“Öncelikle köşenizde bizim gibi engelli ailelerinin sorunlarını dile getirdiğiniz için çok çok teşekkür ederiz.” diyerek başlamış yazmaya Tuğrul Bey ve devam etmiş: “Ayşegül hanım, %90 engelli hiçbir ihtiyacını karşılayamayan bir kızımız var; anne ve baba sıradan bir devlet memuru. Aldığımız maaşın 500.-TL. sini çocuğumuza bakana veriyoruz, kalan kısmıyla 5 kişi geçiniyoruz. Ayrıca, bakıcı eve geldiği için onun da masraflarını karşılıyoruz. Bakıcı ücreti alamıyoruz, çünkü gelirimiz asgari ücretin üçte birini geçiyormuş. Seçimlerden önce ücret sınırı kalkacak denilmişti, ne oldu? Bari hiçbir ihtiyacını karşılamayan %90 ve üzeri olanlara bakıcı ücreti verilsin. Ne olur bizim gibi engelli ailelerini bir nebze kurtarın. Ayşegül Hanım engelli ailelerinin bu sorunlarını dile getirirseniz, belki birileri duyar da bizlere de ışık tutarlar. Engelli aileleri umut bekliyor.”
Ülkemizde, engellilerin bakımını üstlenen kişilere evde bakım parası verilmeye 2007 yılı başlarından itibaren başlanmış. Evde bakım parasının yasal dayanağı, 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu’nun ek 7nci maddesi ve bu maddeyle ilgili çıkarılan 30.07.2006 tarihli “Bakıma Muhtaç Özürlülerin Tespiti ve Bakım Hizmeti Esaslarının Belirlenmesine İlişkin Yönetmelik”.
Bilindiği üzere toplumda engelli insanların bakım ve hizmetlerini üstlenmek oldukça zordur. Bu husus göz önünde bulundurularak, engelli insanlarımızın hayatlarının idamesini evde yürütecek kişilere Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü tarafından aylık net asgari ücret miktarında verilen tutara evde bakım parası deniliyor. Evde bakım parası engelli insanın kendisine değil, bakımını üstlenen akrabası, vasisi ya da komşusu gibi üçüncü kişilere ödenen bir meblağ. Engelli bir kişinin evde bakım parası karşılığı evde bakım hizmetini alabilmesi için üç şart aranıyor. Bunlardan birincisi; engellinin ailesindeki kişi başına düşen gelir miktarı asgari ücretin 2/3’ünden az olmalıdır. İkincisi; Engellinin heyet raporu veren hastanelerden alacağı kurul raporunun ağır engelli kısmında mutlaka “Evet” yazan bir ibare bulunmalıdır. Üçüncüsü ise; engelli kişinin başkasının yardımı olmadan hayatını devam ettiremeyecek şekilde bakıma muhtaç olması, yani tuvaletini, yemesini, içmesini giyinmesini başka birisi olmadan yapamaması, başkası olmadan dışarı çıkamaması ve dolaşamaması gerekmektedir. Engelli kişinin sosyal güvencesinin olup olmaması önemli değil. Bu şartları taşıyan engelli bir kişinin bakım hizmetini üstlenen eş, çocuk, anne, baba, teyze, amca, komşu ya da buna benzer bakım hizmetini üstlenen diğer kişiler engelli kişinin bakımını yürüttükleri sürece aylık net asgari ücret tutarında evde bakım parası alabiliyor. 2012 yılı evde bakım parası; Ocak-Haziran dönemi için 634,65 TL., Temmuz-Aralık dönemi için 673,30 TL.
Engelli kişinin 2022 sayılı kanun kapsamında aylık alması, emekli olması, dul veya yetim aylığı alması gibi durumlar, para karşılığı evde bakım hizmeti almasına engel olmuyor. Yeter ki, engellinin ailesindeki kişi başına düşen gelir miktarı asgari ücretin 2/3’ünden az olsun.
Evde bakım parası alabilmek için engelli kişinin ikâmetgâhının bulunduğu yerdeki Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’ne, Sosyal Hizmetler İlçe Müdürlükleri’ne, Kaymakamlıklar’a ve Muhtarlıklar’a başvurulması gerekiyor. Bakım Hizmetleri Değerlendirme Heyeti’nin engelli kişinin evde bakım hizmet almayı hak etmediğine karar vermesi durumunda, ikinci kere Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’ne başvurulabiliyor. İkinci başvurudan da olumlu bir sonuç çıkmadığı takdirde, idarenin işlemine karşı idare mahkemelerine dava açılabiliyor.
Buraya kadar her şey güzel. Ancak engelli bir bireyin, hele ki çocuğun bakımı oldukça masraflı bir iş. Engelli ya da engelli yakını olmayanların bunu çok iyi bilemeyebileceklerini anlıyorum. Örneğin, engelli bir çocuğu toplu taşıtlara bindiremezsiniz, Hiçbir yere çıkarmasanız, doktora götürürken taksiye bindirmeniz gerekir. Engelli bir çocuğun eğitimi özel ilgi ve emek gerektirir, pek çok durumda evde eğitim şart olur.
Bana e-posta gönderen Soydan Ailesi’nin, anladığım kadarı ile, engelli kızlarının dışında iki çocukları daha var. Olasılıkla, bu çocuklar öğrenci. Her ne kadar ülkemizde eğitimin ücretsiz olduğu söyleniyorsa da, gerçek ne yazık ki bu değil. Okul masrafları, şöyle ya da böyle, oldukça büyük bir rakam tutuyor. Her anne-baba çocuğunu en iyi şekilde yetiştirmek, en iyi okullarda okutmak ister. Tuğrul Soydan’ın eşi de eminim ki bu nedenle çalışıyordur, engelli çocuğunu evde bırakmayı göze alarak. Hem ülke ekonomisine, hem de aile bütçesine katkıda bulunuyor; vatandaş olarak üzerine düşen vergiyi ödüyor. Çalışmıyor olsaydı eğer, muhtemelen hane gelirinin kişi başına düşen miktarı asgari ücretin 2/3’ünden az tutacak ve kızı için evde bakım ücreti alabilecekti. Bu durumda biz çalışan anneyi cezalandırmış olmuyor muyuz?
İsterseniz bir de kendimden örnek vereyim. Ben, eşimi kaybettiğimden beri, yalnız yaşıyorum. İki yardımcım var. İzin günleri dışında her ikisi de yatılı kalıyorlar benimle. Yetişkin bir engellinin bakım ücreti, çocuğunkine oranla, çok daha yüksek. Süper emekli olanlardanım ben. Sigorta primini on beş yıl boyunca tavandan ödedim. Kıdem tazminatımın yanı sıra, çalıştığım şirketin özel olarak yaptırdığı sigortadan elime geçen parayı da devlete yatırdım. O vakitler bu para ile bir daire alınabiliyordu. Bizlere, bu parayı yatıranların ömür boyu üst kademeden maaş alacakları söylenmişti. Ben de, bu günleri düşünerek, aldığım parayı olduğu gibi devlete teslim etmiştim. Bugün, primlerini çalışma yaşamı boyunca asgari ücret üzerinden ödemiş kişiler bile benden yüksek maaş alıyorlar. Elimden geldiğince çalışıp ayakta kalmaya uğraşıyorum. Diyelim ki emekli maaşından başka bir gelirim yok; yine de, gelirim asgari ücretin 2/3’ünden fazla oluyor. Peki ben bu paranın ne kadarını bakıcıya verecek, ne kadarını yemeğe ve barınma giderlerine harcayacağım? Diyelim ki doktor ve ilaç ihtiyaçlarımı SGK ile karşıladım, katkı paylarını nasıl ödeyeceğim? Hiç giyecek ihtiyacım olmayacak mı? Hiç mi sokağa çıkmayacağım? Daha doğrusu, ben nasıl yaşayacağım? Gelin bu konuyu bir kere daha düşünelim…
Üsküdar Amerikan Lisesi’ne yeni başladığım günlerdi… Henüz hiçbir engelim yoktu. O yaştaki her çocuk gibi koşuyor, oynuyordum. Bir gün babam benim yaşlarımda bir kız çocuğu ile birlikte geldi eve. “Çocuklar, bu tatlı kız bizim İstanbul dışında yaşayan bir akrabamız. İsmi Gönül. Ne yazık ki duyamıyor ve konuşamıyor. Bir süre bizimle yaşayacak ve biz onun hayatını kolaylaştırmaya çalışacağız.” diyerek tanıttı onu bize. İşte ben aslında o gün, yani kendi engelimden çok önce, tanıştım engellilik kavramı ile…
Babam Gönül’ü doktora götürdü, kulaklık aldı. Anladığım kadarı ile konuşmasında bir engel yoktu, duymadığı için konuşamıyordu. Eve bir öğretmen gelerek ona ders vermeye başladı. Biz üç kardeş, hepimiz, Gönül’e yardımcı olmak için var gücümüzle çabalıyorduk. Evde kendimize göre bir işaret dili geliştirmiş ve kendi aramızda çok iyi anlaşır duruma gelmiştik. Öyle iyi, öyle iyimser bir kızdı ki Gönül; en küçük bir şeyle mutlu olur, yüzündeki gülümsemeyi hiç eksik etmemeye çalışırdı.
İki ağabeyi vardı Gönül’ün. Küçük ağabeyi konuşabiliyor ama duymuyordu. Büyük ağabeyi ise, kulakları sürekli rahatsızlansa da, hem duyuyor hem de konuşuyordu. Anne ve babalarının kulaklarında da hiçbir rahatsızlık yoktu. O zamanlar şimdilerde olduğu gibi konularında uzmanlaşmış hastaneler, hatta doktorlar yoktu. Gönül’ün hastalığının nedeni bir türlü anlaşılamadı.
Yıllar yılları kovaladı ve ayrılma vakti geldi. Önce ben evlendim, sonra da Gönül. Gönül’ün eşi de kendisi gibi duyamıyor ve konuşamıyordu. İkisi kız, biri erkek üç çocukları oldu. Üçü de duyuyor ve konuşuyor. Ama biz uzun yıllar görüşemedik sevgili çocukluk arkadaşımla. Benim hastalığım ortaya çıktı ve engelim beni her gün daha fazla zorlar oldu. Ne ben gidebildim ona, ne de o gelebildi bana.
Geçtiğimiz günlerde televizyonda izlediğim bir haber beni sizlerle paylaştığım o eski günlere götürdü. Hepimizin yakından tanıdığı Sayın Acun Ilıcalı; açılışını yaptığı Anatomica Kulak Burun Boğaz Hastanesi’nde, Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek durumu yerinde olmayan işitme engelli çocuklara tam kapsamlı sağlık hizmetini ücretsiz olarak vermeye başladıklarını müjdeliyordu. İstanbul’da, maddi imkânsızlıklardan dolayı tedavi olamayan işitme engelli çocuğun kalmamasını hedeflediklerini söyleyen Sayın Ilıcalı, İstanbul’da yaşayan ve maddi durumu yerinde olmayan 0-18 yaş arasındaki çocukları Gayrettepe’deki hastaneye davet ediyordu. Haberde; bu çocukların herhangi bir belge göstermeden muayene olabilecekleri, ameliyat dahil her türlü tedavilerini ücretsiz olarak gerçekleştirebilecekleri de ifade ediliyordu.
İşte bu haberdi beni yeniden Gönül’e götüren. Araya giren uzun yılların ardından, birkaç ay önce yeniden görüşmüştük onunla. Ağabeyi, kızı ve oğlu ile birlikte gelmişlerdi ziyaretime. O gün ağabeyi ile ilk kez konuştum Gönül’ün engelinin sebebinin ne olabileceği konusunda. Çocuklarının hepsi sağlıklı olduğuna göre, genetik bir hastalık değildi bu. İşte o zaman, Gönül’ün ağabeyi çocukluklarında üçünün birlikte çok ağır bir hastalık geçirdiklerini anlattı. Gönül o zaman daha bebekmiş. Sanırım doğru tedavi olamamış. Daha sonra götürdükleri doktorlar da duymama nedeninin o hastalık olabileceğini düşünmemişler. Oysa ki ortanca kardeş de duymaz olmuş o hastalıktan sonra. Ama o az buçuk da olsa daha önce başlamış olduğu konuşmayı sürdürebilmiş.
O günlerde Acun Ilıcalı’nın sözünü ettiği gibi bir hastane var olsaydı eğer, Gönül duyabilir ve konuşabilirdi belki de. Çocukları ile işaret dili yerine konuşma dili ile anlaşabilirdi. Müzik dinleyebilir, şarkı söyleyebilirdi. Şimdi, Gönül’ün yapamadıklarını başka çocukların yapabileceğini bilmek umut veriyor bana. Teşekkürler Sevgili Acun Ilıcalı…
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Müzakereleri 2002 yılında başlayan “Engellilerin Haklarına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi” 13 Aralık 2006 tarihinde BM Genel Kurulu’nda oylamasız kabul edilerek 2007 Mart’ının son haftasında imzaya açıldı. Müzakereler sırasında konuya aktif olarak destek veren Türkiye, 30 Mart 2007 tarihinde attığı imza ile, Sözleşme’yi imzalayan ilk 53 ülkeden biri oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun’u 3/12/2008 tarihinde kabul etti ve adı geçen kanun 18/12/2008 tarih ve 27084 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.
50 maddeden oluşan Engelli Hakları Sözleşmesi eğitim, sağlık, istihdam, siyasi ve kamusal hayata katılım gibi çeşitli başlıklar altında engellilerin haklarını ve taraf devletlerin yükümlülüklerini düzenliyor. Taraf devletler, bu sözleşme ile; engellileri yasa önünde eşit koruyacaklarını ve en önemlisi engelli bireye günlük hayatta birisine bağımlı olmayan yaşam şartlarını sağlayacaklarını taahhüt ediyorlar. Ayrıca, tüm insan haklarının ve temel özgürlüklerin evrensel, bölünmez, birbiriyle bağlantılı ve karşılıklı bağımlı olma niteliği ile engelli bireylerin bu haklardan herhangi bir ayrımcılığa uğramaksızın yararlanmalarının güvence altına alınması gerekliliğini teyit ediyorlar.
Yine bu sözleşme ile, “engelliliğin gelişen bir kavram olduğu ve engellilik durumunun, sakatlığı olan kişilerin topluma diğer bireyler ile birlikte eşit koşullarda tam ve etkin katılımını engelleyen tutumlar ve çevre koşullarının etkileşiminden kaynaklandığı gerçeği” de kabul ediliyor. “Bir kişinin engelli olduğu için ayrımcılığa maruz kalmasının her bireyin doğuştan sahip olduğu insanlık onuru ve değerinin de ihlal edilmesi anlamına geldiği”, bu sözleşme ile bir kez daha altı çizilen bir diğer husus.
Gördüğünüz gibi, buraya kadar her şey çok güzel. Ya sonrası?.. Bunu, değerli milletvekilimiz Sayın Şafak Pavey’in Meclis’te konu ile ilgili olarak yaptığı konuşmadan alıntılar yaparak anlatmak istiyorum sizlere.
“Türkiye Birleşmiş Milletler Engelli İnsan Hakları Sözleşmesini onayladı ama sözleşmenin hayatını değiştirmesi gereken Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Saffetcan daha da perişan. O halde yanlış giden ne! Ve Saffetcan kim?” diyor Sayın Pavey ve anlatıyor:
“22 yaşındaki Saffetcan doğduğu günden bu yana yatağında yaşıyor. Babası engelli haklarını kullanarak eve doğal gaz yükletmek istedi. PTT’ye başvurdu. Evrakları kabul etmediler. Sakat çocuğu dünya gözü ile görmek istiyorlardı. Babası Saffetcan’ı sırtına aldı, götürdü meraklılarına gösterdi… Adeta sirk gibi… Saffetcan çocuk bezi kullanıyor. Hükümet Ocak 2011 de, hasta bezi barkodu şart koşan bir yönetmelik getirdiği için Saffetcan’ın ailesi geçerli barkot ihtiyaçlarını ancak belli merkezlerden almak zorundalar. 83 liralık çocuk bezi hakkı için 40 lira ulaşım gideri harcıyorlar. Artık bu haktan yararlanmaktan vazgeçtiler.”
21 Ekim 2012 tarihinde yazdığım “Güvenmeyi Öğrenmeliyiz” başlıklı yazımda tam da bunu anlatmak istemiştim işte. Verilen haklar ancak birilerinin istismar edeceği varsayılarak koşulan binbir şartın yerine getirilmesinin ardından kullanılabiliyor. Çünkü kimse kimseye güvenmiyor.
Bugünün diğer günlerden farkı var mı?
Hayır, yok…
Peki, ben niçin yüzümü güneşi gören pencereye çeviremiyorum?
Başımı çeviremeyecek kadar yorgun muyum acaba?
Sanırım, evet.
Zaman zaman hepimiz kendimizi ruhen yorgun hissedebiliriz. Bazen kalabalıktan, bazen yalnızlıktan bunalabilir; günlük rutinden sıkılabiliriz. Belki benim yaşadığım da bu bugün. Galiba biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var. Ama ne yazık ki bu hiç mümkün değil benim için. Evde iki yardımcı ile beraber yaşıyorum. Sıkıldığımda, dışarı çıkıp hava alamıyorum. İşte böyle zamanlarda içimi acıtıyor engelli olmak. Bazen ben de herkes gibi yalnız başına sokağa çıkabilmek, gönlümce dolaşabilmek istiyorum. Bazen de kendi kendime yıkanabilmek ve giyinebilmek, saçımı kendim tarayabilmek, kedimi kucağıma alıp okşayabilmek istiyorum.
Siz hiç yalnız kalabilmenin bu kadar zor olabileceğini düşünmüş müydünüz?
Diyelim ki ben göze aldım zorluklarını ve bir süre için tek başıma kalmak istedim. Bu sefer de çevremdekiler izin vermezler buna. Tabii beni çok sevdikleri ve iyiliğimi istedikleri için.
Geçtiğimiz günlerde yeni bir davet aldım Engelsiz Sanat Derneği’nden, aynen şöyle:
"Yorgan Altında Kimse Kalmasın" sloganıyla başlattığımız kampanyanın ana faaliyeti olan “Yorgan” adlı fotoğraf sergisinin ilk açılışı 26 Kasım 2011 tarihinde Sepetçiler Kasrı’nda, II. Açılışı 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nde Caddebostan Kültür Merkezi’nde gerçekleşmiştir. Kampanyanın üçüncü açılışı olacak "Yorgan" adlı fotoğraf sergisi 21 Ocak 2012 tarihinde sizlerle yeniden buluşuyor. Sergi, ailesi tarafından yorgan altında saklanmayan, doğduğu evde bir günah değil de gerçek bir birey olarak algılanan, sosyal ve profesyonel yaşamda başarılı gençlerin estetik fotoğraflarından oluşmaktadır. Fotoğraf sergisinde yer alan engelli bireylerin hayat hikâyeleri, izole bir yaşam süren diğer engelli bireylere ve ailelerine model oluşturacaktır. Siz de “yorgan altında saklanmayan”, sıra dışı ve toplumda rol model oluşturacak başarılı gençlerimizle tanışmak, onların hayat hikâyelerini dinlemek ve kampanya hakkında detaylı bilgi almak isterseniz sizi de aramızda görmekten büyük mutluluk duyacağız.
21 Ocak 2012 saat: 14:00 Sancaktepe Genç Gelecek Merkezi
Bu sergiye gidebilmek için önce mekânı araştırdım. Genç Gelecek Merkezi’nin Sancaktepe Belediyesi’ne bağlı bir kültür merkezi olduğunu ve çok güzel işler yaptığını öğrendim. Benim oturduğum yere hayli uzak olsa da, sergiyi olduğu kadar kültür merkezini de görmek için, gitmeye karar verdim. Tam nasıl gidebileceğimi araştırırken, yeni bir e-posta aldım Engelsiz Sanat Derneği’nden. Yönetim Kurulu Başkanı Gülçin Kaya;
“Birkaç gündür yaşadığımız bir sıkıntıyı sizinle paylaşmak istiyorum. Yaklaşık 1,5 ay önce Sancaktepe Belediyesi Kent Konseyi ile kampanya kapsamında görüşmelerimiz olmuştu ve 21 Ocak 2012 tarihi için Genç Gelecek Binası bize verildi. Açılışa birkaç gün kala Belediye Kültür ve Sosyal İşler Müdürü “yorgan” kelimesinin altında başka manâlar arayarak kampanyanın isminin değişmesini istedi. Değiştirmediğimiz takdirde açılışın olmayacağını belirtti. Biz de elbette açılışımızı iptal ettik…… Bu arada, yarın kamu spotumuz çekiliyor. Ünlü dizi oyuncularıyla reklâm tanıtımı hazırlayıp kampanyaya dikkat çekeceğiz. Bu kadar emek verdiğimiz bir işte böyle zihniyetlerle karşılaşmak çok üzücü…”
diye yazmıştı. Bir de basın açıklaması eklenmişti e-postaya.
Ben, derneğin basın açıklamasını bu satırlara taşımak istemiyorum. Ancak, onlar iyi bir iş yapmaya çalışıyorlar. Engelli ya da engelli yakını olmayanların bunu anlamaları biraz zor olabilir belki. Engeli; “Engel, bir gözün görmemesi veya bir elin tutmaması demek değildir; engel, bireyleri yorgan altında saklayıp onların hiçbir şey ya da hiç kimse olmalarına sebep olmaktır.” diyerek tarif eden bu dernek, sadece bu tarifle bile bir farkındalığa yol açmakta. Özellikle kırsal kesimlerde engelli çocukların yıllardan beri yorganların altında saklandığı ve bunun adeta kültürümüzün parçası haline geldiği gerçeğini yıkmak, tüm engellilere hak ettikleri desteği vermek için bir simge olarak başlatılan “Yorgan Altında Kimse Kalmasın” hareketi, aslında büyük bir destek hak ediyor. Bu sebeple, araştırmalarım sonucunda çok güzel işler yaptığını gördüğüm Sancaktepe Belediyesi’nin konuyu bir şekilde yanlış anlamış olabileceğini düşünüyorum. Ve umuyorum ki, bu yanlış anlaşılma kısa bir süre içinde düzeltilebilir.
Sevgili okurlar, 19 Aralık 2011 tarihli yazımda da sizlere “Engelsiz Fırsat Okulları Projesi”nden söz etmiştim. Engelsiz Fırsat Okulları Projesi, birkaç ana faaliyet çerçevesinde yürütülüyor:
Bildiğiniz gibi, engellilerin hayatını zorlaştıran etkenlerin başında olumsuz fiziki çevre şartları geliyor. Bu probleminin çözümü için; umuma açık her türlü bina, yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve yeşil alanların, spor alanları ve benzeri sosyal ve kültürel alt yapı alanlarının, şehir içinde belediyelerce sunulan ya da belediyelerin denetimlerinde olan toplu taşıma hizmetlerinin 2012 yılına kadar özürlülerin ulaşabilirliğine uygun hale getirilmeleri 5378 sayılı Kanunla hüküm altına alınmıştı. Türkiye’de ulaşılabilirliğin sağlanması için tüm kurum ve kuruluşlara tanınan süre 2012 yılının Temmuz ayında sonlanacak. Yani görevi ve sorumluluğu bulunan kamu ve sivil tüm kurum ve kuruluşların önlerinde, ulaşılabilirliği sağlamaları için yaklaşık 6 aylık bir süre kaldı. Engelli vatandaşlar kendileri için ulaşılabilir uygulamaların yapılmamış olması durumunda kalan bu 6 aylık süre sonunda, yani Temmuz 2012’den itibaren, dava açma hakkını elde edecekler.
Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün, “Ulaşılabilirlik Stratejisi ve Eylem Planı” çerçevesinde, bu konuya dikkat çekmek amacıyla başlattığı “Ulaşılabilirlik Bölgesel Paylaşım Toplantıları”nın ilki Marmara Bölgesi - Kocaeli Çayırova’da 26-28 Aralık 2011, ikincisi ise Akdeniz Bölgesi - Adana’da 14 Ocak 2012 tarihlerinde yapıldı. Bundan sonraki toplantılar ise; İç Anadolu – Kayseri’de 28 Ocak 2012, Karadeniz – Trabzon’da 18 Şubat 2012, Güneydoğu Anadolu – Diyarbakır’da 3 Mart 2012, Ege – İzmir’de 17 Mart 2012 tarihlerinde gerçekleştirilecek.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü, 2012 yılındaki en önemli önceliğini “Ulaşılabilirlik”in hayata geçirilmesi olarak belirlemiş bulunuyor. Ancak, ne yazık ki, bu yetmiyor. Halkımızın da bu konuya duyarlılıkla yaklaşması ve engellilerin fiziksel çevreye ulaşılabilirliğinin önüne engel koymaması gerekiyor. Evet, yollarımızın ve kaldırımlarımızın çoğu henüz engellilerin kullanımına uygun değil. Fakat uygun olanlardan yararlanmak da çoğu zaman, düşüncesiz vatandaşlar tarafından konulan engeller nedeni ile, mümkün olamıyor. “Annem Değil İstanbul Engelli” diyerek yürüme engelli annesi için İstanbul yollarında karşılaştıkları her engeli fotoğraflayıp sergileyen Tuğba Çetinkaya’nın başlattığı büyük ilgi gören kampanyaya iletilen fotoğrafları inceleyecek olursanız eğer, sorunun yalnızca belediyelerin çabaları ile çözülemeyeceğini görebilirsiniz.
Çoğunuzun bildiği gibi, ben Kadıköy, Kızıltoprak’ta oturuyorum. Evim, Bağdat Caddesi’ne 50 metre uzaklıkta. Kaldırımlar ve rampalar oldukça kötü, ama yine de kullanılamaz durumda değil; tabii, bizi düşünmeyen vatandaşların engellemeleri olmaz ise. Geçtiğimiz günlerde önemli bir iş nedeni ile bankaya gitmek durumunda kaldım. İşim biraz uzadı ve hava karardı. Dönüşte, Kızıltoprak Migros’un önündeki kaldırım hiçbir şekilde geçilemez durumda; cadde trafiği ise inanılmaz derecede yoğun idi. Bu manzarayı fotoğrafladım. Oradan geçebilmek içinse trafiği durdurmak zorunda kaldım.
Araçlarımızı park ederken, lütfen, oradan geçecek yayaları da düşünelim. O yayaların arasında engelliler, yaşlılar ve bebekliler olabileceğini göz ardı etmeyelim. Medeni bir ülkenin medeni vatandaşları olmak istiyorsak eğer, bunu herhangi bir cezai yaptırım olmaksızın başarmak zorundayız.
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Hem şaşırdım, hem sevindim; ancak bu bilgiyi niçin istediğini tam olarak anlayamadım. Bu konuda aydınlanmak üzere kendisini aradığımda, beni konu ile ilgili arkadaşına yönlendirdi. Seride Samurkaş’la işte o zaman kesişti yollarımız.
22 yıldır Türk ekonomisinin önemli bir parçası olarak Türkiye’nin geleceğine yatırım yapan HP’nin bir çalışanı olan Seride Samurkaş, 450 kişilik bir çalışan kaynağını gönüllülük esasına dayalı sosyal sorumluluk projelerine dahil edebilme amacıyla başlatılan bir oluşumun lideri. Toplumdan alınanı topluma geri döndürebilmek için birlikten kuvvet doğar düşüncesiyle yola çıkan bu oluşumun adı, “Hayata Projeler”. Hayata Projeler, kurulduğu günden beri gönüllülük esasına dayalı irili ufaklı birçok sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirmiş. Yapılan küçük boyutlu bir yardımın veya sosyal bir sorun konusunda yaratılan farkındalığın gelecek nesillere büyük katkılar sağlayabileceğine inanan bu ekibin amacı; topluma, bireylerin küçük katkıları ile büyük değişimlerin tetiklenebileceğini göstermek.
Hayata Projeler Grubu kuruluşunda Kadın, Engelli ve Genç Nesil/Jenerasyon konularına odaklanmış. “Potansiyelini Keşfet”, grubun engellilerle ilgili projesinin adı. Bu proje, “eğitim en büyük eksiğimiz” diyen engelli bir çalışanın sözlerinden yola çıkılarak tasarlanmış. Hayata Projeler liderliğinde; Alternatif Yaşam Derneği, Kariyer.net Elektronik Yayıncılık ve İletişim Hizmetleri A. Ş., Bilge Adam Bilgi Teknolojileri Akademisi, A.L.V. Yönetim Danışmanlığı ve Eğitim Destek ve Tem. Hiz. Ltd. Şti. ortaklığında organize edilen “Potansiyelini Keşfet’’ projesi, öncelikli olarak bedensel engellilere özel sektörün ihtiyaç duyduğu alanlarda eğitim vermeyi amaçlıyor. Bu proje kapsamında; engellilerin, yapılacak bir anketle belirlenecek olan özel sektör ihtiyaçları doğrultusunda eğitim almaları, kendilerini geliştirmeleri ve istihdam edilebilmeleri sağlanacak. Bu eğitim programın sürdürülebilirliği ve sürekliliği, Hayata Projeler Grubu için büyük önem taşıyor.
Alternatif Yaşam Derneği, Potansiyelini Keşfet Projesi kapsamındaki eğitimler için, kendi binasında bir sınıf tahsis etmiş. Şimdilik, dört kurluk bir eğitim planlanıyor. Bir kur altı haftada tamamlanacak. Sınıf kapasitesi, öğrencilerin engel durumlarına göre 8-12 kişi arasında değişebilecek.
HP Gönüllüleri, Potansiyelini Keşfet Projesi’nin hayata geçirilmesi yolunda yapılması gerekenlerin çoğunu tamamlamış bulunuyor. Şimdi, engelli öğrencilerini Ataşehir’deki sınıfa taşıyacak bir servis aracı arıyorlar. Bu pırıl pırıl gençler, işlerinden artan tüm boş zamanlarını bu proje için harcıyorlar. Onlar için en büyük ödül, eğitip sertifika verdikleri engellilerin istihdam edilmeleri.
Belki diyorum, belki servis aracı konusunda onlara yardımcı olmak isteyecek birileri çıkabilir. Bence hem onlar, hem de bu eğitimden yararlanacak olan engelliler böyle bir yardımı hak ediyorlar. Türkiye, HP Gönüllüleri kadrosunu oluşturan gençleri yetiştirmeye son vermedikçe, umutlar hiç tükenmeyecek.
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Günümüzün en önemli uzay bilimcisi ve fizikçisi Stephen Hawking’in sıradışı hayat öyküsü başarılarla doludur. 8 Ocak 1942’de İngiltere’nin Oxford şehrinde dünyaya gelen Hawking oldukça normal bir çocukluk geçirmiş. St Albans okulundan mezun olduktan sonra babasının eski okulu Oxford Üniversitesi kolejine devam etmiş. Babasının tıpla ilgilenmesini istemesine karşın, o matematik okumak istemiş. Fakat okulun matematik bölümü olmadığından, onun yerine fizik öğrenimi görmeye başlamış. Üç yıl sonra doğa bilimlerinde birinci sınıf onur madalyasıyla ödüllendirilmiş. Hawking daha sonra Kozmoloji (Evrenbilim) çalışmak üzere Cambridge'e gitmiş.
Gençliğinde Oxford Koleji kürek takımında yer alan ve binicilikle uğraşan Hawwking’in hastalığının ilk belirtileri, Cambridge Üniversitesi öğrencisi iken dengesini kaybederek merdivenlerden düşmesi ile ortaya çıkmış. Yapılan testler sonucunda, hastalığına MNS (Motor Neurone Disease) ya da aynı zamanda “Lou Gehrig Hastalığı” olarak bilinen ALS (Amyotrophic Lateral Sclerosis) teşhisi konmuş ve ancak 2-3 yıl daha yaşayabileceği belirtilmiş.
Hawking, hastalığının iyi huylu seyri sayesinde, ALS hastası olup da 10 yılın üzerinde yaşayabilen ender kişilerden biridir. Motor nöronların zamanla yüzde seksenini öldürerek sinir sistemini felç etmekle birlikte beynin zihinsel faaliyetlerine dokunmayan bu hastalık, Hawking’i tekerlekli sandalyede yaşamaya mahkum etmiş, ancak çalışmalarına devam etmekten alıkoyamamıştır. Görelilik kuramı ile kuvantum mekaniğinden yararlanarak kara deliklerin özelliklerini kuramsal olarak ortaya koyan İngiliz astrofizikçi, bilimin popülerleşmesi için de özel bir çaba göstermiş; birçok TV programına katılarak görüşlerini daha geniş kitlelere aktarmaya çalışmıştır. Stephen Hawking, ayrıca, yazdığı çocuk kitaplarıyla çocukların hayal dünyasını genişletmiş ve onları evrenbilime yanaştırmıştır.
Ünlü bilim adamı 1985 yılından bu yana sesini de yitirmiş olduğu için, koltuğuna yerleştirilmiş, yazıları sese dönüştürebilen bilgisayarı sayesinde insanlarla iletişim kurabiliyor. Kuantum fiziği ve kara deliklerle ilgili iddialarıyla, bugün yaşayan bilim adamları arasında dünyada en çok tanınan isimdir. 40 dile çevrilmiş bulunan kitapları, evrenle ilgili çılgın teorik bilgilerini popüler hale getirmek için gereken maddi bağımsızlığı sağlayacak ve Cambridge Üniversitesi'ndeki uygulamalı matematik ve teorik fizik lâboratuvarını geliştirecek kadar çok satmıştır. Hawking'e asıl şöhreti getiren ilk kitabı “Zamanın Kısa Tarihi: Büyük Patlamadan Karadeliklere” bir fenomen haline gelmiş ve satışı milyonlara ulaşmıştır. İlk kitabının yayımlanmasından bu yana gerçekleşen önemli buluşların ardındaki sırrı açığa çıkaran son kitabı “Ceviz Kabuğundaki Evren”, “Zamanın Kısa Tarihi”nin bir devamı sayılabilir. Kitabın, Einstein’in “Genel Görelelik Kuramı” ile Richard Feynman'ın çoklu geçmiş düşüncesini birleştirerek evrende olup bitenleri tanımlayabilecek eksiksiz ve tek bir teori geliştirmeye çalıştığı ifade ediliyor. Okurlar bu kitabı bir bilimsel eser olarak algılayabilecekleri gibi, rahatlıkla, bir bilim–kurgu romanı gibi de değerlendirebilirler.
Hastalığıyla gizemli bir kişilik oluşturan Hawking, 12 onur derecesinin sahibidir. 1982'de Britanya İmparatorluğu Nişanı ile ödüllendirilmiş, bundan başka birçok madalya ve ödül almıştır. Royal Society ve National Academy of Sciences (Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi (N.A.S.) üyesidir.
Zorluklar ve başarılarla dolu yaşamına kısaca değindiğimiz dünyaca ünlü İngiliz astrofizikçi Stephen Hawking, dün 70 yaşına girdi. Katılamadığı, onuruna düzenlenen konferansı internet üzerinden yapılan canlı yayınla izledi. Umarım, arkadaşlarının; "Stephen bizi dinliyorsan, hepimiz doğum gününü kutluyoruz" diyen sesleri onu sevindirmiştir. “Mutlu Yıllar” Stephen Hawking…
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...