16 Ağustos 2005
Bayram değil, seyran değil, Sezen Aksu Hakan Şükür’den niye makas aldı diyorsunuz değil mi? Ben de bilmiyorum.. Turkcell ‘Kardelen’ konserinin ikinci yarısında Sezen Aksu, her konserde yaptığı gibi seyircilerin arasına daldı. Espriler patlattı. Bazı seyircilerin fotoğraf çektirmesine izin verdi. Bazı izleyicilerle fotoğraflar çektirdi. Bu arada izleyiciler arasında Hakan Şükür’ü ve eşini gördü, yanına yaklaştı. Hakan Şükür’ün yanağından şöyle güzel bir makas aldı. Belli ki Aksu’nun Hakan’a karşı doğal bir sevgisi ve saygısı var. Belki de doğal bir vefa duygusu. Hakan’ın bugüne kadar hem Galatasaray’da hem de Milli Takım’da bu ülke futboluna yaptığı katkılar için.. Sezen Aksu bu.. İnsana ait her duyguyu onun yüreğinde buram buram hissettiğiniz Sezen Aksu.. Sezen Aksu’nun başarısının nedeni de bu.. (Not: Bu arada Sezen Aksu’nun ‘Aaa Alicim de gelmiş’ deyip Ali Saydam’ın yanına koştuğunu, Saydam’ı yanaklarından öptüğünü belirtmeden geçemeyeceğim. Saydam’ın bir zamanlar Aksu’nun imaj danışmanlığını yaptığını belirteyim. Anlayacağınız Sezen Aksu’nun Ali Saydam’a da vefa borcu var..)
Galatasaray Belgeseli nasıl bitmeli
Yeri gelmişken Galasaray camiasının artık bir karar vermesi gerektiğini belirtmek isterim. 100’üncü yıl balosunda Mehmet Ali Birand ve ekibinin yaptığı belgeselin son karesinde Galasaray Lisesi görünüyor ve okuldaki ‘Galatasaray Lisesi’ yazısı ile film noktalanıyordu. İlk bakışta böyle bir bitiriş normal gelebilir. Bana göre değil. Bana göre bu yanlış bir zihniyetin göstergesi.
Galatasaray Spor Kulübü, Galatasaray Lisesi’nden doğmuştur. Galasaray Liseliler büyük ve değerli bir camiadır. Ama Galasaray’ın gücü sadece Galasaray Liselilerle sınırlandırılamaz. Kapalı kapılar ardında Galatasaray’ın küçük, aristokrat bir grubun malı olduğu zihniyetine göre eylemler yapılıyorsa, bu düşünce açıkça yüreğinde Galasaray sevgisini hisseden herkese açıklanmalı.. Herkes de açık açık kimi hangi şartlarda destekleyeceğini bilmeli..
Doğru belgesel ‘bitirişi’ nasıl mı olmalıydı? Benim tercihim Galatasaray belgeselinin Galasaray Lisesi yazısından açılması.. Daha sonra da yüreğinde Galatasaray sevgisi olan milyonlarla bitirilmesi.. Ali Sami Yen’de yüzünü boyayıp ‘Galasaray Galatasaray’ diye inleyen onbinlerle.. Kahvelerde, salonlarda televizyon karşısında ‘Galatasaray Galatasaray’ diye çırpınan yüzbinlerle.. Evlerinde televizyon karşısında ‘Galatasaray Galatasaray’ diye haykıran milyonlarla.. Galatasaray yönetimi sokaktaki milyonları gerçekten sahiplenmediği, onları kulübün gerçek sahipleri olarak görmediği sürece havanda su döver.. Benden uyarması..
En beğendiğim reklam..
‘Şu sıralarda en beğendiğiniz reklam hangisi?’ Yıllardır bana en sık sorulan soru bu.. Şimdiye kadar bu soruya yanıt vermedim. Genellikle ‘Benim beğenilerim önemli değil. Ben biraz bilgi havuzuna dayanarak reklamı analiz ediyor, doğru yanlış, güzel çirkin yönlerini söylüyorum’ şeklinde geçiştirdim. İlk kez bugün Kelebek’te ‘en’ değil ama ‘çok‘ beğendiğim bir reklamı açıklayacağım.. Sıkı durun açıklıyorum. Havuz basket sahası haline getirilmiş. Gençler basket oynuyor, susayınca Sprite içiyor ve bir havuza girmenin verdiği ferahlığa kavuşuyorlar. Havuzdan basket sahası fikri süperrr. Müthiş ‘cool’ bir müzik.. Ortalık serinlikten geçilmiyor. Ben de sabahtan akşama futbol topu, basket topu peşinden koşan, terledikçe susuzluğunu ‘Cola’ ile gideren bir kuşaktan geliyorum. Bu reklam bende ‘retro’ etkiler yaratıyor. Sprite bir ‘Cola’ alternatifi ve bu reklamla ‘Cola’nın yerine oynuyor, duyguları kışkırtıyor: ‘Susuzluğunu dinle Sprite iç’ diyor. Süperrr..
Galatasaray’ın Bülent Korkmaz ayıbı..
Galatasaray’da neler oluyor anlamak güç.. Bülent Korkmaz, Galatasaray’ın ‘sembol’ kaptanı.. Öyle ya da böyle şu anda küskün.. Galatasaray Bülent’e jübile yapacağını söylüyor. Ama Bülent bu teklif daha gerçekleşmeden Fatih Terim’in Milli Takım çağrısını kabul ediyor ve futbolu Milli Takım’ın maçında bırakacağını açıklıyor.. Bülent öyle ya da böyle küskün.. Bülent gibi gerçekten ‘emekçi’ bir futbolcuyu küstüren bir yönetimin iyi olduğunu söylememiz mümkün değil. Kurumlar ‘emekçilerine’ verdikleri değerlerle, onlara verdikleri önemlerle geleceğe miras kalırlar.. Bülent gibi bir futbolcu küstürülüyorsa.. Öyle ya da böyle.. Bülent haksız da olabilir.. Hiç önemli değil.. Galatasaray yönetiminin ‘yönetim’ denilen yarı bilim yarı sanat denilen aktiviteden haberi olmadığı ortada..
Kutlarım..
TRT ‘iktidar ve devlet eleştirisi’ yapamadığı sürece, özel televizyonlar ve radyolar karşısında şansı yoktur. Yok olmaya mahkumdur. Demiröz, TRT’nin ‘eleştirel’ bir kurum olmayacağını bir kez daha kanıtlamıştır. TRT’nin ‘özerk’ olmadığını, hiçbir zaman da ‘özerk’ olamayacağını bize kanıtlayan Şenol Demiröz’ü tüm kalbimle kutlarım.
TRT bir tür resmi gazetedir. TRT’yi bu haliyle 400-500 kişilik bir organizasyon yapısı yönetebilir. Bu nedenle bir an önce özelleştirilmeli, 8- 9 bin kişiye aylık ücret ödeyip T.C’nin kaynakları çarçur edilmemeli.. Bu konuyu işlemeye devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku 15 Ağustos 2005
<B>HÜKÜMETİN</B> Kürt sorununuyla ilgili kamuoyu oluşturmak üzere <B>‘Aydınlarla</B>’ toplantı yapması büyükçe bir ‘<B>Aydın kim?’</B> tartışması çıkarttı. Kendine ‘Aydın’ denenler ‘Biz düşünürüz’ dediler. Bazıları ‘Hayır Aydınsınız’ diye ısrar etti. Bazıları ‘Onlar aydınsa karanlık kim?’ demeye getirdi. Ben de diyorum ki hükümetin toplantı yaptığı kişilere aydınlar değil aktif beyinlilerdir. Hangi konuda? Kürt sorunu konusunda.
Halkla ilişkiler ve kamuoyu kuramı açısından kavrama bakarsak. Kamuoyu oluşum kuramına göre belirli ‘konu’ (Örneğimizde kürt sorunu) üzerinde bilgili ve konuşmaya hevesli insanlar o konuda kamuoyunun oluşumuna yardımcı olurlar. Bu kişilere teknik olarak kamuoyu düşünce liderleri ya da kanaat önderleri (public opinion leaders) adı verilir. (Gördüğünüz gibi en doğru teknik tanımlamayı Ahmet Hakan yaptı.)
İster aydın diyelim, ister kamuoyu düşünce lideri, ister aktif beyinli..Önemli olan ne dediğimiz değil. Önemli olan bu kişilerin kamuoyu oluşturma sürecine sahip oldukları özelliklerle yapacağı katkılar. Neymiş bu özellikler?
Sıralayalım. 1) Konu ile aşırı ilgilidirler 2) Konuyla ilgili ortalama bir insana göre daha fazla bilgilidirler 3) Kitle iletişim araçlarının ilgi odağıdırlar 4) Yeni fikirleri önce alır ve kabul ederler 5) Diğer insanları eyleme geçirme konusunda iyi organizasyon gücüne sahiptirler.
Hükümet 13 kişiyi. İstanbul Tabip Odası Başkanı Gençey Gürsoy’u, bir süre önce İHD’den olaylı bir şekilde istifa eden yazar Adalet Ağaoğlu’nu, İstanbul Barosu eski Başkanı Yücel Sayman’ı, ÖDP Genel Başkan Yardımcısı Hakan Tahmaz’ı, Mazlum-Der eski Genel Başkanı Yılmaz Entarioğlu’nu, gazeteci-yazar Nuray Mert’i, Ali Bayramoğlu’nu, Mustafa Karaalioğlu’nu, Oral Çalışlar’ı, Şahin Alpay’ı, Ahmet Hakan Coşkun’u, Biyanet yöneticisi Tayfun Mather’i ve işadamı Osman Kavalayı’yı Kürt sorunu hakkında kamuoyu oluşturacak ‘düşünce liderleri’ olarak ilan etti..
O halde tartışması gereken şey kimin aydın kimin aydın olmadığı değil. Kürt sorunu açısından söz konusu 13 kişinin kamuoyu oluşturma özelliklerine sahip olup olmadığı.Tabii eğer AKP hükümeti bu 13 kişiyi sadece bir mesaj iletme platformu olarak kullanmamışsa. T.C Hükümeti PKK ile DEHAP’la masaya oturamayacağına göre..Masaya oturacak ve mesajı iletecek bir platform gerekti..
Öyle ya da böyle AKP Hükümetinin çok doğru bir taktikle yola çıktığını düşünüyorum.
Hamdi Akın’da ‘marka’ yaratma potansiyeli var
GEÇENLERDE, kazandığı özelleştirme ihaleleriyle Afken grubunun efsane lideri olma yolunda hızla ilerleyen Hamdi Akın adına TİKAV (Türkiye İnsanlar Kaynakları Vakfı) isimli bir vakıftan aradılar. Ankara’da Süleyman Demirel’in de katılacağı bir panelde ‘sohbet’ toplantısına katılmamı istediler. TİKAV isimli bir vakıftan o güne kadar haberim yoktu. TİKAV’ı Hamdi Akın ve eşi Şafak Akın birlikte altı yıl önce kurmuşlar. Amaç Doğu Anadolu Bölgesi’nde yüksek öğrenim gören maddi olanakları sınırlı gençleri kişisel liderliğe hazırlamak. İlk pilot ile Elazığ seçilmiş. Fırat Üniversitesi öğrencilerinden bir grup öğrenci seçilmiş. Daha sonra programa Van 100.yıl Üniversitesi de dahil edilmiş. Bugüne kadar toplam 78 öğrenci TİKAV bursundan yararlanmış.
Neyi içeriyor TİKAV bursu? Dört yıl boyunca İngilizce ve bilgisayar derslerinin finansmanını. Yaz aylarında Ankara’da verilen ‘bilgi ve görgü arttırma’ eğitimlerini..Gezileri, devlet büyüklerine, bürokratlara, işadamlarına, çeşitli kurumlara yapılan ziyaretleri ve karşılıklı sohbet toplantılarını.
Davet edildiğim ‘sohbet’ toplantısının nedeni de 2005 yılı yaz eğitimlerinin kapanışı idi. Proje çok ilginç bir sosyal sorumluluk projesi idi. Çok hoşuma gitti. Kalktım konuşma yapmak üzere Ankara Hilton Oteli’ne gittim. Süleymen Bey’de oradaydı. Önce bir saat o konuştu. Gençlere ‘yılmadan, bıkmadan, usanmadan’ çalışmalarını Türkiye’ye hizmet etmelerini önerdi. TİKAV’ın burslu öğrencileri ‘Türkiye’nin Irak poltikası dahil’ her konuda birbirinden akıllı sorular sordular. Gelecek kaygıların, iş kaygılarını dile getirdiler. Sıra bana geldi..Farklı olan, becerileri olan, yaratıcı düşünen, çalışmaktan kaçınmayan herkese, köken ayırt etmeksizin herkese Türkiye’de iş imkanı olduğunu anlattım
TİKAV’ın gençlerinin dile getirdikleri gelecek kaygılarından bir kez daha anladım ki işadamlarımız sosyal sorumluluk projelerini mutlaka Doğu Anadolu bölgesine yöneltmeli..Doğu Anadolu’yu dinlemek, Doğu Anadolu’ya moral aşılamak için..
Hamdi Akın’la öğle yemeğinde sohbet ettim. Çok cana yakın, konuşkan, hiper aktif sonuç odaklı bir kişiliğe sahip. Pazarlamaya, markalaşmaya büyük ilgi duyduğunu fark ettim. Akın’da TAV dışında marka ya da markalar yaratma potansiyeli var. Reklamlardan konuştuk. Reklamcıların bazen yazılarıma içerlediklerini duyunca şaşırdı. ‘Neden?’ dedi ve ekledi: ‘Reklamın bu kadar önemli bir şey olduğunu, arkasında çok önemli bir bilgi birikimi olduğunu, reklam ajanslarını küçümsememeyi sizden öğrendim. Reklamcılık sektörü sizin yazılarınızla gözümde büyük prestij kazandı. Niye size içerliyorlar ki? Size ne kadar teşekkür etseler az. Çok önemli bir misyonu yerine getiriyorsunuz. Farkında değiller mi?. ’Ne yanıt vereyim bilemedim.’
Aklını kullan kazı yoldurma
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan ‘özel hastaneler kaz bulduk yolalım yapmasın’ dedi. Ne olacak şimdi? Özel Hastane sahipleri Başbakan’a kulak verecekler ve hastanelerinde çalışan bütün doktorları uyaracaklar: ‘Arkadaşlar bundan sonra hastalara fazla ‘geçirmek’ yok. Öyle zırt pırt emar memar, tomografi memografi istemeyin. Bir idrar bir kan tahlili yeter!’. Hastayı kaz gibi yolup yolmamak hastane sahibinin Başbakan’a duyduğu sevgi ve saygıya kalmış anlayacağınız. Peki denetim? Denetimi kim yapacak? Hastane faturalarını kim denetleyecek? Düşünün biraz. Bingooo!.. Özel sigorta şirketleri. Sigorta şirketlerini özel hastanelerin peşine takın bakın sistem nasıl kendini düzenliyor. Televizyon sahipleri banka sahibi olamıyor. Özel hastane sahipleri niçin özel sigorta şirketi sahibi olabiliyor? Sistemleri yönetmek ‘kazları yolmayın’ demekle olmuyor. Denetlemezsen kaz yolunur. Aklını kullanacak kazı yoldurmayacaksın!
ÇEKİRGELİK
Balın yoksa bal damlayan dilin olsun.
(Anonim)
Yazının Devamını Oku 14 Ağustos 2005
<B>GEÇEN</B> ay TNS Piar bizim için Türkiye kır-kent temsili 2 bin 16 kişiye çok ilginç soru sordu: <B>‘Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül dışında AKP Hükümeti’ndeki bakanlardan aklınız gelen ilk üçünün ismini söyler misiniz?’</B> Sonuç ne çıktı dersiniz? Tahmin ettiğiniz gibi sadece 1031 kişi yani yaklaşık Türkiye’nin yüzde 50’si en az bir bakan ismi anımsayabildi. Geri kalanların T.C.’nin 59’uncu hükümetinin bakanlarından haberi yok.
Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ü dışarıda bırakırsak, en fazla ismi söylenen bakan Devlet Bakanı Abdüllatif Şener (yüzde 31.03). İkinci sırada Adalet Bakanı Cemil Çiçek var. Ama gerçek başarı Ali Babacan’ın. Ali Babacan yeni bir siyasetçi olmasına rağmen ‘Bakanlar Marka Ligi’nde üçüncü sırada (yüzde 26.8).
Son günlerin en çok konuşulan bakanlarından Atilla Koç’u ilk üçte sayanlar ise az, yüzde 6.7 (Atilla Koç’u ‘Uyuyan Bakan’ diye sorsaydık ne sonuç alırdık acaba?) En ilginç sonuç Türkiye’nin yüzde 5.8’inin TBMM Başkanı Bülent Arınç’ı AKP Hükümeti’nin bir bakanı sanmaları. (Bülent Arınç’ın ‘Niye acaba?’ sorusunu kendine sormasında fayda var).
59’uncu AKP Hükümeti’nin bakanı oldukları halde belleklerde hálá hiçbir iz bırakmayan bakanlar da var. En ilginci Devlet Bakanı Beşir Atalay. Beşir Atalay TRT, Anadolu Ajansı, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’nden sorumlu Devlet Bakanı ama ismi akla gelmiyor. İsmi lige girmeyen diğer bakanlar ise Devlet Bakanları Mehmet Aydın ve Nimet Çubukçu. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler ve Bayındırlık ve İskan Bakanı Faruk Nafiz Özak. Hadi devlet bakanlarını anlarım da, ihtisas bakanlığı olup oralarda isim belletememek ilginç!
Sorumluluk da, star da buna denir
PERŞEMBE gecesi Sezen Aksu, Turkcell’in ‘Kardelenler’ projesine destek vermek üzere ‘Açık Hava’da müthiş bir konser verdi. Turkcell’in konser organizasyonu da kusursuzdu Sezen Aksu’nun konseri de. Hatta kısa bir süre önce Lütfi Kırdar’da izlediğim Sezen Aksu Konser’inden daha da müthiş...
Aksu konserde ‘Kardelenler’ projesi yararına satılacak yeni albümünü tanıttı. Birkaç kez Nusaybin’de çekilen klip eşliğinde ‘Kardelen’ şarkısını söyledi. Binlerce kişiye ‘Aç Kardelen aç’ dedirtti, zenginliği paylaşmanın önemini vurgulayıp adeta ders verdi.
Kardelenler Projesi, Turkcell’in yıllardır büyük zorlukları aşarak başarıyla yürüttüğü gerçek anlamda bir sosyal sorumluluk projesi. Doğu Anadolu’da okul çağına gelip okula gidemeyen ‘seçilmiş’ kız öğrencilere üniversite dahil eğitim fırsatı yaratılıyor. Şimdiden yüzlerce kız öğrenci ortaokulda, lisede, üniversitede. Hedef 5 bin öğrenci. Sezen Aksu işte bu projeye beş kuruş almadan sanatıyla destek veriyor. Diğer sanatçılara ‘ nasıl star olunur?’ dersi de....
Turkcell’i ‘Kardelenler Projesi’ni Türkiye’ye yaymak için gösterdiği çabayı kutluyorum. Genel Müdür Muzaffer Akpınar’ı, Kurumsal İletişim Direktörü Zuhal Şeker’i yardımcısı Filiz Karagül’ü. Ve projenin diğer tüm isimsiz kahramanlarını. Bu projenin uygulaması çok zor bir proje olduğunu biliyorum. Binlerce öğrenciyi ana babalarının yanından al, yedir, içir, yatır, onlara göz kulak ol. Zor proje. Ama çok önemli bir proje. Ya gün gelir bu 5 bin kızdan biri başbakan olursa? Türkiye’nin markaları tüm sosyal sorumluluk projelerini Doğu’ya yöneltmeli. Turkcell gibi... Sanatçıları da sosyal sorumluluk projelerine önderlik yapmalı. Sezen Aksu gibi... Bize de işin bir ucundan tutmak kalıyor. Kardelen albümünü alıp Kardelenler’e başbakanlık yolunu açmak gibi.
Türkiye silah ve şiddet istemiyor
HTP Exclusive Araştırma Şirketi, kısa bir süre önce ‘kalitatif araştırma tekniklerinden ‘fokus grup’ tekniğiyle bir siyasi lider araştırması’ gerçekleştirdi. Değişik sosyo-ekonomik katmanlardan seçilmiş 18-45 yaş arası kadın ve erkeklerden oluşan 12 ayrı grupla, her biri üç-dört saat süren tartışmalar yapıldı.
Tartışmaların bir yerinde grup üyelerinin önüne dergilerden, gazetelerden kesilmiş binlerce fotoğraf kondu. Katılımcılardan önce ‘Bir siyasi liderde olması gereken özellikleri’ gösteren fotoğrafları seçmeleri, daha sonra da ‘Bir liderde olmaması gereken özellikleri’ gösteren fotoğrafları seçmeleri istendi.
Görsel seçimler yapıldıktan sonra grup üyeleri ile tartışılarak seçilen görsellerin anlamlarına açıklık kazandırıldı. Daha sonra HTP’nin psikologları seçilen fotoğraflardan ortak özellik gösterenleri ayırdı ve ayrı ayrı yorumladı.
Araştırmadan çıkan sonuçlara göre Türkiye’nin ideal bir siyasi liderde aradığı özellikler şunlar: Mutlu aile, kararlılık, yol göstericilik, duyarlılık, beceriklilik, teknoloji-iletişim yönelimlilik, halka yakınlık, alçakgönülülük, milli değerlere ve geleneklere bağlılık, birlik beraberliğe önem verme, hareketlilik ve zamana saygı.
Türkiye’nin ideal siyasi liderde olmamasının düşündüğü özellikler ise şunlar: Silah, şiddet, lüks, sefahat, gösteriş, beceriksizlik, hayalperestlik, şans, çıkarcılık, mafya, aşırı dincilik.
Türk halkı siyasi liderinin silahla, şiddetle işi olsun istemiyor. Liderinin aşırı dinci olmasını istemiyor. Türkiye ‘ayrımcılıktan’ yana lider istemiyor. Türkiye ‘birlik beraberliğe’ önem veren, kararlı lider istiyor.
Türkiye siyasetine silahla yön vermeye çalışanların, terörü besleyenlerin HTP’nin araştırma sonuçlarına kulak vermelerinde, araştırmadan çıkan fotoğraflara dikkatle bakmalarında yarar var. Türkiye’nin ‘huzurunu bozayım’ derken Türkiye’nin nefretini kazanıyorlar. Bu gerçeği görmeleri için.
Çekirgelik
Ufuklara kadar görüyoruz. Onun ötesini görmeye çalışacağız
(M. Kemal Atatürk)
Yazının Devamını Oku 12 Ağustos 2005
‘Sus! Lütfen sus!..’ İşte, Lori’yi annesi ve babasıyla ilk kez tanıştırmaya götürürken Jeff’in aklından geçen tek şey buydu. Annesiyle babasının Lori’den hoşlanmasını istiyordu, ama o susmayı bir türlü beceremiyordu. Kendini kontrol edemiyor gibi görünüyordu. Susmayı bir türlü beceremeyen insanlar sosyal açıdan uyumsuz kimselerdir. Konuşkanlıkları ilk başta insana hoş gelebilir, ama ilk bir iki saatten sonra kesinlikle bu hoşlukları geçer. Bir lavaboyu nasıl temizledikleri gibi sıradan konuların birinden diğerine atlayarak aralıksız konuşan bu insanları dinlemek aklı başında herhangi bir kişiyi bile deli etmeye yeter. Genellikle karşısındaki kişilerin onlara bir şey söyleyecek zamanlarının olup olmadığına dikkat etmezler.
Bu insanlar çoğunlukla kendi dünyalarına gömülü ve diğer insanların üzerindeki etkilerinden tamamen habersizdir. Hareket tarzları genellikle sorular sormak, sonra da karşısındaki kişiye bir şans tanımadan yanıt vermektir. Sessiz kalamazlar, çünkü sessiz kalmak onların paniğe kapılmalarına ve kendilerini huzursuz hissetmelerine neden olur. Sanki içlerinde kapanamayan bir motor var gibidir.
Kendilerini rahatlatmak ya da yatıştırmak için konuşurlar. Bu onların dikkatlerini yüzleşmek zorunda kalabilecekleri olumsuz meselelere ya da önemli duygulara çevirmekten kurtarır. Bu insanlar kendi konuşmalarını dinlemekten çok hoşlanırlar, bu yüzden kişilikleri açısından çoğu kez narsisistik bir öğe söz konusudur. Başkalarında neden oldukları rahatsızlıktan çok kendi konuşmalarını dinlemenin hazzıyla ilgilidirler.
Çalçeneler telefonu kapatma konusunda güçlük çekerler. Bundan o kadar habersizdirler ki çoğu kez onlara sessiz olmalarını söylemek için çok açık, güçlü bir ses tonu gerekir - telefonu kapatmak bile gerekebilir.
Sürekli gevezeliklerinin başkalarını ne kadar sıktığının farkında değillerdir; bu mesajı alamayacak kadar kendi dünyalarına dalmış durumdadırlar. Kendilerini dinleyenleri sinirlendiriyor olabileceklerine ilişkin sözlü olmayan ya da açıkça fark edilmeyen işaretlere nadiren dikkat ederler. Ancak yüksek, güçlü bir tonla susmalarını söylemek onları bir süreliğine konuşmaktan alıkoyabilecektir. Bu da genellikle yaklaşık yarım saat sürer - kendilerini kontrol etmeleri olanaksız gibi görünür. Konuşmaya, kaldıkları yerden devam etmek zorundadırlar. Fazlasıyla kendi dünyalarına daldıkları için başkaların söylediği sert sözlerden etkilenmez gibidirler. Duyguları incinse bile, kısa bir süre ara verecek ve konuşmaya devam edeceklerdir. Ne kadar olursa olsun onların çevresinde olmak çok yorucudur.
Bu çalçenelerin çoğu kez çocukluk dönemi psikolojik gelişimlerinde bir sorunları olmuştur; bu sorun onların yetişkinlikte bu kadar çok konuşmalarının nedeni olabilir. Bu davranışın açıklaması, çocukların kendilerini başkalarına ve kendilerine sürekli olarak sözle ifade ettikleri üç-dört buçuk yaş arasında görülen bir dil gelişimi evresinde yatar. Bu evrede, çocuklar kendilerine defalarca açıklandıktan sonra bile sürekli niye diye sorarlar. Bunu sadece ilgi çekmek için değil, aynı zamanda konuştuklarını ve yeni gelişen bu dil yeteneklerini ifade ettiklerini duymak için yaparlar.
Yetişkinliğe geçtiklerinde, bu dört yaş gelişim örüntüsüne psikolojik olarak takılıp kalmış olabilirler. Sürekli, konuşmaları terk edilme ve tek başına kalma korkularını uzaklaştırmak için kullanılan bir psikolojik savunma mekanizması olabilir. Başka insanların çevresinde olma gereksinimleri vardır, çünkü umutsuz bir şekilde bir dinleyiciye ihtiyaç duyarlar. Çevrelerinde kimse olmadığında ise kendi kendilerine konuşacaklardır ve bu onlara göre bir sorun değildir.
Psikoterapi, çoğunlukla bu yetişkin çalçenelerin çocukken sürekli tek başına bırakıldıkları olgusunu ortaya koymaktadır. Anne ve babası çalıştığı için kendi başına saatler geçiren ya da anne-baba ve kardeşler tarafından boş verilmiş, psikolojik olarak tek başına olan çocuklardır. Dolayısıyla, kendi boş çevrelerinde kendilerini eğlendirmenin bir yolu olarak aralıksız konuşacaklardır. Başkalarına tutunmanın bir yolu olarak konuşma yeteneklerini geliştirmişlerdir.
Kimi zaman aşırı konuşkanlık uyuşturucu madde kullanımı, zihinsel rahatsızlık ya da nörolojik ve genetik bir sendromla da ilişkili olabilir. Bu yüzden çalçenelerin daha ciddi sağlık sorunları yaşıyor olabileceklerinin farkında olunmalıdır.’
Bu alıntıyı yeni çıkan insanları tanıma üzerine çok ama çok yararlı bilgiler veren Dr. Lillian Glass’ın ‘Ne Düşündüğünü Biliyorum’ kitabından aldım. Glass, bu yıl ikinci baskısı yapılan kitabında, insanları okuyabilmek için dört yol öneriyor. Dört Kod. Konuşma kodu, vokal kod, beden dili kodu ve yüz kodu..Glass diyor ki, ‘Bu kodları öğrenin, hayatta dygusal anlamda tokat yemezseniz. Örneğin Çalçenelerden... Türkiye’de çeneleriyle hayatımıza girip buldozer etkisi yaratanlardan. Çalçeneleri tanıyın diye uzun bir alıntı yaptım. Dedikoducular, daldan dala atlayanlar için Glass’ı okusanız iyi olur.
Ne yaman çelişki
Türk sürücüler olarak en büyük özelliğimiz herhangi bir nedenle öndeki araç en ufak bir gecikme yaşadığında saniye geçmeden ‘zart’ diye korna çalmak. Bir iki dakika değil, saniye saniye... Sabırsızız, aceleceyiz. En ufak gecikmede basıyoruz kornaya. Hatta gecikmenin nedenini bilsek bile. Elimize ne geçiyor? Hiçbir şey. Paşaya kelle götürenler ordusuyuz. Ve ben bu halimize sinir oluyorum. Amaaaa... Bize bir paranın yatırılması ya da bir yere kayıt yaptırılması için iki tarih arası verildiğinde ise bu süreyi sonuna kadar kullanıyor, sonra da kuyruklarda saatlerce sıra bekliyoruz. Bu durumda o ‘korna çalan’ aceleciliğimizden eser kalmıyor. Bu ne yaman çelişkidir söyler misiniz?
Şelale et mangal
Bugün size Bilecek-Bozüyük arası 15’inci kilometrede bir et mangal restoranı önereceğim: Şelale. Sloganı ‘Ziyafete dönüşen mola’ ve ben sloganı haklı buluyorum. Yoğurt ve salatasına diyecek yok. (Geçen uğradığımda sıcaktan yoğurtlar ekşimişti ama bu durumun o güne özgü bir durum olduğuna eminim. Çünkü yıllardır Şelale’de mola veririm. İlk kez böyle bir olayla karşılaştım). Etler her zaman pamuk gibi, üstelik çok da güvenli. İster kendin pişir ister pişirt. Hepsi mümkün. Kenarda akan su da sıcak günlerde hoş bir ferahlık veriyor. Et mangalcılara şiddetle tavsiye olunur.
Çılgın Türkler’in sayısı artıyor
Turgut Özakman’ın Kurtuluş Savaşı’nın öyküsünü mükemmel bir şekilde kurguladığı ‘Çılgın Türkler’ romanının en son 30’uncu baskısını raflarda gördüm. Çok sevindim. Demek ki ‘Çılgın Türkler’ i en az bir 60 bin kişi satın almış. Bu en azından 100 bin kişi okumuş demek. ‘Çılgın Türkler’ bu ilgiyi hakediyor. Hatta daha fazlasını... Diyorum ki, ‘Çılgın Türkler’ adı altında ‘Kurtuluş Savaşı’nı yeni nesle öğretme’ hareketi başlatsak. Sizce nasıl olur? Süper olur. Örneğin bir platform oluştursak, bu platforma siz ‘Çılgın Türkler’i iki kişiye daha okutmak istiyorum diye bir şekilde ulaşsanız. Sizin adınıza iki kitap alınıp istediğiniz iki kişinin adresine gönderilse. Ya sevgilime, anneme, babama doğum günü için hediye etmek istiyorum deseniz. Şak, kitap sevgilize özel çılgın Türk t-şhirt’ü eşliğinde ulaşsa. Ne dersiniz yapabilir miyiz? ‘Çılgın Türkler’ hareketine destek olur musunuz? Önerileriniz var mı? Haydi ele ele verip Türkiye’deki ‘Çılgın Tükler ‘in sayısını arttıralım.
Gevşe, özgür ol sağlıklı ol
Asuman Arslan’ın ‘Özgürlükle Gelen Sağlık’ kitabını okuyorum. Asuman Arslan’ı tanımam. Ama kitabın içinde yazdığına göre relaksoloji uzmanı. Paris’te iki yıl ‘insanları nasıl gevşetirim’ eğitimi almış. Kitabında da ‘Nasıl Gevşenir?’ sorusuna yanıt arıyor. Çok güzel. Hırgür arasında tam ihtiyacımız olan şey. Gevşemek...
Arslan’ın yadıklarına göre ‘relakser’ sözcüğü Latince kökenli imiş ve tutkuların salıverilmesi anlamına geliyormuş. Tıptaki anlamı ise kasların gevşetilmesi. Relaksoloji alanı ise zaman içinde gerdiğimiz kaslarımızın ve hapsettiğimiz enerjinin salıverilmesi demekmiş. Nasıl? Solunum çalışmaları, gevşeme, imgeleme ve dinamik gevşeme ile masajlarla.
Arslan, kitabında gevşetme yönetmelerini ayrıntılı olarak anlatıyor ama önemli olan bunları öğrenmek değil günlük yaşam esnasında uygulayabilmek. Örneğin zor durumlarda burundan soluk alırken göğsü değil karnı şişirmek. Bilgisayarda çalışırken ya da televizyon izlerken bile göz hareketleri yapmak. Ötekiler bizi kızdırdığında hayalgücümüzü kullanıp onları daha sevebilmek ya da iyi düşleyebilmek. (Bu nasıl olacak pek bilmiyorum ama Arslan yapabilirsiniz diyo)
En önemlisi de bağlılıkla bağımlılığı birbirine karıştırmamak. İçindeki özgür insanı dışarı çıkarabilmek. Yani kendine güvenmek. Kendine güveni azaltan noktaların üzerine gidip onların üstesinden gelmek ya da onlarla alay etmek.’Özgürlükle Gelen Sağlık’ değişik bir ufuk açıyor, okumanızı öneririm.
(*) Özgürlükle Gelen sağlık, Dharma yayınları, 2005
CUMA İTİRAFI
Bashkentli; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 27; İl: Ankara
Çok sevdiğim bir yazarın internet sitesinden kitap siparişi verdim. Sipariş bedelini yatırdım. Durumu karşı tarafa bildirdim. Aradan 8 gün geçmesine rağmen ne siparişlerim geldi ne de attığım e-maillere cevap alabildim. Bilinçli tüketici olan bendeniz Tüketiciyi Koruma Derneği’ne ve kaymakamlığa şikayet dilekçesi yazdım. Bir gazetede yazan enişteme durumu anlatıp olayı köşesine taşımasını rica ettim. Eve döndüğümde cep telefonum çaldı. Arayan yazar beyefendiydi. Benim yaptıklarımdan habersiz; gecikmeden dolayı çok üzgün olduğunu, bunu telafi etmek için bana son çıkan kitabını da yollayacağını, ayrıca tüm kitapları tek tek ismime imzaladığını söyledi. Hatta mahcubiyetinden bir de beni evine sohbete davet etti! Tabii yerin dibine geçtim. Hazır yerin dibine geçmişken ben o davete magma üzerinden gideyim bari.
Yorum: Ben en çok bu ‘eve davet etme’ kısmıyla ilgilendim. Yazar beyefendi okurunu eve davetediyor. İyi yöntem valla. Biz niye bilmiyoruz böyle yöntemleri? Biraz gecikme, biraz özür sonra hooop eve davet. Bu yazarlık iyi iş iyi.
CUMA LAKIRDISI
Koşuyolu’ndaki Ristorante Italiano’ya hiç gitmemiştim. Kısmet geçen haftayaymış. Girişteki zeytinyağı ve ekmek menüsü mükemmel. Dana carpaccio enfesti. Ravioli yedim. Daha İstanbul’da böyle bir ravioli yediğimi anımsamıyorum. Çikolatalı ve kaymaklı dondurma tam ağzıma layıktı. Bu hafta sonu Koşuyolu’na uğrayın ve mutlaka bu İtalyan’a takın. Öyle böyle değil mükemmel.
Yazının Devamını Oku 11 Ağustos 2005
Tarkancılar e-posta göndermeye devam ediyor:<br><br> Koyu bir Tarkan hayranı olsam da size bu sefer çok hak veriyorum. Tarkan maalesef son senelerde kendinden bekleneni veremiyor. Tıkandı artık galiba.
Biz ondan daha farklı, daha ses getirecek şeyler beklerdik. Yazınıza sonuna kadar katılıyorum. Böyle zoraki ve basit işler çıkmamalı ondan. Hálá İngilizce kaset çıkacak da, göreceğiz..
Şımardı mı bilmem, çok alçakgönüllü bir imajı var. Ama belli olmaz tabii. Artık kendine gelip ondan beklenen kalitede şeyleri üretse daha iyi olacak.
Tarkan hayranıyım demeye çekinir oldum.. Ben ve birçok kişi böyle düşünüyor artık.. (Neslihan Bağdiken)
***
n Tarkan’la ilgili olarak kaleme aldığınız ilk yazınızı da, bugünkü yazınızı da sonuna kadar haklı buluyorum. Hayranları istediği kadar onu korumaya çalışsın. (Hayran olmak böyle bir şey zaten, toz konduramaz insan)
Tarkan gerçekten şımardı. Tarkan’ı marka olarak düşünürsek, senelerdir izlediği ‘gözden ırak’ stratejisiyle sevilirliğini, bilinilirliğini düşürdüğünü düşünüyorum. Kısacası Tarkan artık gönüllerden de ırak.. Yılda bir kere ortaya çıkarak ya da reklamlarda boy göstererek kendini anımsatma, ‘ben burdayım’ deme çabası çok patetik. Tarkan kendisi kaybediyor.. Sevilebilitesini azaltıyor.. Birilerinin de artık bunu ona anımsatmasının sırası gelmişti.. (Burcu Kurç)
***
n Sağda solda yazarak asgari ücretle geçindiğiniz için, Tarkan’ın kazandığı paraları hazmedemiyorsunuz. Siz kesin Hürriyet Yazı İşleri’nden birinin akrabası falansınızdır. Orada yazı yazdığınıza göre. Madem Tarkan’ın paraları yurtdışına kaçırdığını düşünüyorsunuz, Tarkan’a kadar başka insanların hayatlarını yazın sıkıyorsa! Yurtdışına para kaçıran işadamlarını, çocuklarını yurtdışında okutan ve oraya para akışını da böylece sağlayan Başbakanı yazın! Tarkan’a kadar yazılacak başka biri mi kalmadı? Üstelik Tarkan’ın yaptığı işi beğenmiyorsanız çıkın siz yapın. Gidin Türkiye’yi tanıtın. Biz de sizi alkışlayalım. Yazılarınıza güveniyorsanız, gidin ‘Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanın! Kendinize çekidüzen verin! ‘Herkes önce kendi kapısının önünü süpürsün!’ (Adının açıklanmasını istemiyor)..
***
Tarkan tartışmasını bitirmenin zamanı geldi de geçti artık. Tarkan’ı sevmek başka, Tarkan’ın konumunu tartışmak başka bir şey.. Tarkan’ı ben de seviyorum, dinliyorum ama bu gerçek gözlerimi kör etmiyor..
Dünya starı
Bu arada yeni gelişme! Avea, Tarkan konserini Formula 1’in İstanbul ayağının başlayacağı 21 Ağustos’a getirmeye çalışınca, Tarkan ‘Olmaazzz.. Bu büyük iş, daha fazla para isterim’ diye ayağa kalkmış.. Olacak iş mi bu? Böyle bir davranış ‘Dünya starı’ olmak isteyen birinin davranışına ters düşmüyor mu? Düşüyor..
Böyle büyük bir konseri Formula 1’in başladığı güne denk düşürüp İstanbul’u ayağa kaldırmak Tarkan’a yarar.. Tarkan’ın ‘dünya starlığı’ amacına hizmet eder. Bu gibi durumlarda ‘para’yı ‘makul ölçülerde tutup ‘amaca’ ulaşmak tercih kullanmak gerek. Tabii amaç gerçekten dünya starı olmaksa..
Amaç sadece dünya starı gibi görünmekse, Tarkan’ın yaptığı doğru, ‘Para’ diyeceksin başka bir şey demeyeceksin..
Türkiye’de sorulsaydı
İngiliz Cinsel İlişki Uzmanı Dr. Lenny Kristal’in yaptığı araştırmaya göre kadınların yüzde 57’si bir gecelik ilişki şansını kaçırmayacağını, yüzde 43’ü de kocalarını aldattığını belirtmiş..
Anket sonucuna göre de aldatma eğiliminde ve aldatma rakamlarında kadınlar erkekleri geçmiş.. İngiltere’de 1993’ten beri yapılan araştırmada, kadınların aldatma eğilimi hep artmaktaymış.
Türkiye’de mi? Türkiye’de böyle bir soru sorulmadı. Ama bir sorulsaydı, bir ikincisinde eğilim asla yüksek çıkmazdı. Çünkü ilk araştırma sonucundan sonra kadınların büyük yüzdesi ‘töre’ cinayetine kurban giderlerdi?
Yalan mı?
Danone Türkiye’nin Ereğli’si değil
Danone’nin PepsiCo’ya satılacağı duyulunca, Fransızlar ayağa kalktılar. Çünkü Danone’nin satılması için hiçbir neden yoktu..
Finansal göstergeleri çok iyiydi, Danone çok sayıda ülkede Fransa’yı temsil ediyordu. PepsiCo’ya soruldu. PepsiCo ‘Ne Danone’si, benim haberim yok’ dedi. Ama bu arada Danone’nin borsa değeri yüzde 8.4, yani 5 milyar dolar arttı.
Bunun üzerine, ilgili Fransız makamları haberin kaynağına ulaşmaya çalıştılar. Challenges adlı bir ekonomi dergisine ulaştılar. Bir satırlık bir ‘söylentiye’.. Derginin danışmanı ve köşe yazarı kim dersiniz? Danone’nin CEO’su Frank Riboud’un kız kardeşi Christine Mital.. Mital’in elinde de Danone’nin hisseleri var. Fransız makamları araştırmayı derinleştiriyor..
Ereğli Demir Çelik’in yabancılara satışı ile Danone’nin yabancılara satışını karşılaştıranlara duyurulur. Danone Fransızların Mavi’si, Beko’su.. Satılması için de hiçbir gerekçe yoktu.. Bilmem anlatabildim mi?
Yazının Devamını Oku 9 Ağustos 2005
Beyaz islamcı gazeteciler.. (Bu tanım bana çok garip geliyor. Eskiden islami mislami gazeteci yoktu. Hepsi gazeteci idi.Yaklaşık 30 yılda çevresine islami islami bakan gazeteciler türedi. Sonradan bir de bunların ‘beyaz’ları çıktı.. Biz de ‘Ya gazeteci çevresine nasıl islami islami bakar, böyle din taramalı bakış toplumdaki ‘kutuplaşma’ sürecini hızlandırmaz mı’ diye sorgulamayı bırakıp, ‘islamcı gazeteciler’ deyip geçmeye başladık. Kutuplaşmamız hayra yorula.. Aslında yorulmuyor ama neyse ki kimse farkında değil..)Neyse işte bu islamcı gazetecilerin beyaz türleri Zeki Yamani’yi hem çok lüks düğün yapıp, hem de el değmemiş, pardon alkol değmemiş 30 bin kadeh aramakla suçladılar. Anladığım kadarıyla Zeki Yamani 30 bin alkol değmemiş kadehi alıp düğünü İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin çadırında yapsaydı sorun olmayacaktı. Düğün Çırağan Sarayı’nda yapılınca ‘abartı’ sorun oldu.. Bu durumda ‘tesettür’e bürünüp, Mercedes’lerden, BMW’lerden inmeyenleri de, çocuklarını, Amerika senin İngiltere benim, okutmaktan kaçınmayanları da, süslü püslü kıyafetlerle defile ortamlarını aratmayanları da, hiçbir dünya nimetinden yararlanmaktan kaçınmayanları da eleştirmek gerekmez mi? Yamani hem Çırağan da düğün yapıyor, hem de 30 bin alkol değmemiş kadeh arıyor.. Size ne.. Nerde kaldı inanç özgürlüğü? Yakalarsam The Don’suz..Donla denize girenlere ‘kim sahip çıkmalı, kim sahip çıkmalı’ diye düşünürken aklıma ‘boxer’ donları ile ünlü ‘The Don’ markası geldi. The Don bu fırsatı kesinlikle kaçırmamalı.. Donla denize girmeyi yaşam biçimi olarak seçenlere saldırılırken, The Don asilik yaparsa, bu kesimin gerçek markası olur, satışlarını ikiye katlar. Hatta The Don’a önerim kampanyasını ‘Yakalarsam The Don’suz..’ konseptine oturtması.. Böylece don gitmeyenler de mağdur durumdakilere sırt verip The Don giyebilirler.. Benden önermesi..Tarkan’cılar durmuyor..‘Tarkan Şımarmıştır’ dedim nokta koydum ama Tarkancılar durmuyor. Pazar günü gazetelerin arka sayfalarında Tarkan’ın Avea konserlerinin reklamı vardı. Avea’nın Tarkan kampanyasında yaptığı en iyi iş bu konserler ve bu konser reklamları galiba.. Konser reklamlarında kullanılan Tarkan fotoğrafı oldukça etkileyici.. Kutlarım. Tabii ki yemeyip içmeyip bana e-posta yetiştiren okurlarımı da.. Sizden tek ricam birbirimize kötü söz söylemeden tartışmamız. İnsanları hayvanlardan ayıran neydi? İçlerindeki saldırganı kontrol edebilmeleri.. Öyle değil mi? Güzel güzel tartışalım.. Görüşlerinize de yer veriyorum. Demokrasi ise demokrasi. Daha ne istiyorsunuz? n ‘...Tarkan yaklaşık 8-9 yıldır müzikseverleri ‘İngilizce albüm çıkaracağım, Amerika’yı fethedeceğim’ diye adeta uyutuyor. Görüldüğü gibi bu süreçte Avrupa’nın ücra köşeleri ve Asya dışında herhangi bir şey yapmış değil. Avrupa’nın ücra köşeleri diyorum, çünkü benim için İngiltere müzik listelerine girmemiş bir albüm Avrupa’da başarı elde edememiş demektir. Bugün dünyada müzik sektörünü şekillendiren iki merkez var: Amerika ve İngiltere müzik listeleri! Kimse karşısındakini çocuk yerine koymasın. (Özgür Balmumcu)n ‘...Tarkan tanınmıyor demişsiniz. Amerika’da Türkçe albümlerinin her biri 50’şer bin sattı, Türkiye’de toplam albümleri 10 milyona yakın sattı, Avrupa ülkelerinde klipleri sürekli dönüyor. Sadece Aacayipsin albümü Avrupa’da 700 bin sattı. Dudu Rusya’da 1 milyon sattı. Belçika, Hollanda, Almanya, İngiltere, Fransa’da ‘En Çok Satan İlk 3’ listesine girdi, Tarkan CNN’e konuk oldu ve hedefleri var. Eğitimli olmak demek mailin sonunda ‘edu.tr’ olması değildir.’ (Çağdaş Sabancı)n ‘Tarkan bu ülkenin göz bebeği. Türkiye gibi koşulları zor, müzik dinleyenlerin kıro kıro adamlara para verdiği bir ülkede Tarkan’ı karalamak yerine onun hak ettiği yazılar yazmanızı dilerdim. Tarkan büyük bir yıldız, dolayısıyla şımarmaya hakkı var. Siz de onun gibi yıldız olsanız ne diyeceğinizi, nasıl bir opera besteleyeceğinizi şaşırırdınız. Bu ülkede değer verilmesi gereken insanlara sürekli bir negatif eleştiri, yargılama, aşağılama söz konusu ve bu benim canımı bu aralar fazlasıyla sıkmakta.’ (Tolga Tayfun)
button
Yazının Devamını Oku 8 Ağustos 2005
<B>ETİ</B> bir süredir <B>‘Lezzet Uygarlığı</B>’ sloganını kullanmaya başladı. Kuşkusuz bu slogan bir durup dururken ortaya çıkmadı.<B> ‘Lezzet Uygarlığı’ </B>bir stratejinin ürünü. Eti, tüm ürünlerinin, yıllardır kullandığı amblemine uygun olarak ‘Lezzet Uygarlığı’ sloganı altında ‘Eti ailesinin bir ürünü olarak algılanmasını istiyor. Neden? ’Çünkü Ülker ürünleri market raflarında daha fazla ‘Ülker ailesinin bir bireyi’ olarak algılanıyor, bu nedenle de anlık satın almayı tetikliyor. Eti’nin de yapmak istediği bu...
Eti amacına ulaşmak için önce bir Tv reklamı yayına soktu. Tüm ürün reklamlarının arkasına da ‘Lezzet Uygarlığı’ cıngılını yerleştirildi. Ancak Eti ‘Lezzet Uygarlığı’ sloganı üzerine biraz fazla bastığı için ürün reklamlarının mesajları güme gitmeye başladı..
Tam bu esnada Eti’nin değerlerine ve marka özüne uygun İstanbul Modern’deki Fikret Mualla Retrospektif sergisi sponsorluğu devreye girdi. Eti Tutku’ların üzerine Fikret Mualla’nın yapıtları kondu. Peşinden Rumeli ve Anadoluhisarı Müzeleri Aydınlatma Projeleri başlatıldı. Eti’nin ‘Çok zeki bir şekilde ‘Lezzet Uygarlığı’ konseptinin içini doldurmaya başladığını’ düşünmeye başladım.
Ancak iki hafta önce FSM köprüsünün Asya ayağından geçerken ne göreyim. Eti’nin ‘Aydınlatma sponsorluğunu’ duyuran, sarı fon üzerine basılmış tam üç dev afiş Rumelihisarı’nın duvarlarında oldukça abartılı bir şekilde sallanıyor. Tarihi bir mekanı süsleyen çiğ sarı rengin hakim olduğu üç dev afiş ruhlarda ciddi kirlilik etkisi yaratıyor. Eti’nin iyi niyetli olduğu kesin. Ancak abartı ‘tarihe saygısızlık’ duygusu uyandırıp iyi niyeti gölgede bırakıyor...
Tarihi mekanlara ‘markalama yapılırken ‘her yeri reklam panosuna çevirmişler’ duygusundan kaçınılmalı..Ters teper. Emeklere yazık olur.
Eti ‘Lezzet Uygarlığı’ konseptini anlamlı sponsorluklarla mutlaka devam etmeli. Bu sayede Eti ürünlerinden öte bir kurum olarak algılanmaya başlar, rekabette de avantaj yakalar.
Bir de diyorum ki Eti’nin cart sarı fon rengi, kırmızı logosu ‘Lezzet Uygarlığı’ ile birleşince zıt izlenim mi veriyor. Rahatsızlığı yaratan bu mu? Acaba Eti amblem ve logosuyla sadece bu etkinliklere yönelik olarak gözden geçirilebilir mi?
Elalemin ağzı... Kocaman yüreğim
PO’nun ‘Yurtsever Benzin’ reklamını Opet’in Cem Yılmazlı GiTT reklamına stratejik açıdan tercih etmiştim. Onur Sönmez isimli okurumdan aşağıdaki mesajı aldım:
‘Sayın Bir, bio benzinin çevreci olmasının yanında aracımın motoruna ne derece faydalı bir yakıt olduğu konusunda bir araştırma yaptınız mı? S iz gerçekten bio benzin kullanıyor musunuz yoksa mensubu olduğunuz basın organının bir başka kurumu için yalakalık mı yapıyorsunuz? Bu yazı için ne prim aldınız? Ya da almayı umuyorsunuz? Ben benzinimi PO’nun ucuz benzin yazan istasyonundan alırım. Siz de alın motor için bio benzinden daha faydalıdır.’
Kenan Gürpınar isimli okurum ise olaya daha kafadan girmiş: ‘Aydın Doğan’ın yalakası. İş Bankası’nın hamisi..Ne o lan Hürriyet’te yazıyorum diye Petrol Ofisi’ni mi kolluyorsun. Yurtsever Benzin’miş. Seni Cem Yılmazlar şapsın emi.’
Gördüğünüz gibi eğer Cem Yılmaz’lı OPET reklamı ‘doğru’ deseydim benden iyisi olmayacaktı. PO’nun stratejisi doğru deyince ‘yalaka, hami’ olup şaapıldım. Geçenlerde de sektörde çıkarıldığını duyduğum bir dedikodu karşısında az daha oturduğum yerden düşüyordum.
Avea’nın Genel Müdür’ü Cahit Paksoy’u aramış ve reklam konkurunun bir ajansa verilmesi için ısrarcı olmuşum. Pes! Cahit Paksoy’la ilk kez geçen akşam Galatasaray’ın 100’üncü yıl Balo’sunda tanıştım. Daha önce bir kez ayaküstü görmüştüm ama kim olduğunu gittikten sonra söylemişlerdi. Paksoy’la baloda ayaküstü iki dakika lafladık. ‘Böyle diyorlar’ dedim. ‘Başka Cahit Paksoy olmasın ..’ diye takıldı..
Bir de başka dedikodu var. Atıf Hoca ‘reklam ajansı, medya ajansı’ kurmaya hazırlanıyor. Evet, Türkiye’nin en iyi reklam ajansını, en iyi halkla ilişkiler şirketini, en iyi medya planlama şirketini kurabilirim. Her yıl en az iki üç yabancı şirket bu tür teklifle gelir. Ben de o donanım var. Ama böyle bir niyet, böyle bir hayat amacı yok. Ben öğrenci yetiştirmek, yazarlık yapmak, güzel yazılar yazmak ve bildiklerimi paylaşmak istiyorum. Bildiklerimi öğretmek istiyorum. Benim vizyonunda bu misyonum da bu... Hep de böyle kalacak. Eğer ‘çok para kazanmak’ gibi bir amacım olsa bugüne kadar bana yapılan tekliflere ‘evet’ der, Avea konkuruna da kendim girerdimÖ
Hürriyet’te yazmak kocaman yürek istiyor. Ne denirse densin doğru bildiğinden şaşırtmayacak kocaman bir yürek. Ben de o yürekten var. Merak etmeyin...
ÇEKİRGELİK
Türkiye’ye yabancı sermaye bulma konusunda üzülmeyelim. En azından İran, Suriye,Cezayir ve birkaç Afrika ülkesinden ilerdeyiz.
Emrah Gürkan
Yazının Devamını Oku 7 Ağustos 2005
<B>TNS </B>Piar’ın <B>‘Liderlerin Form Grafiği’ </B>araştırmasının Temmuz 2005 sonuçlarına göre Başbakan <B>Tayyip Erdoğan</B>’da dört aydır devam eden form kaybı durdu. Hatta Erdoğan’ın yaptığı işleri genel olumlu bulanların oranı geçen ay 3 puan artarak 40.1’den 43.1’e geldi. Temmuz ayındaki siyasi gelişmelere baktığımda bu çıkışı hazırlayan çok fazla neden göremiyorum. Aksine AKP ve Erdoğan Temmuz’da biraz suskundu. Demek ki Erdoğan susup otursa, hiçbir yorumda, eylemde bulunmasa daha iyi olacak!
Muhalefet liderlerine gelince. En çarpıcı gelişme ANAP Lideri Erkan Mumcu’daki çıkış. Nesrin Nas ve Ali Talip Özdemir’in formları ANAP liderlikleri sırasında yüzde 5’i geçememişti. Erkan Mumcu iki üç ayda yüzde 15.5 form yüzdesine geldi. Diyorum ya.. Memlekette ünlü stratejisi her yerde çalışıyor. Ünlüysen ve doğru adımları atıyorsan iki adım öndesin.
Ağar ve Bahçeli’nin durumu ise iki ileri bir geri. Ağar çalışınca, görününce form tutuyor. Konjonktür Bahçeli’nin işine yarıyor. Baykal ise küçük küçük form artışları yaşasa da artık iyice altlarda dolaşıyor. Hadi merkez sağda siyasi yığılmaları AKP engelliyor diyelim, merkez solu engelleyen kim? Yoksa merkez sol diye bir yapı kalmadı mı?
Saç cerrahisi in kalp cerrahisi out
Kelebek’te ve Cuma’da geçen hafta İsveç’te olduğumu yazdım. Ama niye İsveç’e gittiğimi yazmadım. Açıklıyorum. Evet, Stockholm’e gittim. Saç ekim operasyonunun yurt dışındaki Mehmet Öz’ü, Dr. Demir İlter’e ‘Doktorcum beni ikna et, ektireceğim. Toplum moplum umurumda değil’ dedim.
Doğru yönteme ikna olduktan sonra, doktora güvendikten sonra niye saç ektirmeyeyim? Kadınlar yaptırınca silikon, botoks, LPG bilumum gerdirme, çektirme, esnetme kabul edilebilir oluyor da, niye erkekler yaptırınca ‘Bu adam sorunlu galba?’ deniyor. Neden? Gözünüz bozulunca gözlük takmıyor musunuz? Kulağınız duymayınca işitme aleti, ya dişleriniz dökülünce?
Erkeklere buradan sesleniyorum. Çevrenize mevrenize kulak asmayın. Araştırın, eğer saçınızın kurtarılacak durumu varsa göğsünüzü gere gere ektirin.
Dr. İlter 1988 yılından bu yana Stockholm’de yaşıyormuş. 1993 yılına kadar Karolinska Hastanesi’nde plastik cerrahi bölümünde çalışmış. Daha sonra 1993’te kalp cerrahisi bölümüne geçmiş. Ancak kalp hastalıkları tedavisindeki gelişmeler kalp cerrahisine fazla iş düşürmeyince microcerrahideki becerilerini saç ekimi operasyonunda kullanmaya karar vermiş. İlter Kliniği’ni açmış. FUE tekniğinin üstadı Avustralyalı Dr. Woods’dan dersler alıp İskandinav ülkelerinin bu konudaki üstadı haline gelmiş.
Dr. İlter’den öğrendiğime bugün saç ekiminde iki teknik kullanılıyor. İlk teknik FUT, Foliküler Ünite Transplantasyonu (Şerit Tekniği). Diğeri FUE (Foliküler Ünite Ekstraksiyonu). İkisinde de saçın arka bölümünden, saçlı bölgeden saç alınıp saçsız bölgeye ekim söz konusu. Ancak ilkinde saçlar öbek öbek alınıyor. İkincisinde tek tek.
Benim anladığım bu işte tek tek çıkarım ve tek tek ekim yani FUE daha etkili. Çünkü hiçbir zaman saçların eskisi gibi sık ve gür olması mümkün değil. Çünkü 120 bin saçtan 80 bini dökülüyor ve geri kalan 40 binle kalan 80 bin saçın yaptığını yapmak için tasarım ve işçilik gerekiyor. Yani saç ekim doktorunun saç ektiği kafaya özen göstermesi şart!
Yine Dr. İlter’den öğrendiğime göre Türkiye’de şu anda daha çok yapılan operasyon türü (sürümden kazanmak için) FUT. Çünkü seri üretime imkan veriyor. Esas doktor yarım saat uğraşıp, geri kalanı yardımcısına bırakıp, diğer saç operasyonuna geçebiliyor. Böyle bir seri üretimde de saç ekimi başarısız olabiliyor. Sonuçta ortada bir sürü ‘porno yıldızı’ gibi erkek dolaşıyor.
Dr. İlter çok candan, çok dürüst, ağzından bal akıyor. Çiziyor, örnekler veriyor, sayılar veriyor. Merakla dinledim, saç ekme operasyonuna girdim. Siz istediğiniz kadar ‘Keller de çok karizmatik’ deyin, ben saç ektirmeye karar verdim. Eylül’de yine Stockholm’e gidiyorum. Operasyon iki gün sürecek. Hiç öyle düşündüğünüz gibi yüze kan oturma, yüz şişmesi falan yok. 10 gün sonra kafada ekim sonucu oluşan kırmızılıklar geçiyor.
6-7 ay sonra da dönüşüm muhteşem olacak. Kendimi tüm keller adına feda ediyorum. Yaşasın kellere saç ekim özgürlüğü! Yaşasın FUE PLus tekniği!..
Başbakan’ın danışmanlarına uyarı
Galatasaray’ın 100’üncü Yıl Balosu’na Başbakan Tayyip Erdoğan da katıldı ve bir konuşma yaptı. Ama önüne bir kürsü konmadığı için ellerini nereye koyacağını bilemedi, bir ara önündeki ayaklı mikrofona sarıldı, daha sonra ayaklarını büyükçe açtı, sonra biraz eğildi. Niye yalan söyleyeyim bu haliyle koca Türkiye’nin Başbakan’ından çok, orta halli bir lisenin müdürü gibiydi.
Başbakan’ın danışmanlarını uyarıyorum. Kimsenin Türkiye’nin Başbakan’ına böyle bir eziyet yapmaya, onu böyle komik duruma düşürmeye hakkı yok. Başbakan bir yerde beş dakika bile konuşsa, ona bir konuşma platformu sağlanmalı, elini kolunu rahat kullanacağı bir ortam yaratılmalı. Başbakanlığın gücü her ortamda hissettirilmeli. Lütfen dikkat.
Galatasaray para derdine düşünce
Bazı yerlerde okudum Galatasaray’ın 100’üncü Yıl Balosu çoşku içinde kutlanmış. Hangi çoşku? Ben niye göremedim? Sıradan bir havai fişek gösterisi, sonra uzun ve sıkıcı bir müzayede, sonra Mehmet Ali Birand ve ekibi tarafından hazırlanmış, iyi başlayan ama sonra anlam ve duygu yükünü kaybeden bir belgesel, sonra Mireille Mathieu konseri.
Sevgili dostum Sara Koral Aykar kızmasın ama gerçekten soruyorum. Dolmabahçe’de çoşku vardı da ben niye göremedim? Mehmet Ali Birand’ın belgeseli sırasında duygulananlar bir iki ‘Cim Bom’ vızıltısı yaptı hepsi bu. Hem Galatasaraylılar’a ‘Cim Bom’ çektirmek Mireille Mathieu’ya mı kalmış! Çok komikti çok.
Galatasaray’ın Dolmabahçe’deki gecesi Galasaray’a ‘fon’ yaratma gecesi olarak tasarlanmış. Yüzüncü yıl sadece araç gibi kullanılmış. Oysa ‘kutlama’ ön planda olmalıydı..Bir yandan fon toplayacağım bir yandan aristokrat kalayım derken Galatasaray coşkusu kaybedilmiş. Öz kaybedilmiş..
Çekirgelik
Tüm markaların ortak özelliği ‘şöhretleri’dir
(Jeremy Bullmore)
Yazının Devamını Oku