Siz daha sorular sorarken onlar bütün cevapları kılıç gibi kuşanmış, takır takır hesap sormak üzere sokaktalar.
Hükümleri kesin; olay bir ‘iş kazası’ değil ‘toplu cinayet’, hem de ‘taammüden’...Sanki adına ‘iş kazası’ dense ortada hiçbir sorun kalmayacak, ihmal ve kusuruyla buna sebebiyet verdiği için kimsenin yakasına yapışılamayacak, suçtan da suçludan da bahsedilemeyecek, üstü örtülüp kapatılmış olacak.
Onun için ‘taammüden cinayet’...
* * *
Suçu belirledikten sonra suçluyu tespit etmekten kolayı ne!
Cinayetlerin birinci dereceden sorumlusu özelleştirme politikaları tabii ki. İdeolojilerine ters ya, hangi taşı kaldırsalar altından çıkıyor.
Taşeronluk sistemine de zıtlar, onu da ekleyin.
Biraz sonra korku ve heyecanla karışık bir deneyim yaşanacaktı, demir bir kafesle yerin altına inecektik...
* * *
Herkes gibi kefen beyazı tulumlardan giydim, ayağıma çizmelerini çektim, başıma fenerli baretlerden taktım, hangarı andıran asansörlerine bindim, Zonguldak’ın Kozlu maden ocağında yerin tam 564 metre altına seyahatimiz başladı.
Diklemesine indiğimiz katmanda raylı taşıma sistemi boyunca kaç galeri geçtik saymadım ama ocağın en ucuna kadar yüzlerce metre yatay yol kat ettiğimiz kesin.
En uç noktada darbeli kırıcılarla kömür çıkarılmasına eşlik ettik, ekmeğini taştan çıkaran adamların azmine ve cesaretine tanık olduk.
Yeraltında ayrı bir dünya kurmuş gibiydiler. Kömür karasına bulanmıştı ama güleçti hep yüzleri, candandılar.
Önemli misafir ağırlıyor olmak dışında onlar için bu yeraltı ülkesinde olağan bir gündü, benim içinse olağanüstü etkileyici...
* * *
3 gün oldu, hadise esrarını koruyor.
Adamımız, magazinciler tarafından görüntülenirken “paniklemiş”.
Eldeki tek somut done, bir fotoğraf karesi. Yorumu size kalıyor artık, hayal gücünüze.
Yaratıcılığınız nispetinde döşenebilirsiniz resim altına, masa başı asparagasçılığına kadar yolu var.
“Ürkek Ceylan” başlığı, sizden evvel kullanıldı yalnız, tekrar olmasın.
* * *
Adam kaçamak yaparken mi yakalanmış, hayır.
Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın olay konuşmasına bir biçimde dahil olan konulara bakın:
1 Mayıs’ta Taksim’e çıkılamaması, Van’daki deprem konutları, engelli sorunları, çevre meseleleri, ASELSAN Roketsan gibi savunma sanayii işleri, Suriye politikası, 30 Mart seçim sonuçları üzerine telkin ve tavsiyeler, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair görüş ve teklifler, iktidarla muhalefete ayrı ayrı yol yordam öğretmek vesaire şeklinde uzayıp gidiyor liste...
Konuşmasında hemen hiçbir madde yok ki Tabipler Odası, Mühendis ve Mimarlar Odası, ne bileyim zamazingo odası gibi münasebetsiz birçok oda da ilgileniyor olmasın.
Kabahat Metin Feyzioğlu’nda değil yani, böyle gelmiş böyle kara düzen gidiyor işte.
* * *
Barolar Birliği ile Tabipler Odası ya da Ziraat Odaları’nın ortak mevzuları, Türkiye ile ABD gibi stratejik ortakların müşterek ilgi alanlarından bile daha kapsamlı.
İdeoloji ortak olunca gerisi geliyor, gıda mühendisi ile makine mühendisi, inşaat mühendisiyle bir olup ceza avukatıyla aynı siyasi gündem ve tavırda buluşabiliyor.
Velev ki dağdakilere gönderilmiş olsun, patlayıcı maddeden söz etmiyoruz.
Mülkiye Kılınç’ın çırpınışlarını başından beri izliyorum. Kucağında 6 aylık ikiz bebekleriyle çekilmiş fotoğrafı sosyal medyada dolaşıyor.
Cezaevine girmesi bu saatten sonra önlenebilir mi, bilmiyorum. 2 yıllık hapis cezası Yargıtay’da kesinleşmiş. Cumhurbaşkanı Gül’e çağrı yapıyor, ama elinden bir şey gelir mi?
2 gün önce Adalet Bakanlığı’nın devreye girdiğini okudum.
Bebekleri biraz daha büyüyünceye dek ceza ertelemesine gidilebilirmiş. Ya da bir umut, ‘kanun yararına bozma’ yoluyla yeniden yargılanması sağlanabilir.
Varsa bir çaresi, ne yapılıp ne edilip bulunmalı derim.
* * *
Ya çare bulunamazsa?... 6 aylık bebekleriyle içeri girecek.
“Acaba bir açığını bulabilir miyiz soruşturması bu. Belli ki suçlama getirilecek, yurtdışından para alıyor gibi...” demişti.
Denetimi “siyasi bir inceleme” olarak niteleyen köşe yazarı, son dönemde gazete ve televizyonlarda hükümeti eleştiren yorumlarından dolayı böyle bir soruşturmaya maruz kaldığını söylemişti.
Sadece büyük holdinglerin hesaplarının incelendiği vergi dairesine çağrılmasına ise hiçbir anlam verememiş...“İlginç olan şu; büyük vergi mükellefleri vergi dairesinde kaydımın olması mümkün değil. Şaka yaptıklarını zannettim. ‘Yani beni büyük ölçekli vergi mükellefi olarak mı kabul ediyorsunuz’ dedim oradaki memura” şeklinde hayretten hayrete düşmüştü.
Keza, kendisine soru yönelten müfettişin elinde bir soru listesi olduğunu da aktarmış ve mübalağasız eklemişti:
“O memurun da tam olarak ne yaptığını bildiğini sanmıyorum. Belli ki eline bir soru listesi verilmiş, o listeden bana tek tek soruyordu. İlkin yıllar önce bir arkadaşıma yaptığım ödemeleri sordu. Müfettişe dedim ki siz aracısınız, belli ki Milli İstihbarat Teşkilatı bu listeyi hazırlamış. Ama burada bir beceriksizlik de var. Yani ben o paranoyak devletin geri geldiğini ama beceriksiz bir şekilde geri geldiğini düşünüyorum. Çünkü Avrupa Konseyi’nden aldığım 100 Euro’yu merak eden şey zeki bir devlet olamaz. Mesela Af Örgütü’ne çeviri yapmışım, 500 dolar para almışım, onu sordular. O kadar komik bir durum var ki, en fazla para transferi 5 bin dolar görünüyor. O da Avrupa’daki Azınlık Hakları Kurumu’na bir rapor hazırlamışım. Onun parası...”
* * *
Efendim, uzun lafın kısası aynı püsküllü bela ben fakirin de başında. Bir gazeteci ve yazı işçisi olduğum bilinmezmiş gibi vergi dairesi tutmuş adresime bir çağrı pusulası göndermiş.
“Kim çok kazandıysa vergiyi de o çok ödedi” demek gelmedi akıllarına.
Maliye Bakanlığı’nın 2013 yılı gelir vergisi rekortmenleri listesi, bu yıl hayret uyandırmış bazılarında. Sanki 2012 listesi çok farklıydı?
* * *
O manşetlerin altında şöyle bir varsayım yatıyor:
Her yeni iktidar gibi, AK Parti de kendi zenginlerini yarattı vesselam...
Yarattıysa neredeler, neden Forbes’un en zenginler listesinde göremiyoruz onları, niye vergi rekortmenleri arasında isimlerine rastlamıyoruz?
Çünkü ‘yeni zenginler’ servetlerini saklıyor ve vergi mi kaçırıyor?
GÜNAYDINLAR olsun; mahpushanelerdeki gazeteci sayısı bir bir eksilmiş, Ahmet Şık’lar, Nedim Şener’ler, Soner Yalçın’lar, Mustafa Balbay’lar, Tuncay Özkan’lar dışarı çıkmış, basılmamış kitabı yargılayan paralel kumpas deşifre olmuş, KCK basın davasında tahliyeler nihayet başlamış, kalemle silahı ayırt etme lüzumuna sonunda uyanmış iktidar ama Freedom House, Türkiye’nin basın özgürlüğü notunu bir derece daha kırıp küme düşürmeyi ancak bütün bu iyileşmelerden sonra aklediyor.
Durumumuz daha kötüyken notumuz daha iyiydi, yukarıdaki isimlerin hepsi içerdeyken bile ‘kısmen özgür’ sayılıyorduk düşünün... Mesele basın özgürlüğü değilmiş yani, yoksa siz daha anlamadınız mı?
* * *
Hale bakın; ‘Şimdiye kadar nerelerdeydin ey Freedom House’ diye soran muhalif yok.
Türkiye’nin, ‘kısmen özgür’ler liginden ‘özgür olmayan ülkeler’ ligine düşürülmesine çılgınlar gibi sevinecek muhalif bir medyası var oysa. Sesleri de hayli gür çıkıyor, sevinçten dört köşeler.
Freedom House ta Washington’dan ses veriyor ‘Özgür değilsiniz’ nidasıyla; onlar da köşelerinden, manşetlerinden, ekranlarından avaz avaz eşlik ediyor ‘Yaşasın, özgür değiliz’ çığlıklarıyla. Bir de özgür olsalar neler çığıracaklar...
Sözcü’sü, Zaman’ı, Bugün’ü, Birgün’ü, Yeni Çağ’ı, Ortadoğu’su, Cumhuriyet’i, Evrensel’i, Sol’u, Aydınlık’ı, Taraf’ı, Yurt’u, STV’si, Kanaltürk’ü, Bugün TV’si, Ulusal Kanal’ı, Halk TV’si, Başkent’i, Mehtap’ı, Fox’u, Artı 1 TV’si ve daha sayamadığım diğer kökten muhalifleri Amerikan medyası sanırsınız, hiç üstlerine alınmadılar.