Yeni bir terim bu, eskilerini çağrıştırsa da herhangi bir gönderme içermiyor onlara.
‘Yorgun rasyoneller’, ilk çıkışlarını 1 Mayıs günü yaptılar. Şişli ve havalisinde görüldüler, daha doğrusu görülmediler, varlıkları öyle fark edildi.
Şişli’den Harbiye üzeri Taksim Meydanı’na uzanan güzergâhtaki eylemci yoklamasına gelmeyince yok yazıldılar.
Fakat ne zoru görünce kaçan uyanıklığı ima ediyor ‘rasyonel’likleri, ne de bu sene Taksim’e çıkmaktan caydıkları için ‘yorgun’ ve yılgınlar.
Yorgunlukları ve rasyonellikleri, başka bir özellikten ileri geliyor.
Dolayısıyla ‘Yorgun rasyoneller’ tabiri, bir yergi değil daha ziyade bir övgü, bir iltifat...
Bir aklını başına alma halini, bir uyanışı ifade ediyor.
Muhit isimlerini değiştirip tekrar okuyun, gerisi aynı:
Radikal sola mensup göstericiler barikat kurdu, ateş yaktı, polise taş ve havai fişeklerle saldırdı. Polis biber gazı, tazyikli su ve copla müdahale etti. Ara sokaklarda anarşist marjinal gruplarla kovalamaca yaşandı...
1 Mayıs’ta ha İstanbul ha Hamburg, pek fark etmiyor. Hamburg’da polisle göstericiler sabahı bekleyemeyip geceden başlamışlar itişmeye, fazlası bu.
* * *
Dün Taksim’de ne olay çıktıysa St. Pauli’de olanlarla hemen hemen aynı.
Sokağı fetişleştiren kızıl romantizm orada da boy gösterdi, burada da.
Devrim hülyası, 1 Mayıs dediniz mi orada da, burada da hortluyor.
Henüz 4 ay ya geçti ya geçmedi üzerinden... Sen Hamburg’un göbeğinde ‘tehlikeli bölgeler’ ilan edip polis terörü estir, yolda yan yana yürüyen 3 kişi gördün mü çevir, üst baş araması yap, canın isterse karakola çek, ‘asayiş sorunu var’ diye keyfine göre takıl... Gak guk diyenin kafasını gözünü yar, yerlerde sürükle, polise mukavemetten kelepçeyi tak, sokakta tantana çıkaran babanın oğlu olsa gözünün yaşına bakma... Sonra kalk gel ODTÜ’de polisin gösterileri bastırma yöntemlerinden şikâyet et, Türkiye’deki gelişmelerin seni korkuttuğunu söyle...
* * *
Bugün 1 Mayıs gene, emekçi bayramı kutlamalarının yanı sıra geleneksel polis-gösterici meydan muharebesi günü.
Böyle bir günde herkesin gözü Taksim’deyken ben Hamburg’a bakıyor olacağım:
Alman polisi ‘aşırı solcu’ bulduğu göstericilere meydan dayağı çekecek mi? St Pauli’de turistlerin şaşkın bakışları altında eylemcileri kovalayacak mı? Gaz, su ve cop üçlüsünü ‘yer misin yemez misin’ mealinde konuşturacak mı yine?
Her yıl göstericilerin burnundan fitil fitil getiren Hamburg polisi, belki bu kez Cumhurbaşkanı Gauck’un yüzünü kara çıkarmaz, kim bilir...
Yok, tersi olur da şiddet sevdiklerine kanaat getirilen vandallara göz açtırmazsa Alman TOMA’lar, ekselansları Gauck yerine bu sefer benim korkularım azacak.
30 Mart’ta Tayyip Erdoğan’ı devirmeye güç yetiremedi ya, Cemaat’e de ‘kâğıttan kaplan’ diyorlar.
Meğer gücünü çok abartmış, siyasi bir karşılığının olmadığı görülmüş vesaire...
Arkasına saklanıp Cemaat üstünden ateş edenler onlar değildi sanki.
Önce gölgesinde iş gördüler, Tayyip Erdoğan’a karşı kullandılar, şimdi de kâğıt peçete gibi buruşturup atıyorlar bir kenara.
Üstlerine yapışıp kalmaması için başarısızlığı, her defasında bir başkasının sırtına yüklemek zorundalar, klasik taktik...
Sırada New York Times var. Editörleri, ortak bir metinle Twitter’a, “Türkiye’ye boyun eğme” çağrısı yaptı dün.
Gönüllerinin yeni kaplanı artık New York Times...
Sandığın sokağa, Facebook ve Twitter’a galebe çalmasını kabullenemeyen bir düşüncenin yan ürünü diyelim...
Sandığın tek başına bir anlam ifade etmediğine, gerçek demokrasilerde sokağın da, Twitter’ın da en az sandık kadar ağır bastığına inanan enteresan bir fikre dayanır.
Yani birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Sandık, sokak ve Twitter birbirine eşittir güya...
***
Ya tersi olsa, sokak ve Twitter sandığa, yani sayısal çoğunluğa galip gelseydi?
Ya Erdoğan çıkacak ya Erdoğan çıkmayacak da Gül kalacak...
Sağdan saysan aynı, soldan saysan aynı, olasılıklar bundan müteşekkil.
Ara ara ‘Deneme bir iki’ mahiyetinde kafa gösterip çekilen Haşim Bey’ler tuzu-biberi işin. Ya tutarsa hesabı...
Değilse esas kişiler sabit, o spekülasyonların ucu kapalı. Ucu açık spekülasyonlar da hep aynı iki isim etrafında dönüyor.
Kombinasyonlarını çıkar, permütasyon hesaplarına vur, sonuç değişmiyor.
Ya-ya durumu: Ya o çıkacak ya diğeri kalacak...
Şu tür versiyonlara imkân var tabii: Ya Erdoğan çıkmaz veya Gül kalmazsa varyasyonları...
Ne savcı ne hâkim kararı aranmış, keyfe keder dinlemişler.
Bazı isimler de saydı kaynağım. Mesela bir düşünce kuruluşunda çalışan uzman, ev kadını olan eşiyle birlikte maaile kayda alınmış. Takibe takılan daha kimler var kimler...
Skandal, polisteki ‘paralel yapı’ soruşturması sırasında ortaya çıkmış, yakında kamuoyuna da yansırmış detayları.
* * *
Ali Bulaç, yazarı olduğu Zaman gazetesine bir röportaj verdi. Diyor ki bunların hepsi NATO’nun marifeti.
Türkiye’yi, tepeden tırnağa NATO dinleyip şantaj kasetlerine çekmiş. Bir planı varmış, sırası geldikçe bu dinlemeleri kaset kaset, tape tape ifşa ediyormuş.
Aynen şunu söylüyor:
Kaçının adını hatırlıyorsunuz peki?
50 küsur yıllık mahkeme, 18. başkanını görüyor. Zorlasanız zorlasanız iki ya da en fazla üçünün ismini sayarsınız, dördüncüsü çıkmaz.
İkisinden biri muhakkak Yekta Güngör Özden’dir; 90’lı yılların resmi ideoloğu, haşarı siyasetin çatık kaşlı sınıf hocasıydı, unutulmaz.
Diğeri de Ahmet Necdet Sezer’den başkası değildir. Özgürlükçü görünerek aradan sıyrılıp kapağı Köşk’e atmasaydı adını bile anmazdı kimse.
İkisi de popülaritelerini, başında bulundukları mahkemenin kararlarından çok siyasi çıkışlarına borçlu.
İkisi de sadece kararlarıyla konuşmadılar. Söylevleri, mahkemelerinin de kararlarının de önüne geçti.
Son dönem demeçleriyle Haşim Kılıç da adını, Anayasa Mahkemesi’nin unutulmaz başkanları arasına mı yazdırmak istiyor?