Zaten bir çivi tutuyor beni, bu nedenle her halttan etkileniyorum tabi ki.
Bu sefer ne mi oldu... Şu oldu, sevgilim beni bir telefonla şutladı. Bir günlük okulu kırdım diye hem de.
Okulu kırdım derken bir gece kız kıza sokağa çıktım işte ve de ne yaptım? Bir gece kulübüne gittim, ona da “gitmedim” diye yalan söyledim. Ama benim Mike Hammer meğer takip edermiş, işte sonuç buralara kadar geldi.
Peki, ruh gribi nasıl bir şey? Amanın vallahi fena, gerçek adı depresyon, ben ona ruh gribi diyorum.
10 gündür evde tuhaf hareketler içindeyim, yatağım en yakın kankam benim.
Tereyağını kucağıma alıyorum, yanına bir de fırından çıkmış bütün baget ekmek, sürüp sürüp duruyorum.
Allah sizi inandırsın 10 gündür pantolon görmedi popom; bir gecelik çıkıyor, hop diğeri giyiliyor.
Ama yapacak bir şey yok, geleneksel hale gelmiş artık.
Eh peki, bir gün ben bir ödül alırsam nasıl teşekkür ederim diye düşündüm, bu çıkıverdi içimden.
“Anneme bana hamile kaldığı için, gaza gelip beni aldırmadığı için teşekkür ederim. Babama annemi evlenmeye ikna edebilmek uğruna sonsuz çaba gösterdiği için, doğum doktorum Rüknettin Bey’e seyahate gideceği halde gitmeyip annemi doğurtmayı beklediği için. Kardeşime bana çevrili tüm ilgiyi ve baskıyı varlığıyla ikiye bölüp beni rahatlattığı için. Evladıma, eski kocama, tüm hocalarıma, küçükken bana bakan Gül Abla’ya, hayatıma giren tüm hekimlere, tüm erkeklere teşekkürü borç bilirim. Sizler olmasaydınız ben buralara gelebilir miydim?”
Lütfen artık tırtıklamayalım
Sus sus, bir yere kadar, şu yeni komedi Türk filmlerinin bazılarında sanki emek hırsızlığı var.
Çünkü tırtıklıyorlar, hem de babamdan, amcamdan.
Bizim karakterleri kendi hallerine bıraksanız, ha eğer çok beğenip esinleniyorsanız da bir zahmet araya iki üç laf sokup teşekkür falan etseniz?
Ertuğrul Özkök sizden bahsediyorum. Aldatmak kelimesini sevmediğinizi, yasak ilişki yerine birisiyle birlikte olmak ya da birisiyle sevişmek denmesini daha doğru bulduğunuzu söylemiş ve inşallah da bu kavramın yaygınlaşmasını dilemişsiniz.
Aldatılmak sözünün yerine başka hiçbir söz koyamazsınız, bir kadına ya da bir erkeğe yapılmış en incitici şeylerden biri olan aldatılma durumunu hiçbir tabirle yumuşatamazsınız.
Bu acıyı, bu arkanızdan bıçaklanışı duygusallaştıramazsınız. Sevişmek kadar özel, güzel, unutulamaz bir anla eşdeğer tutamazsınız. Siz aldatılmayı içinde sadece seks barındıran bir şey mi sanırsınız? Söylenen yalanlar, arkanızdan dönen ayak oyunları, salak yerine konmanız... Peki, bunları nasıl konumlandıracaksınız? Peki, güven kelimesinin yerine koyacak bir kelimeniz de var mı? Varsa ondaki kavram değişikliğine varım ben de.
Hadi bulalım başka bir tane, bulabilirsek elbette.
Evlisiniz, sabah karınız sizi öpücüklerle işinize yolluyor, mutluluktan uçuyorsunuz, akşama da kesin sürpriz parti var evde diye düşünüyorsunuz.
Akşam eve gelince ev kapı duvar.
Elektrikler yok, gülümsüyorsunuz, salona gidip kapıyı açıp “iyi ki doğdun” diye çığlıklar bekliyorsunuz.
Yok, salon da boş.
Bir tek bir sandalye ve üzerinde izle yazan bir videokaset var.
Hâlâ heyecanlısınız, dur bakalım sonunda kesin bir şey çıkacak diye.
Kaset başlıyor, önce çocuklar ve karınız iyi ki doğdun diyor.
O odaya, o otele neden geldin bir tek sen biliyorsun.
Bedenen, ruhen, sağlığın çok yerinde, iki-üç gün kafa dağıtmaya mı geldin, yoksa bir iş görüşmesi için mi bu kadar yolu kat ettin?
Ya da akla gelen bir diğer olasılık... Her şeyden kaçmak, kimseler olmadan biraz kafanı dağıtmak mı istedin?
Aslında belki de hepsinden biraz geçti içinden.
Evliyken de böyleydi. En küçük bir kavgada pılıyı pırtıyı toplar, bir otele giderdim.
Geçen gün şöyle bir düşündüm de 17 senelik evliliğim boyunca kalmadığım otel bırakmamışım İstanbul’da.
Hâl böyle olunca geçen gün otel çekti yine, canım sevgilim Veli’ye, “Kalk gidip şirin butik bir otelde kalalım” dedim.
“Hay hay” dedi, “nereyi istersen ayarla.”
Bir süre önce bir dergiden bulmuş olduğum butik oteli aradım. Parada anlaştık, odanın resimlerini yolladılar; aman Allah’ım yıkılıyor.
Aldım Veli’yi, gittik otele, oda resimdekinden oldukça küçük ama en azından temiz ve şık diye oraya takılmadık.
Ormanda biraz yürüyüp yemek salonuna geçtik. Birer börek, salata, ortaya da pirzola, sucuk, tavuk kanadı söyledik.
Ben ona bir şeyler anlatıp, “Yok hayatım, öyle değil, sen beni yanlış anladın” falan deyip ortalığı yatıştırmaya çalışıyorum ama kahrolası sesim çıkmıyor.
Sonunda nefes alamaz bir şekilde “ah uh” çekerek, kan ter içinde uyanıyorum.
“Oh be” diyorum, “oh be, Allah’tan rüyaymış, gerçekten evli değilim.”
Sonra başka bir gece, yine bir rüya görüyorum, yapayalnız evde oturuyorum, camdan gelen geçeni seyrediyorum, her kadının yanında bir adam, her adamın yanında bir kadın, birçoğunun yanında çoluk çocuk, kol kola girmiş, mutlu yüzlerle önümden geçip gidiyorlar.
Akşam olunca mutsuz bir şekilde yatağa yatıyorum, yapayalnız.
Sonra uykumun arasında elim gidiyor yandaki yastığa, yokluyorum yastığı, sıcak bir tene dokunmak için, bir soluk, bir nefes duymak için ama ellerim bomboş kalıyor.
Yine nefesim daralıyor, korku içinde uyanıyorum, başlıyorum ağlamaya, “Neden ben evli değilim, nerede benim kocam?” diye.
O gün, bugün dikkat ederim böylelerine amma velâkin kırk sefer düşünsem de hiç aklıma gelmezdi bir kıçı kırık tarafından toplumca kazık yiyeceğimiz.
Efendim bu kıçı yere yakın, Fransız öpücüğü seven adam, bir süredir yüksek yüksek tepelerde, hal böyle olunca da boyuna posuna bakmadan kendini bir halt zannetmekte.
Zannetmekte amma bilinçaltında bulunan kompleksleri de çaktırmasa da onu yiyip bitirmekte.
Mesela kendi boyu kadar bacak boyu olan bir kadınla evlenmesinin bile adı var psikolojide.. Bilmem ne sendromu diyorlar, tam dilimin ucunda aklıma gelince yazarım bilahare.
Şimdilerde bu bücür baba oldu ama duyduğuma göre boyu kendisinden kat be kat uzun olan, her parmağında on marifet karısı, çocuğu pek vermiyormuş eline çünkü titreklik başlamış bizim bücürde. Halk bile paniklemiş bücürün bu halini gördükçe; kimi strese bağlamış durumu, kimi yaşı genç eşe...
Ama zahmet etmeyiversinler, ben hemen gerçek hastalığı nedir söyleyeyim. Bir hastalık var tıpta, adı Sarkoidoz, yalanım varsa ne olayım, inanmıyorsanız sizler de araştırınız.
Bu hastalık vücuttaki organlardan birini tutuyor ve onu bozuyor bizim bücürü de yakalamış besbelli ama hangi organından, ona da siz karar verin, benim bir fikrim var ama şimdi buradan söylemeyeyim.