Pol Pot'un 'Ölüm Tarlaları'nda neşeli hayat...
Hürriyet Seyahat gezginlerinden Kerimcan Akduman, Güney Afrika macerasında Cape Town, Garden Route, Jeffreys Bay, Rafolatsane, Lesotho'nun altını üstüne getirip, dev balina köpekbalıklarıyla kulaç atarak adrenalinin doruklarına ulaşmıştı. Şimdi de yönünü Asya'ya çevirdi. Kamboçya'da 'Ölüm Tarlaları'nın yanında kurulan aşevini ziyaret etti. Ayrıca Angkor Wat'ı gün doğumunda fotoğraflamak için saatlerce bekledi.
Johannesburg’dan uzun ve konforlu bir uçuş sonrası indiğim Kamboçya’nın başkenti Phnom Penh, beni rutubetli havasıyla karşılıyor. Asya’ya kaotik bir giriş yapıyorum. Hızla bir taksiye atlayıp şehirde kalacağım yere varıyorum. Biraz dinlendikten sonra kendimi sokaklara atıyorum. Şehri keşfettikten sonra telefonuma size daha sonra detaylarıyla bahsedeceğim Ayn’dan bir mesaj düşüyor; Akşam bir barda Selen Gülün konseri olduğunu söylüyor. Beş hafta boyunca telefon haricinde hiç Türkçe konuşmamış olduğum için Phnom Penh’de Türkçe canlı müzik dinlemek büyük bir sürpriz oluyor. Kulaklara cila çeken konser esnasında Phnom Penh’e iş nedeniyle taşınmış birçok Türk ile tanışıyorum. Hallerinden mutlu görünüyorlar.
Asya’ya böyle ilginç bir giriş yaptıktan sonra ertesi gün şehrin 40 dakika kadar dışında Kızıl Kmerler'in Pol Pot önderliğinde tarihin en büyük katliamlarından birini yaptıkları, ölüm tarlalarından en bilinenini görmeye gidiyorum. Gezdiğim bir saat süre içerisinde hissettiğim tek şey dipsiz bir üzüntü. Kurşun harcamamak için çeşitli aletlerle katledilen insanlar, ileride ailelerinin intikamlarını almasınlar diye ağaçlara vurularak öldürülen çocuklar... Alanın hepsini gezemeden çıkıyorum.
ÖLÜM TARLALARININ YANINDA AŞEVİ
Kapının 20 metre ilerisindeyse adeta bir mucizeye tanık oluyorum. Yazının başında bahsettiğim Ayn’ın kurduğu Yaşam Tarlaları’nda yüzlerinde sıcacık gülücükleriyle onlarca çocuk çevremi sarıyor. "Aynebilim Aş Evi"nin kurucusu Ayn, (kendini böyle tanıtıyor)iki sene önce internette gördüğü bir fotoğraf üzerine ani bir kararla Kamboçya’ya tek yön bir bilet alıp ilk yurtdışı seyahatini gerçekleştiriyor. Ancak bu seyahat turizm amaçlı değil. Ölüm Tarlalarının yanında açlık sınırında yaşayan bu köye bir aş evi kurmaya geliyor. Tamamen kendi kaynaklarıyla başladığı proje internette ilgi görünce bağış kabul etmeye başlıyor. Bağışlar artınca da köye sürdürülebilir bir katkı sağlamak için 'Yaşam Tarlaları Projesi'ni hayata geçirmeye karar veriyor.
İnşaatı bitmek üzere olan projede köyün kadınları için el işi atölyeleri, çocuklara yabancı dil desteği sağlayacak dershane, projenin sürdürülebilirliği için bir kafe var. Kafeden kazanılan parayla tüm projenin masrafları karşılanacak ve artanıyla da başka aşevleri açılacak. Ayn’ın gerçekleştirdiği mucizeyi gözle görmeden inanmak çok zor. Adeta çölde vaha değil bir orman yaratmış. Köyün onlarca çocuğu onun sayesinde daha sağlıklı besleniyor. Ayn projesini şöyle açıklıyor: “Tek amacım abileri, babaları gibi tuk-tukçu (motor taksi) olmak zorunda kalmamaları.”
KAMBOÇYA'NIN KALBİ: Siem Reap
Phnom Penh sonrası rotamı ülkenin en önemli şehri olan Siem Reap’a çeviriyorum. Kamboçya’nın en popüler noktası olan şehir dünyanın en büyük dini kompleksi olan Angkor Tapınakları’na ev sahipliği yapıyor. Budistler için hac mekanı olan bölge günlerce gezilebilecek büyüklükte. İçindeki en önemli eser ise dünya harikalarından biri olan Angkor Wat...
Sabah çalan saate söylenerek uyanıyorum ancak amacım çok özel, Angkor Wat’ta güneşin doğuşunu izleyeceğim. Daha önceden anlaştığım tuk-tuka atlıyorum. Hızla şehrin dışına çıkıyoruz. Bir süre sonra yolda sadece tuk-tukların içinde gün doğumuna giden turistler kalıyor. Tapınağa vardığımda adımlarımı sıklaştırıp kalabalığın önüne geçmeye çalışıyorum. Gün doğumunun en iyi izlendiği nokta olan havuz kenarında iğne atsam yere düşmeyecek bir kalabalık var. Bir şekilde aralardan derelerden izin isteyip ikinci sırada kendime bir yer ediniyorum. Bir süre sonra gökyüzü yavaştan aydınlanmaya başlıyor. Tepedeki bulutlar maviden sarıya dönüyor. Yaklaşık bir saat sonra Angkor Wat’ın görkemli kulelerinin ardından güneş yüzünü gösteriyor.
Havuz kenarındaki yüzlerce insan o anın büyüleyiciliği ile sarhoş gibiyiz. Bir süre şahitlik ettiğim güzelliğe alıştırmaya çalışıyorum kendimi. Ardından kalabalık olmadan Tomb Raider filminin setini andıran Ta Prohm Tapınağı'na çeviriyorum rotamı. Erken gittiğim için pek az insan var. Doya doya geziyorum tapınağı. Taşların üzerinden kök salmış dev ağaçlara baka baka zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum. Ta Prohm sonrası istikamet Takeo. Tapınağın dar ve dik merdivenlerine tırmandıkça sıcaklık kendini hissettirmeye başlıyor. Tepeden muhteşem bir orman manzarasını izliyorum. Khmer İmparatorluğu’nun bu kadar önemli eserler ortaya çıkartıp nasıl dünya tarafından bu kadar az tanındığına dair şaşkınlığımsa bir türlü geçmiyor. İmparatorluk en kuvvetli zamanlarında Roma İmparatorluğu kadar geniş sınırlara ulaşıp neredeyse tüm Güneydoğu Asya’yı kontrol ediyor. Muhtemelen tek yazılı kaynakların Çin’e ait olması nedeniyle dünya onları geç tanıyor.
Takeo sonrası yine tuk-tukla eski imparatorluk başkenti olan Angkor Thom’a gidiyorum. Bu alan kocaman bir dini yapılar bütünü. İki kilometre uzunluğunda kesintisiz duvar kabartmalarına sahip. Tep Pranam, Phimeanakas ve Bayon Tapınakları'nı geziyorum. Yorgunluğun üzerine bölge yakınlarındaki kır lokantalarından birinde mola veriyorum. Yemek sonrası sabah muhteşem gün doğumuna şahitlik ettiğim ’a içini ve kulelerini gezmek için geri dönüyorum. Aklımda hâlâ sabah gördüğüm muazzam gün doğumu var. İnsanın doğayla beraber hareket edip ne şahane mucizelere imza atabildiğini anımsıyorum tekrar.