Ayşe Aral - Kelebek

Yetiş Ayşe

3 Ekim 2011
Ayşe Hanım iyi günler. <br><br>Şu an ne yapacağını bilemeyen biri olarak son çare sizi görerek yazıyorum.

Yanlış anlaşılmasın, şimdiden belirtmek isterim. Benim bir şirketim var. 1994 senesinden beri faaliyetteyiz.

Son krizden sonra şirketimize ait vergi ve ssk borçlarımızı ödeyemedim- çalışanları mağdur etmemek için çünkü çoğu evli ve çocukları var- biriken borçlarımızı taksitlendirdim.

İlkini ödedikten sonra diğerlerini ödeyemedim ve şu an çıkmazdayım ama şöyle de bir durum var, şirket kuruluşunda yapılan değişiklikler sebebi ile borçların olduğu zamandaki borçlarda şirket sahibi ben gözükmüyorum yani hani derler ya ceketimi alıp gitsem kimse hesap soramaz ama bu karakterde biri olmadığım için ne yapacağımı şaşırmış durumdayım.

Uygunsuz ne teklif etseler kabul edecek durumdayım, yeter ki borcumu ödeyebileyim.
Bu zaman sürecinde evimi, arabamı kaybettim şimdi de ailemi kaybetmekten korkuyorum.

İnanın ki her şeyi yapabilecek durumdayım, ne olur bana destek olabilecek birileri var mı? İstenirse şirketin büyük hisselerini devredebilirim, yeter ki borcun olduğu zamandaki kişilere ve çalışanlara zarar gelmesin, ne gelecekse bana gelmeli. Lütfen yalvarıyorum.

M.

CEVAP: M.Bey geçmiş olsun, inşallah bir an önce şirketinizin sorunları çözülür. Yardımcı olmak isteyen okurlarımız olursa size yönlendireceğim. İyi çalışmalar, hayırlı işler dilerim.

Yazının Devamını Oku

İstinye Park mahallesi

22 Eylül 2011
Yıllar ne çabuk geçiyor, benim minicik kızım Begüm’üm haftaya 18 oluyor.

18 mühim yaş, hediyesi de özel olmalı diye düşünüyor... Aynı benim de 18’lik olduğumda düşündüğüm gibi.
Hal böyle olunca hediye aramak için yola koyulup ilk adres İstinye Park’a gidiyorum. İstinye Park’a neredeyse bir senedir uğramamış olan ben, içeriye girince milletin şıklığı karşısında kısa bir süre afallıyorum ama tek afallayan ben değilim...
Eşofmanlarım ve kafamdaki maşayla mekânda dolaşınca beni görenler de kafalarını çevirip bana tekrar tekrar bakıyor.
Başlıyorum dükkânları arşınlamaya, baktığım şeyler özellikle çanta ve ayakkabı çünkü benim kız onlara meraklı. Bir yandan da kendi kendime düşünüyorum, “Ulen, bir çanta, bir ayakkabı alsan 18 yaş için pek özel sayılmaz, yanlarına bir de nazar boncuklu falan bir kolye ya da küpe eklersin Ayşe...”
Ama o da ne?
Bizim ülkede bile hiçbir şey bu hızda değişmiyor, çanta, ayakkabı fiyatları kamera şakası gibi. Alt tarafı iki senedir uzak kaldım şu fanfinfonlu hayattan. Her şey almış başını gitmiş.
Makuldür diye baktığım bir Mucci çantanın etiketinde 11 bin TL yazıyor. Ayakkabılara bakıyorum, iki bin liranın altında bir halt bulamıyorum. Şoku ve siniri atlatayım diye göğüs çakrama iki yumruk atıp karnımı doyurup düşünmek için Masa mı ne, o lokantaya gidiyorum.

Yazının Devamını Oku

Yok, öyle değil Hıncal Abi

15 Eylül 2011
Evvelki haftalarda bir yazı yazmıştım Selma Taran ile ilgili.

O hafta birkaç erkek köşe yazarı Selma’ya ayar çeken yazılar yazmışlardı.
“Konuşması yanlış, susması lazım, niye röportaj veriyor ki?” ve benzerleri şeklinde, hiç ihtiyacı olmadığı halde kadıncağıza akıl hocalığı yapmayı görev bilmişlerdi. Ben de bu duruma sinir olup “Yahu kardeşim, sizlere ne?” deyivermiştim.
Bu yazımın üzerine Hıncal Abi köşesinde bana altta okuyacağınız satırları yazmış;
“Ayşe Aral... Hürriyet’te yeni bir kalem... Hoş bir üslubu var. Beni hemen yakaladı... Yakaladı da baktım, o da ‘Feminizm’ saplantısına koşuyor.
Erkek yazarlar kadın kalbinden ne anlarlarmış da, o konuda yazarlarmış? Vay anasını sayın seyirciler...
Erkeğin kadın kalbi üzerine yazma hakkı yok.
O zaman Sevgili Ayşe, kadının erkeğin beynini okuyup, neyi yazıp, neyi yazmayacağına karar verme hakkı nerden var?”

Yazının Devamını Oku

Kavacık-Beykoz arası tehlike hattı

8 Eylül 2011
Bileniniz biliyor, bilmeyeniniz için de tekrar yazayım, ben bayramda yeni bir eve taşındım.

Sizler deniz, havuz, kum, güneş, aşk meşk takılırken ben, yatak, döşek, tencere, tava ile uğraştım... İşler hafifleyip yola koyulunca sıra geldi etrafı kolaçan edip tanımaya.
Bir sabah evimden çıktım, başladım site içi turlamaya... Anam turla turla bitmiyor, site değil adeta küçük İstanbul. “Eeee Ayşe sen de arabana atlayıp öyle dolaşsaydın ya” demeyin, dediyseniz de size cevap vereyim arkadaşlar... Arabam yok benim.
Yedi sene önce, şuursuz bir şoförün arkadan vurup arabamın ve benim dağılmamıza sebep verdiği günden beri araba kullanamıyorum ben.
Ama son günlerde yeni kararlar aldığımdan, kendimden biraz daha farklı bir Ayşe yaratma çabası içinde olduğumdan, kararlarıma tekrar araba kullanmayı da ekledim ve eski eşimi, yeni kankimi aradım, kendisi araba sektöründe.
“Bana bir araba yollayabilir misin?”
Ve sağ olsun yolladı. İkinci el düt dütüm gelince pek bir sevindim ve Yaradan’a sığınıp arabamla siteyi dolaşmaya başladım. Dizler zangır, kalp taşikardik, iki el direksiyona Japon yapıştırıcısıyla yapıştırılmış halde bir yarım saat dolaştım.
“Vay be” dedim, “boşa bu kadar korkmuşsun, maşallah gayet iyi gidiyorsun Ayşeciğim.”

Yazının Devamını Oku

Abla, buzdolabını yatak odana koysan

1 Eylül 2011
Anladığınız üzere taşınıyorum. 13 senedir yaşadığım, en acı, en vurucu günlerimi geçirdiğim o siteden, yeni bir macera için, yeni umutlarla başka bir siteye hoop yatay geçiş yapıyorum.

Bazılarınız Bodrum’da, Yunanistan’da, orada, şurada gezerken ben elimde matkap, duvara resim asayım diye delik açmaya çalışıyorum. Duvar delik deşik oluyor, matkap elimden bir tarafa fırlıyor, of çekerken attığım tekme resmin camını parçalıyor.
Bu arada yazı yazmam lazım Kelebek’e ama internet bir geliyor, bir gidiyor.
Merdivene oturup laptop kucakta başlıyorum yazmaya. Yazıyorum bir sayfa ve küt elektrikler gidiyor, onunla beraber benim yazı da. Kopyalamamışım falan filan... Kardeşim, “Valla on numara salaksın” diyor.
Asayiş berkemal olunca yeniden başlıyorum yazmaya, tam konsantre olmuşum, taşıma şirketinin bir elemanı bağırıyor, “Abla, sen bu buzdolabını ölçmeden mi aldın, mutfağa sığmıyor. Yatak odanda çok boş yer var, oraya koyalım mı?”

Erman Toroğlu nereye koşuyor

Her erkek andropozunu aynı şekilde yaşayacak, kafayı sadece hatunlara saracak değil elbette.
Gerçi bu vakada hatunlara sarma olayı da var. Bundan bir süre önce ne demişti bu zat... “Evliyim ama hayatımı yaşarım, çok eşliyim, kimse karışamaz” falan.

Yazının Devamını Oku

Jigolo Mahmut

25 Ağustos 2011
Nereden başlasam, sizlere nasıl anlatsam?

Öncelikle şunu diyeyim... Benim hayatımda yazılarıma da arada dahil ettiğim birtakım karakterler var. Karakter derken, kendileri gerçek amma gerçek olması imkansız gelecek kadar da arıza tipler, yani bendenler. Zamanı geldikçe tanışacaksınız kendileriyle.
İşte jigolo Mahmut da bunlardan biri. Benim hayatımda bir jigolonun ne işi var, bu derece mi zorda kaldım, bu kadar mı aşksızım diye acımaya sakın ola kalkışmayın.
Olay şu...
Geçen sene günlerden bir gün, bir akşamüstü, meşhurca bir kafeye kuruldum, elimde mojitom, başladım geleni gideni izlemeye. Adamlar Ken, kadınlar Barbie gibi “Vay anasını, herkes mi taş olur yahu?” diye iç geçirip bir onlara bir kendime bakıp, “of of” derken, mekanın en taş en “Ken” adamı geldi ve yanımdaki masaya oturdu.
“Allah sahibine bağışlasın”, “aman tanrım, bu gerçek mi?” gibi düşüncelerle beynimi yoğururken bu zat bana dönüp; “merhaba” demez mi?
Hatta ben ağzım açık, aval aval bakınırken konuşmaya devam etmez mi?
“Pek hoşsunuz, hep derim; kızıl saç çok asildir. Merhaba ben Franco.”

Yazının Devamını Oku

Allah müstahakkını vermesin Ivana

18 Ağustos 2011
Bravo seni tebrik ederim, aferin iyi halt ettin.

Uyandırdın kerizi, bulandırdın denizi. Burada kimseye keriz demeyip sadece atalarımızın bir sözünden sebeplenmişimdir; hakaret içermez, bilhassa bildiririm...
Aslında bu yazı sadece Ivana’nın ekseninde dönen bir yazı değil, burada Ivana sadece konu mankeni.
Bu yazı çoğumuzu, daha doğrusu erkeğinin hegemonyası altında yaşamamayı becerebilmiş şanslı azınlıktaki tüm kadınları ilgilendiren bir yazı. Burada Ivana’nın konu mankeni olmasının nedeni, kendisinin ve kocasının her gün gözümüze gözümüze sokulma durumu.
Şimdi gelelim sadede...
Ivana durumu bizlere göre biraz abartmış olsa da biz de ondanız, yani keriz uyandırıcılardan. Affınıza sığınarak yazının geri kalan kısmında “biz” yerine “siz” diyeceğim, maruzatım var benim, eski kocamla yeni yeni yeşerttiğimiz kanka durumumuzun bozulmasını riske edemeyeceğim, nasıl olsa anlarsınız halden...
Peki, Ivana ne yaptı?
Maddi derdi, tasası yokken çoğunuz gibi, “Kendi ayaklarımın üzerinde neden durmayayım?” dedi ve kendini kamuoyunun önüne attı. Güzelliğinin de ekmeğine yağ süreceğinden emin, başladı atraksiyonlara.

Yazının Devamını Oku

Bunun da başımıza geleceği varmış

11 Ağustos 2011
Yazının başlığındaki “bu”, ben oluyorum. İki küsur senedir hurriyet.com.tr’deki yazılarımla her halimi öğrenen, tüm çılgınlıklarıma, başkaldırılarıma, sevincime, hüznüme ortak olan hurriyet.com.tr’deki okur dostlarımdan sonra, tüm bunlardan sevgili Kelebek okurlarının da nasiplenmesi varmış kaderde. Yukarıda da dediğim gibi; başınıza geleceği varmış işte.
Sizlere ilk Kelebek yazımı yazarken haliyle midemde kelebekler takla atıyor.
Eh kolay değil tabii ki, her köşe yazarında olduğu gibi bende de “Beni severler inşallah” diyen arzular, “Ay yok, ya sevmezlerse?” gibi kaygılar var.
(Seversiniz seversiniz, okudukça çok sizden olduğumu anlayacaksınız. Bakın baştan söyledim, tersi olursa da kafama kakmak serbest...)

Sil baştan

Şimdi bir an düşündüm de gülüverdim kendi kendime, şu anki halime.
Bu yazı aynı gün hem Kelebek’te hem de hurriyet.com.tr’de yayınlanacağından şöyle bir durum yaşanacak şimdi... Sizler yeni flört etmeye başladığım bir erkek gibisiniz; sil baştan kendimi size anlatıp, tanıtıp, huyumu suyumu, neyin nesi olduğumu, yediğim, yemeye hevesli olduğum haltları, enayiliklerimi, kurnazlıklarımı şu fani dünyada başıma gelen her bir şeyi bir bir anlatıp, ilişkimizi sağlam temelcikler üzerine kurmak için çırpınıp duracağım.
Öte yandan uzatmalı sevgilim olan hurriyet.com.tr’deki okur dostlarım, benim neredeyse attığım, atacağım her adımı bilen ve tahmin eden “diğer adam” da; “Bakalım bugün ne yazmış bizim evin delisi” merakıyla tıklayacak sayfama.
Damdan düşmüş gibi, sizlerden izinsiz girmek istemediğimden evlerinize, az biraz kendimden bahsedeyim de yavaş yavaş samimiyete doğru yelken açalım hep birlikte. /images/100/0x0/55eac633f018fbb8f895db68
Ben bir kırklığım. Boyundan uzun, 18’lik bir kız çocuğuna sahip, boşanmış da bir anayım.
Kendimi bildim bileli şu kiralık hayat hep silkeledi beni.
Pişmiş tavuğun bile başına gelmeyecek her türlü halt benim başıma bir bir geldi. Mesela mı dediniz?
Ay hangi birini yazayım ki? Burası com.tr değil ki; sayfa sınırlı.
Ben birkaç şeycik yazayım, gerisini de isterseniz hurriyet.com.tr arşivinden bir didikleyiverirsiniz.
Bir adamdan (babam oluyor), diğer bir adama (kocam oluyor) 19 yaşımda yatay geçiş yaptım.
Kocam beni babamdan pamuklara sarılı aldı.
Eh, bu halim gittiğim yeni evde de uzunca bir süre devam etti.
Hayatın hoplamak, zıplamaktan ibaret olduğunu sanan ben (gerçi yedi yaşında kalbime yapılan bir müdahale kafamda soru işaretleri oluşmasına sebebiyet vermişti ama) zamanla gerçeklere ayıverdim.
Yıllar geçti, çoluk çocuk derken, millet parkta oyun oynar, ben evde yemek kitaplarını hatim ederken, gereksiz bir sürü hastalık geldi, yakama yapıştı. Yıllar boyu onlarla uğraştım, ettim de. Bana bunlardan geriye hatıra olan bir panik atak, bir de kalp pili kaldı.
(Pilimi seviyorum, panik atağın da içine edip onu da yendim.)
Sonra fena mı fena başka bir şey geldi, buldu beni. En sevdiğim babamın elini bırakıp onun eline yapıştığım o sevdiğim, bir gün benim elimi bıraktı. Genç evlenmiştik, 17 sene sonra geçinemediğimizi fark edip yollarımızı ayırdık.
Baba öldü, koca gitti, bende de pamuklar bitti. Sıfırdan başladım debelenmeye.
Kendi ayaklarım üzerinde daha önceleri hiç durmadığımdan, okumayı yeniden öğrenir gibi, 35 yaşında başladım çabalamaya.
Komplekslerim, üzüntülerim, kızgınlıklarım yanımdan hiç ayrılmadılar uzunca bir süre. Yalnız kalınca haylice kazık yedim. Doğalgazı yatırmayı unuttuğumdan üç gün soğukta kalınca, kredi kartımı hâlâ kocam ödeyecek sandığımdan yayılıp keyfime bakarken bankadan hacizlik olunca, bunlardan daha beterlerini de yaşayınca iyice silkeleniverdim.
Sonra; “Hadi len Ayşe, yürrüüüü” dedim, “sarıl hayata.” Sarıldım da.
Erkek Fatma oldum, çıktım bir anda. Her şeyle baş etmeyi öğrendim; gizli gizli ağlasam da...
Sonra bir mucize oldu, hurriyet.com.tr girdi hayatıma. Nefessiz kaldığım günlerde, Fatih Çekirge imkân verdi yazmama. Yazmaya başladıktan sonra nefes alışım değişti adeta.
O gün bugündür yazıyorum işte. İşin en güzel yanı arkadaş, aile olduk çoğu okur dostlarımla. Şimdi sizler de giriyorsunuz hayatıma. Ben son derece mesut ve mutluyum bu anlamda. İnşallah aynı dostluğu sizlerle de yaşarız ilerleyen günlerde.
Şimdi bir derin nefes çekivereyim dedim de; “ohhh” on numara geldi bu nefes bana. Ciğerlerim bayram etti, Allah inandırsın sizi. Sanırım sizin payınız var bunda.
Not: Yazarınız Ayşe tüm mail’lerinizi cevaplar, huyudur, bilginize... Sizleri öpüyorum ve kocaman bir merhaba diyorum.

Yazının Devamını Oku