KARAR verildi; diyalog var ama şimdilik koalisyon yok. Medeni bir işbirliği var ama ortaklık henüz yok.
Aralarında gelişen karşılıklı saygı ve ortak anlayış baki. Dostça ayrıldılar. Restleşmeden bitirdiler. Kapıları kapatmadılar. Ancak karşılıklı nezaket ve ‘açık kapı’ politikasını sürdürseler de istikamet erken seçim...
* * *
AK Parti ile CHP’nin koalisyon girişimi, okyanusu geçip derede boğuldu. Uzlaşmaz denilen onca çelişkiyi uzlaştırdılar, giderilemez denilen onca farklılığı giderdiler, siyaset çizgileri arasında açılan derin uçurumu kapatmaya çok yaklaştılar. Fakat kuracakları ortaklığın süresiyle ilgili vade farkını aşamadılar.
Davutoğlu’yla Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarını dinledim, iki partinin genel merkez koridorlarından sızan fısıltılara da kulak kabarttım, çıkardığım sonuç şu:
MHP lideri, AK Parti ile CHP arasındaki koalisyon sürecine kritik müdahalelerde bulunuyor, stratejik dokunuşlar yapıyor. Şüphem kalmadı, bu koalisyon kurulursa baş mimarlarından biri Devlet Bahçeli olacaktır.
Zamanlaması ve içeriği iyi planlanmış hamlelerle kaytarma yollarını kesiyor, ince taktiklerle yan çıkışları tutuyor. Sürecin gizli kurmayı olarak tarihe geçti bile.
Geçmiş emeğine bakıp şimdi, hemen bugün son bir hamle bekliyorum Bahçeli’den. Davutoğlu’yla Kılıçdaroğlu’nun saat 14.00’teki görüşmesinden önce, başladığı işi tamama erdirecek bir altın vuruş.
* * *
‘Bahçeli bu rolü niye üstlendi’ sorusunun kesin bir cevabı yok.
DAVUTOĞLU-Kılıçdaroğlu görüşmesinden sonra elimizde ne var, bir bakalım.
Yemek mönüsünü biliyoruz, sır olmaktan çıktı. Başbakanlık resmi konutunda kurulan masaya bamya çorbası, zeytinyağlı tabağı, ızgara çeşitleri, salata, kek, çay ve kahve servis edilmiş.
Takriben 4 buçuk saat konuştuklarını da biliyoruz.
Büyük ihtimalle karar oturumu olacak demiştim. Uzatmaya kaldı, karar vermek için perşembe günü tekrar oturmaya karar verdiler.
Sonrasında yapılan açıklamalar, ha kuruldu ha kurulacak, sanki bir AK Parti-CHP koalisyonuna ramak kalmış duygusu uyandırdı.
Kara bulutlar dağılır, güneş açar gibi oldu birden. Karamsarlık yerini iyimserliğe bıraktı, beklenti yükseleceği yere kadar yükseldi ama düne göre bugün koalisyon ihtimali daha da güçlendi mi? Hayır...
Umutlanmak için daha çok nedenimiz yok, gerçekçi olalım. İşin içyüzünü bile bile iyimserlik havası yaymak, toplumdaki ‘büyük uzlaşma’ ümitleri ve hayalleriyle oynamaktır. Başka bir şey değil.
BAŞBAKANLIK resmi konutundaki yemekli oturuma saatler kala yazıyorum. AK Parti Genel Başkanı Davutoğlu, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nu ağırlayacak. Yanlarında istikşafi görüşmeleri yürüten heyet başkanları Ömer Çelik’le Haluk Koç da yer alacak.
Fakat 4 kişilik o masada ikram edilecek mönüyü kestirmek, çıkacak sonucu kestirmekten daha zor. Ne konuşacakları, ne yiyecekleri kadar bile sır değil.
* * *
Aşağı yukarı hepimizde bir kanaat oluştu. Koalisyon beklentisi, 7 Haziran’dan bu tarafa en düşük seviyesinde. Yüzdeye vurursak, dünyamıza bir kuyrukluyıldızın çarpmasından çok daha düşük belki de. Artık kaç milyarda birse...
Yine de her şey ihtimal hesaplarından ibaret değil. İhtiyat kapısını açık tutmakta yarar var, tam ‘bitti’ derken bir son dakika sürpriziyle şaşırtırlar mı bizi, şaşırtırlar. Siyaset bu.
Pazartesi akşamı final oturumu var. Davutoğlu ile Kılıçdaroğlu, 35 saat süren istikşafi görüşmeleri bir sonuca bağlayacak. Karar zirvesi artık. Ya anlaşarak el sıkışacaklar ya da eli boş kalkacaklar masadan.
Anlaşırlarsa mı tabanlarına bunu anlatmakta daha fazla zorluk çekecekler, anlaşmazlarsa mı?
Kararlarını en çok bu sorunun cevabı belirleyecek.
* * *
Görüşme notlarının içeriği sızıyor. Uzlaştıkları ve uzlaşamadıkları başlıkların, birleştikleri ve ayrıldıkları yerlerin, aralarında giderilemeyecek çelişkilerin ne olduğu hakkında haberler...
ÇÜNKÜ ‘üst akıl’ istiyor...
Çünkü ‘malum medya’ istiyor (nam-ı diğer bir kısım medya)...
Çünkü ‘İstanbul’da Boğaz’a nazır keyif çatan çakırkeyif yalı sakinleri’ istiyor...
Çünkü ‘bürokratik oligarşi’ istiyor (13 yıldır kökü kazına kazına bitmeyip hâlâ her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsa)...
Çünkü ‘burnu kalkık seçkinci aydınlar’... Çünkü ‘küskün ve öfkeli Beyaz Türkler’...Çünkü ‘endişeli ve biraz da kızgın modernler’... Çünkü ‘elitist İstanbul sermayesi’... Çünkü ‘burjuvazinin kaymak tabakası’... Çünkü ‘İstemezekçü Cihangir ahalisi’... Çünkü ‘Arızaya bağlayan uluslararası komplo merkezleri’... Çünkü ‘Her taşın altından çıkan İsrail ağı’... Çünkü ‘içimizi karıştırmayı oldum olası seven gizli parmaklar’... Çünkü ‘Türkiye’nin büyümesini hazmedemeyen ecnebi devletleri ve onların güdümlü medyaları’... Çünkü ‘beşinci kol faaliyeti yürüten yeraltı santralları ve yerüstündeki ajanları’... Çünkü ‘Entelijansiyamıza hain ve ajan kontenjanından sızmış Batıcılar’... Çünkü ‘içimizdeki İrlandalılar ve İngiliz muhipleri’... Çünkü ‘Osmanlı’yı diriltme ihtimalinden huy kapıp Yeni Türkiye’nin önünü kesme planları yapan Haçlı ruhu’... Çünkü ‘sömürücü faiz lobisi’... Çünkü ‘kumpasçı paralel çete’... Çünkü ‘tertipçi vesayet odakları’... Çünkü ‘yan gelip yattığından bu ülkede bir dikili ağacı bile olmayan CeHaPe zihniyeti’... Çünkü ‘ömürlerinde daha taş üstüne taş koymamış mirasyedi çapulcular’... Çünkü ‘Haso ile Memo’ya tepeden bakan magazin sosyetesi’... Çünkü ‘eli HDP’ye oy vermeye giden Tayyipfobikler’... Çünkü ‘muhafazakâr aile değerlerine düşman serbest yaşamcılar’... Çünkü ‘kim kime, dum dumacı zenginler kulübü’... Çünkü ‘siyasete antidemokratik müdahale için fırsat kollayan zinde güçler, iyi saatte olsunlarcılar ve tüm erketecileri’... Çünkü ‘eski Türkiye özlemi çekenler’... Çünkü ‘arpası kesilen hortumcular’... Çünkü ‘milli iradeye düşman cuntacılarla İttihat ve Terakki artığı komitacılar’... Çünkü ‘sessiz yığınlara artık tahakküm edemeyen azgın azınlıkçılar’... Çünkü ‘eski güzel günlerini arayan rantçılar’... Çünkü ‘yıkılan eski düzenin öcüyle yanıp tutuşan rövanşistler’... Çünkü ‘intikam sırasına girmiş cümle devr-i sabıkçılar’... Çünkü ‘her siyasetten içi de devri de geçmişler’... Çünkü ‘halkının değerlerini aşağılayan aslına yabancılaşmış ne kadar sanatçı tayfası varsa bittamam hepsi’...
Ve daha sayamadığım her neviden mihrak, öcü ve günah keçisi bunu istiyor çünkü.
Türkiye’yi sevmeyen kim varsa AK Parti’nin CHP’yle koalisyon yapmasını istiyor.
MHP’nin parlak bir taktik izlediğine eminim. Yine eminim ki ne istediğini gayet iyi biliyor. Celal Adan’ın isabetle buyurduğu gibi duruşu çok net. O da kafasının ve amacının netliğinden ileri geliyor.
Ancak itiraf ediyorum, ben henüz tam çözebilmiş değilim. Ya söylemi ve politika planlaması biraz karışık ya da şaşırtmaca taktiği de bu planın bir parçası. Amacını süper kamufle ediyor.
* * *
Koalisyona girmiyorlar, kararları kesin.
Ama onlardan hızlı koalisyoncu da yok. Türkiye’nin acilen bir koalisyona ihtiyacı olduğunu söyleyenlerin başını çekiyorlar hatta. AK Parti’yi zorluyor, CHP’ye bastırıyorlar aralarında bir ‘büyük uzlaşma’yı gerçekleştirmeleri için...
HATIRLAYIN; AK Parti’yi CHP’yle koalisyon arayışına iten baş amil, Devlet Bahçeli’nin bizzat kendisiydi. ‘Karşıt görüşlü insanlar birbirleriyle selamı sabahı kesti, rastlaşmamak için artık kaldırım dahi değiştirmeye başladılar, vaziyet kötü, durum düşündüğümüzden çok daha vahim’ mealli uyarılar yapan oydu.
Türk siyasetinin en tehlikeli hastalığına ‘cepheleşme’ teşhisini koymuş, acele tarafından hal çaresine bakılmasını istemiş ve reçeteyi bir kalemde yazıp AK Parti ile CHP’nin önüne bırakmıştı: Toplumsal yarılmanın biricik ilacı, bu ikisinin iktidarı paylaşmak üzere yan yana gelmesiydi. Kutuplaşma dediğimiz habis illete hayat suyu gibi iyi gelecek şifalı iksir buydu...
* * *
Sonuna dek reçetesine sahip çıktı Devlet Bey, teşhisinin arkasında durdu, önerdiği tedavi yönteminde ısrar etti.
İktidara ortak olma şansı CHP’den daha yüksekti halbuki. Çünkü AK Parti, CHP’den çok MHP’yle koalisyon fikrine yatkındı.