Çarkçıydı, nankördü (politik kültürümüzün zarafetine! bakın, bir de çocuklarımıza düzgün konuşmayı tembihliyoruz) derken geldik seçim haftasına. Adayların yanısıra, oy kullanma-kullanmama polemiği de hakim bu seçim atmosferine. Bilinçsizlikten değil, bir tepki olarak oy kullanmamayı tercih edenler çoğunlukta bu kez. Ben, politikadaki birçok sorunun aslında psikolojik olduğuna inanıyorum. Tıpkı 70’lerde Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın söylediği gibi (Sedat, sorunların %70’i demiş).
O zaman seçimlerde oy kullanmamanın da psikolojik bir anlamı olmalı. Derin analizi psikologlara bırakalım ama yüzeysel bakarsak kendisine uygun aday olmadığı için oy vermeyenlerin aday beklentileri nasıl diye düşünüyor insan?
Acaba sadece tıpatıp kendileri gibi düşünen adaylara mı oy vermeyi uygun görüyorlar?
Yani kendilerinden biraz da olsa farklı olanı kabullenmeleri bu kadar mı zor?
Ya da acaba oy kullansam da kullanmasam da farketmeyecek, olan olmuş mu diyorlar?
O zaman da Oy ve Ötesi röportajım üzerine mesaj atan değerli büyüğüm, yazar Şadan Gökovalı’nın ‘Kendi safında mücadele etmeyen, karşı safta mücadele etmiş olur’ sözünü hatırlatmak isterim. Zaten içiniz rahat değilse www.oyveotesi.org adresinden, bu konuda çalışan müthiş gençlerden kurulu Oy ve Ötesi’ne katılabilirsiniz. Evet, belki bazıları birşeyin değişmeyeceğini, oyununun beklediği etkiyi yaratmayacağını, sonucun istediği gibi olmayacağını bu yüzden de yenildiğini düşünecek ama emin olun, mücadele devam ettiği sürece asla yenilmiş değilsiniz. Çünkü mutlak yenilgi, sadece mücadeleden vazgeçmekle mümkün.
HANİ ‘bir kitap okudum, hayatım değişti’ derler ya... Kimya Mühendisi Sabahat Poshor için de aynen böyle olmuş. Fransa’nın güneyindeki küçük bir oteli anlatan ‘Hotel Pastis’ adlı kitaptan sonra böyle bir otel açmak istemiş, ama bu hayalini ancak 10 yıl sonra gerçekleştirebilmiş. Alaçatı’da bahçesinde yabani karadut ve koruma altına alınmış yaşlı incir ağacı bulunan yıkık dökük binayı alarak ‘İncirli Ev’ adında 8 odalı küçük oteli açan Sabahat ve Osman Poshor’un en büyük destekçileri, çocukları. Özellikle Londra’da yaşayan oğulları, müzisyen ve Dj Can Poshor’un her yaz gelip yardım ettiği otelin en önemli spesiyali ise eski basketbolcu olan Osman Bey’in el emeği, göz nuru reçeller...
8-10 ODALI OTEL OLMAZ 40 ODALI OLSUN TUR GELSİN- Otel açma fikri nasıl oluştu?
- Biz eşimle, ailemle seyahat etmeyi çok severiz. Gittiğimiz ülkelerde köy köy dolaşır, küçük otellerde kalırdık. İngiliz yazar Peter Mayle’ın Hotel Pastis diye Provence’da geçen bir kitabını okudum. O sırada kimya mühendisi olarak çok yoğun çalışıyordum. İngiliz yazar, Province’daki 8 odalı oteli işletmesini anlatıyordu. 95 yılıydı ve ‘ben de böyle bir otel açmalıyım’ diye düşündüm. Eşim de destek verdi.
- Neden Alaçatı’yı düşündünüz?
- Manisalı olduğumdan 80’lerden beri Çeşme’ye geliriz. Ama ilk anda otel fikri için sezon daha uzun olduğundan Güney’deki yerleri düşündük. Ama o yıllarda henüz küçük otel kavramı yok, kitapları çıkmamış. Kime fikrimizi söylesek ‘8-10 odalı otel olur mu, 40 oda olacak ki bir tur gelsin v.s.’ diyorlardı. Oysa ben tur falan istemiyordum, ama bu konuşmalarla biz de motivasyonumuzu kaybettik.
AMACIMIZ ÇOK DEĞİL, MUTLU MİSAFİR- Bu kadar yıldırılmışken sonunda nasıl gerçekleştirdiniz hayalinizi?
Bayram mesajları vızır vızır. Herkes birbirine bayram mesajı atıyor. Ama öyle mesajlar var ki pek kıymetli. Ne de olsa gönderen kişi gelecekte cumhurbaşkanı olacak. Eşime, dostuma, komşuma ya Tayyip Erdoğan’dan ya da Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan mesaj geldi. Hatta kimine ikisinden birden gelmiş bayram tebriği. Ama bana yok.. Bırakın ikisini, biri bile göndermedi. Hadi onlar göndermedi bari Bülent Arınç gönderseydi ‘Bayramda çok gülme bak, sonra ağlarsın’ diye. Neyse, onlar bana mesaj göndermiyor, ama ben 10 Ağustos’ta mesajımı mutlaka göndereceğim onlara. E, büyüklük bende kalsın...
BİR YASTIKTA 45 YIL
Eskiden çok önemli değildi belki, ama herşeyin son hız aktığı günümüzde 45 yıl evli kalmak oldukça değerli. Annemle babam 45. evlilik yıldönümlerini kutladılar bu hafta. Ben de anne olduktan sonra anlıyorum ki; 45 yıl boyunca, 3 çocuk yetiştirirken hayatın her anı günlük güneşlik olmamıştır onlar için mutlaka. Hiç kimse için, hiçbir evlilik için değil belki de. Ama önemli olan birlikte yaratılan güzelliklere odaklanarak ilerlemeye devam etmek...
Ben ve kardeşlerim, çok şükür, dünyanın en şanslı insanlarındanız. Çünkü çok sıcak bir aile ortamında, ne yaparsak yapalım ya da yapmayalım, başaralım ya da başaramayalım sadece ve sadece kendimiz olduğumuz için çok sevileceğimizi bilerek ve bu sevgiyi hissederek büyüdük. Bu yaşımda bunun ne kadar az bulunur birşey olduğunu daha iyi anlıyor ve şükrediyorum.
Umuyorum ben de, her türlü sıradanlığı özele çevirebilen bu yoğun sevgiyi oğluma verebilirim...
Seçimler yaklaşırken sosyal medyada ortalık toz duman. Adayları eleştirenler, beğenmeyenler, partilere verip veriştirenler. Demokratik ortamda hepsi doğal. Ama doğal olmayan bir yaklaşım var bu kez. ‘Aday bana uygun değil’ deyip oy vermeyenler. Oysa bu yolu tercih edenler siyasi bir duruş sergilemek şöyle dursun, sisteme olabilecek etkilerini baştan yokediyor. “Oy ve Ötesi” tam da bu amaçla, “haydi artık birşeyler yapma zamanı” diyenlerin kurduğu bir dernek. Oy ve Ötesi üyeleri sosyal medyada olanları eleştireceğine sistemin içine dahil olup aktif rol almayı tercih edenlerden oluşuyor. ‘Demokrasinin sadece sandık olmadığını biliyor, ama sandığın güvenirliliği için de çalışmak istiyoruz. Bizim sandıklardaki varlığımızın bile herhangi bir usulsüzlüğe karşı caydırıcı olduğunu biliyoruz’ diyen derneğin İzmir Sorumlusu Özgür İnam ve koordinasyon ekibinden Pınar Yapıcılar hepimizi oylarımıza sahip çıkmaya çağırıyor.
GELECEĞİMİZE SAHİP ÇIKMAYA ÇALIŞIYORUZ- Oy ve Ötesi nasıl kuruldu?- Gezi’de gaz yiyip gaza gelen 8 genç kurdu Oy ve Ötesi’ni. Biz aslında o 8 gencin içinde değiliz. Fakat çok yakın arkadaşlarımız vardı. ‘Biz bu memleket için bir şey yapmalıyız’ dediler. Ama yapılacak şey somut, sürdürülebilir ve çözüm odaklı olmalıydı. O nedenle Oy ve Ötesi kuruldu. 4 ayda 32 bin kişi bizi desteklemeye başladı. Çeşitli nedenlerle apolitik kalmış kitleler hareketlendi ve Gezi’nin diğer platformlarının aksine Oy ve Ötesi çok güçlendi. 1 Haziran’da Yalova’da tekrarlanan seçimlerde de aktif rol aldık. Şimdi de cumhurbaşkanı seçimi için operasyonlarımızı 6 ilde sürdürüyoruz. Yüzde 68 kadın üyemiz var. Her yaştan genç gönüllülerimizle müthiş uyum içindeyiz. İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Antalya ve Adana’da yapılanmış durumdayız. Bu, zaten Türkiye’de kullanılan oyların yüzde 40’ı demek.
- Ne yapmaya çalışıyorsunuz?
- İlk amacımız, oylarımıza ve ülkemizin demokratik geleceğine sahip çıkmak için insanların oy kullanması. İkinci amacımız ise insanların bilinçli oy kullanması. Bu amaçla son seçimlerde çok yoğun ve verimli çalıştık. Tüm adaylarla çekilmiş videolar hazırladık ve 2 dakikada anlatmak istediklerini kaydettik. 38 adayın görüşlerini yayınladık ve seçmenlere ulaştırdık. Cumhuriyet tarihinin en büyük katılımlarından biri, yüzde 90 ile son seçimde oldu. Üçüncü amacımızsa şeffaf ve güvenilir seçim olması. Kim kazanırsa kazansın, ama mutlaka demokrasi kazansın istedik. Bu amaçla, gönüllü sandık gözetmenliği en temel faaliyetimiz ve bu faaliyetimizi coğrafi ve rakamsal olarak genişletmek de ana çalışma alanımız.
GÖZLEMCİNİN PARTİLİ OLMASI ŞART DEĞİL- Sandık gözetmenliğini bir partiye üye olmadan da yapmak mümkün mü?
ÇEŞME sadece plajlar, eğlence mekanları ve Alaçatı’dan ibaret değil kuşkusuz. Son birkaç yıldır düzenlenen sanat etkinlikleriyle Çeşme, bazı büyükşehirlerin bile önüne geçiyor.
Bu yıl da, Çeşme Belediyesi’nin, Ozan Yayıncılık organizasyonuyla gerçekleştireceği “9. Çeşme Kitap ve Kültür Sanat Günleri” birbirinden değerli yazar ve sanatçıları ağırlıyor. Çeşme’nin önemli kültür varlıklarından olan Aya Haralambos Kilisesi’nde 25 Temmuz - 10 Ağustos tarihleri arasında düzenlenecek etkinlikler arasında müzik dinletileri, yazar ve sanatçılar ile yapılacak söyleşiler bulunuyor. İki eseri ile sergide yer alan Bedri Baykam ile 3 Ağustos’ta gerçekleştirilecek olan söyleşi de bu etkinlikler arasında. Ayrıca, 29 Temmuz Salı günü 21.30’da Halim Yazıcı ve Muhsin Kıratlı’nın katkılarıyla Beyaz Caz Sokağı Şiir ve Müzik dinletisi gerçekleştirilecek. Ardından 31 Temmuz Perşembe günü 21.30’da bu tarihi mekanda Cengiz Keskiner ile “Kültür Varlıkları” üzerine bir söyleşi yapılacak.
Ayrıca mekanda açılacak Kedi Kültür Sanat Merkezi, İMOGA (İstanbul Grafik Sanatları Müzesi) ve Fotoğraf Sanatçısı Arzu Sandal’ın koleksiyon sergileri ortak bir çalışmanın sonucunda sanat meraklılarına keyifli bir seyir yaşatacak. Kısacası bu özel mekanda gerçekleştirilen etkinlikler Çeşme’nin merkezinde sosyal yaşantıya katkıda bulunacak, yerel halk, yerli ve yabancı turistler için bir cazibe merkezi yaratacak.
Alaçatı’nın ilk heykel galerisi
MADEM sözü sanattan açtık, bir başka yenilikten bahsedelim. Alaçatı magazincilerin gözdesi gibi görünse de özellikle arka sokakları, derin bir sanat merkezi olacağının sinyallerini veriyor. Buna en güzel örnek Alaçatı’nın ilk Heykel Galerisi’nin açılmış olması.
İzmir’de uzun yıllardır çağdaş sanatın modern yüzü olan Melih Balcıoğlu’nun kurduğu Art Shop Sanat Galerisi, bu yaz sezonunda Alaçatı’da bir ilk olarak farklı bir oluşuma imza attı ve 12 Temmuz’da çok farklı bir konseptle hizmet veren Art Shop Heykel Galerisi’ni açtı. Yaz sezonu boyunca ziyarete açık olacak heykel galerisinde ise birbirinden başarılı heykeltıraşların eserleri yer alacakmış. Kimler mi? Akın Yıldırım, Anar Eyni, Baran Yılmaz, Cem Sağbil, Malik Bulut, Mustafa Ağatekin, Murat Güzeldere, Nadia Arditti, Nizam Güner, Özer Aktaş, Pınar Yeşilada, Selçuk Yılmaz, Sara Berti, Seyfettin Şekerov, Şahin Domin, Şenol Bora, Yaşar Sami Gökgöz, Yıldız Yılmaz...
KONAK Belediye Başkanı Sema Pekdaş, İzmir Barosu’nun ilk kadın başkanıyken başarılı çalışmalarıyla dikkat çekiyordu. Konak Belediyesi’nin de ilk kadın başkanı olan Pekdaş görev süresinin ilk 100 gününü tamamladı. Bu süreçteki çalışmalarını anlatan Pekdaş’ın önemli söylemlerinden birisi, kentsel dönüşümün insan olmadan, sadece binalar ve alanlarla yapılamayacağı. Bu amaçla Konak’ta yaşayanlarla birebir iletişim halinde olmayı amaçlayan Sema Pekdaş ‘Gelin, bu şehri dünyanın fark etmesini sağlayalım’ diyor.
- 100 günü tamamladınız. Nasıl bir süreç oldu sizin için?
- Çok yoğun bir tempoydu, nasıl geçtiğini anlamadım aslında. Bir taraftan ziyaretçilerimizi kabul ediyoruz, bir taraftan görüşmelerimizi yapıyoruz, hizmet veriyoruz. En önemlisi muhtarlarımızla buluşuyoruz. Çok farklı bölgelerden 113 muhtarımız var. Sadece işyerlerinden oluşan yerler var, sadece meskenden oluşan yerler var, eğlence merkezlerinin yoğun olduğu yerler var. Dolayısıyla her birinin ihtiyaçları farklı. Sorunları dinliyoruz, bürokratlarımızı da sürece dahil ediyoruz. Böylelikle ortak çözüm üretebiliriz. Belediyenin içerisinde de yapılanmalarımızı yapıyoruz. Çok yoğun bir şekilde çalışıyoruz.
KAMU KURUMLARIMIZLA BİRLİKTE ÇALIŞMA
- Forumlarınız ilgi çekiyor. Halkla biraraya geliyorsunuz. Nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Maden faciasında ölenlerin ailelerine devlet tarafından maaş ödemesi yapılmaya başlanırken, yaralı kurtulan ve maden kapalı olduğu için işsiz kalan binlerce işçi mağdur durumda.
SÜREKLİ yazmasam da her hafta Soma maden faciası ve mağdurlarını yakından takip etmeye, Soma’dakilerle görüşmeye devam ediyorum. Ölenlerin ailelerine devlet tarafından maaş ödemesi yapılmaya başlanırken, bir başka önemli sorun var şu an Soma’da. Yaralı kurtulan ve maden kapalı olduğu için işsiz kalan binlerce kişi mağdur durumda.
Bu işçilerden biri olan Musa Metin ile görüştüm. Faciadan 3 gün önce vardiyası değiştirildiği için yaşıyor. ‘Ama’ diyor ‘Biz şimdi her gün ölüyoruz. Bize önce maaşlarınız yatırılmaya devam edecek dendi ama 17 Haziran’da eylem yapana kadar sıkıntı çektik. Zaten biz eylem yaptıktan bir gün sonra 18 Haziran günü devletin de bize 2 maaş vereceği söylendi ve maaşlarımızdan vergi kesintisi yapılmayacağı yasa olarak çıktı. O zaman şirketten maaşlarımızı aldık ama yine de vergiler kesilmişti. Hatta kesintileri görmeyelim diye bordrolarımızı da vermediler. Ama devletin vereceği söylenen maaşları hala alamadık. 2-7 Temmuz arası ödenir deniyordu, 15 Temmuzda hala alamadık. İşkur’u arıyoruz, bize böyle bir ödeme emri gelmedi diyorlar. Sorun şu ki; Karşımızda muhatap yok’ diyor.
Bu arada madenin 14 Temmuz itibariyle kapısının açılıp hava temizleme çalışmalarına başlandığını, külcüler gibi farklı bölümlerde çalışan bazı işçilerin çağırılacağını duyduğunu anlatıyor. ‘Sizi çağırsalar gider misiniz?’ diyorum, ‘Mecburen giderim çünkü 9 yıllık tazminatım içeride. Bir gün gitmesem yakarlar’ diyor. Bu arada, iş teklifleri aldığından bahsediyor. Bunlardan biri de İşkur’un bulduğu bir işmiş. ‘İyi, hoş, İşkur bana iş buluyor da, madendeki tazminatım ne olacak deyince, onu bilemeyiz diyorlar. Yoksa tazminatlarımız unutturulmaya mı çalışılıyor’ diyor.
Sonuç olarak, sözler veriliyor ama tutulmuyor. İşin kötüsü takip edilecek muhatap yok. Somalı madenci Musa Metin’in dediği gibi ‘301 arkadaşları madende öldü ama geride kalanlar hergün ölüyor.’
Selin Bozkurt, geleneksel el sanatlarımızdan ağaç kalıp baskı tekniğini kullanarak ürettiği birbirinden güzel ürünlerle yarattığı ‘Chitra’ markasıyla dikkat çekiyor. İlk ve tek mağazalarını Alaçatı’da açan Chitra’yı birçok kişi, İstanbullu bir markanın şubesi sanıyor. Oysa İzmir’deki atölyede üretilen birbirinden özel ve el emeği kreasyonlarıyla yoğun ilgi gören marka, bu konudaki İstanbul hükümranlığını yıkacak gibi görünüyor.
- Chitra ne demek?
- Sanskritçe aydınlık, parlak demek. Sabancı Üniversitesi Görsel Sanatlar mezunuyum. Geleneksel sanatlara hep ilgim vardı, araştırmalar yapıyordum. Ağaç kalıp baskı tekniğiyle böyle tanıştım, bu aslında geleneksel sanatlarımızdan biri. Yazmacılık denen bir sanat.
- Geleneksel bir el sanatı mı yani?