Fakat dediler ki ortalık Star ve Akşam gazetelerinin tepesindeki tasfiyeyle çalkalanırken senin susman yanlış anlaşılıyor.
Mesele Mustafa Karaalioğlu, Yusuf Ziya Cömert ve Mehmet Ocaktan gibi muhafazakâr medyaya büyük emeği geçmiş yöneticilere reva görülen hoyratlık meselesi...
* * *
Görevden alınan üç isim de yakın arkadaşım, gazetecilik geçmişlerini, verdikleri fikir mücadelesini, hayata karşı duruşlarını bilirim. Maaşlarından başka kaybedecek hiçbir şeyleri yoktur. Onu da fikren yanında durdukları iktidarın nimetlerine borçlu değiller, AK Parti’den önce de yönetici maaşı alıyorlardı.
Şık olmayan bir yolla, bir güç gösterisiyle teşhir edilerek, yani göstere göstere görevden alındılar...
O yazıya dava mı açıldı şimdi!...
17 Aralık operasyonunu yürüten savcı Celal Kara, 24 Aralık tarihli yazımla ilgili suç duyurusunda bulunmuş. Takipsizlik kararı verilince de itiraz etmiş ve bu kez 10. Ağır Ceza Mahkemesi, hem de ağır ceza savcısının aksi görüşüne rağmen kabul etmiş. Başlamış bile yargılanmam, ikinci duruşmaya şahsen gitmem gerekiyormuş...
* * *
Nasıl inanayım?
17 Aralık soruşturmasının tapelerini meydan meydan dolaştıran CHP.
Hayır, salgın hastalıklarla biyolojik silah deneyleri arasında bağ kuran biyolojik savaş komploları üzerinde yoğunlaşmayacağım.
Afrika’nın bir katliam mikrobu geliştirme laboratuvarı, Afrikalının da kurban seçilmiş bir kobay, geleceğin kitle imha silahlarınınsa özel tasarım ölümcül virüsler olduğu teorisine mesafeliyim.
Böyle riskli bir seyahati, fantastik bir temayla ziyan etmeye niyetim yok...
Askeri bilimkurgu senaryolarıyla kafayı bozacağıma, hastalıklı sulara açılacak her gemi adamının yaptığı gibi yaptım. Karaköy rıhtımındaki sahil sağlık merkezine gidip askeri olmayan sivrisineklerin yaydığı risk ve tehditlere karşı korunma bilgileriyle önleyici ilaçları edindim, efendi efendi aşı donanımımı güncelledim, kafam rahat, Allah’a emanet geziyorum.
Peki ne midir kendime verdiğim görev? Ne alengirli ne esrarengiz... Hakiki ‘müstemleke aydın’ı neye benzer, doğal ortamına gelmişken gözlemlerde bulunacağım.
* * *
Türk grafik mizahının son 10 küsur yıldır saplanıp da içinden çıkamadığı müşkülat budur.
Bu konuda nihayet cesur bir çıkış geldi. Penguen çizerlerinden Erdil Yaşaroğlu, yeni bir içtihatta bulundu.
Buna göre, kaba söz ve galiz küfür ha ses formunda, ha yazı, ha çizgi formunda dile getirilmiş, hiç fark etmiyor.
Küfür çizgi şeklinde de olsa küfürdür, hakaret grafikle de gösterilse hakaret...
* * *
Sağ olsunlar, farkındalık geliştirmeye büyük katkıları var, o sitelerin düşünce üzerindeki polisiye hizmetleri inkâr edilemez, beni kendime getirdiler.
Köşe komşum Ertuğrul Özkök gibi, “Söyle bakalım o zaman, Tayyip Erdoğan dün öğlen ne yedi” düzeyinde bir cevabı, onlar olmasa nasıl üstüme alırdım.
Malum, Erdoğanların aynı apartmanda komşusuydum, ‘Kiracılıklarını yakinen bilirim’ dediğim için, muhterem komşum ‘O halde kira kontratlarını ibraz et bakalım’ demeye getirmesin miydi!
Ekrem Bey’de de heyheylenme düzeyi bu...
* * *
Sert mi oldu biraz? Hadi yumuşatıyorum, harcatmak değil de bizimkileri yabancılara puanlatma merakı diyelim, ne farkı varsa...
Ve bizimkilere bir kırık not daha verdirmek için, ayağımıza her biri altın kıymetinde iki fırsat geliyor. Biri Vatikan devletinin başı Papa Francis, diğeri de ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden.
* * *
Papa bu ay, Biden ise bu hafta içinde teşrif ediyor...
100 yılda bir, bir kasım ayının bu kadar yakınından ya geçer ya geçmez böyle yıldız ziyaretçiler. Hazır çakışmış üst üste, çifte kavrulmuş fırsattır, kaçmaz.
O röportajda, Cemaat oylarının Güneydoğu’da BDP’ye gittiğini alenen ikrar ediyordu...
Bunu, sansasyonel bir itiraf olarak da alabiliriz. Çünkü Cemaat çevrelerinin ısrarla inkâr ettiği bir yakıştırma, ilk kez etkili ve yetkili bir isim tarafından doğrulanıyor.
Fakat ciddi bir yankısı olmadı bu itirafın.
Yine Van’da, kanlı 6-7 Ekim provokasyonu sırasında çekilen şoke edici görüntüler yayınlandı.
Bir polis panzeri, PKK militanlarının yaktığı bir aracın üstüne, park halindeki iki sağlam aracı itiyordu. Olayları büyütmek için...
Sansasyoneldi, ama hak ettiği yankıyı bulamadı bu görüntüler de.
Demek ki BDP-Cemaat yakınlaşması satın alınmış çoğunlukça, kanıksanmış. Ekrem Bey’in itirafı, küçük çaplı bir çalkantıya bile yol açmadı.
Komşuluk hukuku nedir bilirim, kendisine yardımcı olmak benim için reddedemeyeceğim bir insanlık görevine dönüştü.
Özkök’e çapraşık gelen cümle şu:
“Ben başbakanlığım sırasında 12 yıl Keçiören’de kirada oturdum...”Komşum bir anlam veremiyor işte bu cümleye. Yeni konutuna taşınma arifesindeki Cumhurbaşkanı, bununla ne demek istemiş olabilir acaba?...
* * *
Gerçi Erdoğan bu muammayı Hindistan’dan değil Türkmenistan’dan dönerken söyledi ama olsun, o kadarcık kusur komşuma az bile.
Özkök’e yardımcı olmak da sadece köşe komşuluğu hukukunun omuzlarıma yüklediği bir vecibe değil ayrıca.
Aynı zamanda hem o cümlede bahsi geçen binanın eski sakinlerinden biriyim, yani Erdoğanların apartman hayatının birinci elden tanığıyım. Hem de o cümleye ilk ağızdan kulak misafiri olan gazeteciler arasındaydım. Komşumun yere göğe sığdıramayıp ‘A330 efradı’ dediği kişilerden biri...