7 Ocak 2005
Yılbaşını Klasis’te geçireceğimi geçen hafta yazmıştım. Sözümü tuttum. Yılbaşını Klasis’te geçirdim. Çok güzel bir geceydi. Klasis’te her şey çok iyiydi. Nükhet Duru-Cenk Eren ikilisini çok beğendim. İşi biliyor, beş yüz kişiyi aynı anda çok güzel eğlendiriyorlar.
Sahneye dokuz sularında Akademi İstanbul’dan Timuçin çıktı. Nükhet Duru- Cenk Eren ikilisinin vokalistliğini de yapan Timuçin’i daha önce hiç dinlememiştim. Hem çok yakışıklı bir genç, hem de gelecek için çok şey vaat ediyor. Yeni yıla bir saat kala sahneye Nükhet Duru-Cenk Eren ikilisi geldi. Önce ‘nostaljik’ parçaları söylediler. Sonra gülümseten skeçleriyle insanların dikkatini canlı tuttular. Yeni yıla girişle birlikte de popüler parçalarla, oyun havalarıyla coşturdukça coşturdular. Gece yarısından sonra iki sularında da son şarkılarını söyleyip noktayı koydular.
Duyduğuma göre Nükhet Duru vokalisti Timuçin’e özel önem veriyormuş. Hatta onu Cenk Eren’in yerine hazırladığı bile söyleniyor. Çok inanasım gelmedi ama ortada da bir gerçek var. Nükhet Duru (biraz halk ağzıyla olacak ama kusura bakmayın) sahnede hálá ‘taş’ gibi. O elbiseyi giyiyor, bu elbiseyi çıkarıyor, masaların arasında insanlarla kaynaşıyor, fotoğraf çektiriyor. Anlayacağınız benim gördüğüm Nükhet Duru, daha çok Cenk Eren hatta daha çok Timuçin kaldırır. Duru, kendine nasıl bakıyor, nasıl yaşıyor ve formunu koruyorsa, iyi sonuç alıyor, gerçekten helal olsun. Bir sanatçıya yakışan bu. Çok takdir ettim.
Cenk Eren’e gelince... Nükhet Duru yokken sahneyi iyi dolduruyor. Çok rahat, çok kendinden emin, çok iyi sesi var. Tek sorunu ‘karakter’ atıyormuş gibi bir izlenim bırakması. Biraz davranışlarında yapaylık hissettim anlayacağınız. Biraz daha içten olsa o da daha çok ‘Timuçin’ kaldırır!
Kahraman şaşırtıyor
Kahraman’ı (Hero) izlediğimden bu yana 24 saat geçti. Hálá filmi beğendim mi beğenmedim mi karar veremiyorum. Bugüne kadar izlediğim filmlere baktığımda (siz sinema tarihi açısından diye de düşünebilirsiniz) her karesi beni bu kadar heyecanlandıran, bu kadar şaşırtan, bu kadar hayranlık uyandıran başka bir film olmamıştı. Görsel zenginlik açısından Kahraman sanat harikası. Yarattığı kareler için görsel yönetmenin elini gidip sıkmak isterdim. Öykü anlatma açısından ise kafamda sorular var. Konu aslında çok düz anlatılabilirmiş.
Qin Çin’i yönetmek isteyen bir savaşçı ve ona suikast düzenlemek isteyen bir sürü düşmanı var. Bir gün adı sanı bilinmeyen bir savaşçı (Jet Li) çıkıp onu düşmanlarından korumaya çalışıyor. Qin’in yanına yaklaşmak o kadar kolay değil. Jet Li güvenini kazanıp yaklaşıyor. Bu yaklaşma da Jet Li’nin bir bakıma kaderini tayin ediyor. Yönetmen Zhang Yimou’nun bu açıdan kahraman olmakla insanlararası uzaklık arasında bir gösterge oluşturduğunu anlamak zor değil. Yimou sanırım bu nedenle Jet Li’yi de izleyicinin tanımasına izin vermiyor. Ama niye bu kadar çok geri dönüş sonra ileri gidiş var, onu anlamakta çok zorlandım. Kafam daha filmi izlerken karıştı. 24 saat sonra bile karışıklık devam ediyor.
Kahraman’ı görsel zenginliği, renk kullanımındaki eşsizliği için kaçırmayın derim. Öykü size karışık gelmez ise bilin ki sorun bende.
CUMA İTİRAFI
pisikmani; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 23; İl: İstanbul
Çok büyük göğüslere sahipseniz... 1) İstediğiniz kıyafetleri asla giyemezsiniz. 2) Normal sutyenleri pazardan 5 milyona bile alabilirsiniz. Ama sizinkiler yüksek fiyatlarla sadece mağazalarda satılır. Buna rağmen gene de uygun beden bulamazsınız. 3) Sutyen almak için gittiğiniz mağazadaki eleman, ‘onu deneyin, bunu deneyin’ diye ısrar eder. Bunların size olmayacağını açıklamaya çalışırsınız ama niyeyse bir türlü anlamaz. 4) Çok güzel, çok zeki olmanız bi şey değiştirmez. Erkekler gene de yalnızca göğüslerinizle ilgilenir. Bu yüzden sevgiliniz için ne ifade ettiğinizi hiçbir zaman anlayamazsınız. 5) Araları sürekli pişik olur. Canınız çok yanar. 6) Sırt ağrısı yapar. Hatta kamburluğa kadar gidebilir. 7) Göğüs küçültme ameliyatları çok meşakkatli ve acılıdır. Cesaret ister. 8) Erkekler dünyasında isteyip de elde edemeyeceğiz hiçbir şey yoktur. 9) Göbeğiniz ne kadar büyük olursa olsun göğüsleriniz göbeğinizi her zaman gizler.
Yorum: ‘Büyük göğüs, büyük göğüs’ diye yeri göğü inletenlere duyurulur. Bakın ne zorlukları varmış da haberimiz yokmuş!
Cuma lakırdısı
Kendini gerçekten (sinemaya) bu işe adamış bir genç sinemacının yapacağı tek şey geniş çaplı bir okumadır. Çünkü sayılamayacak kadar çok malzeme var. (Edward Dmytryk, Sinemada Yönetmenlik, İzdüşüm Yayınları).
Cuma takıntısı
Bu hafta Metin Uca’nın yeni çıkan kitabına takıyoruz. Kitabın adı ‘Her Tuzluğum Var Diyene Hıyarla Yetişemedim’. Çok hoş gülmece denemeler var içinde. Bir çırpıda okunuyor, gülünüyor, bir yandan düşünülüyor. Tam haftasonuna uygun bir kitap. Kaçırmayın..
Yazının Devamını Oku 6 Ocak 2005
Bugün Kelebek’te ilk yazım. Bugünden başlayarak her perşembe, Kelebek’te birlikteyiz. Bugünkü yazılara bakıp ‘Aman biz siyasetten bıktık, siyaset yazıp duracak galiba’ duygusuna kapılmayın. Bu köşede her şey olacak.. Spor, sanat, edebiyat, siyaset, televizyon, sinema, aşk, çoluk, çocuk, ‘trendly&friendly’ her şey. Kelebek’te gözüme ne takılırsa, gönlümden ne geçerse yazacağım. Kelebek’te yazan diğer köşe yazarı yarışmacı arkadaşlarıma başarılar diliyorum. Hoş geldim.
Yılbaşı gecesi üç kanal
Yılbaşı gecesi Tam 12’de üç kanalda yılbaşı kutlanmadı. Samanyolu, Kanal 7 ve Flash TV. Kanal 7’de dini içerikli bir film vardı. Samanyolu’nda dizi, Flash TV’de ise ‘Yılbaşını kutlamak dinen caiz mi değil mi?’ diye tartışılıyordu... Şimdi bu üç kanalın tavrına ‘program çoğulculuğu’ olarak bakabilir misiniz? Hayır.
Bu üç kanalın yaptığı kamplaştırma ve kutuplaştırma çabasından başka bir şey değil. Çünkü yeni bir yıla girmek için insanın mutlaka ‘Hıristiyan’ olması gerekmiyor. Yeni yıla kutlamayla girmek istemeyebilirsiniz ama ‘alternatif’ üretip işi siyasi kutuplaştırmaya dönüştürmenin de alemi yok.
Bu üç kanalın yılbaşındaki tavırlarının Türkiye’nin siyasi hoşgörü zeminine vereceği zarar, ‘He is a Lady’ yarışmasının Türk erkeklerine vereceği zarardan daha fazla. RTÜK ‘He is a Lady’yi yayından kaldıracağının sinyallerini veriyorsa, bu üç kanalı da uyarmalıdır. Nokta.
DSP: Demode Sol Parti
Rahşan Ecevit’in ‘AB’ye gireceğiz derken din elden gidiyor’ açıklamasını bizim gazetede okuyunca oturduğum koltuktan az daha yere düşüyordum.
Bu açıklamayı okuyunca MHP yanlısı Orta Doğu gazetesinin 18 Aralık’ta attığı başlık aklıma geldi: Şerefsizler! İki açıklamayı da ortak kılan bir şey var, ‘siyasi yelpazenin uçlarında dolaşmak.’
Orta Doğu gazetesini anlarım, siyasi görevine ve konumuna uygun olarak ‘Şerefsizler!’den başka bir başlık atması beklenemezdi. Ya Rahşan Ecevit’in ‘din tüccarlığına soyunması?’
‘Sol’ gibi bir konumda değişimi ıskalayıp ‘demode’ kalanların, varlıklarını sürdürebilmek için radikal düşüncelere sığınmaları çok normal değil mi? Normal. O halde niye şaşırıyorum ki... Kendini yenileyemeyenlere Ecevitler’in düştüğü durum ders olsun.
Yine Tatlıses yazdım
İbrahim Tatlıses’in Türk toplumu için nasıl yanlış bir ‘rol modeli’ olduğunu yaza yaza bilgisayarımın tuşlarında tüy bitti. Türkiye’de hálá büyük bir erkek çoğunluk kadını alınır satılır, istenirse hükmedilir, yeri geldiğinde de dövülür meta olarak görüyor. Bu düşüncenin de en büyük pekiştiricisi İbrahim Tatlıses!
Bu gerçeği görmek için insanın İletişim Fakültesi mezunu olması ya da sosyolog olması gerekmiyor. Azıcık okuması yazması olan çevresine baksın, İbrahim Tatlıses’in yaptıklarını izlesin, o neler yapıyor, nasıl algılanıyor, görsün yeter!
Star yöneticilerinin bu gerçeği görmedikleri çok açık. Aldılar yine İbrahim Tatlıses’i yılbaşında, baş tacı yaptılar. Tatlıses de onların yüzünü kara çıkarmadı, Star’ı o gece en çok izlenen kanal yaptı. Ne oldu? ‘İbrahim Tatlıses’i Star’laştırarak Star yöneticileri büyüdüler mi? Hiç mi akıllarına ‘Ben ne yapıyorum ya?’ sorusu takılmadı. İnsanın içinde bir televizyon kanalını yönetirken hiç mi sosyal sorumluluk kırıntısı kalmıyor acaba?
Keşke elimizde bir sosyal sorumluluk ölçüm cihazı olsa da, televizyon kanallarını yöneteceklerin sorumluluk hissetme derecelerini bu ölçüm cihazı ile ölçebilsek... Sizce hangi televizyon kanalının yöneticileri yeterli puanı alabilirler? Star’cıların yılbaşı gecesi için alamayacakları ortada...
Türkiye’yi türbandan Tayyip Bey kurtarabilir
Şu günlerde benim çevremde en çok tartışılan konu şu: Tayyip Erdoğan eşi Emine Hanım’dan başını açmasını rica edip, bir ‘devrime’ öncülük yapabilir mi?
Sanıldığının aksine ‘Erdoğan bunu hayatta yapamaz’ diyenler çoğunlukta değil. Özellikle AB üyeliği için Başbakan Tayyip Erdoğan’ın verdiği mücadeleyi ‘samimi’ kabul edip, ‘isterse uygun ikna taktiklerini bulur ve yapar’ diyenlerin sayısı artıyor.
‘Keşke yapsa!’ diyenler ise mutlak çoğunluk. Benim çevremde tabii... Dost sohbetinde konuşurken... Düşünüyorum da gerçekten keşke yapsa! Türkiye’de siyaset nasıl darmadağın olur değil mi? Tayyip Erdoğan’a mı ne olur? Uçar...
Aşağı tüküren bıyık
Rahşan Ecevit’in ‘Din Elden Gidiyor’ açıklamasına AKP’li dışişleri bakanımız Abdullah Gül ‘Onların zamanında kuran kursları kapatıldı, imam hatipler kapatıldı, İslamiyeti koruyan ve kollayan kurumlar kapatıldı, ne konuşuyorlar’ gibilerinden yanıt verdi.
Buna ‘boş bulunmak’ ya da ‘kendi ağzıyla yakalanmak’ demezler mi? Demek AKP imam hatipleri İslamiyeti koruyan ve kollayan kurumlar olarak görüyor.
Hani imam hatipler sadece imam yetiştirmek için açılıyordu? Sizi gidi sizi... Türkiye’de Müslümanlığı da, Museviliği de, Hıristiyanlığı da korumak için ‘okullara’ gereksinim duyulmadığını bir öğrenseniz siz de rahat edeceksiniz, Türkiye de...
Türk halkının siz isteseniz de istemeseniz de yüzü batıya dönük. Dini hoşgörüsü de atalarından geliyor. Onlara önderlik ederken içten olun... İçten olmayan liderler bir gün gelir yakalanırlar!
Garipsedim
Emrah benim için hálá ‘Küçük Emrah’... Arabeskle yola çıktığı için de içinde hafif ‘kıroluğu’ barındırıyor. Bir dizi tanıtımında onu bir kızımıza yumulurken gördüm, biraz garipsedim. Diyeceksiniz ki arabeskçiler, içinde ‘kıroluğu’ barındıranlar öpüşmez mi? Ne bileyim, gördüğüm öpüşme biraz sevgi dolu bir öpüşme sahnesiydi, garipsedim işte...
Digitürk’e dikkat...
Digitürk’ün 900 bin abonesi var. Ve ilk on kanalı kendi sinema kanallarına ayırıyor. Show, Kanal D, ATV, Star, TRT 1 sonra yer alıyor. Yani bu kanallara ulaşmak için önce sinema kanallarını geçmek zorundasınız. Eğer ilginizi bir film çekerse takılır kalır, diğer kanallara bakmayabilirsiniz. Bu ne demek? Gerçek izlenme kaybı demek. Belki şu anda kimse ‘AGB’ ölçümlerinde görünmüyor diye umursamıyor ama 900 bin abonenin satın alma gücünü bir düşünün. Bilmem anlatabildim mi? (Not: İsteyen olursa ne dediğimi daha açık yazabilirim).
Yazının Devamını Oku 3 Ocak 2005
<B>BKM’</B>nin <B>Okan Bayülgen’</B>li ikinci reklamı yayına girdi. BKM tutarlı ve etkili bir şekilde tüketicileri ve iş yerlerini ATM kartlarının alışverişlerde kullanılabileceği konusunda bilgilendirmeye devam ediyor. Farklı bir yaratıcı uygulamaya geçmenin de tam zamanıydı. Bu açılardan BMK yetkilerini kutluyorum. Bir yandan da uyarmak istiyorum.
Yeni reklamda da köpek dahil her şey Okan Bayülgen. Akla gelseymiş manav ortamında elmalar, portakallar, armutlar bile Okan Bayülgen yapılabilirmiş. BKM reklamının dikkati çekme sorunu yok. İkinci reklamın küçük de olsa sorunu ana mesajın ya da reklamdaki öykünün Okan Bayülgen’in baskın karakterinin altında ezilmesi..Bu kez espri dozu fazla kaçmış, yeni TL ve alışverişlerde ATM kart kullan mesajı biraz geride kalmış. Bu kez öne çıkan daha çok köpeğin Bayülgen Bayülgen bakan gözleri..
Bazı ikna modelleri (bakınız Petty ve Cacioppo, İnce Eleme Sık Dokuma Modeli), reklamdaki yan unsurların da belleğe kazınarak, daha sonra ana mesajın anımsanmasına katkıda bulunduğunu söyler. BKM’nin ikinci reklamında bu model çalışabilir. BKM Okan Bayülgen’i bu haliyle kullanmaya devam etmeli. Ancak sonuçları riske atmamalı, diğer çeldiricilerin ana öyküyü ezmemesine özen göstermeli..
Merkez Bankası, BKM yetkililerine ne kadar teşekkür etse az. BKM de olmasa televizyonlarda, Yeni TL adına planlı-öğretici bir mesaj göremeyeceğiz. Merkez Bankası yetkilileri, hani olur da nasıl bir bilgilendirme kampanyası yapacağız diye düşünürlerse, BKM reklamlarına bir göz atsalar iyi olur.. Olmaz mı?
CHP Sarıgül’ü ihraç ederse...
BUGÜNLERDE CHP’de Mustafa Sarıgül’ü CHP’den ihraç etme oylaması yapılacak. Parti üst yönetimi ‘Sarıgül’ü CHP’den ihraç edelim mi yoksa etmeyelim mi’ diye tartışacaklar. Niye? Şişli Belediyesi’ndeki bir takım yolsuzluk iddiaları nedeniyle.. Fatih Altaylı’nın da yazdığı gibi Mustafa Sarıgül hakkında henüz mahkemeye intikal etmiş hiçbir dosya yok. O halde CHP hangi kanıtlara dayanarak oylama yapıyor? Hiçbir kanıta.. Ortadaki tek kanıt Mustafa Sarıgül’ün beyinlerde CHP lideri Deniz Baykal’a alternatif olarak konumlandırılması. Kamuoyu araştırmalarında Sarıgül, Baykal’dan daha fazla CHP’nin başına lider olarak uygun bulunuyor. Şu andaki CHP üst yönetiminin, halktan farklı düşüneceği ve Sarıgül’ü partiden ihraç etmek isteyeceği çok ortada..
Peki sonuç ne olur? Bir yanda halkın daha fazla ilgi duyduğu bir lider adayı, diğer yanda halka rağmen statükoyu korumaya çalışan bir CHP üst yönetimiÖ Halka rağmen ihraç! Ve demokrasinin çalışmaya başlayacak görünmeyen eli.. Siyasi mağdur duruma düşecek bir Mustafa Sarıgül. CHP’yle bağlarını daha da koparacak ve eline geçecek en yakın fırsatta ders vermeye hazırlanacak bir hedef kitle.
Böyle olmamalı. CHP demokrasinin görünen elini hareket geçirmeli. Baykal ve Sarıgül kozlarını kongrede paylaşmalı. CHP, ‘Sarıgül-Baykal’ rekabetinden potansiyel hedef kitlesiyle bağlarını zayıflatmadan çıkmalı. Türkiye’de öyle ya da böyle sol oyların pazar payı % 25’i geçmiyor. CHP üst yönetiminin bu pastayı büyütmesi çok zor. Ama pastayı kolayca küçültebilirler. Emin olsunlar.. İlk seçimde ne dediğimi anladıklarında her şey çok geç olacak...
Windows İmparatorluğu çöküyor mu?
İçinizden ‘Nasıl olur bu ya..’ dediniz değil mi? Aklınızı benim gibi sizin de Windows tabanlı PC almış. Windows imparatorluğu’nun kolay kolay çökmeyeceğini sanıyorsunuz. Ama kazın ayağı öyle değil..Mac kullanıcılarının sayısı tüm dünyada hızla artıyor. Bunun nedeni de Apple’ın yeni geliştirdiği iMac modeli. Kullanıcıları iMac’i ‘mükemmel’ olarak tanımlıyorlar. iMac çok güçlü bir işlemci kullanıyor, G5. Fiyatı da aynı kategorideki Windows tabanlı bilgisayarlardan ucuz. Daha da önemlisi mevcut Mac işletim sistemine hiçbir virüs işlemiyor. Biz bunları Türkiye’de niye bilmiyoruz? Apple’cılar uyuyor mu?
Çekirgelik
Haksız eleştiriyi protesto eder, haksız alkışı kabulleniriz. Böyle mi olmalı? (Jose Narosky)
Yazının Devamını Oku 2 Ocak 2005
<B>MERKEZ</B> Bankası’nın YTL’ye geçiş sürecinde yapması gereken bilgilendirme ve güdüleme kampanyasını hakkıyla yapmadığını defalarca yazdım. Merkez Bankası "Nasıl olsa medya için para birimi değişikliği doğal haber, medya haber yapar halk da bilgilenir’ mantığıyla hareket ediyor. Yanlış yapıyor. YTL’ye geçmek demek sadece TL’den altı sıfır atmak demek değil.
YTL’ye geçmek demek 70 milyonluk bir ulusa yeni davranış kalıpları öğretmek demek. YTL’ye geçmek demek ‘küçük raklamlarla konuşup’ günlük hayattaki ‘yüksek fiyat’ algısını değiştirmek, ‘enflasyon beklentisi’ni ortadan kaldırmak demek. Böyle bir ‘öğretim işi’ de sadece medyanın doğal haber akışına bırakılamaz.
Neden? Medya içeriği kontrol edilemez, medya içeriği planlı bir içerik değil de ondan. Medyanın görevi yığınların ortak psikolojisinden kaynaklanan sorunları düşünüp bu sorunları çözecek öneriler getirmek değildir de ondan.
Merkez Bankası'nın pasifliği Ertuğrul Özkök’ü de çileden çıkarmış olacak ki, sonunda oturup, YTL’ye geçiş sürecinde ‘yığınların ortak psikolojisinden kaynaklanacak sorunları da düşünmüş’ ve dün köşesinde YTL’nin tutunması için bir slogan önermiş: Vatandaş utanma, kuruşuna sahip çık!
Özkök’ün ürettiği sloganı çok beğendim. Özkök’ün sloganı YTL’ye geçiş süreci içinde içimizdeki cömertlik hissi nedeniyle ortaya çıkabilecek bir sorunu kısa yoldan özetleyip, doğru davranışı öneriyor.
YTL’ye geçiş sürecinde utanıp birkaç kuruş için para üstünde ısrarcı olmayabiliriz. Ancak yeni dönemde bozuk para bayağı bir para ediyor ve bu paranın ağırlığına ayıp mayıp dinlemeden dayanmak zorundayız. Yani: Vatandaş utanma kuruşuna sahip çık!
Özkök’ün ürettiği slogandan yola çıkarak ben de Merkez Bankası’na diyorum ki: Merkez Bankası uyuma, bu halka sahip çık! Sen çıkmazsan yakında medya, YTL’yi öğreten reklam kampanyası da düzenleyip Merkez Bankası’na sahip çıkacak ona göre!
Haksız mıyım? Bilgilendirici reklam kampanyasını da medya yapacaksa geriye ne kalıyor ki? Para basma işi... Medya o işi de Merkez Bankası'ndan iyi yapmazsa ben de hoca değilim...
Bebek mamasına Milupa damgası
TELEVİZYONDA, gazetelerde bebek maması reklamları fazlalaşınca TNS Piar bizim için Türkiye temsili 18 yaş üstü 2 bin 023 kişiye ‘Aklınıza gelen üç bebek maması markası nedir?’ diye sordu. Sonuçlar çok ilginç. Sadece 1086 kişi en az bir bebek maması markası anımsayabilmiş. Yani Türkiye’nin yüzde 50’sinin aklına ‘Hadi bana bir bebek maması markası söyle’ deyince hiçbir marka gelmiyor. Genel anımsama oranı tabii ki, bebek maması sadece bebeği olanları ilgilendiren bir ürün olduğu için düşük çıkmış olabilir. Yine de anımsama oranının yüzde 50’den fazla olmasını beklerdim. Daha mamacıların gideceği çok yol var galiba.
Marka bazına indiğimizde ise ilk sırayı açık ara Milupa’nın (yüzde 62) aldığını görüyoruz. İkinci sırada Bebelac (yüzde 22.1) ve üçüncü sırada Esema (yüzde 21.2) var. Bildiğiniz gibi Bebelac Milupa’nın ikinci markası ve Milupa Beblac’ı piyasaya düşük fiyat kategorisinde Ülker Herobaby ile savaşsın diye çıkarmıştı. Anımsama sonuçları Milupa’nın pazarlama stratejisinin tuttuğunu gösteriyor. Ülker’in sorunu Ülker ana markası ile Herobaby markalarını henüz örtüştürememiş olması. Bu ya Herobaby’nin zor söylenişinden ya da tüketicinin Ülker’in ürettiği her şeyi ‘tek şemsiye altında’ görmesinden kaynaklanıyor olabilir. Bu noktada Ülker’in durup iki kere düşünmesinde fayda var. Marka genişlemesi marka genişlemesi de nereye kadar!
İlginç sonuçlardan biri Eti Cici Bebe’nin bebek maması olarak algılanması. Eğer Eti bu sonuçları iyi değerlendirirse bebek maması kategorisinde daha çok iş yapabilir. Belki de böylece bebeklerimiz yabancı bebek maması markalarının istilasından kurtulabilir. Ya yabancı bebek mamacılar Türk ırkının genleri ile oynamak için mamalara özel maddeler katıyorlarsa. MHP uyuyor mu? (Şaka yaptım, lüften ciddiye alıp sayfalarca e-posta döşenmeyin).Diyemeyiz.
Bütçesi değil havası büyük
CEM Yılmaz'lı Doritos Alaturka reklamları 2004 yılına damgasını vuran reklam kampanyası oldu. Sadece beğenilmekle ve güldürmekle kalmadı bu reklamlar aynı zamanda da satışları patlattı. Kampanyanın ilk reklamında anımsarsanız Cem Yılmaz ve ekibi para kazanmak için Doritos Alaturka’yı taklit ediyorlardı. Bu film kampanyanın en başarılı filmi idi. Daha sonrakiler yine Cem Yılmaz mizahıyla dikkat çekmeyi başardılar ama hiçbir zaman ilk filmin başarısına ulaşamadılar. 2004 bitmeden ise Doritos Alaturka farklı bir yılbaşı filmiyle karşımıza geldi. Bu film ilk Doritos Alaturka reklam filmi kadar başarılı bir reklam filmi. Bu kez Cem Yılmaz, Doritos Alaturka’nın misyoneri olmuş durumda. Yeni yıla henüz bir iki saat kalmış ve o bir iki kişiyi daha Doritoslu yaparsa görevini tamamlayacak. Yani neredeyse Cem Yılmaz bir süperman. Dikkat ederseniz reklamın vurguladığı şu: Türkiye’de Doritos Alaturca yemeyen kişi kalmamış.
Bir bandwagon stratejisi. Buradan tipik Cem Yılmaz esprilerine geçiyoruz. Cem Yılmaz çoğu zaman televizyonda basında ya günlük hayatta gördüğümüz ‘vatandaş için’ edebiyatıyla dalgasını geçip, ortaya bir ‘we are the world’ esprisi patlatıyor. Tam bu noktada birçok filmin final sahnesiyle ve de ‘we are the world’ benzeri olaylarla dalga geçiliyor. Doritos böylece bütçesi değil ama havası büyük bir reklam filmiyle 2004’ü başarılı bir şekilde kapatıyor..
Not: Son Doritos Alaturca reklam filminin fikri Cem Yılmaz’a ait. Şarkı sözleri de beste de. Cem Yılmaz, Beyin reklam ajansının yaratıcı yönetmenliği için iyiden iyiye kolları sıvamaya başladı galiba.
Kime göre?
REKLAMLARIN içeriğinin izleyicilerde farklı düşüncelere yol açması, bazı izleyicilerin bazı reklamlardan ‘tahriş’ olmaları son derece normal. Normal olmayan RTÜK, Reklam Kurulu ya da RÖK’ün az sayıda insan ‘gri alanlarda’ bir reklamdan şikayetçi oldu diye reklamları yayından kaldırması, kanalları ve reklamvereni cezalandırması... Türkiye’de 70 milyon insan yaşıyor, bir reklamı cezalandırmak için bir-iki bin kişinin o reklamdan rahatsız olması yeter mi? Geri kalanlar o reklamı izlemekten mutlu oluyorsa ne yapacaksınız? Kimse ben bu reklamı izlemeyi seviyorum diye yukardaki düzenleyici kurumları aramaz ki!
Ne dediğimi anlatabilmek için HTP’nin Reklam Algı Endeksi araştırmasının ‘Hakkında Olumsuz Konuşulan Reklamlar’ bölümünün sonuçlarına bir göz atalım. Bu sonuçlara göre Orkid reklamı yüzde 15 oranıyla geçen hafta hakkında en fazla olumsuz konuşulan reklam olmuş. Yüzde 15’imiz televizyonda kadın pedi reklamı görünce rahatsız oluyoruz. Bu aynı zamanda ne demek? Yüzde 85’imiz Orkid reklamından rahatsız olmuyoruz demek. Yüzde 15 rahatsız oluyor diye Orkid reklamları gece geç saatlerde yayınlansın diyebilir miyiz? Diyemeyiz.
Çekirgelik
Tatmin olan kişi bizi tercih eder. Ancak aynı kişinin gelecekte aynı davranışı gösterip bizi tercih etmesi garanti değildir.
(Jan Hofmeyr)
Yazının Devamını Oku 31 Aralık 2004
Bu gece Nükhet Duru - Cenk Eren ikilisini izlemek üzere Klasis’te olacağım. Uzun süredir bu ikilinin performanslarının çok iyi olduğunu duyuyorum, okuyorum.
Bir de kendim gidip ilk elden izleyeyim dedim. Siz bu gece ne yapıyorsunuz? Hálá karar veremediniz mi? Ne yapacağınıza hálá karar veremediyseniz size ilk önerim şu: Ne yaparsanız yapın, istediğiniz şeyi yapın, çok sevdiğiniz insanlarla birlikte olun, tam yeni bir yıla girerken de onlara sıkı sıkı sarılın. Sarılın ki yeni yıl sevgiyle kuşatılacağınız bir yıl olsun.
2005 yılınız sevgi dolu, sevdiğiniz insanlarla çok mutlu geçsin. Sağlığınıza da dikkat edin. Bu gece kontrolsüz içip, yanınızdakilere yılbaşı gecesini zehir etmeyin. Özetle ikinci önerim de şu: İnsan gibi için. (Klasis Tel: 0-212-7274050).
İzmirli kadınları kıskananlar çatlasın‘İzmirli Bayan Tiplemesi’ konusuna nokta koydum ama sağolsun okurlarım bu konunun peşini bırakmıyor. Geçen hafta e-postama yine onlarca mesaj geldi. İki mesajı yorumsuz yayınlıyorum.
‘Elbette bu ülkenin tüm şehirleri ile ilgili yakıştırmalar yapılıyor. Hatta İzmirli kadınlara çok daha ağır özellikler atfediliyor. Herkes her şeyi söylüyor, dilin kemiği yok. Beni üzen Türkiye’nin çok okunan bir köşe yazarının, alanının en önemlisi, en bilirkişisi, ‘o ne diyorsa odur’ dediğimiz, takip ettiğimiz Ali Atıf Bir’in komiklik olsun diye İzmirli Kadın Tiplemesi’nden söz etmesi. Neyse ben İzmirli bir kadın olmaktan yine de mutsuzluk duymayacağım. Eşim de eskisi kadar hiddetli değil. Hem zaten annemin de dediği gibi kıskananlar çatlasın.’ (Selin Demirhan)
Yazının Devamını Oku 27 Aralık 2004
<B>TÜRKİYE</B>’de birçok firma markasını çeşitlendireyim derken hata yapıyor, odağını kaybediyor. Daha önce de yazdım, marka genişlemesi çok dikkatli uygulanması gereken bir pazarlama stratejisi. Yeni bir markayla ürün çıkarmak yerine eski markanın uzantısı olarak, eski markanın gölgesi altında ürün çıkarmak çoğu zaman başarılı sonuç vermiyor.
Jack Trout Yeni Konumlandırma isimli kitabında marka genişlemesinin çoğunlukla iyi sonuç vermeyeceğini çok güzel örneklerle anlatır. Dünyaca ünlü pazarlama araştırması şirketi Nielsen ABD ve İngiltere pazarında 115 yeni ürünün piyasaya sürülmesiyle ilgili geniş ölçekli bir araştırma yapmış. Araştırmada varolan aile ya da şirket marka adlarıyla piyasaya sürülen ürünlerin pazar payları ile yeni marka olarak çıkan ürünlerin pazar payları karşılaştırılmış. Pazar payı her bir markanın piyasaya sürülmesinden iki yıl sonra ölçülmüş.
Sonuçta varolan markanın altına sokulan ürünler yeni marka adlarıyla piyasaya sürülen ürünlerden önemli ölçüde daha az başarı sağlamışlar.
BUDWEISER’A YARAMADI
Jack Trout’un diğer verdiği örnek doğrudan bira pazarı ile ilgili. 1979 yılında Miller High Life ile Miller Light markaları toplam 35 milyon fıçı bira satmışlar. Ana Budweiser markası ise 30 milyon fıçı satmış.
1990 yılında Miller ürün yelpazesine Genuine Draft’ı eklemiş ve Millerin üç markası o yıl 32 milyon fıçı bira satmış. Yani 3 milyon fıçı daha az. Bu arada da marka genişletmeyen normal Budweiser’in satışları 50 milyon fıçıya yükselmiş.
Budweiser’ın üreticisi Anheuser Busch Miller’ın hatasından ders almayarak, ürün yelpazesine başka Budweiser markaları da eklemeye başlamış. Ancak genişleme Budweiser’a da yaramamış. Budweiser’in satışları 50 milyon fıçıdan 43 milyon fıçıya düşmüş.
Özetlersek daha fazla marka, daha az odaklanmaya ve bu da daha az satışa yol açıyor. Marka genişleteyim derken zihinleri karıştırmamak lazım. Aman dikkat.. Gerçekten dikkat..
Molfix hálá en çok anımsanan reklam
HTP Exclusive’in geçen hafta yapmış olduğu Reklam Algı Endeksi araştırmasına göre Molfix hálá en çok anımsanan reklam sıralamasında % 39’la birinci sırada. Molfix reklamı farklı uygulama yapısıyla dikkat çekiyor ve diğer reklamlar arasından sıyrılıp tekrar tekrar izleniyor. Belki inanmayacaksınız ama geçen hafta bir okurum e-posta gönderip Molfix reklamının kasedini istedi. Bir buçuk yaşındaki bebekleri Molfix reklamı olmadan yemek yemiyormuş, kanal kanal Molfix reklamını aramaktan yorgun düşmüşler.. Reklamcıların Molfix reklamını masaya yatırıp incelemelerinde gerçekten fayda var. Molfix reklamı varolan reklamlardan farklı diliyle ayrılıyor ve bu farklı dil izleyenlerin hoşuna gidiyor.
Yazının Devamını Oku 26 Aralık 2004
<B>EŞSİZ</B> ve dayanıklı bir marka yaratmak ister misiniz? Yanıtınız <B>‘evet’</B> mi? O zaman önce işe tutarlı bir görsel kimlik yaratmakla başlamalısınız. Yapacağınız Mediacat yayınlarından yeni çıkan Markanın DNA’sı kitabını okumak. Alycia Perry ve David Wisnom III, kitaplarında, bir markaya görsel bir kimlik yaratmanın üç aşamasını şöyle özetliyorlar:
İlk aşama markayı hayata geçirmek için konumlandırma ve isimle ilgili bir karakter geliştirmek. İkinci aşama marka kimliğini anımsanır kılmaya yardım etmek. Üçüncü aşama ise amblem, logo, sözcük, renk, ambalaj gibi ayrık marka unsurlarını bir araya toplamak.
Tüketici davranışı araştırmaları bize gösteriyor ki, tüketiciler tanıdık ve rahat olana karşı bir çekim duyuyorlar. Bunun en güzel örneğini de şarap kategorisi oluşturuyor. Şarap alanların büyük bir oranı, şarap hakkındaki engin bilgilere değil de şarap etiketinin üzerindeki şekle dayanarak karar veriyorlar. Belirli bir fiyat aralığında şarap satın alanlar genellikle daha kaliteli olarak algıladıkları etiket şeklinin çekiciliğine kapılıyorlar.
Yani görsel bir kimlik yaratmak marka kimliğinin tüm algılanışını değiştirebiliyor.
Ancak çoğu ürün kategorisinde marka olmak bir logo ya da amblemle bitmiyor. Bir logo ya da amblemle marka yaratılmıyor. Marka olmak için logo ve amblemi inatçı bir tutarlılıkla her türlü reklam, etkinlik, sponsorluk faaliyeti ve diğer iletişim olaylarında kullanmak gerekiyor.
Perry ve Wisnom’un yazdığına göre Efsanevi Nike Logosu (orijinal check işareti) Portland State Üniversitesi’nde okuyan bir öğrenci tarafından sadece 35 dolara yaratılmış. Peki Nike, logosunu görünce Nike’ı anımsamamız için kaç para harcamış? Milyonlarca dolar. Kaç yılda? Tam 20 yıl. Başka sorum yok.
(*) Markanın DNA’sı, Alycia Perry ve David Wisnom III, Mediacat, 2004.
Arzum nereye gidiyor
ARZUM’un yılbaşı reklamları bir açıdan bakarsanız ‘perakende’ reklamları, diğer açıdan bakarsanız imaj reklamları. Arzum reklamlarını perakendeci reklamı olarak ele alırsanız son derece başarılı reklamlar. Belirli bir imaj yapısı korunarak farklı ürünlere vurgu yapılıyor. İmaj reklamı olarak ele alırsanız biraz düşünmek gerekiyor.
Sevimli ihtiyarların bu kadar yoğun kullanılması Arzum markasını ‘orta sınıf’ çağrışımları ile süslerken aynı zamanda daha ‘rasyonel’ nedenlerle alınan bir marka haline getiriyor. Neden? Çünkü yaşlı tüketimi, trendleri izlemekten daha çok, daha rasyonel kararlara dayanır. Yaşlıların Arzum’u tercih ettiğini gören orta yaşlıların ve gençler onlarla özdeşleşmek istemeyeceklerdir. Arzum keşke trendleri izleme potansiyeli daha fazla olan Arzum Onan’ı baskın olarak kullansaydı. Arzum, Arzum Onan’la kalite-fiyat dengesini daha yüksek bir seviyede oluşturabilir. Yaşlı ağırlıklı bir iletişim Arzum’u kesinlikle fiyat rekabetine zorlar.
Sırası gelmişken, bir şeyi yazmadan durmayacağım. Dikkat ederseniz reklamcılar reklamlarında bizim eleştirilere yanıt vermeye başladılar. Anımsarsanız ilk Doritos reklamlarında Cem Yılmaz ‘Marka’nın önüne geçme’ diyordu. Arzum reklamlarında da aynı ifade ile mizah yapılıyor. Okuyun bakalım bizim tüm eleştirilerimizi. En fazla eleştirdiğimiz nokta nedir? Bir reklamdaki ana vaat dışındaki mesajların ana vaadin önüne geçmesi değil mi? Öyleyse ‘Reklamlarda gizliden bize gönderme yapılıyor’ demekte haksız mıyım?
Nelere takıyorlar
SİZLERDEN aldığım bazı e-postalar insan aklının nasıl çalıştığı konusunda beni dehşete düşürüyor. Uzun süre kendime gelemiyorum. İşte Yaman Öğüt isimli okurumun yazdıkları:
‘Kav marka kibritlerin üzerinde 'çevre dostu' yazıyor. Fabrikanın yeşil olabileceğini, bu sayede çevreye zarar vermeyen üretim tekniklerinin kullanılıyor olmasını anlayabiliyorum. Yine de karayolları seyahatlerinde hemen herkesin gözüne çarpmıştır. Orman Bakanlığı tabelalarını anımsayın, hemen hepsinde yanan bir kibrit, orman ve çevre düşmanı olarak resmedilir. Böyle olunca kibritin 'Çevre Dostu' olarak lanse edilmesi büyük bir çelişki değil mi?’
Yorum: Kav’ın ‘çevre dostu’ ifadesi "ağaçları belirli planlama çerçevesinde kesiyorum, onları katletmiyorum’ anlamına gelir. ‘Yanan kibrit’ göstergesinde ise düşman olarak gösterilen kibrit değil, o kibriti alevleyen kişidir. Kaygılanmayın çelik yok yani. Hem söyler misiniz, parayla uyuşturucu da alabilir, bir hayır kurumuna da bağış yapabilirsiniz. Burada paranın kendi başına davranışından mı yoksa para sahibinin davranışından mı söz ediyoruz?
Atatürk başı çirkin olmuş
DR. Özkan Hatipoğlu, Sabah Gazetesi’nin reklamlarında Atatürk’ü kullanmasından rahatsız olmuş: ‘Sabah Gazetesi'nin reklamında ulu önder Atatürk’ü görmek beni çok rahatsız etti. Milli duygularımın incindiğini hissettim. Atatürk reklam oyuncusu yapılamayacak bir kişi. Yeni yetme şarkıcıların şarkılarından iki satır alınıyor da telif hakkı davası gündeme geliyor; bütün ulusa mal olmuş, bu ülkenin kurucusu Atatürk reklamda oynatılınca tüm millete mi telif ödeyecekler? (Böyle bir ödemeye ne onların ne de başkalarının gücü yeter!) Ayrı bir noktada reklamın başarısızlığı. Bebek bezi reklamındaki gibi uygunsuz bir vücuda yerleştirilmiş Atatürk başı son derece çirkin olmuş, keza sesi de. Ata’nın bu kadar çirkin gösterilmesi de çok ayıp.’
Yorum: İlk konuda sizin gibi düşünmüyorum. Atatürk’ün ya da Türk bayrağının reklamlarda kullanılmasını son derece yararlı buluyorum. Tabii ‘itibarlarına’ zarar vermeyecek şekilde... Atatürk’ün, Türk bayrağının popüler hale gelmesi onlara yönelik çağrışımları pekiştirir, heyecanı artırır, geleceğe yönelik yeniden üretilmelerini kolaylaştırır. Bu açıdan Sabah’ın Atatürk’ü reklamda kullanmasını doğru buluyorum. Zamanlama çok doğru, fikir de iyi. İkinci konuda ise size hak ediyorum. Uygulama çok çirkin. Atatürk reklamlarda böyle kullanılacaksa kullanılmamalı.
Markadan sayılmak
MSNNBC’nin internet sitesine girin. Oradan Budget Travel sayfalarını tıklayın. ‘Dünyanın yenilebilir hediyelerinden örnekler’ bölümünde ‘Turkey’ başlığını bulun. Orada şöyle bir ifade var: En iyi badem ezmesi Bebek’tedir. Bebek Badem Ezmesi markadan sayılmak için daha ne yapsın. (İnternet adresi: msnbc.msn.com/id/6329270).
Yeni Rakı’yı Tekel üretmiyor
‘GAZETE yazılarınızı ve televizyon programınızı ilgi ile izleyen bir Tekel çalışanıyım. Geçen pazartesi yazdığınız 'Büyüklük mü tat mı?' başlıklı yazınıza bir katkı yapmak istiyorum. Tekel’in alkollü içkiler kısmı 24.02.2004 tarihinde tamamen özelleşti ve Tekel yapısından çıktı. İzlenen reklam konsepti tamamen Limak, Norul, Özaltın ve Tüssab gruplarının kurdukları Mey A.Ş tarafından yürütülmektedir. Bu şirket özelleştirme protokolü gereği 5 yıl boyunca ürünlerinde Tekel logosunu kullanmaya devam edecek. Yeni Rakı, Tekel yapısı içinde üretilip pazarlanmıyor anlayacağınız..’ (Enver Şahin)
Yorum: Sanırım beni yanlış anladınız. Ben de "Yeni Rakı’yı Tekel üretiyor" demedim. Ancak katkı yapmanız iyi oldu, sayenizde okuyucularımızın Tekel’in özelleşmesi konusundaki bilgilerini tazelemiş olduk.
Çekirgelik
Başarısız olduğumda neyi yanlış yaptığıma değil neyi doğru yaptığıma bakarım.
(Tom Hopkins)
Yazının Devamını Oku 24 Aralık 2004
Geçen hafta değindiğim ‘Kapkaççılar Puma giyiyor’ ve ‘İzmirli basmakalıp kadın tiplemesi’ konularında çok sayıda e-posta aldım. Farklı görüşleri yansıtan üç e-postayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Hepimiz aynı şekilde düşünsek dünya ne sıkıcı bir yer olurdu değil mi?
İyi kızlar cennete
İzmirli kadınlar ne derse desin. İzmir’i bilen herkes bilir ki İzmir’in denizine ve kızına güven olmaz. Her memleketin iyi kızı, kötü kızı vardır ama İzmir’deki gibi yüksek bir yüzdeyle erkekleri süründüren bir bayan nüfusunu hiçbir yerde bulamazsanız. Gerçekten çok ilginç bir şey ama İzmir’in kadını resmen erkekleri süründürmek için yaratılmış. Aslında çoğu da bunu dert etmiyor. Çünkü ne demişler iyi kızlar cennete kötü kızlar her yere gider. Gezmek güzel şey (Özgür Yıldız)
Yorum: Galiba İzmirli kadınlar için en önemli şey. Onlar ‘aşk’ için yaşıyorlar. Bu nedenle de böyle bir imaja neden oluyorlar. Aşk denilen şeyin de içinde ‘sürünmek’ varsa İzmirli kadınlar ne yapsın.
Hoppalığın memleketi olmaz
İki haftadır itiraf.com’dan alıntıladığınız itiraf ve üstüne yaptığınız yorumları şaşkınlık ve öfkeyle okuyorum. Tahmin edeceğiniz üzere İzmirliyim. Şimdiye dek İzmirli kadınlarla ilgili yapılan ve yazılan yersiz ve saçma sapan şakalara alınganlık göstermeyip kıskançlık ve çekememezlikten kaynaklandığını düşündüm. Ancak siz ve size tahsis edilmiş köşede, saygı duyulan ve fikirlerinizi ciddiye alıp takip eden çok sayıda insan tarafından okunuyorsunuz. Dolayısıyla bu konu şakalaşmanın da ötesine gitti.
İtiraf.com’da itiraf yazan arkadaşlar kayıt olurken ikametgah belgesi göstermezler. Yani Konyalı ya da Erzurumlu bir vatandaş şehir kısmına İzmir, ya da İstanbul, ya da Ankara yazabilir. Yazılan itirazların gerçek olduğu da şüphe götürür. Çok absürd olmayan, okunanı eğlendirecek ve moderatörün uygun olduğuna karar verdiği her itiraf yayınlanır.
‘İzmirli’ bayan tiplemesi siz ve sizin gibiler tarafından uydurulmuştur. Sadakatsizliğin, namussuzluğun, hoppalığın ya da hafifmeşrepliğin memleketi olmaz. Böyle bir istatistik yoktur, genelleme yapmak doğru değildir.
İtirafa yazdığınız yorum, esprili olmaktan çok uzak, kırıcı ve sevimsizdi. Rahatça kullandığınız köşenizde lütfen bu sefer biz İzmirli kadınlardan, eşlerimizden ve ailelerimizden özür dileyin. Zira eşim de bu konuda en az benim kadar öfkeli. Sizin bu yersiz yakıştırmanız yüzünden biz kendimizi savunmak ya da gurur duyduğumuz memleketimizden dolayı ezik hissetmek zorunda değiliz. Saygılarımla (Selin Demirhan).
Yorum: Gereksiz yere alınganlık yapıyorsunuz sevgili okurum. Türkiye’nin birçok yöre insanıyla ilgili bu tür basmakalıp düşünceler ağızdan ağıza yayılıyor. Kayserilinin cimriliği, Karadenizlinin öğleden sonra kafasının çalışmaması diğer örnekler. Bunlar insanların küçük örneklere bakarak içindeki ‘aşırı genelleme’ sonucu ulaştığı basmakalıp düşünceler. Burada asla tüm İzmirli kadınlara yönelik bir görüş bildirmediğimi siz benden iyi biliyorsunuz. Hoşgörü her şeyin ilacı.
Bağdat Caddesi’nin çıtır kızları Puma giyer
Bugün Puma ile ilgili yazınızı okuduktan sonra ‘Atıf Hoca iyi saptama yapmış. Kapkaç konusu ile gündeme gelmek bir spor ayakkabı firması için harika bir fırsat olabilir, Puma’cılar niye rahatsız oluyorlar ki’ diye düşündüm. Ama huzurla arkama yaslanamadım. Çünkü birkaç yıldır spor ayakkabı firmalarının ürünlerini sadece hız, çeviklik, dayanıklılık gibi özelliklerle öne çıkarmadıklarını, spor ayakkabıyı modanın bir tamamlayıcı unsuru olarak lanse ettiklerini anımsadım. Bugün Puma ayakkabıyı en sık Bağdat Caddesi’nin çıtır kızlarında görüyorum. Bu arkadaşların spor ayakkabı alırken aradıkları kriterler çok farklı. Kapkaç olayına karışan eğitimsiz kaba saba, doğulu erkek tipiyle aynı marka ayakkabıyı giyme duygusu hoşlarına gitmeyecektir ve bu durum bence markaya gerçekten zarar verecektir. Ne dersiniz? (Mehmet Kıtiki)
Yorum: Burada dikkat edilecek nokta kapkaççıların Puma’yı niye tercih ettiği. Kapkaççılar ‘çıtır’ giyinmek için yapmıyorlar bu seçimi değil mi? Nike’ın şu anda yayınlanan reklamını düşünün. Genç adam niye sosis arabasının peşinden koşuyor acaba?
Büyü’ye gittim, hálá sağım!
Büyü’ye korkmak için gitmedim. ‘Bakalım Orhan Oğuz nasıl bir korku filmi yapmış’ merakıyla gittim. Tahmin ettiğimden daha iyi bir film buldum. Konu oldukça ilginç bir kere. Lanetli bir köy var, bir grup arkeolog kazı yapmak üzere bu köye gidiyorlar. Korku ve gerilim filmlerinden beklendiği gibi grubun üyelerinin başına gelmedik şey kalmıyor. Filmin ilk yarısının temposu çok iyi. Merak içinde bir şey olsun diye bekliyorsunuz. Orhan Oğuz ilk yarıda korku filmlerine özgü klişelerden kaçınsa daha iyi olurmuş. Örneğin çember çeviren kız sahnesini kaç korku filminde gördüğümü ben bile anımsamıyorum. İkinci yarıda filmin temposu hızlanıyor ama tutarsızlıklar ve acemilikler de birbirini kovalamaya başlıyor. En önemli sorun diyaloglar. Çok sıradan, çok günlük, hiçbir derinliği yok. Oysa film Kuran’dan da ayetler alınarak mistik bir havaya sokulmaya çalışılmış. Ama diyaloglar buna izin vermiyor.
Sonra Büyü’nün sonlarına doğru anlamsız kaçış ve kovalamaca sahneleri var. Ceren kaçıyor ama niye, nereye belli değil. Anlamsız yön bulma mücadelesi izleyiciye de yön duygusunu kaybettiriyor. Bir de niye bu kadar göğüs görünüyor filmde anlamak mümkün değil. Birdenbire iki kahramanın büyü sonucu seviştirilmesi de ilgisiz kalmış. Erotik korku diye bir tür mü denendi acaba?
Büyü’de ‘Hocam’ sözcüğünün sürekli tekrarlanması çok rahatsız edici. Üstelik Hoca rolü için de başka biri bulunsa film çok daha iyi olurmuş. İpek Tuzcuoğlu’nun oyunculuğuna gelince... İpek’in oyunculuğunu severim. Büyü’de yine onu izlemekten büyük keyif aldım. Sanırım Tuzcuoğlu gün geçtikçe Türk sinemasına adını daha iri harflerle yazdırmaya devam edecek. Özeti Büyü’ye gitmekte bir sakınca yok. Baştan bazı yapaylıklarını, eğretiliklerini kabul etmek şartıyla...
CUMA LAKIRDISI
Erkeğin cinsel zekası dışarıdan belli olur. Eğer çok zekiyse söylenen şeyi hemen anlıyorsa, espri yeteneği varsa, her şeyin üstesinden gelebileceğine inanıyor ve bunu belli ediyorsa inanın bu adamın cinsel zekası da yüksektir. Çünkü cinsel zeka düştükçe erkeğin kendine güveni azalır, aynı zamanda kadınlar da...
(Marty Klein, seks uzmanı)
CUMA İtirafı
temmuzsıcağı; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 27; İl: İstanbul
Eşimle banyo yaparken sıra onu durulamaya geldiğinde kendimi araba yıkıyormuşum gibi hissediyorum. Hani hortumla tutulan sudan arabanın üzerinden köpükler aşağı aşağı akar ya, aynen öyle. Sonra da böyle düşündüğüm için vicdan azabından eşime sarılıp öpüyorum. Ama bir sonraki sefer aynı hissi yaşamaktan geri de durmuyorum.
Yorum: Aygaz güzeli Süheyla’nın kaynağını bulduk galiba!
CUMA TAKINTISI
Türkiye’nin her yöresinde binlerce lezzet var. Bu lezzetlere sahip çıkmak, yaşatmak lazım. Bu hafta size Eskişehir’den ‘yöresel ev yemekleri’ sunan Kazan Lokantası’nı öneriyorum. Kazan’da Mehmet Necati Kaya, Sivrihisar yemeklerini oya gibi dokumuş. Bamya çorbası, etli tarhana çorbası, erişte çorbası değişik ama çok lezzetli çorbalar. Yemeklerden önerim yaprak sarma, mantı, ev kesimi erişte ve kalem dolması. Tatlılara gelince... Sivrihisar usulü höşmelimi mutlaka deneyin. Sivrihisar baklavası da ağızda dağılıyor. Kazan’ın atmosferi de oldukça otantik. Geleneksel ortamda, geleneksel tatları mideye indirmek çok hoş oluyor. (0-222-233 52 53).
Yazının Devamını Oku