İzliyoruz tenis maçı gibi. Hayretle, dehşetle.
Ama bugün cuma.
Tüm bu olan bitenler, şahane kadın girişimcileri size tanıtmama engel değil.
Tam tersine, boğazımıza kadar batmışken, yürünmemiş yollarda yürüyen bu azimli kadınlar bize güç veriyor, umut veriyor...
Bugün de şahane bir kadın girişimciyle huzurlarınızdayım.
*
Adı Bedriye.
O da bir
Otizmli Ozan’ın annesi. Çocuğunu kendi başına büyütüyor. Oğlunun eğitim alabilmesi için, herkesin sustuğu bir ülkede, o kafa tuttu, sistemle mücadele etti. Aslında sadece Ozan için değil, bu ülkedeki bütün engelli çocukların eğitim haklarını savundu. Bu hakka sahip olamayanların sistem dışına itilmesine karşı savaştı.
Hatta, gitti Strasbourg’da çadır kurdu.
Benim cesaretine, gücüne, azmine, yılmamasına hayranlık duyduğum bir kadın.
Oğlu Ozan, şu an 5. sınıfta karma eğitimde okuyor. Çok şükür ki, onu destekleyen öğretmenleri var. Sedef’in hayatı, otizimli çocuklar için mücadeleyle geçti, öyle de geçecek. Yakında bir de dernek kuruyorlar.
Bu röportajı yapma sebebim ise yeni çıkan kitabı. Adı “Kedi Gözü”. Kedi gibi yaralarını yalayarak iyileştiren bir annenin duyguları.
Anladınız! Kitap, otizmden bahsetmiyor, aksine hayatın zor değil güzel yanlarını anlatıyor.
Çünkü Sedef diyor ki, “9 yıldır öğrendim ki acıya çare bulmanın tek yolu bu”.
Bir kadın cerrah. Alanının en iyilerinden.
Babası rahmetli Sadettin Erbil, abisi de Mehmet Ali Erbil ama o, kadın ve cerrah olduğu için hep geride durmuş bir akademisyen.
Yıllarca kamuda görev yapıyor. Eğitime gönül vermiş bir profesör. Geçen yıl Çapa’dan ayrıldı. Artık özel sektörde çalışıyor, ayrılması da biraz kırgınlıktan. Sistemin hakkaniyetli olmamasından. Bir başka itiraz noktası da kadın cerrahların uğradığı mobbing. Bu ülkedeki kadın cerrahların yüzde 47’sinin mobbinge uğradığını söylüyor. Yok sayıldıklarını ve hak ettikleri değerin asla verilmediğini de ekliyor. Ve daha pek çok çarpıcı şey anlatıyor. Anlaşılıyor ki, her meslek grubunda olduğu gibi, cerrahlıkta da kadın olma zor...
- İki dönem Türk Cerrahi Derneği Başkanlığı yaptınız. 25 yıldır da endrokrin cerrahisyle uğraşıyorsunuz ve Türkiye’de endokrin cerrahisinin yayılmasına büyük katkı sağladınız...
Teşekkür ederim.
- 1987’de İstanbul Tıp Fakültesi’nde asistanlığa başlayıp, 1999’da doçent ve 2005’Te profesör oldunuz. Ama geçen yıl, yönetime kızgınlığınızdan dolayı çok sevdiğiniz “yuva”nızdan ayrıldınız. Neden? Problem neydi?
Kırgınlık galiba. Bir an geldi, sistemin hakkaniyetli olmadığını gördüm. Çalışanı ve çalışmayanı çok ayırmadığını fark ettim. 52 yaşından sonra pek özel sektöre çıkılmaz. Ben çıktım. Tecrübem de yoktu. Yine de yaptım. Yapılan şeylerin görülmemesi, değerli projelerin takdir edilmemesi, yönetimler değiştiği zaman işlerin değişmesi, kesintiye uğraması sonunda beni yıldırdı. Oysa bizim uğraştığımız şeyler ömürlük projelerdi. Galiba benim için bardak doldu ve taştı. Herkes çok şaşırdı. Hiç beklemiyorlardı. Ama ben ayrıldım...
Bir pentatloncu.
Yani aynı anda 5 sporu birden yapıyor.
Yüzüyor, koşuyor, ata biniyor, eskrim ve atış yapıyor. 9 yaşından bu yana hayatı madalyalar ve başarılarla dolu.
İlk dünya şampiyonluğunu kazandığında 9 yaşındaydı. 11 yaşında bir daha dünya şampiyonu oldu. Sonra sırasıyla gitti, Avrupa ikinciliği, tekrar Avrupa ikinciliği, ondan sonra yine dünya şampiyonluğu... Büyüklerde üst üste geçen sene ve bu sene Avrupa üçüncülüğü. Beş tane de dünya rekoru kırdı...
Hayat dolu, enerjik, canlı, mücadeleci bir kadın.
Spora âşık.
Ve henüz 20 yaşında.
Kadına, çocuğa şiddetin en vahim örneklerinden biri.
Bütün Türkiye acı içinde izledi. 26 yaşındaki Şura Akkök’ün iki kızı öldürüldü. 3 ve 5 yaşındaki iki yavrusu. Hira ve Elasu.
Öldüren de, hapisten firar etmiş, uyuşturucu bağımlısı babaları Göksel Akşeker. Önce kendisinden ayrılmak isteyen Şura Akkök’ü vurdu. Kadın, şans eseri hayatta kaldı. Ardından çocukları kaçırdı. Şura’ya da “Sana öyle bir acı yaşatacağım ki, ömür boyu unutmayacaksın!” dedi ve kendi kanından, canından yavrularına kıydı.
Sonra da kendini öldürdü.
Gerçekten akıl alır gibi değil.
Olay felaket.
Ama Şura Akkök, “Beni bu adamdan koruyun!” diye devlete başvurdu, çocukların nerede olabileceğini söyledi, eşinin annesinin ona yardım ettiğini anlattı. Eğer gerekli tedbirler alınsaydı, o çocuklar bugün hayatta olacaktı...
Hepsiburada’da yüzde 80’e varan bir indirim var bugün. Milyonlarca üründe. Çıldırır insan. Ama çıldırmayın. Sakince listenizi yapın. Ben de yaptım ayıptır söylemesi. Evet, Hindistan’dayım ama İstanbul’daki evin ihtiyaçları bitmiyor ki...
Bu “indirim” de sihirli bir kelime, duyunca gözleri ve kulakları dikiveriyor insanın...
“Aman bir şey kaçırmayayım!” diye...
Tuvalet kâğıdı, diş macunu, deterjan, mutfak havlusu, temizlik malzemeleri gibi stoklanacak bir sürü gündelik malzemeyi hepsiburada’nın “Efsane Cuma” indiriminden karşılıyorum.
Bir de kahve makinesi var göz koyduğum... Bir de otomatik çay makinesi, kısmetse onları da alacağım. Çay makinesini Hindistan’a getiresim var...
Bugünkü konuğum, Emre Ekmekçi. Tarsus Amerikan Lisesi mezunu parlak bir arkadaş. İnteraktif pazarlama üzerine Columbia’da yükseks lisans yaptı. 12 sene Amerika’da kaldı. Şu anda hepsiburada’nın Ticari Grup Başkanı. Bugünün anlam ve önemini güzel anlattı. Emre’ye teşekkür ediyorum...
- Bugün çılgın bir gün... Damarlarımızdan alışveriş akıyor...
Biliyorsunuz, Türkiye’de erkek şiddeti ve kadın cinayetleri konusunda resmi veri bulunmuyor.
Varsa da kamuoyuyla paylaşılmıyor.
İşte bu noktada ‘bianet’ devreye giriyor.
İyi ki var. “Başka bir iletişim mümkün” mottosuyla yola çıkan bianet, bağımsız bir iletişim ağı. Bir web sitesi. Her ay erkek şiddeti ve üç ayda bir ifade özgürlüğü raporları yayınlıyor.
Yani çetele tutuyorlar!!!
İyi ki birileri bizim için çetele tutuyor.
Hazır Kadına Yönelik Şiddet Haftası’na girmişken, bianet kadın ve LGBTİ haberleri editörü Çiçek Tahaoğlu’na sordum...
-
Kapağında çizgi bir karakter var. Yine kapağında, 2. ve 3. sınıflar için yazıyor.
Bildiğin çocuk kitabı!
Ama içeriğini okuduğunuzda insanın tüyleri ürperiyor.
Hey Allah’ım!
Bu nasıl kötücül bir hayal gücü!
Küçücük çocukların saf, temiz beyinlerine neler sokuyorlar.
“Babası, oğlunu öldürmüş. Başını, odunların arasına koyup eve getirmiş, hanımına göstermiş. Hanım hiçbir şey dememiş. Ertesi sabah çocuğun başını kazana atmış, altına ateş yakmış. Öğle olduğunda kız sokaktan gelip, üvey anasına:
- Yemeği hazırla, yiyip okula gideceğim demiş.