Ortadaki kanlı bilançonun suçlusu hükümettir. Sert dilini usulca yere bırakmalı, sokakları ve asayişi devrimci örgüt kuvvetlerine derhal terk etmelidir.
***
Dediğim gibi en yüksek sorumluluk bilincini buldum, Amerika’lardan gazel okuyorum.
“Kobani düşebilir, kurtarma önceliğimiz Kobani değil petrol rafinerileridir” diyen ABD Dışişleri Bakanlığı’nın gaflar prensesi Jen Psaki’si gibi bakıyorum kendi sokağıma...
Hani “PKK da IŞİD de terör örgütüdür ama bizim için öncelikli tehdit IŞİD’dir, PKK değil” diyen pişkin Psaki gibi...
Çok acayip bir iletişim stratejisi izledi. Partisi HDP’nin, Kobani için eylem çağrısıyla şiddet eylemlerine davetiye falan çıkarmadığını söyledi.
Ama 23 kişi akla hayale gelmez yöntemlerle, mesela 3. kattan atılarak, mesela yakılarak, mesela kafası taşla ezilerek öldürülmezden önce neden bu şiddeti durdurmak için bir çağrı yapmadıklarını söylemedi.
Yine, yağma ve talan olaylarının dışarıdan gelen provokatörlerce gerçekleştirildiğini, hakeza silah sıkanların da büst ve bayrak yakıp yıkanların da provokatörler olduğunu bir kez daha ifşa etti.
Ama içindeki insanlarla birlikte marketleri ateşe veren, benzin istasyonunu taammüden havaya uçurmaya girişen, halk otobüslerinin yanında Kızılay ambülanslarını yakan, okul ve belediye binalarını gözünü kırpmadan tutuşturan sokak vahşetini, yağma ve talan olaylarını, görülmedik vandalizm ve barbarlık örneklerini bir kelimeyle olsun kınamayı unuttu. “Bütün kalbimle lanetliyorum, Allah belalarını versin” diyemedi.
* * *
Birileri
Amaç, Kobani müdafaasını kullanarak örgüte meşruiyet sağlamak; bölgesel bir silahlı aktör olarak kabul görme meşruiyeti. IŞİD harbinde, Türk ve Amerikan kuvvetlerinin silah arkadaşı, omuz omuza çarpışan müttefik gücü olma meşruiyeti...
Yoksa, “Hava harekâtı yetmez, gelin karadan da girip IŞİD’i vuralım” diyen bir Türkiye’yi, PKK niye terörize ederek karıştırsın?
Maksat, Türkiye’yi “Ne IŞİD ne PKK” siyasetinden caydırmak değilse niye?
* * *
Ankara için IŞİD’le PKK arasında bir fark yok, ikisi de terör örgütü. Genelkurmay’ın dünkü açıklaması, PYD’yi de PKK’nın uzantısı olarak bu kapsama sokuyor.
HDP’nin ise buna itirazı var. IŞİD’e karşı savaşan PKK ve PYD ile IŞİD canisinin bir tutulamayacağını söylüyorlar.
Eşbaşkan Selahattin Demirtaş’ın nazarında, bayrak yakma ve Atatürk büstü yıkma olayları aslında birer provokasyon. Batı’dan Doğu’ya, yani CHP ulusalcılarından PKK sempatizanlarına gidecek desteği kesmeye yönelik provokasyonlar...
Neyse ki bir galiz küfür altyazıdan çıkarılınca sulh yolu bulunmuş da festival kurtulmuş.
Bu yapay krizlerin, bu düzmece sansür alarmlarının, bu sahte çıngarların tekrarını önleyecek bir teklifte bulunacağım festival idaresine.
Evvela, sansür çığırtkanlığını geçim kapısına çeviren, sanatı siyasallaştıran istismarcılara festival jürisinin kapıları tamamen kapatılsın artık.
Halihazırda, içeride ayrı dışarıda ayrı olmak üzere ikili oynayarak krize yol açan belgesel ön jürisi de derhal festivalden atılsın...
İkinci ve kalıcı tedbirimse şu; Cannes film festivalinin ulusal boyutu mu var Allah aşkına. Altın Portakal da uluslararası bir festival olarak yoluna devam etsin.
Bütün bu küçük ayak oyunları, dar alanda siyasi paslaşmalar, bu ucuz kahramanlık numaraları hep festivalin ulusal ayağından çıkıyor. Zaten bir kerametini de görmedik şimdiye kadar, boş teneke gürültüsünden başka ne kattı sinemamıza! Yekten iptal edin, herkes rahatlasın...
* * *
Bahse girerim, içten içe hayıflanıyorlardır. “Tüh ya, kırk yılın başı işe yarar bir malzeme yakalamıştık, üstünde ne güzel tepinecekken bak, elimize ayağımıza dolandı yine, ters tepti kör talihimiz” diyorlardır...
* * *
İçimizdeki Amerikalılar, Türkiye’nin Suriye politikasını yanlış çıkarmak için çırpınıyor, ABD’ninkini değil.
“Bizi örteceğinize kendi nefsinizi terbiye edin öküzler” şeklindeki cümlesini ben bilakis sevimli buldum.
Hasan Kaçan’ın unutulmaz çizgi karakteri ‘Eşşek Herif’ kadar şirin ve fırlama. Tırmalamıyor, gıdıklayıcı. Patavatsızca ama saygısızca değil...
Sorunlu bir tarafı varsa o da, edep sınırlarından çok inanç hassasiyetlerini zorlaması.
Ucunun nerelere dokunacağı hesap edilmeden, ‘boğaz dokuz boğum’ denmeden, ‘iki düşünüp bir konuş’ kaidesi iplenmeden, velhasıl yeterince tartılmadan sarf edilmiş özensiz ve bayağı sözler.
* * *
Sivri dilinden bahsediyorum tabii, içeriği ayrı bahis. Orada farklı düşünüyorum, esastan itirazım var söylediği şeye.
IŞİD melanetini palazlandırmada aslan payı, Irak’ın mezhepçi eski Başbakanı Maliki’ye düşer elbette. Ama hemen arkasından da ABD gelir. Maliki’nin Sünni Arap aşiretlerini ayaklandıran Şii tutuculuğuna ve zorbalıklarına bile bile göz yumduğu için. Ona da şüphe yok.
Obama ve ekibi, Musul şokundan sonra, bütün suçu Maliki’nin kayırmacı ve ayrımcı politikalarının üstüne atıyor. IŞİD’e Irak’ta zemin kazandıran Sünni öfke patlamasının müsebbibi diye...
Peki Suriye’deki zeminin sorumlusu kim, müsebbibi yine Maliki mi?
* * *
İtiraf mevsimi açıldı, her gün birbirinden parlak yeni ifşaatlar geliyor.
15 bin civarında hâkim ve savcı, yüksek kurula 10 asil ile 6 yedek üye seçmek için oy kullanacak.
İş şuna geldi; Cemaat tipi bir yapının HSYK vasıtasıyla yargı üzerinde kurduğu kontrol kırılabilecek mi, kırılamayacak mı?
* * *
Yargıdaki ‘Cemaat tipi vesayet düzeni’nin bozulmasını istemeyenler var, sır değil. Ama bunu açıkça savunamıyorlar.
Onun yerine, bir hinlik buldular.