Paylaş
Otizmli Ozan’ın annesi. Çocuğunu kendi başına büyütüyor. Oğlunun eğitim alabilmesi için, herkesin sustuğu bir ülkede, o kafa tuttu, sistemle mücadele etti. Aslında sadece Ozan için değil, bu ülkedeki bütün engelli çocukların eğitim haklarını savundu. Bu hakka sahip olamayanların sistem dışına itilmesine karşı savaştı.
Hatta, gitti Strasbourg’da çadır kurdu.
Benim cesaretine, gücüne, azmine, yılmamasına hayranlık duyduğum bir kadın.
Oğlu Ozan, şu an 5. sınıfta karma eğitimde okuyor. Çok şükür ki, onu destekleyen öğretmenleri var. Sedef’in hayatı, otizimli çocuklar için mücadeleyle geçti, öyle de geçecek. Yakında bir de dernek kuruyorlar.
Bu röportajı yapma sebebim ise yeni çıkan kitabı. Adı “Kedi Gözü”. Kedi gibi yaralarını yalayarak iyileştiren bir annenin duyguları.
Anladınız! Kitap, otizmden bahsetmiyor, aksine hayatın zor değil güzel yanlarını anlatıyor.
Çünkü Sedef diyor ki, “9 yıldır öğrendim ki acıya çare bulmanın tek yolu bu”.
- 5. sınıfta karma eğitimde okuyan dünyalar tatlısı otizmli bir oğlun var. Şu an rüzgâr duruldu ama pek çok fırtına yaşadın. Gerçi bitmedi, bu ülkede otizmle ilgili verilecek daha çok mücadele var. Ve sen şimdi ilk kitabın “Kedi Gözü”nü çıkardın. Bu kitabı niye yazdın?
İnsanlar benden otizmi anlatmamı bekliyordu ama ben yaşadıklarımın bana kazandırdığı bakış açısını anlattım. Evet, otizimli bir oğlum var; evet, hayat benim için kolay değil, hiçbirimiz için değil ama ben bardağın dolu tarafına odaklandım.
- Niye?
Çünkü kendimi evin mutfağına kapatmıştım. Dış dünyada bir mücadele veriyordum ama iç dünyamda savaşmakla kaçmak arasında bir yerlerde donmuştum. Öyle bir an geldi ki, kendi kendime “Ya değişeceksin ya da bu kurban psikolojisiyle kuruyup bu mutfakta öleceksin!” dedim.
- Ve bir karar verdin, öyle mi?
Evet. Yaşadığım şeylerim olumlu taraflarını görme kararıydı bu. Yazmaya da böyle başladım.
- Bu yaptığın, hayata pembe gözlüklerle bakmak mı?
Alakası yok! Hayatın bir bölümü zaten acı ve gözyaşından ibaret. Benimki tüm gözlükleri çıkarıp hayatı olduğu gibi kucaklama cesareti... Ben oğlumla birlikte bir sürü sorunla cebelleşirken, hayatında gerçek sorunlar olmayan pek çok insanın ağır depresyon geçirdiğini gördüm. Son yıllarda neredeyse moda olan “kişisel gelişim” bana feci palavra geliyor! Ağır nöbetler geçiren 100 kiloluk otizmli oğluyla, tek bir maaşla geçinmek zorunda olan bir anneye anlatalım bakalım kişisel gelişim masallarını! İsteyen herkes engelli çocukların annelerine bakarak bunu öğrenebilir, onların her biri 10 tane yaşam koçuna bedel...
- Bir şeylerin pozitif tarafını görmek neden önemli? Görmeyerek, “kahpe kader” yaparak neleri ıskalıyoruz?
Sevdiğim bir söz var; “Kader tanrıçaları geleni götürür, gelmeyeni ise sürükler”!
Aslında istesen de hayatı ıskalayamazsın! Hayatın yalnızca pozitif yanını değil, her iki yanının manasını zaten görmek zorundayız. Kaçacak yerimiz yok aslında. Acıdan kaçmak, hep hazzın, maddenin peşinde olmak gibi bir yaklaşımı hayata kabul ettirmek mümkün değil. Mana, ne yapıp edip bir şekilde karşısına çıkar insanın!
- Şimdi sen eskisinden daha mı güçlü bir kadınsın?
Valla, artık güçlü olmanın bendeki tanımı değişti. Asıl gücün, kriz anlarında zihnime üşüşen olumsuz tepkilerle baş edebilmek olduğunu anladım. Bunların çoğu ya geçmişin tortusu ya da geleceğin endişesinden geliyor. İçinde bulunduğun ana odaklanabilmek en önemli güç bana göre.
- Sen, kedi gibi yaralarını kendin mi yaladın? Yoksa ilaç mı kullandın, psikiyatriste mi gittin? Ne yaptın?
Başlangıçta hepsini reddettim. Sonra köşeye sıkışıp hepsini denemek zorunda kaldım. Birkaç seans sonra baktım ki, ya hayatım boyunca doktor ve ilaçla yaşamam gerekecek ya da kendi doktorum olup kendi ilacımı üretmem lazım. Yani kedi gibi yaralarımı yalamam lazım. Benim olayları ve insanları algılama biçimimi değiştirmem gerekiyordu. Öyle de yaptım. Aksi halde ilaç ya da terapist bağımlısı olacaktım. Beni doğa kurtardı. Her fırsatta şehirden çıkmak, ayağımı toprağa daha çok basmak, deniz, ağaçlar, hayvanlar. En çok da Gümüşlük. Kendimi Gümüşlük’ün kedilerinin şifalı kollarında onardım dersem yanlış olmaz...
İNSAN İNSANIN ZEHRİNİ ALIYOR
- Bu süreçte en büyük destekçin kimdi?
Ailem ve dostlarım tabii ki. İnsan insanın zehrini alıyor. Bazı anlarda hiç tanımadığım insanlar bile bana destek oldu, sevdi, el uzattı. Bazı tanıdıklarım da “Sorunların var!” diye benden kaçtı. Tuhaf ama onlar da sana kazık atarak senin büyümeni, gelişmeni desteklemiş oluyor. Böyle süreçler hayatından fazlalıkları ayıkladığı için sonunda şanslı bile hissediyorsun kendini!
‘KÖTÜ’ DİYE BİR ŞEY YOK HER ŞEY ‘DENEYİM’
- İnsanın kendisiyle yüzleşmesi için ille de acı çekmesi ya da büyük bir sınavdan mı geçmesi gerekiyor?
Bu süreçte hem bedenimi hem de zihnimi daha iyi tanıdım. Mesela bir kasının gelişmesi, güçlenmesi için, o kasın önüne bir engel koymak gerekiyor. Bir şeyi itmesi, çekmesi, kaldırması lazım. Hayatla baş etmek için ihtiyacımız olan ruhsal kaslarımız da böyle. Engeller, acılar, sınavlar, egomuzu sertleştirerek edindiğimiz kabuklarımızı kırıyor ve ışığın içeri dalmasını sağlıyor.
- O zaman hayatta “kötü” bir şey yok, “deneyim” diye bir şey var, öyle mi?
Aslında bütün kadim öğretiler bunu söyler. Hayatın emin olduğumuz tek yanı sonu. Filmin sonunu baştan biliyoruz. O an gelene kadar ne yaşıyorsak, iyisiyle kötüsüyle hepsi “deneyim”.
İNSANIN KENDİ GERÇEĞİNE GİDEN YOL ‘KAÇMAK’TAN DEĞİL ‘KABULLENMEK’TEN GEÇİYOR
- Sen Strasburg’da otizmli çocukların eğitim hakları için çadır kurmuş kadınsın... Ama kitabında kabullenmeyi anlatıyorsun. Bu bir çelişki değil mi?
Her insanın kendi gerçeğine giden yol, insanın bizzat kendi çelişkileriyle yüzleşmesinden geçiyor. Orada gri alanlar var. “Kabullenme” dediğimiz şey, onlardan kaçmak yerine, tam da ortasında sakince durma cesareti belki de...
- Sen, yaşadığın sürece, Türkiye’de doğan otizimli bir çocuğun Amerika’daki otizimli bir çocukla aynı şartlara kavuşması için mücadele edeceğini söylüyorsun... Peki neler yapacaksın?
Biliyorsun, hukukçuyum ben. Yetmedi. Şu an İstanbul Üniversitesi Sosyal Hizmetler bölümünde 2. sınıfta okuyorum. Önümüzdeki günlerde bir belgesele başlayacağım kısmetse. Geçen yıl, bu konuda yazdığım proje, genç sinemacıların katıldığı bir seçkide ilk 10’a kaldı. Otizmlilerin bizlere öğrettiklerine dair yaşanmışlıkları olan ailelerin hikâyelerini anlatmak istiyorum. Sonrasında Amerika’ya gidip iyi örnekleri inceleyeceğim. Özellikle ülkemizdeki ağır otizmliler için bakımevi ihtiyacı çok önemli biliyorsun. Bu konuya kafamı taktım, böyle bir yerin açıldığını görmeden ölmek istemiyorum mümkünse!
MİNE SÖĞÜT, MEHMET TURGUT VE NEJAT İŞLER’E TEŞEKKÜRLER
- Kitabın tanıtım videosunu Mine Söğüt çekti, nasıl oldu?
Tamamen plansız. Mine benim iyi arkadaşım. O gün Mine’yle buluşmuştuk, onun Instagram hesabı son derece sinematografiktir. Bu konuda doğuştan yetenekli. “Hadi sen çek” dediğimde, ‘Tamam’ dedi ve yolda yürürken, evde kahve içerken çekiverdik. Hiçbir prodüksiyon, şu-bu olmadan kendi yağımızla kavrulduk.
Nejat İşler ne iş? Mehmet Turgut ne iş?
İkisi de epey eski arkadaşlarım. Mehmet kitabın kapağını çekti. Nejat’a da “Spotu okur musun?” dedik, ikiletmedi sağ olsun.
OTİZİMLİ ÇOCUKLARIN İLK İHTİYACI: SEVİLMEK, KABUL GÖRMEK, ANLAŞILMAK
- Otizimli çocukların ilk ihtiyacı ne?
Her insan gibi onlarınki de oldukları gibi sevilmek, kabul görmek ve anlaşılmak tabii ki. Otizmli ailelerinin en büyük şikâyetlerinden biri, sokağa çıktıklarında, çocuklarına “öcü” görmüş gibi bakan insanlar.
- Sen bunca mücadele verdin. Bir şeyleri değiştirebildin mi peki? Geriye dönüp baktığında neler görüyorsun?
Çok şey değiştirdiğimi düşünüyorum. Önce kendimi, sonra pek çok kişiyi değiştirecek şeyler yaşadım. Bizim davamızdan sonra, pek çok aile haklarının önemini anladı. Otizmli çocukların okul süreçlerine, eğitimcilerin, basının bilinçlenmesine faydası oldu. Yıllardır gelen mesajlardan bunu görüyorum. Çok yorucuydu ama her şeye değdi...
- Bir, otizimli çocuklara çok fedakâr davranan öğretmenler var, bir de hiç kale almayıp, sınıfta bile olmasını istemeyenler var...
En büyük eksiğimiz bu: Eğitimci. Evet, dediğin gibi iki tür öğretmen de mevcut. Bu konuda çaba gösteren öğretmenler mutlaka ödüllendirilmeli bence. Otizmli bir çocuğu sınıfında istemeyen bir öğretmenin ise, hemen o meslekten çıkarılıp, o kafayla öğretmenlik yaparak çocuklara zarar vermesinin önlenmesi gerekir. Ben böyle düşünüyorum.
HAMİŞ:
“Kedi Gözü” kitabın bir dakikalık tanıtım filmi var. Mine Söğüt çekti, Çiğdem Erken müzik yaptı, Nejat İşler seslendirdi. Burda linki var, dilerseniz izleyebilirsiniz...
https://www.youtube.com/watch?v=imiK_F6z8rc
Paylaş