KODA, kırsal kesimde çocuklardan başlayarak tüm topluma yayılacak ve kırsal kalkınmayı destekleyecek yenilikçi bir eğitim anlayışını hayata geçirmek için bir araya gelmiş bir topluluk. Amacı köy okullarının eğitim potansiyelinde sahici, kalıcı bir değişim ve dönüşüm yaratabilmek olan dernek; bunu yapmanın yolunun çocuğun eğitiminde yer alan yetişkinleri – yani öğretmenleri, aileleri, köy halkından gönüllü yetişkinleri – güçlendirmekten, kırsalın şartlarına ve ihtiyaçlarına uygun nitelikli eğitim programları ve materyallerinden geçtiğini düşünüyor.
KODA’nın kurucusu Mine Ekinci köyde büyümüş ama hiç köy okulunda okumamış. Ailesi halen köyde yaşıyor. Başarılı bir öğrenci olarak liseyi İstanbul’da Robert Kolej’de yatılı olarak okuyan Mine üniversite eğitimini Boğaziçi Üniversitesinde Siyaset ve Uluslararası İlişkiler bölümünde tamamlamış. Lisansını tamamladığında, eğitimde fırsat eşitliğine odaklanmak istediğini biliyormuş. Bunun üzerine Harvard Üniversitesinde Eğitim Politikaları alanında yüksek lisans yaparak kırsalda eğitim alanına odaklanmış. Henüz 30 yaşında olan bu genç hanımın sivil toplum macerasını başka bir yazıda sizlerle paylaşmak istiyorum, zira genç yaşına rağmen dokunmadığı hayat kalmamış.
KODA, Mine’nin kafasını kurcalayan bir soruyla başlamış: “Bu kadar fırsat eşitsizliği var. Peki köy okullarındaki eğitimin niteliği artırılabilir mi?” Türkiye’ye geri döndüğünde bu soruya cevap arayan birkaç kişiyle beraber yollara dökülmüşler. Köy köy dolaşmış, bolca araştırma yapmışlar. Köylerde öğretmenlerle tanışmışlar; ailelerle, çocuklarla konuşmuşlar. Zaman içinde gönüllü bir ekip toplanmış, mekân sahipleri onlara evlerini açmış, arama toplantıları yapılmış. Bunların sonunda ilk çocuk atölyeleri etkinliğini geliştirdiklerinde, KODA 2016 yılında fiilen işe başlamış.
KODA; pek çok projenin yansıra, şu anda COVID-19 Bilgi ve İletişim Ağı projesini yürütüyor. Proje kapsamında 3.000 köy muhtarına ulaşarak bir ağ oluşturulmuş ve çeşitli materyaller hazırlanmış. Bu materyaller bilgilendirici ve yol gösterici olduğu kadar eğlenceli de. Örneğin, herhangi bir köy evinde kolaylıkla bulunabilecek malzemeler ile oynanabilecek yaratıcı oyunlar var: Eski Çoraplardan Top Yapalım, Mandallı Matematik, Kuru Yapraklardan Hayvan Figürleri, Dal Parçalarından Oyuncak Yapalım gibi.
COVID-19 Bilgi ve İletişim Ağı projesinin içerikleri (https://www.koda.org.tr/bia-icerikler/) arasında uzaktan eğitim sürecinde internetin olmadığı ya da kısıtlı olduğu durumlarda velilere çözüm önerileri, köy yaşamı ve koronavirüs, öğretmenlerin salgın sürecinde çocuklarla iletişim kurmaları hakkında öneriler, kaygı düzeyi yüksek çocuklarla konuşmanın yolları gibi konularda yalın ve etkili öneriler bulunuyor. Ben özellikle çocuklara mektup yazma önerisini çok sevdim. İçerikler içinde özel gereksinimli çocuklara yönelik öneriler bulunduğunu görmek de beni ayrıca sevindirdi.
Her zaman söylediğim gibi, sivil toplum kuruluşları bir toplumun olmazsa olmazları. Ülkemizin daha ileri gidebilmesi için büyük görev düşüyor onlara…
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
Yetim Vakfı, kurulduğu günden bu yana Türkiye’de ve dünyanın pek çok bölgesinde yetimlere yönelik eğitim ve psikososyal yardım çalışmalarını sürdürüyor.
Vakıf; yetim kavramına klasik yetim tanımını merkeze alarak daha geniş bir perspektiften yaklaşıyor ve yetimlerin yanı sıra, aşağıda belirtilen dört farklı ihtiyaç grubuna daha hizmet sunuyor:
-Buluğ çağına ermeden babalarını kaybetmiş, kendileri için çalışıp kazananı bulunmayan çocuklar (yetimler)
-Buluğ çağına ermeden anneleri vefat etmiş çocuklar (öksüzler)
-Anne, babası belli olmayan veya kayıp-buluntu çocuklar
-Anne, babası yaşadığı halde sevgi ve ilgiden yoksun olan çocuklar (sosyal yetimler)
Değişim Liderleri Derneği (DLD), genç kadınlara daha aktif ve kendine güvenen bireyler olma yolculuklarında liderlik becerileri kazandırabilmek amacıyla kurulmuş bir sivil toplum kuruluşu.
Derneğin kurucusu Sema Başol ABD’de 19 yılı aşkın süre profesyonel olarak çalıştıktan sonra, hayatının ikinci macerasına “Ben ne yapmak istiyorum?” sorusu ile başlıyor. Cevap arama sürecinde kurslara gidiyor, bolca okuyor ve düşünüyor. Genç kadınlara ve Türkiye’ye faydalı bir şeyler yapma fikri de kendi cevaplarını ararken şekilleniyor.
Ancak Başol’un Türkiye’ye kesin dönüş yapması mümkün değil. Bu yüzden ülkesine gelip liseden sınıf arkadaşı olan Jale Ergelen ile birlikte “Kıvılcımlar Programı” nı başlatıyor.
Kıvılcımlar Programı ile öncelikle genç kadınların özsaygı ve özgüvenlerinin güçlendirilmesi, ardından da “yapamam” diye düşündükleri her şeyi “yapabilirim” e dönüştürme gücüne sahip olduklarını fark etmelerinin sağlanması ve potansiyellerinin açığa çıkarılması amaçlanıyor. Bu amaca ulaşmak adına onların ilham alınacak rol modellerle tanışmaları; hayat, kariyer ve liderlikle ilgili beceriler edinmeleri sağlanıyor.
Kanser; DNA hasarlarının birikmesi sonucu oluşan, köken aldığı dokudan başka bölgelere metastaz yapma (yayılma) potansiyeline ve kontrol edilemez çoğalma özelliğine sahip hücrelerin oluşturduğu, alt türleri ile 1000’den fazla sayıda hastalığa verilen genel ad.
Ülkemizde kanser hastalarına ve yakınlarına yardımcı olmak, kanserle ilgili araştırmaları desteklemek ve hekimlerin eğitimine katkı sağlamak amacı ile; 1947 yılında Ankara’da “Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği” kurulmuş bulunuyor. 1956 yılında da kanser Araştırma ve Savaş Kurumu’nun tavsiyesi ile, Nisan ayının ilk haftası Türkiye’ de Ulusal Kanser Haftası olarak kabul edilmiş durumda. Bu özel hafta boyunca, kanserin erken tanı ve tedavisi konusunda halkı uyarıcı ve farkındalık kazandırıcı etkinlikler düzenleniyor.
Dünyada her yıl 14 milyon yeni kanser vakası tespit ediliyor. Bu sayının gelecek 20 yıl içinde, %70 artarak, 22 milyona ulaşabileceği tahmin ediliyor. Önemli bir halk sağlığı problemi olan kanser hem dünyada hem de ülkemizde sebebi bilinen ölümler sıralamasında, kalp ve damar hastalıklarından sonra, ikinci ölüm sebebi.
Ben kanserle yakından tanıştığımda henüz 23 yaşındaydım. Annem meme kanseri olmuştu ve teşhiste geç kalınmıştı. Bir göğsü oldukça zorlu bir ameliyatla alındı annemin. Ameliyatın ardından uzun süreli bir radyoterapi tedavisi gördü. Tedavi sırasında göğsünde yanıklar oluştu, ayrıca kolu sürekli şişmeye ve ağrı yapmaya başladı. Ancak annem göğsündeki yanıklar ile kolundaki ağrıya ve şişliğe alıştı -ya da biz öyle zannettik- ve hiç şikâyet etmedi. Ta ki bir yıl sonra karnında yoğun bir şişlik oluşuncaya kadar…
Otizm Spektrum Bozukluğu -kısaca Otizm-, “doğuştan gelen ya da yaşamın ilk yıllarında ortaya çıkan karmaşık bir nöro-gelişimsel farklılık” olarak tanımlanıyor. Otizme neyin neden olduğu bilinmemekle birlikte, beynin yapısını ya da işleyişini etkileyen bazı sinir sistemi sorunlarından kaynaklandığı düşünülüyor.
Otizm belirtileri, genellikle, yaşamın ilk üç yılında fark ediliyor. Bu belirtiler:
-Göz teması kuramamak
-İsmi söylendiğinde dönüp bakmamak
-Dönen nesnelere karşı aşırı ilgi duymak
-Sallanmak, parmak uçlarında yürümek gibi hareketlere sahip olmak
-Yaşıtlarının oyunlarına ilgi duymamak
Halk arasında verem hastalığı olarak bilinen tüberküloz, hava yoluyla yayılan bulaşıcı bir akciğer hastalığı. Akciğerlerde yerleşen ancak kan ve lenf yoluyla tüm vücuda dağılabilen tüberküloz, çok önemli bir mikrobik hastalık. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, her yıl yaklaşık 10 milyon kişi tüberküloz tanısı alıyor; 1,5 milyon kişi de bu hastalık nedeniyle hayatını kaybediyor.
Tüberküloza neden olan bakteri, 24 Mart 1982’de, Dr. Robert Koch tarafından keşfedilmiş bulunuyor. Dünya Sağlık Örgütü tarafından alınan karar doğrultusunda; 1996 yılından beri her yıl 24 Mart tarihi, dünya genelinde, “Dünya Tüberküloz Günü” olarak anılıyor. Bu özel günde tüm dünyada ve ülkemizde konu ile ilgili farkındalık etkinlikleri düzenleniyor; Böylece tüberküloz konusunda toplumun bilgilendirilmesi ve bu hastalığa bütün kesimlerin dikkatinin çekilmesi sağlanmış oluyor.
Tüberkülozun en erken ve en sık belirtileri 2-3 haftadan uzun süren öksürük, ateş, gece terlemesi, iştahsızlık, kilo kaybı, yorgunluk, halsizlik, balgam çıkarma, göğüs ve sırt ağrısı, nefes darlığı ve kan tükürme, Tanısı konulmamış tüberküloz hastaları en önemli bulaş kaynağı. Tüberküloz hastalığı gelişiminde en riskli gruplar ise 5 yaş altındaki çocuklar ve yaşlılar. Ayrıca HIV enfeksiyonu olan kişiler, bağışıklığı baskılayıcı tedavi görenler, Silikozis (sinsi bir solunum yolu hastalığı), Diabetes Mellitus (şeker hastalığı), kronik böbrek yetmezliği, lösemi, lenfoma, akciğer kanseri hastaları, ideal vücut ağırlığının çok altında olanlar, sigara içenler, ilaç bağımlılığı olanlar ve alkol kullananlar riskli grup içerisine giriyorlar.
Mycobacterium Tuberculosis adlı bakteriden kaynaklanan ve tedavi edilebilir bir hastalık olan tüberküloz, verem aşısı ile önlenebiliyor. Verem aşısı, diğer adı ile BCG, özellikle çocuklarda kanla yayılan ve ağır seyreden tüberküloz hastalığını önlemede çok etkili. Bu aşı, ülkemizde, ikinci ayını tamamlayan bebeklere çeşitli sağlık merkezlerinde ücretsiz olarak yapılıyor.
Verem/ tüberküloz, insanlık tarihinin en eski hastalıklarından biri. İnsanlık tarihi boyunca zaman zaman salgınlara yol açan, ölümcül seyreden, Hipokrat’ın ‘phytisis’ (erime/tükenme) olarak tanımladığı tüberküloz; tedavi edilebilir bir hastalık olmasına karşın, günümüzde bile hâlâ bir tehdit olarak varlığını sürdürüyor. Tüm dünyada ilk on ölüm sebebi arasında yer alan tüberküloz, küresel bir halk sağlığı sorunu. Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ nin sağlıkla ilgili hedeflerinden biri de 2030 yılına kadar tüberküloz epidemisinin sona erdirilmesi. Bu hedefe ulaşmak amacıyla ülkemizde de Ulusal Tüberküloz Kontrol Programı yürütülüyor. Bu program; tüberkülozdan korunma, erken tanı, yeterli ve uygun tedavi, sosyal koruma ve psiko-sosyal destekler ile hastalığın görülme sıklığının ve tüberküloza bağlı ölümlerin azaltılması, hastalığa bağlı yıkıcı maliyetlerle karşılaşan ailelerin sıfırlanması amacı ile “Veremsiz Bir Türkiye!” hedefine ulaşmak için yürütülen faaliyetleri kapsıyor.
Milli Eğitim Bakanımız Ziya Selçuk’un birkaç gün evvel açıkladığı yeni Eğitim Platformu Projesi beni çok heyecanlandırdı. Dünya Bankası ile yapılan bu projede, ‘Seç-Beğen-İzle’ formatında, isteyen herkes istediği alanda eğitim alabilecek.
Çok geniş kapsamlı bir proje olan söz konusu dijital platform, Dünya Bankası’ ndan alınan büyük bir bütçe ile hayata geçiriliyor. Bakan Selçuk, bu platform ile yediden yetmişe herkesin istediği yüz binlerce eğitim içeriğine kolay ve ücretsiz erişim sağlayabileceğini söylüyor. Kurulum çalışmalarına başlanmış olan platformda verilen eğitimlerin, Mesleki Yeterlilik Kurumu tarafından onaylanarak sertifikalandırılmasının da gündeme geleceği söyleniyor. İsteyenler bu platforma mobil cihazlardan, televizyonlardan, bilgisayarlardan, EBA destek merkezlerinden ya da Halk Eğitim Merkezlerinden ulaşabilecekler.
Bu platform evde otururken mobil telefondan takip edilerek herhangi bir konuda sertifika alınabilmesini sağlayacak. Sayın Bakanımız Ziya Selçuk “Türkiye’nin geleceği, dünyanın geleceği, sürekli yenilenen ve giderek yeni becerilere ihtiyaç duyulan iş kollarında. Mesleki eğitim ve hayat boyu öğrenme kapsamında hangi becerilere ihtiyaç varsa, bunların tamamını halledeceğiz.” diyor.
Büyük bir bütçe ile hayata geçirilen platformun yurtdışı tarafı da olacak. Sayın Bakan Selçuk altyapı çalışmalarının sürdüğünü; hayat boyu öğrenmeden örgün eğitime, öğretmenlerin mesleki gelişimine kadar tüm ihtiyaçlara cevap verecek bir platform olacağını ifade ediyor. Yani, “Kendim için ne yapabilirim? Danışmanlık desteği hizmeti istiyorum.” diyenler de bu platforma başvuru yapabilecekler.
Annem edebiyat, dedem tarih öğretmeniydi benim. Çocukluğum dedemden kahramanlık hikâyeleri dinleyerek ve annemin öğrencilerinin hazırladıkları ödevleri kaçamak olarak okuyarak geçti.
Osmanlı tarihini önce dedemin anlattıklarından öğrendim ben. Dedem çok okuyan, kendini sürekli geliştiren, mesleğine aşık bir adamdı. Öğrencileri O’nu çok severlerdi. Bense anlattıklarını büyük bir hayranlıkla dinlerdim. Ve ondan dinlediklerimi hiç unutmazdım… Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi’nde çarpışan Seyit Ali Onbaşı’ nın beni çok etkileyen hikâyesi ise o günden bugüne aklımdan hiç çıkmadı.
1889 yılında Balıkesir’de dünyaya gelen Seyit Ali, 1909 yılında Osmanlı Ordusu’ na katılmış, Balkan Savaşı’nda çarpışmıştı. 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla da Çanakkale Cephesi’nde topçu eri olarak görevlendirilmişti. Çanakkale Boğazı’ nı ve İstanbul’u ele geçirmeyi amaçlayan İtilaf Devletleri, Şubat 1915’ te Çanakkale Boğazı’na yönelik saldırılar başlatmıştı. En güçlü saldırının tarihi ise 18 Mart 1915’ti. İtilaf Devletleri donanması İstanbul’a gitmek için Çanakkale Boğazı’ndan geçiyordu. Donanma tarafından Anadolu ve Rumeli hattındaki tabyalara yoğun bombardıman yapıldığı sırada, Seyit Ali Rumeli Mecidiye Tabyası’ nda bulunuyordu. Bombardıman esnasında düşman gemilerinden atılan bir mermi, Seyit Ali'nin tabyasındaki cephaneliği havaya uçurmuştu. Tabyadaki askerlerden on dördü hayatını kaybetmiş, yirmi dördü ise yaralanmıştı. Yalnızca Seyit Ali ile Niğdeli Ali adlı arkadaşı yara almadan kurtulmuşlardı.
Bombardımandan sonra tabyada çalışır durumda tek bir top kalmış, ancak bu topun da mermiyi kaldıran kısmı (kaldıraç) bozulmuştu. Seyit Ali arkadaşı Niğdeli Ali’nin yardımıyla, sırtına 215 kilo ağırlığında top mermisini yüklemiş, iki metre yükseklikte bulunan topun merdivenlerinden çıkarmış ve mermiyi namluya sürerek karşıdaki gemiye ateş etmeye başlamıştı. Üçüncü atışında İngilizler’ in en büyük savaş gemilerinden birini (HMS Ocean) arka pervaneden vurmuştu. Atılan top geminin yan yatmasına ve kontrol edilemez bir duruma gelmesine neden olmuş; İngiliz gemisi daha önce Nusret Mayın Gemisi tarafından döşenen mayınlardan birine çarpmış ve bugün Çanakkale Şehitler Anıtı’nın bulunduğu alanın karşısında sulara gömülmüştü. Bu olaydan sonra İtilaf Devletleri donanması Çanakkale’ den ayrılmış, Seyit Ali’ye ise kahramanlığından ötürü “onbaşılık” unvanı verilmişti.