Ebru Şallı enteresan bir kadın. Defilede otuz manken vardı fakat hepsinin yüz ifadesizliği aynı olmasına rağmen Şallı “Yıkılmadım, ayaktayım!” mesajını veriyor gibiydi. Sanırım, giydiği göğüs dekolteli elbiseler de fiziki durumu hakkında yorum yapanlara mesaj göndermek içindi.
Dikkatimi çeken bir başka şey de Çağla Şikel ve yabancı uyruklu mankenler dışındaki genç kızlarımız sanki birbirinin kopyası gibiydi. Moda dünyasının orijinallikten bu kadar uzaklaşmasına gerek var mı bilemiyorum.
Abazoğlu’nun kıyafetlerinde özellikle renk tercihlerine bayıldım. Yani bazı kıyafetleri kendime göre uyarlayabilirim diye düşündüm ama bedenden sınıfta kalıyorum.
Bir defile de kaburga kemikleri sayılamayacak derecede olanlar için yaparsa güzel olur diye düşünüyorum.
Abazoğlu’nun çizdiği özel desenlerden oluşan tablolar da o gün müzayedede satışa sunuldu. Her ne kadar medyada mankenler kadar yer almamış olsalar da çok güzellerdi gerçekten.
Organizasyon, Bağcılar’da Bedensel ve Zihinsel Engelliler Rehabilitasyon Merkezi’nin inşası için yapıldı. Yani kutsal bir amaç için bir araya gelindi. Müzayedede satışa sunulan eserleri alanlar Eğitim Merkezine bir tuğla daha koydu. Ben onları da yazmak istiyorum;
Sınır dışında yaşayan kadınları örnek göstererek şikâyet ederler. Şimdiye kadar içlerinden birinin çıkıp bu sorunu çözmek adına bir şey yapmadığını hatırlatmak ve naçizane çözüm önerilerimi sunmak isterim.
Sosyal medyanın hayatımıza girmesi erkek-kadın ilişkilerine de yeni bir boyut getirdi. Herkes evlilik programlarından şikâyetçi ama asıl tehlike internet ortamında.
Evlilik programlarının yasaklanmaması çok isabetli bir karar olmuştur. Hükümet doğru olanı yapmıştır.
“Nedir tehlike?” diye soracak olursanız anlatayım. İnternet ortamından eş arayan kadınları ikna etmek (!) adına çeşitli yöntemler geliştiren Türk erkekleri çapkınlığın kitabından sonra fetvasını da çıkarmış durumda.
Bugün bir teşekkürle başlamak istiyorum. 2015 yılında “Kadınlar neden Cuma ve Bayram Namazlarında yoklar?” konulu bir yazı kaleme almıştım. Bunun için de Mustafa Karataş Hoca ile söyleşi yapmıştım. Peygamberimiz döneminde ve Osmanlı’daki uygulamalardan bugüne kadar gelinen durumla ilgili çok faydalı bilgiler paylaşmıştı bizimle.
O günden bugüne olumlu gelişmeler oldu diyemeyiz lâkin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in, Kadın-Çocuk ve engellilerin camiye dâhil olabilmesi için gösterdiği gayretleri biliyorum.
Geçtiğimiz hafta WhatsApp’tan bir davetiye aldım. Mustafa Hoca oğlunun davetiyesini paylaşmış. Cep telefonundaki kayıtlı herkese gönderdiğini düşünerek dönüş yapmadım. Bir iki gün sonra düğüne katılıp katılmayacağımı soran bir telefon aldım. Tabii bu nezakete kayıtsız kalamadım ve düğüne katıldım. Sade ve çok şık bir düğündü, üstüne çok da güzel Mustafa Demirci konseri dinledim.
Mustafa Hoca’ya nazik davranışı için teşekkür ederim. Genç çiftlere de mutluluklar dilerim.
Buna rağmen sokaklarımız temizdi.
Aradan yıllar geçti modernleştik (!). Kimse kapısının önünü süpürmüyor artık, çöpçüler süpürüyor, günde iki kere çöp kamyonu geçiyor sokaklardan.
Buna rağmen sokaklarımız temiz değil.
Artan hizmetlere karşılık ortaya çıkan tablo bir şeylerin yanlış gittiğinin işaretidir. Ve ne üzücüdür ki, imandan gelen temizlik anlayışına rağmen bugün gayrimüslim dediğimiz Avrupa, Müslüman ülkelerden daha temizdir.
Kamusal alanlar, ortak kullanım alanlarımız olmasına rağmen sorumluluğunu üstlenmeyerek bencillik yapıyoruz ve çocuklarımıza kötü örnek oluyoruz maalesef.
Geçenlerde caddede bir delikanlı elinde yediği yiyeceğin kâğıdını yere atınca dayanamadım, “Bak şurada çöp kutusu var, neden yere atıyorsun?” diye sordum. Bana, “Vergimi veriyorum, belediye toplasın.” cevabını verdi.
Şahit olduğum bu ve benzeri olaylar beni gelecek adına çok endişelendiriyor açıkçası. Bu şekilde davranmalarının tek sebebi aileleridir. Çocuklar saygıyı, çevre duyarlılığını ebeveynlerinden öğrenirler çünkü.
…….
Geçenlerde bir arkadaşım tesettürlü kadınların farklılaşma yöntemini sorunca zınk diye kaldım. Uzun uzun düşündüm kendime sordum; “Ben duygu dünyam değişince veya yaşadıklarıma tepki olarak ne yaparım?”
Saçlarımla ilgilenmem, saçımla bağlantılı olarak başörtü bağlama şeklimi değiştirmem.
“Hanife ne yapar?” diye düşündüm.
Bunu düşünürken de ikiz kardeş olmamıza rağmen strese vs. karşı ne kadar farklı tepkiler verdiğimizi fark ettim.
Ben önce ne kadar kilo vermişsem geri almak için elimden geleni yaparım. Hanife ise kilosunu korumakla birlikte spor, ne varsa başlar. Ek olarak saçlarıyla da ilgilenir. Bana da ilgilenmediğim için fırçasını atar.
“Acaba arkadaşlarım ne yaparlar?” diye küçük bir araştırma yaptım. Bir arkadaşımdan aldığım “Ayşeciğim, kadın olduğumu hissetmiyorum ki…”nin dışında aldığım cevaplar;
Kendimle ilgili bir şey yapmam,
Kocama kızmışsam alışverişe çıkar para harcarım,
Bu hafta kendime torpil geçtim ve en sevdiğim konuyu ele aldım. Dekorasyon… Binaların mimarileri, dekorasyonu önceliğimdir.
Film izlerken dahi oyuncuların kıyafetlerinden ziyade bulundukları mekânları incelerim. Bu kadar da fanatiğim yani. Arkadaşım instagram’dan bana Sorella diye bir sayfa gösterdi, müthiş parçalar var ama mekân Bursa’da. Nasıl yapsam ne zaman gitsem diye düşünürken bir baktım İstanbul’a gelmişler. Açıldıklarının 3. günü damladım tabii. Bir de güzel bir balkonları var ki, Bebek Parkı’na karşı, sormayın. Sahipleri de güler yüzlü ve işlerine âşık kadınlar. Gerisi bana kaldı artık, sık sık taciz edeceğim bu yaz.
Önce Sorella’yı sonra İki Kafadar’ın “Derviş Baba” yazısını keyifle okuyabilirsiniz. Eminim siz de benim kadar çok seveceksiniz.
Bu sayfayı hazırlamaya başladığımdan beri “Türk Kadını”yla ilgili iki gerçeği tespit ettim. İlki, günümüz kadınları kız kardeşlik müessesini iş hayatına çok başarılı bir şekilde taşıyor. İkincisi ise girişimci kadınlar genellikle mühendislikten geliyor. Belki isteyerek belki de mecburiyetten bilinmez, almış oldukları eğitim dalında kalmayı tercih etmeyip hayallerinin peşinden gidiyorlar.
Yani her şey masumdu.
Bugün kazananların ve kaybedenlerin de ağırlıklı duyguları nefret. Abarttığımı düşünenler lütfen seçim sonrası yorumlara baksın. “Evet” ve “Hayır” oylarının yüksek veya düşük olduğu iller için yapılan değerlendirmeleri okusun.
Yurtdışında “Evet” oylarının yüksek çıkması sebebiyle gurbetçilere de kendi ülkelerinde yabancı muamelesi yapacağız neredeyse.
Herkes birbirini suçluyor ama kimse ayrıştırmaktan da vazgeçmiyor. Ne insani ne İslami geçerliliği olan bu durumun bir gün son bulacağını ümit ediyorum.
Biz bir Referandum oylaması yaptık, yani partiler üstü bir seçim. Ne Ak Parti, ne CHP, ne Recep Tayyip Erdoğan, ne Kemal Kılıçdaroğlu… “Evet” diyenin de “Hayır” diyenin de önceliği ülkesiydi.
Çok anlaşılır bir sistemi o kadar karmaşık bir hale getirdik ki, Evet-Hayır dışında “gizli Hayırcılar” diye bir tartışma konumuz bile oldu.
Aşağıda birkaç örnek olarak vereceğim davranışların demokrasi kültürüyle uyuştuğunu iddia edecek kimse var mı bilmiyorum.
“Evet” oyu vereceğini açıklayan Murat Ülker’in kimseyi inandıramaması,
Düşünün, ne yazarsak yazalım aynı yüz ifadeli fotoğrafı kullanıyoruz. Mesela ben fotoğrafımda hafif gülümsüyorum. Bazen üzgün, bazen kızgın yazılar yazsam da fotoğraf aynı. Bu yüzden de zaman zaman yazdıklarımla alay etmiş havası hissetmiyor değilim.
Hâlbuki birkaç alternatif fotoğrafımız olsa ve yazı konusuna göre değişse bütünlük sağlanmış olurdu. Böylece emojilere de ihtiyaç kalmazdı.
Neyse, biz yazı konumuza dönelim. Kısaca olayı özetleyeyim size. Benim bir ikiz kardeşim var Hanife, biliyorsunuz. Türkiye Beyazay Derneği İstanbul Şube Başkanı. Mütemadiyen proje hazırlar engelli alanında. Bazen Devlet kurumlarına sunar projelerini, prosedür fazla olduğundan kimi zaman destek bulamaz. Bizimki üzülür, “Bunun Türkiye’de olması lazım” filan diye söylenir.
Geçtiğimiz yıl , işitme engelliler alanında projesi vardı yine. Aradığı desteği bulamayınca çok üzüldü. Proje, alanında en iyi örneği olan Amerika’da Gallaudet Üniversitesi’yle ortaklaşa yapılacaktı. “Destek olmak için ne yapabilirim?” diye düşündüm. “Madem Türkiye’den destek bulamadı, Amerika’dan bulalım o zaman.” diye düşündüm. “Amerika’da kimi tanıyorum?” diye düşünürken aklıma Obama geldi.
Oturdum, durumu anlatan Türkçe mail attım. Bir hafta sonra cevap geldi, geldi ama sanırım Google’dan çevirmişlerdi, çünkü alakasız bir şeyler yazıyordu.
Bu sefer maili İngilizce gönderdim.
O günden sonra her hafta Beyaz Saray’da neler yaptıklarını anlatan mailler almaya başladım ama bizim projeden tık yok.
Neyse, Obama, Başkanlıktan ayrılacağı zaman mealen “Ben gidiyorum, siz mail grubumdakiler de artık şu adresten bana ulaşabilirsiniz, isterseniz kurduğumuz vakfa da maddi destekte bulanabilirsiniz.” diye mail gönderdi. Maddi destek kısmında Obama’nın taktiğini uyguladım ama ‘düşenin dostu olmazmış’ gibi de olmasın şimdi, dedim ve mailleşmeye devam ettim.