Ayşe Aral - Kelebek

Kıskançsınız kıskanç

19 Ocak 2012
Kötüsünüz, art niyetlisiniz.

Kendinizden başka kimsenin bir şey başarmasına tahammül edemezsiniz.
Biri, bir başarıya imza attığında kıskançlıktan çatlarsınız, çünkü hazımsızsınız.
Hırs bürümüş gözlerinizi, canavarlardan kalmamış farkınız.
Sizler kuyu kazıcısınız çünkü Meltem Cumbul’u kıskandınız.
“Helal be” demek yerine, işin altında iş aradınız.
“Helal” demek yerine kızın kılığına, kıyafetine taktınız.
Söylemediğinizi bırakmayıp bir de yazılar dayadınız.

Yazının Devamını Oku

Çok seksi hareketler bunlar

12 Ocak 2012
Bu hafta sonu gezesim geldi, çoktandır gece hayatına karışmamıştım, dedim ki bu hafta sonu karışayım.

Önce yemekle başladım gezmelerime... Bir gece balık, bir gece Çin yemeği yedim, ardından da meşhur gece kulüplerine gittim.
Gittim gitmesine ama pek eğlenemedim, nedeni ise bizim kadın milleti. Lokantalarda kendimi yerin dibine sokasım, gece kulüplerinde ise kendimi yok edesim geldi hatunlardan sebep.
Hemen anlatayım da kıskançlıktan sanmayın, benim yanımdaki adama bakacak hatun daha babasında portakal bile değil, o kadar söylüyorum yani.
Benim sıkıntım kadınların seksi olmak, seksi görünmek için düştükleri ucuz haller.
Lokantalarda vaziyet şu, önüne bir şarap kadehi alan, parmağını bardağın etrafında döndürmek suretiyle aklınca karşısındaki adamın içini gıcıklamaya çalışıyor. Adamları bilmem ama benim içim tüm gece gıcıklandı bardaklardan çıkan tiiii seslerinden.
Bazı hatunlar ise erkekleri, tam yemeğin ortasında ellerindeki ruja dudaklarının üzerinde üç beş tur attırarak, sonrasında da dudaklarını yalayarak cezbetmeye çalışıyorlar, hani bu ucuz numarayı sadece karşılarındaki adama yapsalar yine susacağım belki ama ya yalana yalana mekândaki tüm adamlara bakmalar?
Bir an yamyamların arasına düşmüş gibi hissediveriyorum kendimi. Unutmadan ayak oyunlarından da bahsedeyim ama tabi bildiğiniz ayak oyunlarından değil, bunları görmek için tuvalete kalkmanız yeterli. Yemeğin sonunda işin tatlı kısmında, hatunlar masa altından bacaklarını karşısındaki erkeğin kucağına uzatarak işe son noktayı koyuyorlar, etkilenen erkekler hemen eve, otele, etkilenemeyenler yallah gece kulübüne.

Yazının Devamını Oku

2012’de ünlülerden beklediklerim

5 Ocak 2012
Hilal Cebeci: 2011’de hepimizi şaşırtmayı başardın.

Bu sene Twitter’da daha yaratıcı fotoğraflar bekliyorum... Mesela meyvelerle bir kombinasyon yapabilirsin! Aslında Noel’de senden bir Noel Anne pozu beklerdik.

Nihat Doğan: Senin en üretken, en duygulu halin ülke sınırları dışındaki halin. Ne yap, ne et bu sene de kendini uluslararası bir yarışmada göster. Uzaktaki gözyaşları her zaman daha inandırıcı olur!
Dr. Erol Köse: Sende potansiyel çok, oraya buraya harcayacağın enerjini tıp dünyasında harcasan belki 1-2 hastalığa çare bulursun. Ne de olsa sen bir doktorsun!
Ey Davut Güloğlu: Aşk desen başaramıyorsun, beste desen onu da beceremiyorsun ama ayağının tırnağı bile olamayacağın bir insana (Hayko Cepkin’e) maymun diyorsun. Eh bu durumda sen ne oluyorsun? Cevabını bekliyorum!

Devamı haftaya...

Anne bunu geri verelim

Yazının Devamını Oku

Modacılarmış

29 Aralık 2011
Bir kaç seferdir inadına hep bu programa rast geliyorum.

Adı galiba ‘Bugün ne Giysem?’
İlk seyrettiğimde yarım şişe pasiflora içtim, ikincisinde tüm şişeyi. Üçüncüde elim Zanax’a gitti, “hop” dedim, kanalı değiştirdim.
Derdin ne derseniz, derdim şu; jüri. Üç kişilik bir jüri, güya bunlar bilirkişi, hele bir de sunucu var ki o da sosyetik ikoncanlardanmış.
Bu dörtlü, elin kızını, onun bunun bacısını yerin dibine sokup sokup çıkarmakta.
Oraya çıkanın aklına da aslında iki lafım var. Neyse efendim, jürideki bir adam evlere şenlik, sokakta görsem kolundan tutar, adam gibi bir mağazaya sokar, bir güzel giydiririm.
Bir diğer adam iyi, kariyerine lafım yok zaten işi de o götürüyor...
Gelelim Ivana’ya, aman Allah’ım, o ne kılık kıyafetler! Onun hakkından da bence bizim Melis Alphan gelir.

Yazının Devamını Oku

Z’den A’ya

22 Aralık 2011
Başlık biraz tuhaf oldu, farkındayım ama kendi durumumu anlatmak için daha iyisini bulamadım.

Anlatmak istediğim şu, bu kiralık dünyada ben hiçbir şeyi a’dan z’ye yani sıralamaya göre yapmadım, ne yaptıysam, ne ettiysem, her şeye hep tersten başladım.
Millet okula giderken ben evimin hanımı oldum, herkes daha yeni evlenirken ben boşandım.
Arkadaşlarım kariyerlerinde en üst noktalara gelmiş, neredeyse emekliye ayrılacakken ben iş hayatına başladım.
Yaşıtlarımın çoğunun şu an ınga bebekleri ya da ilkokul yaşında çocukları varken benim kız neredeyse on dokuz.
Buraya kadar beni rahatsız eden bir durum yok, ben halimden memnunum. Beni tek zorlayan, hırslandıran ve yoran şey işimle gücümle ilgili. Eşle dostla, yaşıtlarımla, onunla bunla aradaki farkı kapatacağım, başarılı olduğumu ona buna, çenesi açıklara kanıtlayacağım diye kendimi oradan oraya atıp duruyorum.
Hırs nedir, bihaberim sanırken aslında ne kadar hırslı olduğumu anlıyorum. Onu da yapacağım, bunu da diye sürekli kendime iş çıkarıyorum. Gazete, televizyon yetmedi, şimdi iki işe daha el atmaya karar verdim.
Bir tanesi yaşama sebeplerimden biri olan yemek yapmak, bir diğeri de takı dizayn ederek Ayşe Aral koleksiyonu yaratmak.

Yazının Devamını Oku

Anne

15 Aralık 2011
Bu mektubu sana elden verecektim ama olur da okumazsın ya da kaale almazsın diye gazeteden yazayım dedim.

Senden küçük bir ricam var... Ne olur bana bu yılbaşı kırmızı don alma.

Usanmadın şu yaşıma kadar her sene aldın, “Bak unutma, tam on ikide giy ki bütün yıl donanasın” dedin. Ben de hep yedim, ya bu sene tutarsa deyip her yılbaşı gecesi tüm şartları zorlayıp giydim.

Ama anne donanmak bir yana neredeyse, anladın sen onu...

Umarım bu isteğimi dikkate alır, bana, hatta hiç kimseye don almazsın bu sene.

Yazının Devamını Oku

Yarım şöhret

8 Aralık 2011
Benim durum bu, ben yarım şöhret bir hatunum.

Bu durum hem komik, hem keyifli.
Şöhretli olmak isteyenlerle istemeyenlerin tam ortası.
Ne kadar böyle devam eder bilemiyorum ama böyle kalmasına da diyecek hiçbir sözüm yok.
Yarım şöhret hem egomu şişiriyor hem de özgürlüğümden hiçbir şey götürmüyor.
Birileri için yazılarını sevdikleri, takip edip okudukları Ayşe Aral’ım, bir diğerleri için ise hiç bilmedikleri, adını bile duymadıkları biri.
Birileri için her sabah televizyonda fikirlerini beyan eden, ne giydiğine, saçına başına bakılan, beğenilen ya da beğenilmeyip eleştirilen bir ünlüyüm, bir diğerleri için ise isimsiz.
Birileri sokakta sarılır, bir resim çektirirken bir diğerlerince, “bu kadın da neyin nesi ki” denenim.

Yazının Devamını Oku

Sevgili mi, aşk mı, hadi ordan

1 Aralık 2011
Yaş 40 dedim, “boşanmışsın” dedim, “yalnız hayat çekilmez” dedim, çekilmediğini de gördüm, deneyimledim.

“Hadi bir daha” dedim, “bak bu sefer olacak” dedim, “aşk seni bulacak, sevip sevileceksin” dedim, “bir umut yeniden” denedim.
Aslında arandım desem yalan olur, aranmadan biri geldi, beni buldu.
Baktım adamın yaşı başı ermiş kemale, işi gücü desen oturmuş yerli yerine.
Yumuşak, efendi mi efendi. Başladık eski zaman tarzı flörte. Aman Allah’ım, ne güzel, ne kaliteli bir dostluk, ne hoş göz süzmeler, ne keyifli saatler. Ne masum, ne asil...
Haftada iki telefon, bir yemek, eller daha buluşmamış, yavaştan yavaştan gidiyoruz. Konuşuyoruz, dertleşiyoruz, yine “ne giysem, ay nasıl hoş görünsem” diye başlamışım eski günlerdeki gibi heveslenmeye.
Onunla buluşmalardan sonra da eve dönünce bir keyif bende. “Bak buldun, bak turnayı gözünden vurdun, bak bilmem ne...”
Ve ve ve... Daha eller birleşmeden, daha hayaller kurulmaya devam ederken her geçen gün “işte bu be” derken karşıma çıkan koca bir yalan.

Yazının Devamını Oku