Gide gele, metroda gözüme batan, metroya zulüm bir takım insan profillerini sizler için grupladım. Sözüm sizlere değil, bu arkadaşlara açık mektup. Buyurunuz.
Bacaklarını açarak oturan tip!
Evet, sen! Bir bacağın sağda, bir bacağın solda pergel gibi oturan. Yanındakiler büzüşmüş, utangaç bir tavırla ‘durağımız gelse de insek’ demekteler. Kapatsana bacaklarını kardeşim? Yarattığın görüntü kirliliği bize, verdiğin rahatsızlık yanındakilere. Kendi şıpagat sınırlarını zorluyor olabilirsin ama daha dün sünnet olmadıysan lütfen biraz toparlan artık! Freudyen bir bakış açısı geliştirip, senin psikanalizini yapmak ve seni anlamak istemiyoruz. Doğru otur be adam!
İnsanları ezen koca ayak!
Çevreye karşı duyarlılar. Ağaçların yok edilmesine karşılar. Yedi, sekiz yıllık hayatlarında yemyeşil gördükleri bir tepenin önce keltoş edilmesini görüp, sonradan koskocaman bir bina dikilmesini sert bir şekilde eleştiriyorlar.
İnanın bana, hepsi böyle! Dinazorumsu politikaların, politikalarını sürdürmeye çalışan dinazorların çekeceği var on yıla kalmadan!
*
Bu ekstra olabilir ama bizimkiler glikoz şurubu nedir biliyorlar. Paketli gıdanın zararından haberdarlar. Yaz sıcağında, dışarda unuttuğunda bir türlü eriyemeyen(!) dondurmanın zararına, üstüne sinek bile konmayan cipsin vücuda ettiklerine, türlü kimyasallar eklenmiş şekerlerin yarattığı tahribatlara hakimler. Yemiyorlar, yiyenleri uyarıyorlar. Gluten nedir biliyorlar, gluten! Siz tam bilmiyorsanız, Google’layın bari.
*
Taksim’de mikrofon tutup, ‘Ay mı daha yakın, Avusturalya mı?’ diye sormuşluğumuz var. Sorarken de, aldığımız cevaplarla da çok komik bir video olacağına emin olduğumuz sorular bunlar. Avusturalya’yı kesin daha uzak bulan onlarca insan çıkıyor!
Bir önceki jenerasyona ‘Kim bir milyon ister?’ sorusu olabilir, bunlara ‘Kara delik nedir?’ diye sorunca ‘Uzayda, çekim alanı çok fazla olduğu için, ışığın bile kaçamayacağı kadar...’ diye başlıyorlar. Yanlış anlaşılma olmasın, daha küçücükler!
*
Zaten çok sempatiktin, hatta biraz karizmatiktin. Galatasaray’da, Milli Takım’da top ayağına geldi mi insanı gülümsetirdin.
‘Çalışan kazanır, elması kızarır’ cümlesinin hayata geçmiş haliydin. Bir Türk yurtdışında başarı gösterdi mi, zaten Viyana kapılarına yeniden dayanmışız hissiyatına kapılıyor bütün memleket. Bir de Torinolu Şaban gibi iki günde sıla hasreti çekmeyip, İspanyolların sevgilisi de olunca, ‘işte biz Türkler böyleyizdir’ şeklinde göğüsler kabarmıştı buralarda.
Mutlaka zordur her anını paparazzilerin takip etmesi, her ilişkinin didiklenmesi, insanın hakkında yalan dolan şeyler yazılması ama ün ve para belli bir fiyatla geliyor işte.
Cümle alem seni konuşacak, daha yirmi yaşında gitmediğin yer, binmediğin araba kalmayacak, sokakta bir sevgi seliyle yürüyeceksin, etrafında milyon insan olacak, herkes sana imrenecek, gittiğin her yerde bütün gözler üzerinde olacak. Cumhurbaşkanı’yla Başbakan’la, her türlü sanatçıyla, iş adamlarıyla abi kardeş gibi olacaksın. Müthiş bir duygudur, kesin.
Bilgiler Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencilerinin araştırmaları sonucu derlenmiş. O kadar çarpıcı ki! Kadınların %74’ü kamu ulaşım araçlarında; yani otobüs, metrobüs, metro ve vapurda kendini güvende hissetmiyormuş. Ne acı! Daha da kötüsü tam tamına %74’ü de kamu ulaşım araçlarında tacize uğruyor ya da tanık oluyormuş. Bu çok daha acı! Demek ki endişelerinde, korkularında haksız da değiller!
Bu çalışmanın ortaya koyduğu rakamlarda üzücü gerçekler devam ediyor. Bu tacize tanık olanların %12’si hiç bir şey yokmuş gibi hayatların devam ediyormuş. Sadece %32’si sapkın faili uyarırken, anca %14’ü müdahale ederek sapığı otobüsten, metrodan indiriyormuş. Halbuki, şu an hepinizin böyle bir olaya tanık olursanız olaya müdahil olacağınızı düşündüğünüzü biliyorum. Ama rakamlar başka şeyler anlatıyor işte.
Bu memlekette, insanlar arasında empati duygusunun çok az çalıştığı kesin. Empati bizim topraklarda en basit haliyle ve sadece ‘senin anana, kız kardeşine yapsalar iyi mi?’ basitliğinde çalışır sanırdım. Demek o bile yeteri kadar işlemiyormuş.
Üzülerek söylüyorum, ben bu empati yoksunluğunu şuna bağlıyorum; bu kadınları toplu taşımada taciz etme aczinde olan sapıklar, taciz ettikleri insanları bırakın anlamayı, kendi anne ve kız kardeşlerinin yerine bile koymuyor, koyamıyor. Bu sapıklığı yapmamak için illa bir akrabasının yerine koymalı insan karşındakini demiyorum. Kafası o kadar basıyor ya, bari onu düşünse diyorum!
Eteği biraz kısa, pantolonu biraz dar, tişörtü biraz dekolte, taytı biraz şöyle böyle diye, kendinde hak görüyor. ‘O da böyle giyinmeseydi!’ diyor ya hayvanat?
*
Dile kolay, her dört kadından üçü toplu taşıma araçlarında taciz kurbanı oluyor. Bunları biz yapıyoruz beyler! Yapmıyorsak, kafamızı öbür yana çeviriyoruz. Çevirmiyorsak, yeteri kadar müdahale etmiyoruz. Her yerde polis, bekçi, jandarma olamaz. Bunu yapanı görüp kendimiz cezalandırmayalım elbette; ama sapık tacizciyi görüp onu bir yetkiliye şikayet edenlerin oranı da sadece %8 millet! ‘Bana ne, aman başıma bela mı alacağım, şahit yazarlar, kim uğraşacak şimdi?’ diyerek kafayı öbür tarafa çevirdiğimizin rakamları bu yüzümüze vuran...
*
İşte böyle günlerde sinemaya gitmeyi çok severim. Serin serin otururum. Kafayı boşaltır, sonra toplarım. Bir es veririm koşturmacaya. Durur benim için hayat. Sonra düğmeye basarım: ‘Fast Forward’, hızla ileri sararım.
Sanatsal filmlerden değil söyleyeceklerim, elbette tercih sizin. Tüm filmler için sizlere video da hazırladım her zamanki gibi. Hurriyet.com.tr/video adresine girmeniz yeterli.
Karayip Korsanları: Salazar’ın İntikamı
Evet, bu hafta ikinci haftası, tamam. Ne yapayım, tepeden aşağıya yuvarlanırken anca durabildim, anca gidebildim. Çok büyük bir konu derinliği beklemiyorsun zaten en baştan itibaren. Mutlaka, bir film dolusu adam
büyülü ve çok güçlü bir objenin peşine düşer yine, herkesin bir başka planı vardır kesin. Bütün bunları düşünerek girdim, hiç yanılmamışım.
*
Bir film araştırması yüzünden Google’a, ‘Ey Google, göster bana, var mı bu cinci hoca denilen mahluklardan bu dünyada?’ diye sordum.
‘Cinci hoca’ yazıp aradınız mı hiç? Allahım! Yüzlerce sonuç, reklamlar, adresler, hatta LinkedIn hesapları, haritalı tarifler... Sonra gazetelerde bir haber okuyoruz. Cinci Hoca ‘yakalandı’. Birini ‘yakalamak’ için onun kaçıp, saklanması gerçeğini unutuyoruz galiba.
Saklanmıyorlar ki? Açık açık, güpegündüz çalışıyorlar, çatır çatır para basıyorlar. Siz, biz okumadıkça, öğrenmedikçe, bilmedikçe, sömürmeye de devam edecekler.
Sahi, bu memlekette okuma oranı arttıkça kendine afakanlar basan rektör yardımcısı yok muydu?
*
Tamamen gözlem amacıyla, çok merak ederek, 12 Eylül Darbesi’ni gerçekleştiren Kenan Evren’in de zamanında müdavimlerinden olduğu, Aydın’daki Cinci Bülbül Hoca’ya gitmiştik yıllar önce. Bir eve gittiğimizi düşünürken, bir fabrikaya geldiğimizi anlamıştık. Bugün artık cinci hocalar teknolojiyi yakından takip ederek, sıra - fiş makinası ile konuyu hallediyorlar. Ancak, o dönemde bu imkanlar yoktu. Bülbül Hoca’nın iki gündür kapsısında yatanlarla, önceden randevu alarak gelenler arasında şiddetli münakaşalar yaşanıyordu. Randevu, karşıdaki pideciden manipüle edilebiliyordu. Oturup pide yerken, tıklım tıklım sıraya kaynak yapmanın bedeli konuşulabiliyordu. Bakkal halinden çok memnundu. İnsanlar bekledikçe, ardı ardına eklenen öğünler arttıkça, satışları artıyordu. Yani kendi içinde bir pazar oluşturmuştu hoca, köy halkı da çok mutluydu. Bir nevi turizm işte!
Pidecide ‘gerekeni yaparak’ avluya girmeyi başarmıştık. Orası daha da bir enteresandı. Elinde boş beşik olan kadın vardı mesela, hiç unutamam. Kendi kendine konuşan adam vardı. Bağıran çağıran ergen çocuğu annesi zor zapt ediyordu.
Bakalım bu konuda her şeyi yapmaya, her türlü yoldan geçmeye hazır mısın genç girişimci?
Eğer kendi işini kurmak ve oradan büyüyüp gitmek istiyorsan, bir defa sana kim ne derse desin, sen bu seçtiğin yolda sadece para için yaşamak zorundasın. Eğer kendine başka hedefler belirlediysen veya en azından bu yalanları kendine söylüyorsan, ya bu yazıyı okumayı şimdi bırak ya da bu yalanları bir kenara.
Unutma, herkesin bir hikâyesi var, ama sen sadece kazananların hikâyelerini dinliyorsun. Yaptığı işlerden parasal tatmini yakalayamamış insanların hikâyeleri inandırıcı olmuyor maalesef.
Sen yaptığın işlerden para kazanacaksın, sonra da geldiğin yolu başkalarına anlatacaksın. Herkes seni oturup dinleyecek. İşte asıl tatmin orada başlayacak. Neyi nereden aldın, nasıl yaptın da o şekilde sattın, nasıl olur da herkes sana yapamaz derken başardın, bir fikrin vardı ve herkes sana nasıl güldü. İşte o zaman anlatacaksın.
Bu öykülerin yeterli miktarda para kazanmayla desteklenmiyorsa, yüzüne gülmeseler de arkandan mutlaka güleceklerdir.
Bu konuda okuduğun her kitap, girdiğin her internet sitesi sana ‘Önce kişisel hedeflerinizi belirleyin, organize olun, coşkulu olun, kim olduğunuzu unutmayın; kısa vadeli hedefleriniz uzun vadeli hedeflerinizle tutarlı olsun, seçtiğiniz yol ahlaki açıdan uygun olmalıdır, iç barışınızı sürekli denetleyin’ gibilerinden martavallar okuyacaktır.
Bunları bir kenara bırakmalısın. Senin gözünü para bürümeli. Her olaya baktığında bir fırsat görmeli, her fırsattan da kendine bir fayda çıkarmayı hedeflemelisin. Acımasız olmalısın, acımamalısın.
Acımamaya hazır mısın?
Tabi ki olmayacak, bambaşka şartlarda yetişiyorlar, bambaşka sosyal ortamlarda bulunuyorlar, bir kere televizyonun orta göbeğine, internetin içine doğdular. Sen her ne kadar ‘daha az televizyon, sınırlı internet’ diye tuttursan da, bir yerlerden bulup buluşturup istediklerini izliyorlar.
Habitat Derneği’nin hazırladığı ve sunduğu, ‘Türkiye’de Gençlerin İyi Olma Hali Raporu’na takıldım kaldım.
Araştırma sonuçlarına göre, bir defa arkadaşlarıyla ve aileleriyle ilişkileri bizlere göre daha sıkı, daha sıcak. O yüzden aile ilişkilerinin değerlendirildiği sorularda; %90’ı ‘Ailem bana gerçekten de yardım etmeye çalışıyor’, %89’u ‘Ailemden ihtiyacım olan duygusal destek ve yardımı görüyorum’, %84’ü ‘Ailemle sorunlarım hakkında konuşabilirim’ demiş. Ne güzel!