Çalçene sendromu

‘Sus! Lütfen sus!..’ İşte, Lori’yi annesi ve babasıyla ilk kez tanıştırmaya götürürken Jeff’in aklından geçen tek şey buydu. Annesiyle babasının Lori’den hoşlanmasını istiyordu, ama o susmayı bir türlü beceremiyordu. Kendini kontrol edemiyor gibi görünüyordu.

Susmayı bir türlü beceremeyen insanlar sosyal açıdan uyumsuz kimselerdir. Konuşkanlıkları ilk başta insana hoş gelebilir, ama ilk bir iki saatten sonra kesinlikle bu hoşlukları geçer. Bir lavaboyu nasıl temizledikleri gibi sıradan konuların birinden diğerine atlayarak aralıksız konuşan bu insanları dinlemek aklı başında herhangi bir kişiyi bile deli etmeye yeter. Genellikle karşısındaki kişilerin onlara bir şey söyleyecek zamanlarının olup olmadığına dikkat etmezler.

Bu insanlar çoğunlukla kendi dünyalarına gömülü ve diğer insanların üzerindeki etkilerinden tamamen habersizdir. Hareket tarzları genellikle sorular sormak, sonra da karşısındaki kişiye bir şans tanımadan yanıt vermektir. Sessiz kalamazlar, çünkü sessiz kalmak onların paniğe kapılmalarına ve kendilerini huzursuz hissetmelerine neden olur. Sanki içlerinde kapanamayan bir motor var gibidir.

Kendilerini rahatlatmak ya da yatıştırmak için konuşurlar. Bu onların dikkatlerini yüzleşmek zorunda kalabilecekleri olumsuz meselelere ya da önemli duygulara çevirmekten kurtarır. Bu insanlar kendi konuşmalarını dinlemekten çok hoşlanırlar, bu yüzden kişilikleri açısından çoğu kez narsisistik bir öğe söz konusudur. Başkalarında neden oldukları rahatsızlıktan çok kendi konuşmalarını dinlemenin hazzıyla ilgilidirler.

Çalçeneler telefonu kapatma konusunda güçlük çekerler. Bundan o kadar habersizdirler ki çoğu kez onlara sessiz olmalarını söylemek için çok açık, güçlü bir ses tonu gerekir - telefonu kapatmak bile gerekebilir.

Sürekli gevezeliklerinin başkalarını ne kadar sıktığının farkında değillerdir; bu mesajı alamayacak kadar kendi dünyalarına dalmış durumdadırlar. Kendilerini dinleyenleri sinirlendiriyor olabileceklerine ilişkin sözlü olmayan ya da açıkça fark edilmeyen işaretlere nadiren dikkat ederler. Ancak yüksek, güçlü bir tonla susmalarını söylemek onları bir süreliğine konuşmaktan alıkoyabilecektir. Bu da genellikle yaklaşık yarım saat sürer - kendilerini kontrol etmeleri olanaksız gibi görünür. Konuşmaya, kaldıkları yerden devam etmek zorundadırlar. Fazlasıyla kendi dünyalarına daldıkları için başkaların söylediği sert sözlerden etkilenmez gibidirler. Duyguları incinse bile, kısa bir süre ara verecek ve konuşmaya devam edeceklerdir. Ne kadar olursa olsun onların çevresinde olmak çok yorucudur.

Bu çalçenelerin çoğu kez çocukluk dönemi psikolojik gelişimlerinde bir sorunları olmuştur; bu sorun onların yetişkinlikte bu kadar çok konuşmalarının nedeni olabilir. Bu davranışın açıklaması, çocukların kendilerini başkalarına ve kendilerine sürekli olarak sözle ifade ettikleri üç-dört buçuk yaş arasında görülen bir dil gelişimi evresinde yatar. Bu evrede, çocuklar kendilerine defalarca açıklandıktan sonra bile sürekli niye diye sorarlar. Bunu sadece ilgi çekmek için değil, aynı zamanda konuştuklarını ve yeni gelişen bu dil yeteneklerini ifade ettiklerini duymak için yaparlar.

Yetişkinliğe geçtiklerinde, bu dört yaş gelişim örüntüsüne psikolojik olarak takılıp kalmış olabilirler. Sürekli, konuşmaları terk edilme ve tek başına kalma korkularını uzaklaştırmak için kullanılan bir psikolojik savunma mekanizması olabilir. Başka insanların çevresinde olma gereksinimleri vardır, çünkü umutsuz bir şekilde bir dinleyiciye ihtiyaç duyarlar. Çevrelerinde kimse olmadığında ise kendi kendilerine konuşacaklardır ve bu onlara göre bir sorun değildir.

Psikoterapi, çoğunlukla bu yetişkin çalçenelerin çocukken sürekli tek başına bırakıldıkları olgusunu ortaya koymaktadır. Anne ve babası çalıştığı için kendi başına saatler geçiren ya da anne-baba ve kardeşler tarafından boş verilmiş, psikolojik olarak tek başına olan çocuklardır. Dolayısıyla, kendi boş çevrelerinde kendilerini eğlendirmenin bir yolu olarak aralıksız konuşacaklardır. Başkalarına tutunmanın bir yolu olarak konuşma yeteneklerini geliştirmişlerdir.

Kimi zaman aşırı konuşkanlık uyuşturucu madde kullanımı, zihinsel rahatsızlık ya da nörolojik ve genetik bir sendromla da ilişkili olabilir. Bu yüzden çalçenelerin daha ciddi sağlık sorunları yaşıyor olabileceklerinin farkında olunmalıdır.’

Bu alıntıyı yeni çıkan insanları tanıma üzerine çok ama çok yararlı bilgiler veren Dr. Lillian Glass’ın ‘Ne Düşündüğünü Biliyorum’ kitabından aldım. Glass, bu yıl ikinci baskısı yapılan kitabında, insanları okuyabilmek için dört yol öneriyor. Dört Kod. Konuşma kodu, vokal kod, beden dili kodu ve yüz kodu..Glass diyor ki, ‘Bu kodları öğrenin, hayatta dygusal anlamda tokat yemezseniz. Örneğin Çalçenelerden... Türkiye’de çeneleriyle hayatımıza girip buldozer etkisi yaratanlardan. Çalçeneleri tanıyın diye uzun bir alıntı yaptım. Dedikoducular, daldan dala atlayanlar için Glass’ı okusanız iyi olur.

Ne yaman çelişki

Türk sürücüler olarak en büyük özelliğimiz herhangi bir nedenle öndeki araç en ufak bir gecikme yaşadığında saniye geçmeden ‘zart’ diye korna çalmak. Bir iki dakika değil, saniye saniye... Sabırsızız, aceleceyiz. En ufak gecikmede basıyoruz kornaya. Hatta gecikmenin nedenini bilsek bile. Elimize ne geçiyor? Hiçbir şey. Paşaya kelle götürenler ordusuyuz. Ve ben bu halimize sinir oluyorum. Amaaaa... Bize bir paranın yatırılması ya da bir yere kayıt yaptırılması için iki tarih arası verildiğinde ise bu süreyi sonuna kadar kullanıyor, sonra da kuyruklarda saatlerce sıra bekliyoruz. Bu durumda o ‘korna çalan’ aceleciliğimizden eser kalmıyor. Bu ne yaman çelişkidir söyler misiniz?

Şelale et mangal

Bugün size Bilecek-Bozüyük arası 15’inci kilometrede bir et mangal restoranı önereceğim: Şelale. Sloganı ‘Ziyafete dönüşen mola’ ve ben sloganı haklı buluyorum. Yoğurt ve salatasına diyecek yok. (Geçen uğradığımda sıcaktan yoğurtlar ekşimişti ama bu durumun o güne özgü bir durum olduğuna eminim. Çünkü yıllardır Şelale’de mola veririm. İlk kez böyle bir olayla karşılaştım). Etler her zaman pamuk gibi, üstelik çok da güvenli. İster kendin pişir ister pişirt. Hepsi mümkün. Kenarda akan su da sıcak günlerde hoş bir ferahlık veriyor. Et mangalcılara şiddetle tavsiye olunur.

Çılgın Türkler’in sayısı artıyor

Turgut Özakman’ın Kurtuluş Savaşı’nın öyküsünü mükemmel bir şekilde kurguladığı ‘Çılgın Türkler’ romanının en son 30’uncu baskısını raflarda gördüm. Çok sevindim. Demek ki ‘Çılgın Türkler’ i en az bir 60 bin kişi satın almış. Bu en azından 100 bin kişi okumuş demek. ‘Çılgın Türkler’ bu ilgiyi hakediyor. Hatta daha fazlasını... Diyorum ki, ‘Çılgın Türkler’ adı altında ‘Kurtuluş Savaşı’nı yeni nesle öğretme’ hareketi başlatsak. Sizce nasıl olur? Süper olur. Örneğin bir platform oluştursak, bu platforma siz ‘Çılgın Türkler’i iki kişiye daha okutmak istiyorum diye bir şekilde ulaşsanız. Sizin adınıza iki kitap alınıp istediğiniz iki kişinin adresine gönderilse. Ya sevgilime, anneme, babama doğum günü için hediye etmek istiyorum deseniz. Şak, kitap sevgilize özel çılgın Türk t-şhirt’ü eşliğinde ulaşsa. Ne dersiniz yapabilir miyiz? ‘Çılgın Türkler’ hareketine destek olur musunuz? Önerileriniz var mı? Haydi ele ele verip Türkiye’deki ‘Çılgın Tükler ‘in sayısını arttıralım.

Gevşe, özgür ol sağlıklı ol

Asuman Arslan’ın ‘Özgürlükle Gelen Sağlık’ kitabını okuyorum. Asuman Arslan’ı tanımam. Ama kitabın içinde yazdığına göre relaksoloji uzmanı. Paris’te iki yıl ‘insanları nasıl gevşetirim’ eğitimi almış. Kitabında da ‘Nasıl Gevşenir?’ sorusuna yanıt arıyor. Çok güzel. Hırgür arasında tam ihtiyacımız olan şey. Gevşemek...

Arslan’ın yadıklarına göre ‘relakser’ sözcüğü Latince kökenli imiş ve tutkuların salıverilmesi anlamına geliyormuş. Tıptaki anlamı ise kasların gevşetilmesi. Relaksoloji alanı ise zaman içinde gerdiğimiz kaslarımızın ve hapsettiğimiz enerjinin salıverilmesi demekmiş. Nasıl? Solunum çalışmaları, gevşeme, imgeleme ve dinamik gevşeme ile masajlarla.

Arslan, kitabında gevşetme yönetmelerini ayrıntılı olarak anlatıyor ama önemli olan bunları öğrenmek değil günlük yaşam esnasında uygulayabilmek. Örneğin zor durumlarda burundan soluk alırken göğsü değil karnı şişirmek. Bilgisayarda çalışırken ya da televizyon izlerken bile göz hareketleri yapmak. Ötekiler bizi kızdırdığında hayalgücümüzü kullanıp onları daha sevebilmek ya da iyi düşleyebilmek. (Bu nasıl olacak pek bilmiyorum ama Arslan yapabilirsiniz diyo)

En önemlisi de bağlılıkla bağımlılığı birbirine karıştırmamak. İçindeki özgür insanı dışarı çıkarabilmek. Yani kendine güvenmek. Kendine güveni azaltan noktaların üzerine gidip onların üstesinden gelmek ya da onlarla alay etmek.’Özgürlükle Gelen Sağlık’ değişik bir ufuk açıyor, okumanızı öneririm.

(*) Özgürlükle Gelen sağlık, Dharma yayınları, 2005

CUMA İTİRAFI

Bashkentli; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 27; İl: Ankara

Çok sevdiğim bir yazarın internet sitesinden kitap siparişi verdim. Sipariş bedelini yatırdım. Durumu karşı tarafa bildirdim. Aradan 8 gün geçmesine rağmen ne siparişlerim geldi ne de attığım e-maillere cevap alabildim. Bilinçli tüketici olan bendeniz Tüketiciyi Koruma Derneği’ne ve kaymakamlığa şikayet dilekçesi yazdım. Bir gazetede yazan enişteme durumu anlatıp olayı köşesine taşımasını rica ettim. Eve döndüğümde cep telefonum çaldı. Arayan yazar beyefendiydi. Benim yaptıklarımdan habersiz; gecikmeden dolayı çok üzgün olduğunu, bunu telafi etmek için bana son çıkan kitabını da yollayacağını, ayrıca tüm kitapları tek tek ismime imzaladığını söyledi. Hatta mahcubiyetinden bir de beni evine sohbete davet etti! Tabii yerin dibine geçtim. Hazır yerin dibine geçmişken ben o davete magma üzerinden gideyim bari.

Yorum: Ben en çok bu ‘eve davet etme’ kısmıyla ilgilendim. Yazar beyefendi okurunu eve davetediyor. İyi yöntem valla. Biz niye bilmiyoruz böyle yöntemleri? Biraz gecikme, biraz özür sonra hooop eve davet. Bu yazarlık iyi iş iyi.


CUMA LAKIRDISI

Koşuyolu’ndaki Ristorante Italiano’ya hiç gitmemiştim. Kısmet geçen haftayaymış. Girişteki zeytinyağı ve ekmek menüsü mükemmel. Dana carpaccio enfesti. Ravioli yedim. Daha İstanbul’da böyle bir ravioli yediğimi anımsamıyorum. Çikolatalı ve kaymaklı dondurma tam ağzıma layıktı. Bu hafta sonu Koşuyolu’na uğrayın ve mutlaka bu İtalyan’a takın. Öyle böyle değil mükemmel.
Yazarın Tüm Yazıları