Ayşegül Domaniç Yelçe

İstiklâl Marşımız tam 100 yıl önce bugün kabul edildi

12 Mart 2021
Merhabalar sevgili okurlar

Bugün, Türk Milleti’ nin bağımsızlık mücadelesinin simgesi olan İstiklâl Marşımız’ ın kabulünün 100. yıldönümü. Bu özel gün Türkiye genelinde çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Ben de bu anlamlı günde Milli Marşımızın tarihçesine kısaca göz atalım istiyorum.

 

Maarif Vekâleti (Eğitim Bakanlığı) tarafından, Kurtuluş Savaşı’nın başlarında savaşın milli bir ruh içerisinde kazanılmasını sağlamak amacıyla bir güfte yarışması düzenlendi. Yarışmaya toplam 724 şiir katıldı. Son şiir gönderme tarihi olan 23 Aralık 1920’den sonra güfteler Eğitim Bakanlığı tarafından incelendi ancak içlerinde İstiklâl Marşı olabilecek bir eser bulunamadı. Yarışmaya para ödüllü olduğu için katılmamış bulunan Mehmet Akif, Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey’in kendisine yazdığı 5 Şubat 1921 tarihli davet mektubundan sonra fikrini değiştirdi ve Türk Ordusu’ na hitap ettiği şiiri kaleme alarak Bakanlığa teslim etti.

 

Şair şiirde, Kurtuluş Savaşı’nın kazanılacağına olan inancını; Türk Askeri’ nin yürekliliğine ve özverisine güvenini; Türk Ulusu’ nun bağımsızlığa, Hakk’a, yurduna ve dinine bağlılığını dile getiriyordu. Hamdullah Suphi Bey, Mehmet Akif’in şiirinin önce cephede asker arasında okunmasına karar verdi. Batı Cephesi Komutanlığı’ na gönderilen şiir askerin beğenisini kazandı. 

 

Ön elemeyi geçen 7 şiir, 12 Mart 1921’de Mustafa Kemal başkanlığındaki Meclis oturumunda tartışmaya açıldı. Mehmet Akif’in şiiri, Meclis kürsüsünde Hamdullah Suphi Bey tarafından okundu. Şiir milletvekillerini öyle heyecanlandırdı ki diğer şiirlerin okunmasına gerek görülmedi. Bazı millet vekillerinin (mebusların) itirazlarına karşın, Mehmet Akif’in şiiri coşkulu alkışlarla kabul edildi. Mehmet Akif kazandığı 500 liralık ödülü yoksul kadınlara ve çocuklarına iş öğreterek yoksulluklarına son vermek amacıyla kurulan Darül Mesai’ ye bağışladı. Şair, ayrıca, İstiklâl Marşı’nın Türk Milleti’nin eseri olduğunu ifade ederek Marşın güftesini şiirlerini topladığı Safahat’ e dahil etmedi. 

 

Yazının Devamını Oku

Şiddetin gölgesinde kutlanan Dünya Kadınlar Günü

9 Mart 2021
Merhabalar sevgili okurlar

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ ne ülkemizde bu yıl da yine “kadına şiddet” damga vurdu. Gazete manşetlerinde Samsun’da sokak ortasında eski eşi tarafından ölesiye dövülen ve Ankara’ da yine eşi tarafından boğazlanıp yere yatırılarak darp edilen kadınların hikâyeleri yer aldı. 

 

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’ nun verilerine göre; 2020 yılında 300 kadın cinayeti işlendi, 171 şüpheli kadın ölümü gerçekleşti. Platformun Ocak 2021 verilerine göre de 23 kadın cinayeti işlenirken, 14 şüpheli kadın ölümü gerçekleşti. Şubat 2021’de ise 28 kadın öldürüldü, 12 kadının ölümü de şüpheli bulundu. 

 

Dünya Bankası’nın yayımladığı “Kadınlar, İş Dünyası ve Hukuk” adlı rapora göre, dünya genelinde erkek ve kadınlara yasal olarak ekonomik haklar veren ülke sayısı sadece 6. Türkiye, bu listede 187 ülke arasında 85. sırada yer alıyor. Rapor çalışmasında on yıllık mali ve yasal eşitsizlik verileri ile seyahat özgürlüğü, annelik, aile içi şiddet ve varlık yönetimi hakları gibi faktörlere de bakılmış bulunuyor. Dünya Bankası’na göre bu alanlarda iki cinsiyet arasında yüzde yüz eşitliği sağlayan ülkeler yalnızca Belçika, Danimarka, Fransa, Letonya, Lüksemburg ve İsveç. 85. sıradaki Türkiye’de ise bu oran %79,38. Küresel düzeyde ise kadınların erkeklerle aynı haklara sahip olma oranı ortalama %75. 

 

Yüzde oranları, değişik bölgeler arasında da önemli farklılıklar gösteriyor. Örneğin; Avrupa ve Orta Asya’da %84,7 olan eşitlik yüzdesi, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da %47,3’e düşüyor. ABD %83,75’lik skoruyla ilk 50 ülke arasına bile giremiyor. Suudi Arabistan ise %25,6 olan eşitlik yüzdesi ile son sırada yer alıyor. 

 

Yazının Devamını Oku

Ülkemizden bir kadın hikâyesi

6 Mart 2021
Merhabalar sevgili okurlar

Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış olan ve her yıl

8 Mart’ta kutlanan uluslararası bir gün. Kadın Hakları Hareketi’ nde bir odak noktası olan bu özel gün, insan hakları temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine; ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanmasına ayrılıyor. Bu özel günde, ben de sizlere ülkemizden bir kadın hikâyesi anlatmak istiyorum. 

 

Hikâyemizin kahramanı Ayten’i tanıdığımda kırklı yaşlarının sonlarındaydı. Bizim eve, bana can yoldaşı olmak için gelmişti. Kısa zamanda kaynaşmış, birbirimizi uzun zamandır tanıyormuşçasına derinden sevmiştik. Tanıştıktan kısa bir süre sonra, filmlere konu olabilecek hayat hikâyesini paylaşmıştı benimle. 

 

14 yaşına bile gelmeden bir akrabası ile evlendirmişlerdi Ayten’i. O kadar küçüktü ki evlendiği gece, korkudan, kaçıp kayınvalidesi ve kayınpederinin yatağına sığınmıştı. Bir süre sonra da eşinin aslında amcasının kızını sevdiğini öğrenmişti. Ama yapacak bir şey yoktu. Bu yüzden, büyüklerimizin söylediği gibi, kan kusup ‘kızılcık şerbeti içtim’ demeyi öğrenmişti. 

 

Ayten’in iki çocuğu olmuştu bu evlilikten; biri oğlan, diğeri kız. Dört elle sarılmıştı çocuklarına Ayten; ama yine de gücü bu evliliği uzun süre sürdürmeye yetmemişti. Kocası ondan ayrılıp amcasının kızı ile evlenmiş, çocuklarını da ona vermemişti. Ayten, bunun üzerine İstanbul’a gelmiş ve ev işlerini yapmak üzere bir ailenin yanında işe girmişti. 

Yazının Devamını Oku

Benim kitaplarımı okuyan savaş düşmanı olsun

3 Mart 2021
Merhabalar sevgili okurlar

“Bir bahçede hep aynı çiçekten olursa, o bahçe güzel olmaz.

Sen, ben, o varız diye güzel bu bahçe.

Koparma farklı çiçekleri; kalsın renkleriyle, kokularıyla…”

 

Bu anlam yüklü dizeler, dünyaca ünlü hümanist yazarımız Yaşar Kemal’e ait. Bildiğiniz gibi. Büyük Usta 28 Şubat 2015 tarihinde bedenen ayrıldı aramızdan. Ancak, eserleri ve fikirleriyle hâlâ yaşıyor ve sonsuza dek yaşamaya devam edecek… 

 

Yaşar Kemal’in ölümünden bir yıl kadar sonra Prof. Dr. Teoman Akünal, Talha Apak, Ayşe Semiha Baban Gökçeli, Zülfü Livaneli ve Davut Ökütçü öncülüğünde Yaşar Kemal adına bir vakıf kuruldu. Vakfın amacı, öncelikle; “Ben angaje, bağımlı bir yazarım; kendime ve söze ve insanın onuruna bağımlıyım.” diyen Yaşar Kemal’in değerleri ve duruşu (özgürlük, eşitlik, insan ve doğa sevgisi, kültürel farklılıklara saygı ve sahiplenme) doğrultusunda, Türkiye ve dünya toplumları nezdinde Yaşar Kemal'in bakış, yaklaşım ve değerlerini yaygınlaştırmak olarak belirlendi. 

 

Yazının Devamını Oku

Engelli kadınlar sivil toplum örgütlerinde haklarını arıyorlar

26 Şubat 2021
Merhabalar sevgili okurlar

Türkiye Körler Federasyonu görme engellilerin ekonomik, sosyal, kültürel, sportif, mesleki vb. hak ve çıkarlarının korunup geliştirilmesi, toplumun diğer kesimleriyle eşit hak ve olanaklara sahip, özel ihtiyaçları dikkate alınan bireyler olarak toplumsal yaşama etkin katılımlarının sağlanması amacıyla çalışan bir sivil toplum örgütü. Altı Nokta Körler Derneği, Çağdaş Görmeyenler Derneği, Evrensel Görme Özürlüler Derneği, Görme Özürlüler Derneği, Türkiye Görme Engelliler Derneği, Uygar Görme Engelliler Derneği ile Körlere Eğitim ve Destek Derneği bu federasyonun üyeleri. 

 

Türkiye Körler Federasyonu’ndan kadınlar, engelli kadınların sivil toplum örgütlerinin yönetim ve karar süreçlerinde aktif yer almasını istiyorlar. Geçtiğimiz günlerde de bu isteklerini dille getirmek üzere bir duyuru yayınladılar.  

 

“Engelli kadınlar sivil toplum örgütlerinde haklarını arıyorlar: Kararlara katılamıyor, temsil edilmiyoruz“ sözleri ile başlayan duyuru şöyle devam ediyor:

“Türkiye Körler Federasyonu’ndan kadınlar, engelli kadınların sivil toplum örgütlerinin yönetim ve karar süreçlerinde aktif yer almasını istiyor. Federasyon’dan “Biz engelli kadınlar sesimizi duyurmak istiyoruz çünkü söyleyecek sözümüz var”:

Hayatın her alanında ve özellikle yönetim ve karar mekanizmalarında aktif yer almak istiyoruz. Engelli kadınlar olarak hem kadın hem de engelli olmamız nedeniyle çifte ayrımcılığa uğruyoruz. Ayrımcılığın nedeni ve sonucu olarak engelli örgütlerinde ve engellilerle ilgili olmayan örgütlerde yönetim ve karar mekanizmalarında yeterince yer alamıyoruz.

Türkiye Körler Federasyonu olarak Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı desteğiyle, “Engelli Kadınların Sivil Toplum Örgütlerindeki Etkinliğinin Araştırılması” konulu bir çalışma başlattık. En az 200 engelli kadının katılacağı bir araştırma anketi hazırladık.

Yazının Devamını Oku

Coronavirüs salgını çocuklarda miyopluk gelişimini arttırdı

22 Şubat 2021
Merhabalar sevgili okurlar. 

Geçtiğimiz yıl Mart ayında tanıştığımız Coronavirüs (Covid-19) pek çok şey değiştirdi yaşantımızda. Artık eskiden olduğu gibi sosyalleşemiyor, sevdiklerimizle kucaklaşamıyoruz., Alış-veriş merkezlerine gidemiyor, ihtiyaçlarımızı on-line mağazalardan temin etmeye çalışıyoruz. 

 

Küresel boyuttaki Coronavirüs salgını, hayatın diğer alanlarında olduğu gibi, eğitim alanını da derinden etkiledi. Dünyada hemen hemen tüm ülkeler virüsün yayılma hızını azaltabilmek için çocuklar ve gençlerin eğitimine ara verdiler. Unesco’nun verilerine göre; 191 ülkede okullar fiziksel olarak eğitime ara verirken, 5 ülkede okullar kısmen kapandı. Dünya genelinde yaklaşık 1,723 milyar öğrenci bu durumdan etkilendi. Süreç içinde dersler dijitale taşındı ve oyun oynamak, arkadaşlarıyla sohbet etmek (chatleşmek) gibi nedenlerle zaten bilgisayar başında olan öğrenciler artık vakitlerinin tamamını bilgisayar başında geçirmeye başladılar. 

 

Bezmialem Vakıf Üniversitesi Hastanesi Başhekimi ve Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Arif Koytak, pandemi nedeniyle 2020 yılında hem eğitimlerini sürdürmek hem de sosyal faaliyetlerini gerçekleştirmek amacıyla bilgisayar, tablet ve telefon ekranlarına maruz kalan çocuklarda miyop oranının arttığını söylüyor. Prof. Koytak bu durumu kanıtlayan ilk bilimsel araştırmanın Çin’den geldiğini ifade ediyor. 

 

Yaklaşık 125 bin çocuğun son beş yıldaki göz kırma kusuru ölçümlerine dayanılarak yapılan çalışma; Çin’de, 2020 yılının ilk altı ayında uygulanan sıkı sokağa çıkma yasağı ve uzaktan öğretim gibi uygulamaların 6-8 yaşları arasındaki çocuklarda miyopluk gelişimini belirgin olarak arttırmış olduğunu gösteriyor. Araştırma bulgularına göre 2020 yılında miyopluk görülme sıklığı önceki yıllara göre 6 yaşındaki çocuklarda 3 kat, 7 yaşındaki çocuklarda 2 kat, 8 yaşındaki çocuklarda da 1,4 kat artmış durumda. 

 

Yazının Devamını Oku

Egzersizler, Ergonomi ve Ortezler

20 Şubat 2021
Merhabalar sevgili okurlar. 

17 Şubat Çarşamba akşamı, Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Türkiye Kas Hastalıkları Derneği’ nin ortaklaşa gerçekleştirdikleri “Tüm Yönleriyle FSHD Webinarı” na konuk ve konuşmacı oldum. 

 

Musküler Distrofi’ lerin en yaygın görülen türlerinden biri olan FSHD, genetik ve ilerleyici bir hastalık. Genellikle buluğ çağından sonra başlıyor ve ileri yaşlarda tekerlekli sandalye ihtiyacı ortaya çıkabiliyor. 

 

Çoğunuzun bildiği gibi, ben de FSHD (Facioscapulohumeral Muscular Dystrophy- Fasiyo Skapulo Humeral Musküler Distrofi) hastalarından biriyim. Konunun disiplinler arası yaklaşımla ele alındığı toplantıda, ben de FSHD’ yi hasta gözünden anlatmaya çalıştım. Birbirinden değerli hocaların konuyla ilgili sunumlarını zaman içinde sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Bugün ise, tedavisi henüz mümkün olmayan bu amansız hastalığın etkilerinin azaltılmasını sağlayacak tek uygulama olan rehabilitasyon konusuna değineceğim.

Webinar’ da bu konu, Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Prof Dr. Özden Özyemişçi Taşkıran tarafından ele alındı. Prof. Taşkıran, “Rehabilitasyonun Yeri: Egzersizler, Ergonomi ve Ortezler” başlıklı sunumda, FSHD hastalarının neden egzersiz yapması ve ne tip egzersiz yapması gerektiğinden, elektrik uyarımı gibi diğer yöntemlerden, Ortezler/Yardımcı Cihazlar’ dan söz etti. Kendisinden öğrendiğime göre; kas hastalığının kendisine bağlı zayıflık yanında, hareketsizliğin getirdiği kondisyon kaybı vücutta kas kitlesinde azalmaya vücuttaki yağ oranında ise -özellikle karın çevresi başta olmak üzere- artışa neden oluyor. Egzersiz ve hareketlilik kaslarda mevcut olan kuvvetin korunması ve potansiyelin ortaya çıkarılması açısından oldukça büyük önem taşıyor. 

 

Kondisyon artışı; kasları kuvvetlendirmenin ötesinde yorgunluğun azalması, enerji artışı ile birlikte kalp ve akciğer sağlığı, kemik erimesini önleme ve genel sağlığı iyileştirme gibi birçok olumlu etki yaratıyor. Sonuç olarak günlük yaşamı kolaylaştırıyor, yaşam kalitesinin artmasını ve ömrün uzamasını sağlıyor. Ancak, yapılacak egzersizlerin bireysel olması, her bireyin durumuna göre özel olarak planlanması gerekiyor. Yani hastalar durumlarına özel egzersizlerden yarar görüyorlar.

Yazının Devamını Oku

Hayata bir başkasını yaşatarak veda etmek

15 Şubat 2021
Merhabalar sevgili okurlar. 

Dünyamızın ve ülkemizin en önemli sağlık sorunlarından biri, tedavisi yalnızca organ ve doku nakli ile mümkün olan hastalıklar. Organ ve doku nakli bekleyen hastaların sayısı tüm dünyada ve ülkemizde giderek artıyor. Türk Böbrek Vakfı verilerine göre, Ulusal Organ Nakli Koordinasyon Sistemi bekleme listesinde yer alan kronik böbrek yetmezliği rahatsızlığı bulunan hasta sayısı, yaklaşık, 25.000. Bu hastaların tümü, yaşamlarına devam edebilmek için kadavradan nakil olabilmeyi bekliyorlar. 

 

Görev yapamayacak kadar hasta ve hatta vücuda zarar veren organın sağlamı ile değiştirilmesi işlemine, organ nakli deniliyor. İleri düzeyde kalp, karaciğer ve böbrek yetmezliği olan hastalarda, sağlıklı bir yaşam ancak organ nakli ile mümkün olabiliyor. Bugünkü yazımda sizlere biri yurtdışında diğeri ise ülkemizde gerçekleştirilen iki böbrek nakli ameliyatından söz edeceğim.

 

En yakın arkadaşlarımdan biri eşi ve iki oğlu ile birlikte neredeyse kırk yıldır Avustralya’da yaşıyor. Eşi bundan yirmi yıl kadar önce aşırı halsizlik, yüksek tansiyon, konsantrasyon eksikliği ve ayak bileklerinde şişkinlik şikâyetleri ile doktora başvurdu. Yapılan tetkikler sonucunda, halk arasında ‘nefrit’ olarak adlandırılan “glomerülonefrit” teşhisi konuldu. Tanıyı koyan nefroloji (böbrek hastalıkları) uzmanı, arkadaşımızda böbrek yetmezliği olduğunu, hastalığının giderek ilerleyeceğini ve 7 ile 20 yıl arasında bir zaman dilimi içinde diyalize ihtiyaç duyacağını söyledi. 

 

Arkadaşım ve eşi bu beklenmedik habere alışmaya çalışarak tetkik ve tedavileri sürdürmeye devam ettiler. Zaman içinde arkadaşımın eşinin sağılığı giderek bozuldu ve vaktinin çoğunu hastanelerde geçirmeye başladı. Bundan dört buçuk yıl kadar önce de rutin bir kontrolde sol böbreğinde kanser görüldü ve böbreğinin bir bölümü alındı. Bu operasyon onun böbrek fonksiyonunu tümden azalttı ve bir süre sonra diyalize başlamasını zorunlu kıldı. Artık haftada üç gün altışar saat bir makineye bağlanıyor ve başlama/bitiş kontrolleri ile birlikte ortalama sekiz saatlik bir zaman dilimini bir merkezde kendi durumundaki kişilerle birlikte geçiriyordu. 

 

Yazının Devamını Oku