyorum. İzmir’de Bakan İsmet Yılmaz bunu devam ettirdi başka bir şekilde. Daha bir süre bunu AKP ve BDP gündemde tutacaktır diye düşünüyorum.
AKP’yi samimi bulmuyorum