Binlerce yıldır ayakta duruyor, sırrı bir türlü çözülemiyor! Bilim insanları da şaşkın: Bu taşlar ne işe yarıyor?
Ne yapanlar belli ne de yapılma sebebi... Bu nedenle asırlardır insanların merakını kurcalıyor. Dönemin teknolojisiyle fizik kurallarına meydan okuyan gizemli yapıları uzaylıların inşa ettiği bile söyleniyor. Peki gerçek ne?
Issızlığın ortasına dikilmiş taşlar, hiçbir dikkat çekici özelliği olmayan höyükler ya da yere çizilmiş çizgiler... Dünyanın dört bir yanında antik medeniyetlerden kalmış pek çok iz bulunuyor. Bu izlerin o medeniyetler için çok önemli olduğuna şüphe yok ancak bugün birçoğunun anlamı ve önemi bilinmiyor.
Kayıp medeniyetlerin ardından gelen nesiller, bunları kimin, neden, ne zaman ve nasıl yaptığını çözmekte zorlanıyor. Bazı kalıntıların gizemleri arkeologların yoğun çabalarıyla gün yüzüne çıkmış olsa da sırrı halen çözülemeyen birçok kalıntı da var. Gelin bu gizemli kalıntıların birkaçına daha yakından bakalım...
PASKALYA ADASI'NDAKİ SANAT ESERLERİ VE YAZILARI ANLAYABİLECEK MİYİZ?
Paskalya Adası ya da yerel halkın dilindeki adıyla Rapa Nui, dünya üzerindeki en izole nüfuslu bölgelerden biri. Ada sakinlerinin 1.000 yıldan fazla zaman önce dikmeyi başardığı yüzlerce tonluk yekpare taş heykeller, gizemi çözülemeyen antik kalıntıların başında geliyor. Moai adı verilen bu heykeller keşfedileli neredeyse 300 yıl oldu ancak arkeologların bölgeye olan ilgisi bugün halen devam ediyor.
Volkanik tüfler üzerine el aletleriyle kazınarak yapılan heykellerin, bir şekilde buraya taşındığı ve taş kaidelerin üzerine oturtulduğu anlaşıldı. Ancak yapılma amaçlarının ne olduğu ya da insanların bu kadar ağır heykelleri nasıl taşıdığı anlaşılabilmiş değil. Paskalya Adalılar heykellerin yürüdüğüne inanırken bazı yazarlar moai'nin buraya ancak kayıp medeniyetler ya da dünya dışı varlıklar tarafından yerleştirilmiş olabileceğini iddia ediyor. Öte yandan daha akademik kaynaklarda, heykellerin çerçeveler üzerine yerleştirilip sürüklenerek taşındığı öne sürülüyor.
Arkeologların yakın zamanda yaptığı çalışmalar, Paskalya Adası halkının haklı olduğunu ortaya koydu: Heykeller gerçekten yürümüştü. 24 kişilik bir grubun halatlarla çektikleri heykelleri kavisli tabanları üzerinde bir sağa bir sola yatırmasıyla heykelleri "yürütmek" mümkündü.
Avrupalı kâşiflerin Paskalya Adası'na ulaştığı yıllarda, moai'lerin birçoğu devrilmiş ve manaları çoktan unutulmuştu. Günümüzde bu konuda özellikle iki teori öne çıkıyor. Birinci teori moai'lerin savaşan gruplar arasında bir iktidar sembolü olduğu yönünde. İkinci teori ise heykellerin barışçıl dini amaçlarla dikildiğini öne sürüyor.
Paskalya Adası'nda bulunan ahşap ve taş tabletler de gizemini koruyor. Üzerinde henüz deşifre edilmemiş rongorongo yazıları olan bu tabletler soldan sağa akarken, tablet tersine çevrildiğinde sağdan sola akmaya başlıyor. Tıpkı heykeller gibi yazıların anlam ve önemi de henüz açıklanabilmiş değil.
CARNAC TAŞLARININ ANLAMI NE?
Fransa'nın Carnac köyünde bulunan 3.000'den fazla dikili taş, yaklaşık 3 kilometre uzunluğundaki bir arazide bulvarların kenarlarına dikilmiş ağaçlar misali yan yana sıralanıyor. Asırlar boyunca yağmur ve rüzgârın aşındırıcı etkisiyle sivrilen bu taşlar iki gruba ayrılıyor. Yekpare olanlara menhir, birden fazla taştan oluşanlara ise dolmen adı veriliyor. Taşlar binlerce yıldır burada ancak arkeologlar henüz varlık sebeplerini ya da kökenlerini çözebilmiş değil.
Bröton kültürünün izlerinin baskın olduğu bölgede, taşlara kutsallık atfediliyor. Bu nedenle önce Antik Romalılar taşların yüzeylerine tanrılarını kazımış ardından Hıristiyanlar da kendi sembollerini ilave etmiş.
Bir efsanede, bir pagan ordusunun Aziz Kornelius'u denize doğru kovaladığı, köşeye sıkışan Kornelius'un da peşindeki adamları taşa çevirdiği anlatılıyor. Ancak gerçekte taşlar Hıristiyanlık öncesine, muhtemelen Bretonya'nın Keltlerin hakimiyetine geçmesinden önceki Neolitik döneme (MÖ 4500-2000 yılları arası) ait.
Peki antik tanrılara ithafen mi dikildiler? Ataları onurlandırmayı mı amaçlıyorlardı? Güneş'in ya da yıldızların gökteki konumlarını mı izliyorlardı? Bu soruların hiçbirinin cevabı bilinmiyor. "Gri ordu" şimdilik sırlarını sıkı sıkı saklıyor.
BÜYÜK YILAN HÖYÜĞÜ'NÜN YAPILIŞ AMACI NE?
Büyük Yılan Höyüğü, ABD'nin Ohio eyaletinin güneyinde bulunuyor. 396 metre uzunluğunda, 6-8 metre genişliğinde ve 1-2 metre yüksekliğinde olan Büyük Yılan, dünyadaki en büyük tasvir höyüğü olarak biliniyor. Kuyruğu narin bir biçimde helezon yapan yılanın kafası da kocaman bir yumurtayı yutuyor gibi görünüyor.
Höyüğü kimin inşa ettiği de anlamı da halen bilinmiyor. İlk olarak 1840'lı yıllarda araştırmalara konu olan kıvrımlı höyük, başlangıçta Adena halkına atfedilmişti. Zira yakınlarda, MÖ 500-MS 200 yılları arasında bölgede yaşamış olan Adena halkına dair başka kalıntılar da bulunmuştu.
Ancak radyokarbon tarihleme yöntemi höyüğün o kadar eski olmadığını, yaklaşık 900 yaşında olduğunu gösterdi. O tarihlerde Ohio'nun güneyinde Fort Ancient halkı yaşıyordu. Fort Ancient kültürü, ikonografisinin önemli bir kısmında çıngıraklı yılanlar bulunan Mississippi kültüründen izler taşıyordu. Nitekim Amerikan yerlilerinin birçoğunun kültürlerinde, yılanlar ruhani güçler atfediliyor.
Bazı arkeologlar, yılanın başının yaz solstisiyle (21 Haziran'da yaşanan en uzun gün) aynı hizada olduğuna dikkat çekerek, höyüğün astronomiyle ya da mevsimsel törenlerle alakalı olabileceğini öne sürüyor. Ancak ortada başka bir kalıntı ya da yazılı kayıt olmadığından, höyüğün hikâyesi asırlardır gizemini koruyor.
NASCA ÇİZGİLERİNİN KULLANIM AMACI NEYDİ?
Peru'nun güneybatısında Nasca ile Palpa kasabaları arasındaki bölgede yoğun halde bulunan Nasca çizgilerinin yaşı 2.000 yıldan fazla. Deniz kıyısındaki çöllere çizilmiş olan bu çizgilerin kimileri dörtgen, kimileri yamuk, kimileri spiral şeklinde. Çizgiler yüzlerce kilometrekarelik kurak düzlüklere yayılmış durumda.
Çizgiler, 1920'li yıllarda And Dağları üzerinde uçan pilotlar tarafından keşfedildi. O günden bu yana araştırmacılar "Amaçları neydi?" sorusuna yanıt bulmaya çalışıyor. Aradan geçen zamanda ortaya atılan cevaplar da ilerleyen dönemde reddedildi.
Çizgilerin, MÖ 200 ile MS 600 yılları arasında bölgede yaşayan Nasca kültürü tarafından yaratıldığını biliyoruz. Çizgiler üzerine çalışan araştırmacılar, bunların sulama hatları, astronomik bir takvim, İnkaların yolları, ilkel balonlardan görülecek ikonlar veya uzay gemileri için birer iniş pisti olabileceğini öne sürüyor. (Sonuncusu, olasılığı en düşük olmasına karşın üzerinde en fazla inat edilen teori.)
Bütün bunların bir kenara bırakıldığı günümüzde en yaygın kabul gören açıklama ise çizgilerin kutsal bir ortamda oluşmuş tören yolları olduğu yönünde. Çizgilerin birçoğu yağmurla ya da doğurganlıkla eleştiriliyor ve çizgilerin kenarlarındaki ayak izleri silik de olsa halen görülebiliyor.
EL DORADO'YU BULABİLECEK MİYİZ?
El Dorado denince aklımıza bir şehir geliyor ama aslında ilk El Dorado bir insandı. Güney Amerika'ya ayak basan İspanyol kâşifler bu adamla ilgili efsaneleri 1500'lü yılların başlarında duymuştu. Söylenenlere göre, And Dağları'nın bir yerinde yaşayan Muisca halkı, yeni liderlerini tepeden tırnağa altın tozuna bulayarak göreve başlatıyor, törenler sırasında kutsal bir göle altın parçacıkları ve zümrütler atıyordu.
Açgözlülükleri nedeniyle başları dönen İspanyol, Germen, Portekizli ve İngiliz maceracılar, bu efsanevi hazineyi bulabilmek için Kolombiya, Guyana ve Brezilya başta olmak üzere birçok bölgeyi didik didik etti ancak bir sonuca ulaşamadı.
Zaman içinde El Dorado bir insan olmaktan çıkıp, yolları altınla kaplı keşfedilmeyi bekleyen bir vadiye dönüştü.
El Dorado'yu bulmak için yol acıkan maceracılardan biri Sör Walter Raleigh'dı. Raleigh'ın oğlu Watt, 1617'de El Dorado'yu ararken hayatını kaybetmiş, kendisi de Avrupa'ya döndükten sonra "kralın emirlerine uymadığı" gerekçesiyle idam edilmişti. Aralarında hem Amerikan yerlilerinin hem de Avrupalıların bulunduğu pek çok kişi, El Dorado yolunda can verdi ancak ne altın ne de zümrüt bulunabildi.
Ne var ki yapılan akademik çalışmalar, bu efsanede bir doğruluk payı olabileceğine işaret ediyor. Muisca halkıyla ilgili hikâyede bahsedilen göl, Kolombiya'nın başkenti Bogota yakınlarında bulunan Guatavita Gölü olabilir. And Dağları'nda 3.000 metre rakımda bulunan bu gölden ve civardaki başka bir gölden bazı altın nesneler ve mücevherler çıkarıldı. Ancak gölü kurutup meşhur hazineyi açığa çıkarma çabaları her seferinde başarısız oldu.
Görünen o ki gölün derinlerinde yatan hazine her neyse rahatsız edilmek istemiyor.
National Geographic'in "Will we ever solve these 5 ancient mysteries?" başlıklı haberinden derlenmiştir.