“Gerçekten topu birden geldi. Hakikaten, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın meydan okuduğu gibi 'topu geldi'. Tüm Avrupa ve ABD medyasının ve siyasî elitlerinin açıkça karşı çıktığı, PKK ile Akşenercilerin, FETÖ ile Aydınlıkçıların, CHP ile Saadet Partisi'nin yan yana gelerek muhalefet ettiği, AK Parti'nin içinden çıkmış eski Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın bile mahcup 'hayır'cılık oynadığı bir kampanya süreci yaşandı.”
Bu yazıyı okuyunca 2011 yılına gittim. O yıl seçimlerde Hilal Hanım, Nihal Bengisu Karaca ve başka isimler "Başörtülü aday yoksa oy da yok" kampanyası başlatmışlardı.
Kampanyaya kapı kapı dolaşan ve gecesini gündüze katan ama aday olamayan partili kadınlar destek vermemişlerdi.
Ak Parti’nin başında da bugün Cumhurbaşkanı olan Tayyip Bey vardı.
O günkü kampanya hem Ak Parti’yi hem Tayyip Bey’i bir hayli zorlamıştı. Buna bizzat şahidim.
İşin ilginç tarafı, o zamanlar kampanyayı eleştiren gazetecilerin başında şu an FETÖ’den tutuklu olan gazeteci Ali Bulaç vardı.
Hilal Hanım ve arkadaşlarından kampanyaya son vermelerini istemiş, “Bu kampanya Ak Parti’nin seçim kaybetmesi için kurulan bir tuzaktır. Kampanya destekçisi kadınların çoğunun iyi niyetli olduğunu fakat aralarında İslamî hareketleri içeriden çökertmek için görev yapan 'beyaz casuslar'ın da bulunduğunu" ifade etmişti.
Yakın tarihimiz ne enteresan olayları kayda alıyor değil mi? Tarih tekerrür ediyor da kimse kendisine pay çıkarmak istemiyor.
İnternetten kıyafet alışverişi yapma cesaretini göstermiş biri olarak yaşadıklarımı ve günde tam 60 bin ürün satışı yapan bir e-ticaret sitesini, Sefamerve’yi tanıtacağım. Oya ve Mehmet Metin Okur kardeşlerin ilişkileri en az başarıları kadar ilgi çekici. (Yazıyı okumak için tıklayın)
“İki Kafadar” bu hafta Balat’taydı. Muhteşem bir mekân ve hikâyesini kaleme almışlar. Okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.
Minikler ve anneleri için MinioKids adında bir mekanımız var. 23 Nisan da yaklaşırken güzel bir alternatif olur diye düşünüyorum.
Hatırına şiirler yazılan Türk kahvesi, kültürümüzde kapıdan giren misafirin yorgunluğunu alsın, ağız tadı versin diye bekletilmeden ikram edilir. Ve bu ikramın tam kırk yıllık hatırı olduğu söylenir.
Biliyor musunuz? Adına şiirler, şarkılar, kitaplar yazılan, dergi çıkartılan ve internet siteleri olan kahve; Kanuni Sultan Süleyman döneminde gelmiş yurdumuza. Kısa zamanda da çok sevilmiş. İşin ilginç tarafı, bizim topraklarda yetişmemesine rağmen öyle bir imza atmışız ki tüm dünyada pişiriliş tarzıyla"Türk Kahvesi" olarak anılmış.
Kahve, içecek olarak kullanılmasının yanı sıra besleyici ve tok tutucu özelliğinden dolayı ekmek yapımında da kullanılmış.
Sadece damak lezzeti, tok tutucu özelliği değil, kendine özgü ritüelleri de Türk kahvesini özel kılar. Mesela tiryakisine ağır ateşte 15-20 dakika pişirilmelidir. Yanına da bir tatlı ve su mutlaka konulmalıdır. Günümüz teknolojisi, Türk Kahvesi'nin makinesini çıkararak ağır ateş olayını rafa kaldırsa da halen geleneği sürdürenler var. Tabii en esaslısı közde pişirilmesidir.
Kahve ikramının başlıca kurallarından biri kaç kişiye ikram ederseniz edin tepside iki kişilik fincan olmasıdır.
Eskiden Türk kahvesi şekersiz olurdu. Şekerli kahve yerine kahve öncesinde veya sonrasında tatlı bir şey yemek veya içmek geleneği vardı (Reçel, şekerleme veya lokum gibi). Bugün kahveler şekerli pişirilse de bu gelenek devam etmektedir.
Tarih 13.04.2017, Abdulkadir Selvi, bir AK Parti yöneticisin itirafını köşesine taşıdı. Şöyle diyordu yönetici; "Kampanyanın başında 'Hayır'cıların eleştirilerine cevap yetiştirmekle yanlış yaptık. Onun yerine yeni sistemin Türkiye'ye ne getireceğini anlatmalıydık."
Bu karşılaştırmayı “Demiştim” demek için ya da kendime herhangi bir önem atfetmek için yapmıyorum.
Bu itiraf son mu olacak peki? Hayır, tabii ki... Ne kadar alt akıl olarak üst akılın tersine konuşsak üst akıl varken kimse alt akılı ciddiye almayacak.
………
Dün Etyen Mahçupyan, gerekçelerini sıralayarak Referandumda “Hayır” oyu vereceğini açıkladı. Elif Çakır’da Mahçupyan’a destek verince kıyamet koptu.
Ne oldu biliyor musunuz?
Yıllarca bazı Kemalistlerin, “Özgürlüğünüzü Atatürk’e borçlusunuz!” diyerek başörtülü kadınlara salladığı parmağı, şimdilerde Ak Parti adına konuşan (!) ve kim olduğunu anlayamadığım bir güruh “Özgürlüğünüzü Tayyip Erdoğan’a borçlusunuz.” olarak gündeme getirdi.
Erkekler kimseye bir şey borçlu olmadıkları, doğuştan özgür oldukları için fatura kadınlara çıkar mütemadiyen.
* Pazar günü referanduma gidiyoruz biliyorsunuz. Vatandaşlık görevimizi yapmak üzere oylarımızı kullanacağız. Sizin için rengârenk bir “Sandığa giderken ne giymeli?” yazısı hazırladık. Umarım severek okursunuz.
* Esra Seziş KİĞILI’yı tanıtacağım size. Çok özel ve çok güzel bir genç kadın. Harika işler yapıyor, size de sürprizlerimiz var. Okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. (Röportajı okumak için tıklayın)
* Instagram’da 123 bin takipçisi olan Terzi Dükkânı adında bir dükkânı tanıyacaksınız. Üç kız kardeşin başarı hikâyesini okuyacaksınız. (Röportajı okumak için tıklayın)
* İki kafadar Betül & Elif sizi Galata Mevlevihanesi’ne güzel bir yolculuğa davet ediyor.
Bu hafta sonu ülkemizde seçim var. Seçim günü yaklaşırken en sık duyacağımız uyarılar “Sandığa giderken kimliğinizi almayı unutmayın!” uyarıları olacak.
Bu konuda yeterince uyarıldığımızı düşünüyorum. Artık bir tık ödeye geçme zamanı geldi de geçiyor. “Bir tık ötesi nedir?” diye soracaksınız tabii.
Hakaret, şiddet… Tam bir Türk klasiği yani. Boşanmamak için pişmanlık ve özürden başka her yolu deniyor.
Karısını, kızını sokak ortasında çok rahat hırpalayabiliyor. Kimse de tık yok, aile kavgası ya (!)
Kocanın şiddetine karşı dur demesi için karakola giden kadına polisin verdiği cevap, “Bizim yapacağımız bir şey yok. Şikâyetin savcılığa gönderilecek ve dava açılacak.” oluyor.
Anlayacağınız polise yaptığınız her şikâyet için savcılık dosya açıyor ve siz mütemadiyen ifade veriyorsunuz. Bu zaman zarfında şiddet gösteren taraf serbest tabii…
Koruma karanına rağmen kocanın tacizleri devam ediyorsa ikinci bir koruma kararı çıkıyor ama koca yine serbest.
Komşular “Karı-koca kavgası” diyerek karışmak istemiyor, polis “Elimizden bir şey gelmez.” diyerek karışmıyor. Peki, ne yapacak bu kadın?
Ne yapıyor söyleyeyim; geçen gün elinde taş, “Yeter Ayşe Abla! En azından çocuklarım rahat eder. Madem kimse bir şey yapamıyor, ben yapayım.” diyerek elinde taşla sokaktan geçmesini bekliyordu kocasının.
Bir kadını, bu denli yalnız ve çaresiz bırakmak niye? Hadi polisin yetkisi yok, komşular da korkuyor; peki ya devlet?
Burada neler yapacağız öncelikle ondan bahsedeyim
Önceliğimiz, kadın. Tabi böyle olunca da konuşulacak çok konumuz olacak. Yaşamın tüm renklerini bünyesinde toplayan tek canlı olmamız sebebiyle şanslı varlıklarız.
Sizlerle muhafazakâr modayı konuşacağız. Stil danışmanlarından öneriler alacağız. Türkiye’de ve dünyada neler oluyor takip edeceğiz. Birlikte ‘nerede, ne giysek?’ diye düşünüp kombin nasıl yapılır öğreneceğiz.
Sanatta, siyasette, modada… Aslında hayatın her alanındaki başarılı kadınları tanıyacağız.
Gençler nerelere takılıyor, neler yapıyor takip edeceğiz.
Genç kadınlar sosyalleşmek için hangi mekânları tercih ediyorlar göreceğiz.
Hayatı; ailesini ve çevresini organize etmek olan kadına, organizasyonlarla ilgili tüyolar vereceğiz.
Kendimi kötü hissetmedim değil. Annem de bize, “Hadi artık, iyi kötü birine ‘Evet!’ deyin” diyerek sık sık bu tarz söylemlerde bulunur.
Neden böyleyim bilmiyorum, söz konusu Evet/ Hayır olunca direk kararsıza bağlıyorum. Ben mi suçluyum yoksa beni ikna edemeyenler mi bilmiyorum. Kadın olmanın verdiği karmaşık durumun da etkileri var sanırım.
Gönlüm “Evet” demekten yana Ahmet Hakan. “Bizim, Başkanlık Sistemi olan ülkelerden neyimiz eksik?” diye düşünmüyor değilim. Bürokrasi kalksa, milletvekilleri tam anlamıyla siyaset yapsa, bakanlar parti baskısı altında ezilmese güzel olmaz mı?
Sistemi inceledim, dinledim gayet anlaşılır. Nerede takıldığıma gelince, sisteme değil kendimize güvenmiyorum ben. Sorun sistemde değil bizde yani. Başkan olacak kişinin parti genel başkanı olması dolayısıyla milletvekillerini belirleyecek olması, başkan olduktan sonra tüm üst bürokrasiyi ve bakanları belirleyecek yetkide olması bizi bozar diye düşünüyorum.
Çünkü, bir işe girmek için politikalarını benimsemediği hâlde iktidar partisine üye olmayı “normal prosedür” olarak görüyoruz.
Çünkü Tayyip Bey’e şirin görünmek, makam sahibi olmak için gözünü kırpmadan arkadaşının kuyusunu kazan insanların yaptıklarını “rekabet” olarak değerlendiriyoruz.
Vatandaş olarak kırk fırın ekmek yememiz gerek ki, sistemleri sindirebilelim.
Geçenlerde Tayyip Bey’e, CNN Türk ve Kanal D ortak yayınına katılarak verdiği üç mesajdan dolayı teşekkür etmiş ve “Zaman zaman eleştirsem de seviyorum bu adamı.” demiştim. Bu sözlerimden referandum kararımın “Evet!” olarak açıkladığım algısı nasıl oluştu, bilmiyorum.