Ayşe Aral - Kelebek

Çirkin saldırı

2 Ekim 2015
Karar vermiştim, özüme dönecektim. Elbette eleştirmem gerektiğinde eleştirip, gündemde önem teşkil eden konulardan yazacak ama yazılarımı genellikle mizahla süsleyecektim.

Olmadı, olamadı... Son zamanlarda ülkemizde yaşanan tatsız durumlar buna izin vermedi...
Ve hatta politik yazılar yazmamama rağmen, bir gün önceden yazımı hazırlama şansım bile olmadı. Hep son dakikaları bekler oldum tüm yazar dostlarım gibi. Gündem ne getirecek diye korkarak...
Perşembe günü gündem yine değişti.
Meslektaşıma, dostuma yapılan çirkin, hesaplı, planlı olduğu her halinden belli çirkin bir saldırıyla...
Bir gazeteci gecenin geç saatlerinde, işinden çıkıp evinin önüne geldiğinde onu yol boyu takip edenlerce ciddi anlamda hırpalandı.
Daha doğrusu resmen dayak yedi. Kaburgaları ve burnu kırıldı.
Kurda kuşa zararı olmayan, eşi dostu tarafından çok sevilen, insana duyduğu sevgisi çok bilinen bu gazetecinin belli ki tek hatası fikirlerini, olaylara ve durumlara bakış açısını demokratik ülkemizde dile getirmesiydi.

Yazının Devamını Oku

Para detoksu

29 Eylül 2015
Bu aralar para biriktirmeye takmış durumdayım. Daha doğrusu israfa kaçmama çabası bu...

Eşya, kıyafet, kozmetik ürünleri; aklınıza ne gelirse... Kesinlikle ihtiyacımdan fazlasını almıyorum.
Beğeniyorum alıyorum, bir kere bile kullanmadan dolapta unutuyorum... Bununla ilgili eski bir yazımı hatırladım ve tam da bu duruma uydu...
Geçenlerde kız kardeşim Ayça cadısıyla konuşuyorduk. Bir ara bana “Kesin rejime girmelisin” dedi. Beni ailemizin sanatçısı gibi gördüğünden bana sürekli karışır durur.
“Zayıfla...”
“Saçını bilmem ne renge boya...”
“Cilt bakımına git...”
“Dar jean giyme, bol paça giy...”

Yazının Devamını Oku

Sevgi sevgi sevgi...

25 Eylül 2015
Tek ihtiyacımız olan bu.

Hoşgörü en yüce duygudur ama ne yazık ki şu günlerde en çok azalan duygu...
Bakın şu mübarek bayram gününün önemine, manasına... Birlik beraberlik içinde olmayı, barışık yaşamayı, alçakgönüllü ve anlayışlı olmayı öğütlemiyor mu bizlere?
Hadi dürüst olalım; gerçekten böyle yapabiliyor muyuz?
İşyerinde patronunuza sinirlendiğinizde ne geçiyor kafanızdan? Trafik sıkıştığında hışımla kornaya basmıyor musunuz? Yolda yürürken yanınızdan geçen araba üstünüze su sıçrattığında neler diyorsunuz? Eşinize, annenize, babanıza, çocuğunuza kızdığınızda nasıl davranıyorsunuz? Bankada sıra beklerken ne kadar sakin durabiliyorsunuz? Yüzünüzün şekli, sesinizin tonu nasıl değişiyor fark ediyor musunuz?
Neden içimizdeki çocuğu öldürüyoruz acaba? Ya da gündelik yaşam koşturmacasıyla içimizdeki sevgiyi göstermeyi unutuyor muyuz?
Sevgi sevgi sevgi... Özellikle de ülkemizin içinde olduğu şu hassas dönemde bence tek ihtiyacımız olan şey sevgi.
Karşımızdaki kişiyle aynı fikirde olmadığımız durumlarda bile, sevgi varsa özümüzde, mutlaka uzlaşmanın bir yolu bulunur diye düşünüyorum.

Yazının Devamını Oku

Erkek egosu...

24 Eylül 2015
Belki de “Memlekette bu kadar dert varken kel alaka” diyeceksiniz!

Ama memleket dertlerinden uzaklaşsak azıcık... Yazacaklarım da aslında memleket dertlerine yakın sayılır...
Evlen, evlen, 15 gün sonra boşan, 6 ayda boşan...
Aldat aldat aldat... Bu ne ya?
Saygı maygı kalmadı artık kadın erkek arasında.
İşin en acısı, bu rezalette çocuklar da bu algı ve görsellikle büyüyecek.
Nasıl bir şeymiş bu cinsellik!
Üç beş saniyelik bir haz nelere sebebiyet verebiliyor?

Yazının Devamını Oku

Aldatmak ve aldatılmak...

18 Eylül 2015
Aldatma ve aldatılma, sadece erkek-kadın olayı değil aslında...

Yaşadığımız sürece var olacak hayatımızda; memleket aldatacak, eş dost aldatacak, icabında çoluk çocuk da ana baba da... Akraba, çalışanın, her konuda sevip saydığın büyüğün, sevgilin... Boşlukları da siz dolduruveriniz diyeyim.
Ama tabii ki en ağır aldatılma, kocadan geleni. Affetmesi en zor o belki de...
Ananınki, babanınki, evladınki affedilir elbette... Dost kazığını da atlatırsın, siler geçersin en kötü, unutursun gider ne olacak ki?
Emek verdiğin, sevdiğin, uğruna çok şeyi yok saydığın bir canın, bir başkasını sana tercih etmesi, tek seferlik dahi olsa (zaten tek seferlik en kötüsü) hiç hazmedilemeyeni. Deli eder insanı...
Gidersin gitmesine ama canın çok acır be...
Bu yazı nerden çıktı? Nefise Karatay’a çok üzülmemden.
Tabii göz önünde biri olduğu için onu konuşuyoruz; diğer tarafta her gün bir sürü insan aldatılıyor. İşin kötüsü, aldatıldığında pat diye çekip gidemiyor herkes.

Yazının Devamını Oku

Biz Kelebekler ve dahası...

17 Eylül 2015
Sevgili okurlar... Aslında hiç de sevmem bu seslenişi! İçim ister ki dost diyeyim. Yazarla okur bir süre sonra dost oluyor çünkü. Hele benim gibi özel hayata falan da giriyorsan, e-postalarla arkadaş oluyorsun.

Diğer yandan... “Ey sevgili okur” demek de biraz bayıyor beni.
Neyse, herkes kendi seçtiğini alsın ve ben bir konuyu açıklığa kavuşturayım. Tabii ki bu sadece olaya benim bakış açım.
Biz Kelebek’iz...
Cengiz (Semercioğlu), Melike (Karakartal), Yonca (Tokbaş), Onur (Baştürk), Ömür (Gedik), Niobe (Aslı Temel), Sahrap (Soysal), Güzin Abla, Osman Bey (Müftüoğlu)... Bizler gazetemizin yemek sonrası Türk kahvesiyiz.
Ama sadece gülmece değil, her türlü yanlışı doğruyu yazıp çizeniz.
Sadece olayları biraz yumuşakça irdelemekteyiz. Yeterince başınız şişince, azıcık of dediğinizde kafanızı dağıtmanızı sağlama çabasıdır bizim işimiz.
Bizlere e-postalar gönderiyorsunuz: “Halimiz ortadayken neden sen şununla bununla ilgilisin?”

Yazının Devamını Oku

Zor günler...

15 Eylül 2015
Suratlar asık, diken üstünde oturuyoruz.

Kapı gıcırdasa korkuyoruz, acaba ne oldu diye. Tez zamanda suratlarımızın yine gülmesi dileğiyle deyip biraz kafamızı dağıtacak bir şeyler yazdım bugüne...


İki anne...

Biri Bergüzar Korel biri Yeşim Salkım...
İkisini de sever, duruşlarına saygı duyarım.
İkisi de hakaret yediler sosyal medya üzerinden. Hele Bergüzar’a söylenenler, aman Allahım...
“Evladın ölsün!” dediler resmen... Neymiş, Bergüzar Korel kendinden beklenilen tepkileri vermemiş! Allah sizi nasıl biliyorsa öyle yapsın e mi...

Yazının Devamını Oku

Hürriyet benim, sizin...

11 Eylül 2015
Erken evlendim... Evde baskı çoktu, gezmeye tozmaya yasak çoktu, evlenince özgür olurum demiştim...

Evlenince de özgür olamadım. Baskı yine vardı. Gençlik, kıskançlık...
En büyük özgürlüğü tattığım günler, bundan yedi sene öncesiydi. Hürriyet Gazetesi'ne adım atıp yazmaya, özgürce içimi açmaya başladığım günlerdi.
Yedi sene önceydi... Hayatımın en kötü dönemini yaşıyordum. Çok hastalık, ölüm korkusu yaşamıştım ama sanki hiçbiri bana bu kadar koymamıştı.
İnanılmaz kötüydüm. 17 senelik evliliğim bitiyordu, sevdiğim adamla yollarımız ayrılıyordu...
Yazan çizen bir aileye sahip ben, o güne dek gayet iyi okullarda okumama rağmen, elim iş tutabilecekken, kendime bir iş edinme potansiyeline sahipken; kitap okumak ve dünya mutfaklarını deneyip yemek yapmaktan öteye gitmedim.
Evli, çocuklu ev kadını halinde yaşadım ettim. Boşanınca, babam da artık yok ya, eksik kaldım.
Yazdım, yazdım kendimce... Ağladım, yazdım, sustum, yazdım...

Yazının Devamını Oku