Ayşe Baykal

Tayyip Bey’e müjde…

20 Şubat 2017
Kurulduğu günü bugün gibi hatırlıyorum. Tayyip Bey’in, İstanbul’a kazandırdığı çok önemli hizmetlerinden biridir. 1996 yılında temeli atılan ve o günden bugüne tam 3 milyon İstanbulluya hizmet veren İSMEK (İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Meslek Eğitimi Kursları) ve meslek sahibi yapan bir kurum haline geldi. Doğumuna bizzat şahit olduğum kurumun bu kadar büyüdüğünü ve faydalı olduğunu görmek çok onur verici.

İSMEK sayesinde birçok ev hanımının meslek sahibi olduğunun şahidiyim. Aklınıza gelmeyecek alanlarda meslek eğitimleri var. Abarttığımı düşünüyorsanız yılsonu sergilerini muhakkak görmenizi tavsiye ederim. 

İSMEK bugün uluslararası projelere imza atan bir kuruluş. Emeği geçen tüm yöneticileri tebrik ediyorum… 

Neden bunları yazdığıma gelince; bana İngilizceyi sevdiren adam Önder Bey’i  geçtiğimiz günlerde  ziyarete gittim. İleri seviye için neler yapabilirim diye danışmak istedim. “Ben artık Dil Okulu’ndayım, Ayşe Hanım.” dedi. 

Gittim, gördüm ve tabii ki öğrenci olarak başladım. Size bu Dil Okulu’nda neler var anlatayım. İstanbul ilinin Fatih ilçesinde yer alan  bir mekân. Tam 12 sınıf var. Okulda; dil laboratuarı, sinema salonu, konuşma kulüpleri, yabancı dilde kitapların ücretsiz alınabileceği kütüphane var.  Ve tam 12 dilde eğitim veriyor.

Sayıyı fazla görüp eğitim kalitesinin düşük olduğunu düşünmeyin. Çünkü o kadar fazla kriterleri var ki, adeta devlette öğretmen olmaktan daha zor İSMEK’te öğretici olmak.  Müthiş titizler ve tavizsizler bu konuda.

Önder Hoca’yla sohbetimiz esnasında “ilkokuldan itibaren İngilizce dersi almamıza rağmen neden konuşamıyoruz?”un kritiğini de yaptık.

Benim çıkardığım sonuçlar şunlar; herhangi bir dili kazanabilmek için 4 temel gerekiyor (Okuma, konuşma, yazma ve dinleme). Bizim müfredatımız ise sadece gramer bilgileri vermeye çalışan bir eğitim sistemi ile oluşturuluyor.

Ayrıca öğrencilerin pratik yapma imkânları yetersiz veya yok. Küresel bir dünyada yaşamamıza rağmen genel olarak toplumumuzda öğrenmeye karşı olan önemin eksik olması.  (Yetkililere duyurulur).

Yazının Devamını Oku

Yanlış  strateji  kararsız seçmen doğurdu…

16 Şubat 2017
13 Şubat tarihli yazımda Referandumda kararsızlardan olduğumu yazmıştım. O gün A&G Araştırma’nın sahibi Adil Gür’ün “Referandum kaderini 5 milyon seçmen belirleyecek.” konulu makalesi vardı.  Kararsızlarla ilgili tespitleri ilgimi çekti. Gür, yazısında tespitlerle birlikte önerilerini de yazmış. Küçük alıntılarla Gür’ün yazısından bazı bilgiler paylaşacağım;

“…Vatandaşların sandığa, anayasa değişikliklerinin neler olduğuna çok da bakmadan, siyasi parti aidiyeti ile gideceğini defalarca söyledik. 2010 anayasa değişikliği referandumunda da durumun böyle olduğunu örneklerle, rakamlarla izah etmeye çalıştık. Referandumda siyasi parti aidiyeti ile kesin karar vermiş olanlar ile Evet ve Hayır oyu kullanacak olanların dışında kararsız seçmen var.”

Gür, kararsızları da iki gruba ayırmış “Sandığa ilgisiz olanlar” ve “ Gerçek kararsızlar”

Gür, yazısını şöyle tamamlıyor: “Kararı net olan seçmen, kampanyalarından etkilenmeyecek, referandum sonucunu kararsız seçmen belirleyecek. Dolayısıyla kararsız seçmene doğru yöntemlerle ulaşan ve kafasındaki soru işaretlerini gideren kazanacak. Değişikliğin ne getirdiğini veya ne götürdüğünü iyi anlatabilen bu yarışı önde tamamlayacak.”

Siyasi Partiler için çok önemli bir yazıdır bu. Neden bu kadar çok kararsız seçmen olduğunun da cevabıdır aslında.

Evet, önemli bir seçim arifesindeyiz. Ama bu önem, siyasiler dışında bu ülkede yaşayan her birey için aynı önemi teşkil ediyor. “Evet” ve “Hayır”cıların birbirine verip veriştirdiği bir ortamda iki tarafın da sert ve ayrıştırıcı söylemlerinin ortasında kalan insanlar var. 13 Şubat tarihli yazımda başta Tayyip Bey olmak üzere, siyasilerden ortamı yumuşatmasını istemiştim.

Bir araştırma şirketim yok. Ama yaşadığım toplumu iyi tanıyorum, “Evet” diyeni de “Hayır” diyeni de gözlemlediğim gibi kararsız olanları da çok iyi gözlemliyorum.

Bakın işte sonuçlar ortada; ne “Hayır diyenler 15 Temmuz’un yanındadır.” söylemi ne de “Evet diyenler ülkeyi tek adama teslim ediyor.” söylemi netice getiriyor.

Maalesef seçim kampanyası  yanlış bir strateji üzerine inşa edildi ve bu yanlış bugün 5 milyon kararsız seçmen doğurdu.

Yazının Devamını Oku

14 Şubat’ta Paris mi, Mekke mi?

14 Şubat 2017
Kendime hediye almak için girdiğim  mağazaya  bir delikanlı geldi. “Özel biri için hediye alacağım, içine fotoğraf konulan bir kolye istiyorum.” dedi. Satıcı, kalpli bir kolye ucu çıkardı. Hediye almak için gelen genç, “Kalpli istemiyorum.” dedi. Satıcı, “Ama Sevgililer Günü’nün teması kalptir.” dedi. Genç ise “Sevmiyorum, daha özel bir şey olsun istiyorum…” dedi.

Nedense bu özel günler karşı cinsle ilgili olunca farklı olma isteği tavan yapıyor. Zaman zaman “üstünlük yarışına” dönüşmüyor da değil.

Mesela ben şimdiye dek bir erkeği veya kadını Anneler Günü için, “Ne yapsam da annem sevinçten havalara uçsa?” diye düşünürken görmedim.  Anneler Günü hediyesi genellikle evin ihtiyacı olan bir eksiktir mutlaka.

Pazarlama teknikleri de buna göredir zaten.  Anneye buharlı ütü,  sevgiliye karatlık pırlanta tavsiye edilir.

Hatırlıyorum da bir keresinde, Anneler Günü’nde annemize evin bir eksiğini almıştık ve annem “Bu hediyeyi bana mı aldınız, eve mi aldınız?” diyerek dersimizi vermişti.

Nedense içinde bizim de yaşadığımız evleri, annemizle özdeşleştiririz. Annelere hediye alırken “ihtiyaçlar” listelenir, sevgiliye alınacak hediyelerde ise “havalara uçuracak” fikirler araştırılır.  Çevresi geniş olan Google varken kimse arkadaştan öneri istemiyor artık.

Sanırım bu farklı olma isteğinin altında güvensizlik yatıyor. Zira hediye almasa da “Seni seviyorum anneciğim!” sözüyle havalara uçacak, kendisini sevmekten vazgeçmeyecek anneye karşın; “Kuru kuru sevgililer günü mü olurmuş? Bak, arkadaşımın sevgilisi ne sürprizler yapmış?” suratı yapacak sevgili duruyor.

Tabii bir de kadın ve erkek tarafından bakmak lazım. Bir kere hiçbir kadın öyle “Sevgililer Günü’nü kutlamaya karşıyım.” diyerek günü sıradanlaştırmaya çalıştıran; olayı emperyalizme, dine, dünyadaki savaşlara vs. bağlayan erkekleri sevmez.

Sadece “miş” gibi yapar. Sanırım takribi 10 veya 15 yıl sonra erkeğe o “miş”ler döner. 

Yazının Devamını Oku

Ah! Referandum, ne canlar yaktın…

13 Şubat 2017
Siyasetin içinde bulunmuş biri olarak söyleyebilirim ki; çok zor seçimler gördüm ama bu kadar saçmalanmış bir seçim arifesi yaşamadım. Çok zor zamanlarda ve şartlarda kendimizi anlatmaya çalıştığımız dönemler oldu. Mensup olduğum siyasi parti dışında, iktidar olacağımıza kimsenin inanmadığı seçimlerimiz oldu. Tırnaklarımızla kazıyarak kazandığımız seçimlerin, türlü entrikalarla yerle yeksan edildiğini de gördük.

Üzüldük, ağladık ama kimseyi düşman görmedik. Erbakan Hoca’nın hiçbir şey olmamış gibi yeniden başlama azmini bir türlü anlam veremedik. % 2.5 oy aldığımızda “Milletimiz bize oyunun zekâtını vermiştir” esprisini çözemedik.

Hiç mi üzülmez, hiç mi kızmazdı insan? Hiç mi sitem etmez, meydan okumazdı?

Dün Erbakan Hoca’nın niye öyle davrandığını bugün anlayabiliyorum. 

Ve buradan Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a sesleniyorum. Lütfen! Evet/Hayır tercihlerinin nefrete dönüşmesine izin vermeyin.

Siyaset dilinin sertleşmesi, bir zincirin halkaları gibi aşağıya doğru toplumun her katmanını tetikliyor.  “Evet” diyenin bu kadar aşağılandığı, “Hayır” diyenin vatan hainliği ile yaftalandığı bir seçim bize yakışmıyor.

Sistemi değil, kişileri tartışıyoruz ve konuşuyoruz. Başkanlık Sistemi’nin ülkemize ne getireceğini veya ne götüreceğinin konuşulduğu, aklıselim tartışma programı bile yapamıyoruz.

Açıkçası herkesin şövalyeliğe soyunduğu bir ortamda “Durun yapmayın, biz kardeşiz!” söylemlerinin “mıy mıy” kaldığı bir zaman diliminde, ne yazarsam yazayım kimsenin yüreğine dokunamayacağımın da farkındayım.

Bünyesinde yazdığım Doğan Medya’nın, tarafsızlığını koruyamadığı için iş akdine son verdiği İrfan Değirmenci kararını gözden geçirmesini istiyorum. İstiyorum çünkü adil değil… Değirmenci’nin, “Hayır” gerekçeleri  kadar “Evet”çilerin sebepleri de yalnızca kendilerini bağlar. 

Yazının Devamını Oku

Şunu nezarete atalım da işimize bakalım…

9 Şubat 2017
12 Ocak’ta astsubay oğlu gözaltına alınan ve “Cumhurbaşkanı’nın kapısına gitsem beni dinler mi?” diye ağlayarak bana telefon eden komşumu yazmıştım hatırlarsanız.

Herhangi bir yere başvurmadık ama sorgulama sonucunda müjdeli haber kısa sürede geldi ve komşumuzun oğlu serbest bırakıldı. Bugün de onun yaşadıklarını, duygu ve düşüncelerini kendi ağzından yazacağım.

…….

Kaç yıllık askersin?

25 yıldır asker olarak ülkeme hizmet veriyorum.

Neler yaşadığını anlatır mısın?

Askeriye’de çalışırken jandarmalar geldi. “FETÖ soruşturması kapsamında hakkınızda kuvvetli bir delil var, sizi gözaltına alacağız.” dediler. Odamda ve evimde arama yaptılar.  Yatak odamı dahi didik didik aradılar.  En azından yatak odamı kadın görevliler arayabilirdi.  aramasını kadın görevliler yapabilirdi. Bundan sonrası için buna dikkat edilmesini  isterim. Çok rahatsız edici bir durum çünkü. Daha sonra da nezarete götürüldüm.

Gözaltında tutulduğun süreçte seni ne etkiledi?

Bir değil birçok şey beni derinden etkiledi. Nezarete girdikten sonra demir parmaklıkların üstüme kapanması, hiç kimsenin bir açıklama yapmaması… Bileklerime o soğuk bileziklerin takıldığı anı hiç unutamıyorum. Kelepçeli olarak hastaneye gitmem ve oradaki insanların bakışları  çok zoruma gitti.

Yazının Devamını Oku

Vicdan…

6 Şubat 2017
Geçenlerde Bekir Coşkun, Referandumda verilecek “Evet” oyunun sıradan bir “Evet” olmadığını anlattığı “Evet/ Hayır” başlıklı köşe yazısı bir  hayli ses getirdi.

Ortaya çıkan ses, Bekir Coşkun’u haklı bulanlar açısından linç, haklı bulmayanlar açısından da tepki olarak değerlendirildi.  Sonrasında yazısıyla ilgili soruşturma başlatıldı.

Bekir Coşkun’un yazısıyla ilgili yazmayı düşünmüyordum açıkçası.  Ta ki Yılmaz Özdil’in “Bekir Coşkun, bu toprakların vicdanıdır” yazısını okuyana kadar.

Öncelikle vicdanın benim için ne ifade ettiğini yazmak istiyorum.

Uzun yıllar önce düşünce dünyam bu kadar kirlenmemişken, “Vicdanlı insan Allah inancı olan insandır” diye düşünürdüm. Fakat Allah’a inananların sırf kendileri gibi inanmadıkları için diğerlerine yaptığı zulmü görünce düşüncem değişti. “Vicdan Müslüman işi” dedim ama bir darbe de Müslüman kardeşlerimden geldi.

Çareyi vicdanı seküleştirmekte buldum.  Karşımdaki insanın hak ve özgürlüklerini, inancım üzerinden konumlandırmanın ve o şekilde hükme varmanın beni ne iyi bir Müslüman ne de vicdan sahibi yapmayacağına karar verdim.  

İnancını, yaptığı haksızlıklar veya şahsi çıkarları için kalkan yapanların vicdandan yoksun insanlar olduğuna inandım.

İnancı veya inançsızlığı ne olursa olsun; bir insanı iyi bir insan yapan şeyin, vicdanı ve ahlakı olduğunu öğrendim.  “Bunu gözlemleyerek (yaralanarak) öğrenmek, kitaptan öğrenmeye benzemiyor.”  Bu sebeple ideolojisini veya inancını kutsallaştırarak insanları yargılayanlara itibar etmiyorum.

Özdil,  Bekir Coşkun’a gösterilen tepkilere itiraz ederek,  daha önce vatandaşa yönelik siyasiler vs. tarafından sarf edilen sözler ile  Coşkun’un ifadelerini karşılaştıran bir yazı kaleme aldı. “Coşkun’un yazısında olmayan (!) ya da göremediği hakaretler neden sorun oluyor da diğerlerinin ki mesele yapılmıyor?” diye sordu? Ve  Bekir Coşkun’u  bu toprakların vicdanı ilan etti.

Yazının Devamını Oku

Acun oyunun rengini açıklamak zorunda mı?

28 Ocak 2017
Referanduma giderken yine bir seçim öncesi klasikleri yaşıyoruz.

90’lı yıllarda liderlerin bir araya geldiği açık oturumları özlüyorum şahsen. Herkes vatandaşı “bilmeden oy kullanıyor” diye suçluyor da kimse bilgilendirmek adına kılını kıpırdatmıyor.

Siyasi parti çalışanlarının dahi konuya Fransız kaldığı seçimlerimiz var artık.

Evet / Hayır seçeneklerinin ülkemize neler getireceği veya götüreceğinin açık oturumlarda aklı selim insanlar tarafından konuşulacağına dair umudum yok.

Şu anki tabloya göre, “Hayır”cıların da “Evet”çilerin de çıkış noktası R. Tayyip Erdoğan…

Her ne kadar ülkemizin geleceği için bir fayda sağlamayacaksa da bu da bir gerekçe. 

Benim üzerinde durmak istediğim husus başka;

Geçtiğimiz günlerde bazı sporcularımız ve sanatçılarımız referandumda verecekleri oyları “Evet olarak açıkladılar.

Ve  kıyamet koptu.  Sosyal medyada adeta linç edildiler.

Yazının Devamını Oku

Amerika bayraklı başörtülü  Müslüman kadın

25 Ocak 2017
Donald Trump’ın, ABD Başkanlık görevini almasının ardından başlayan “Kadın Yürüyüşleri” ilginç görüntülere neden oluyor.

Trump, sadece Amerika’da değil, Amerika dışında birçok ülkede de protesto ediliyor. Milyonlarca insan tepkilerini haykırıyor. Adeta Amerikalılar “Amerika Baharı”  yaşıyor. 

Kadınlar, göçmenler ve Müslümanlar hakkındaki açıklamaları nedeniyle eleştirilen Trump ise, öncelikle ünlü isimleri hedef alarak “Seçimlerde neden oy kullanmadınız?” diye sorarak karşılık veriyor protestoculara.

Haksız mı? Kesinlikle HAYIR. Neticede seçimleri kazanarak elde ettiği koltuğunu elbette protestolar karşılığında bırakacak değil.

Yalnız, şunu da unutmamak gerek ki Trump’ı seçmeyen seçmen de sırf o istiyor diye kimliğinden, inancından vazgeçmek zorunda değil.

SEÇİM…

Dünyamızı son zamanlarda çok zorlayan bir sözcük. Şahsımızı da ilgilendiren kararlarda başkalarının karar veriyor olması tahammülleri zorluyor. Dünya, zaman geçtikçe Aysun Kayacı’nın siyasi anlayışına yaklaşıyor.

“Başta da belirttiğim gibi Trump karşıtı protestolar çok konuşuluyor. Ama   özellikle  Kadın Yürüyüşlerinin sembolü haline gelen bir fotoğraf karesi yer aldı medyada.

Amerika bayraklı başörtülü bir Müslüman kadın fotoğrafı…

Yazının Devamını Oku