Ayşe Aral - Kelebek

Evladım Hilal

24 Kasım 2011
Uzun zamandır sana anlatmak istedim evladım. Seni karşıma alıp konuşmak istedim. Seni dışarıdan çaresizlik içinde izlerken bir ana olarak içim yanıp tutuşurken kendimi susar ve konuşamaz, konuşmayı beceremez buldum.
Nereden gireyim, konuyu nasıl açayım bilemedim, acaba geri kafalı mıyım diye bile düşündüm, hem de olmadığımı bildiğim halde.
Anne kuş misali seni dışarıdan izlemeye devam ettim, bakalım hangi dala konacak dedim, içimin yağları eridiği halde bağrıma taşlar bastım, yutması neredeyse imkânsız olan lokmaları sırf evlat hatırına yedim, yuttum.
Ama baktım ki olmayacak, sen yaptığın yanlışı göremeyeceksin hatta bırak görmeyi her geçen gün üzerine yenilerini ekleyeceksin ve de eklemektesin, “Tamam artık” dedim, bir ana olarak sen istesen de istemesen de seni uyarmaya karar verdim.
Baktım seninle konuşamayacağım, konuşsam dinletemeyeceğim, “Bari oturup kızıma mektup yazayım” dedim. Gün gelecek, inşallah sen de anne olacaksın ve o zaman beni çok iyi anlayacaksın.
Bir anne evladını kayıtsız şartsız sever, hırlı olsa fark etmez, hırsız olsa sevgisi değişmez ama evladının yanlış yaptığını gören ana elini kolunu da bağlı tutamaz. Çünkü bu hatanın dönüp dolaşıp yavrusunu bir yerde kıstırıp hesap soracağından korkar.
Haa hatasız da kul olmaz, bak o da ayrı ama her şeyin bir sınırı var ve o sınırı senden daha hızlı ancak da annen anlar.
Yapma be evladım, yapma, düşün taşın, son yaptıklarına dön bir bak.
Ben anlamam o bilgisayarlardan, senin nerelere, ne resimler koyduğundan, kimlerin onları görüp neler düşündüğünden.
Ama aynı şeyi başkasının evladı yapıyor deselerdi ayıplayıverirdim, “Allah şaşırtmasın” derdim, “Allah anasına sabır versin” diye dua ederdim.
Şimdilerde senin için dua ediyorum, “aman evladım bu yanlıştan dönsün” diyorum. Sokağa çıkıp yürüdüğünde onu yine parmaklar göstersin istiyorum ama başarısı, asaleti, ürettikleri için.
Gencecik yaşında pırıl pırıl iken sönüp yok olmanı, sarhoş masalarına meze, erkeklerin ağzına kötü kadın, kadınların ağzına hafif kadın olarak düşmeni istemiyorum.
Amcan, dayın, teyzen, yengen karşısında başımız eğilmesin, “biz demiştik” denmesin istiyorum.
Yeğenlerin, kuzenlerin okulda alay konusu olmasınlar, “bunun da teyzesi nokta nokta” demesinler diye dertleniyorum.
Senin sevilmek için ya da ekmeğini çoğaltmak için bu ucuz şeylerin hiçbirine ihtiyacın yok, bunu böyle bilesin.
Ah şimdi ne isterdim ana olmanı, ne isterdim kendi yerine beni koymanı, ne isterdim kendine dışarıdan bir bakmanı.
Bakarsın, evladım değil misin, yazdıklarımı kızgınlıkla değil sevgisi sonsuz bir annenin ağzından okursun, değil mi?
Ben öyle olacağına eminim yine de sen ne karar verirsen ver, sana sevgim asla değişmeyecek, sadece boynum bükük kalacak hep.
Annen.

Vekilime bak vekilime

Pes pes pes! Sayın vekilim Kamer Genç. Bileniniz bilir, bilmeyeniniz de sanırım öğrenmiştir. Vekilimiz olan, Meclis’te seni, beni, sizi, bizi, temsil etmekle yükümlü bu bey, hayatımıza girdiği günden beri yaptığı gaflara bir yenisini daha ekledi.
Aslında buna gaf denmez de hadi neyse yazmayayım, siz anlayın işte. Seda Sayan’ın programına katılan bu beyin hareminden gelme bir hatun haddini aştı, vekile “sünnetsiz” dedi.
Hadi hatun densiz ama vekilin Seda’ya cevabı beterin beteri cinstendi. “Ben Seda Sayan’a bir şey teklif ediyorum. Gelsin bakalım, ben sünnetsiz miyim, sünnetli miyim? Başka nasıl ispatlayabilirim?”
Sayın vekil, bu tip durumlara maruz kalmamak için hareminizi daraltın, zaten bahçe sulamanız, o, bu derken yeterince ortalığı karıştırıverdiniz... Aman ha dikkat, bakınız yukarıda saksı örneği var.
Saksı, bahçe, çiçek falan hep aynı aileden; neme lazım derim ben.

Saksını al da git

Evladım, dün komşuda kahvedeydim. Hanım hanıma oradan buradan laflar dururken komşunun oğlu çıkageldi. Beni görünce de önce bir selam verdi, “Nasılsınız teyzem?” dedi, sonra da kıkırdamaya başladı.
Anası da ben de mana veremedik bu hareketine, “ah işte gençlik” deyiverdik.
Eve döndüm, tam akşam yemeğini hazırlayacağım, bir yandan da seni düşünüyorum, “ah bir İstanbul’a gitsem, oğlumu görsem” diye iç geçiriyorum, o da ne baban geldi eve, yüzü alı al, moru mor. “Ne oldu bey?” dedim.
Başladı bir sinir anlatmaya, “Tezi yok” dedi, “Yarın gidiyorsun İstanbul’a, bu oğlanı alıp götürüyorsun doktora, kafayı yemiş bu kafayı.”
“Nasıl?” dedim, meraklanıverdim.
“Saksıyla resim çektirmiş, tövbe tövbe” dedi, “saksı da şeyinde.”
“Ama bey mey...”
“Yok, beyi meyi, yarın İstanbul’dasın hanım, yoksa sen gitmezsen ben gideceğim, sonra elimde kalıverecek densiz. Zaten hep demedim mi, o kızdan hiç hoşlanmıyorum diye, al işte sana körle yatan şaşı kalkar. Tövbe tövbe şimdi çıkacak bir kaza elimden, rezil rüsva olduk elaleme.”
Yazının Devamını Oku

Ben bir gazeteciyim

17 Kasım 2011
Hadi len oradan dediğinizi duyar gibiyim, diyorsanız da zaten haklısınız.

Ben olsam olsam daha ancak çiçeği burnunda bir yazar sayılırım, “gazeteciyim” diyebilmek için de daha bin fırın ekmek yemem gerektiğinin farkındayım.
Yaşım altı- yedi birileri soruverdi, “Baban ne iş yapar senin?”
Ağzıma geldi, tam “gazeteci” diyeceğim, diyemedim. “Babamı sokak sokak gezen, gazete satan bir adam sanacaklar, bana acır gözlerle bakacaklar” diye düşündüm.
Babama şanımıza yakışır bir iş uyduruverdim, “İşadamı, fabrikatör hem de” dedim.
“Aile işi mi?” dediler. “Haa” dedim, “aile işi” çünkü diyemedim “amcam da gazeteci.”
Gel zaman, git zaman baktım babamı sokakta gören beş kişiden üçü, “Aaaa Tekin Bey” diyor, bizim eve gelen giden insanların çoğu ünlü tayfasından... O zaman durum değişti.
Ben de sekiz- onlu yaşlarda “Baban ne iş yapar?” diyene büyük bir havayla bastım lafı; “gazeteci benim babam.”

Yazının Devamını Oku

Evet, şimdi sırada kıymalı börek tarifi

9 Kasım 2011
Başlık şaşırtıcı geldi değil mi? Yazdıklarımı okuyunca daha da şaşıracaksınız, sıkı durunuz.

Şimdi olay şu, cumartesi günü Beyaz TV’de “Serdem’in Mutfağı” isimli bir programa canlı yayın konuğu oldum.
Serdem, dünya tatlısı, yetenekli, kıpır kıpır bir hatun, programın yapımcısı da arkadaşım Meltem Şarkışlalı. Hâl böyle olunca hayır diyemedim ve programa gittim.
Programda benden başka bir de doktor konuk var, estetiysen Alp Mamak.
Neyse yayın başladı, biz laflarken Serdem bir yandan tansiyonunun yükseldiğini söyleyip duruyordu ama kimse aldırmadı, ta ki yayının ortasında Serdem, “Ayşe beni tut” diyene kadar.
Serdem’i tutmamla beraber kızcağız bir anda bayıldı ve yere düştü. Hemen reklam girdiler ama bizde bir panik, bir panik.
Serdem’i hemen yatırdık, doktor nabzını, tansiyonunu kontrol ederken Serdem titremeye ve ağlamaya başladı.
Zaten panik atak olan benim de elim ayağım kesiliverdi. Bu arada stüdyoda bir bağırışma, “Yayına son bir dakika, ne yapacağız?”

Yazının Devamını Oku

Hay Haylaz Nihat Hay

3 Kasım 2011
Kardeşim Nihat, normalde sizin takımla, sizin camiayla pek işim olmaz...

Ne sizleri değerli sayfama taşırım ne de oradan buradan hakkınızda okuduğum rezilliklerinize kafa patlatırım ama bu sefer dayanamadım.
Nedeni ise şu: Sen düpedüz ağzı başka, ayağı başka oynayan halkın önünde süt dökmüş kedi, kapalı kapılar arkasında ise bambaşka birisin.
Peki, ben neden bunları yazma gereği hissetim, ben senin yaşadıklarını nereden bileyim, yanında mıydım ki seni yargılama hakkına sahibim, falan filan...
Evet, bir kısmında haklı olabilirsin ama senin hakkında yazılan, çizilenlere inanmam için benim de haklı sebeplerim var. Sustum sustum ama artık taşıverdi sabrım. Ne yapayım sen kaşındın, eh konu kadın- kız olunca ben de haliyle duramadım.
Bak kardeşim, senin 10-15 yaşındaki kızlarla msn üzerinden saatler boyu geyik yaptığına ben şahidim.
Bak yine kıyamadım, detayları yazmadım ama şu artistliği bırakmazsan valla da billa da yazacağım. Bilmem aklında şimşekler çakmasına, uslanmana fayda sağlayabildim mi, umarım sağlamışımdır!

Bayramınız kutlu olsun

Ağrıma gitti. Ciddi ciddi içlendim, dokundu bana resmen dokundu, aynı sizler gibi...

Yazının Devamını Oku

Ölüm

27 Ekim 2011
Bir ömür boyu ensende taşıdığın, sabah nefes aldığında şükür ettiğin, akşamını ise bilemediğin, er ya da geç çaresiz, hesapsız, kitapsız, kaçışsız yaşayacağına emin olduğun tek son.

Soğuk, karanlık, ürkütücü...

Tarifini edemediğin çünkü yaşamadan bilemeyeceğin, yaşayana “nasıl?” deyip cevabını alamayacağın, sırf kendin için olsa belki yükü daha hafif olan, ama işin içine tüm sevdiklerin girince anan, baban, evladın da aklına gelince, taşıması neredeyse imkânsız olan...

Sıralısı için dua etmekten başka elinden gelen olmayan, gelişini haber vermeyen, bazen verse bile sağ gösterip sol vuran, gidecek sandığının mucizevî olarak kaldığı, kalacak dediğinin saniyeler içinde birden gidiverdiği...

Acılar içinde kıvranarak mı ya da bir uykunun devamında mı seni alacağı belirsiz olan...

Yazının Devamını Oku

Hepimiz teşhirciyiz

20 Ekim 2011
İster kızın, ister “Hayır, ben onlardan değilim” deyin, ister bana e posta atıp, “Kendi cinsini yerin dibine batıran yazar kırması” diye çemkirin, asla fikrimi değiştiremezsiniz...

İyisi mi yazdıklarımı okuduktan sonra bu durumumuzu kabullenin, olsun, bitsin.
Ben kendi adıma bu durumu dün Akmerkez’de yaptığım alışverişten sonra kabullendim. Nasıl mı?
Şöyle...
Eve gelip paketleri açarken aldıklarıma baktım, bakarken de dürüstçe davrandım.
Güya ihtiyaçlarımı almıştım ama hepsinin en alengirlilerini seçmiştim.
Bot ihtiyacımı sıradan rahat bir bot alarak giderecekken 20 pontluk, en seksi botu almışım.
Çorap desen popoyu neredeyse göğüslerime eriştirecek kadar kaldıranından. Sutyen ve külot takımım aman Allah’ım sanki Victoria’s Secret defilesinde salınmak için seçilmiş. Kot üstüne giyerim diye aldığım bluzun arkası transparan, önüne de kıyıp uyduruktan iki düğmecik koymuşlar. Rujum “öp beni yavrum” diyor, yanar döner, yavru ağzı bir şey.

Yazının Devamını Oku

Dört kadınlı eski milletvekili

13 Ekim 2011
Kadın kadın kadın...

Nasıl bir şeymişiz yahu biz? Tüm dünya öyle ya da böyle iyisiyle ya da kötüsüyle, sevabıyla ya da cefasıyla dönüp duruyor çevremizde.
Bizler olmasak dünya sanki duracak, adam kısmı denen cinsiyet tek başına ne adım atabilecek ne yaşamını daim ettirebilecek.
Bizler adamsız dünyada keyfimize keyif katmanın “Yaşamak da böyle bir şeymiş ulen” demenin ve hayatın tadını çıkarmanın hazzına varırken, adamlar bizsiz dünyada ancak üç beş gün yaşar, sonra da toplu halde intiharlar başlar.
Kısacası hayat bizsiz olmaz, asla ve asla bizsiz yaşanmaz, yaşanmadığı gibi çoğu zaman tek bir tanemiz elin adamına yetmeyiz, nerede çokluk, orada mokluk lafı erkeklerde... “Nerede çokluk, orada bol halvet” şeklinde akıllarda yer eder.
Şimdi aşağıda bu durumun en has örneklerinden birini okuyacaksınız.
Yalanım varsa ne olayım, bu olay gerçek... Adam da eski milletvekili; hatta ve hatta...
Ah yazamıyorum ki hattasını ama belli de olmaz, ipucu verebilirim aşağılarda.

Yazının Devamını Oku

Kocamın yatak arkadaşı

6 Ekim 2011
Bir süre önce hurriyet.com.tr’de beni dehşete düşüren bir olayı yazmıştım.

Özeti şu: Yakın bir arkadaşım beni, dünya güzeli, aileden zengin, okumuş etmiş bir hatunla tanıştırmıştı.
Bu hatunla sohbetimiz sırasında, güzel kadın dudağımı uçuklatacak şeyleri, yaşanması gayet normalmiş gibi anlatmış ve ne kadar mutlu, huzurlu olduğundan bahsetmişti.
Yıllardır seksten zevk almadığından, kocasına sadece cinsel tatmin için düzgün bir kadın bulduklarını, adamın haftada üç-beş bu kadına gidip rahatlayıp eve geri döndüğünü söylemişti.
Karı koca bu durumdan gayet mesut ve mutlulardı ve birbirlerine de hâlâ âşık.
Konu nasıl açılmıştı diye merak edecek olursanız, “Hadi geç oldu, ben rahatım ama sizin kocalarınız laf etmesin, dağılalım” demiştim.
Güzel hatunun cevabı beni şok etmişti: “Ay yok Ayşecim, sen merak etme, ben de rahatım bu gece benimki yatak partnerinde, 01.00’den evvel gelmez bu gece.”
“Şaka yapıyorsun değil mi?” deyince de, “Hayır, hepsi gerçek. Biz çok mutluyuz böyle ama bakarsın hormonlarım yerine gelir, canım yine seks ister, o zaman hatunu şutlayacağız haliyle” demişti.

Yazının Devamını Oku