GeriSeyahat Aile İçi İetişim ve İş Hayatımız
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Aile İçi İetişim ve İş Hayatımız

Aile İçi İetişim ve İş Hayatımız

Evinizde mutlu musunuz? Burada huzurlu bir yaşam sürebiliyor musunuz? Aile bireyleri varlığınızda coşuyor, yokluğunuzda hüzünleniyor mu? Yoksa eviniz, iş çıkışı uğranan, arada bir toplu halde yemek yenen ve müşterilerin birbirini rahatsız edemediği basit otele mi döndü?

Ya iş yerinizden ne haber? Hayatınız, evinizle iş yeriniz arasında isteksiz, arzusuz ve keyifsiz, sapa ve dar bir yaşam patikasından mı ibaret? Kaç zamandır, eviniz, işiniz, hayatınız ve bunları kapsayan iletişiminiz ne durumda diye hiç sorguladınız mı?

 

Evinizde mutluluk deyince, bunun türlü türlü anlamları akla geliyor: Ev, evlilik, evdeki kişiler, evdeki eşyalar… Bütün bunlar size mutluluk verebilir. Ama aile içi iletişimde, en değerli ve kalıcı mutluluk kaynağının evdeki ilişkileriniz olduğunu unutmayın sakın.

 

Şimdi size bir soru; “Evinizde mutlu musunuz?”Ne anladınız? “Eviniz” kavramını beyniniz nasıl anladı ve içini nelerle doldurdu acaba? Muhtemel cevaplara hep birlikte bir bakalım isterseniz.

 

a.    Mutluluğu, eviniz; binanız, gayrimenkulünüz, mülkünüz ve inşaatınızla sağlıyorsanız

 

Mesela, gayrimenkul koleksiyoncusu gibi mülk topluyorsanız, kasanızda sakladığınız tapu desteleri, size dünyanın en değerli banknotlarından bile daha sevimli gelecektir. Bu durumda, her ne kadar “dışından bakıldığında yeşil bir türbe” gibi görülse de eviniz, içine girince “estağfur tövbe” çekilen bir yer olabilir. Ama evinizde mutlu musunuz dediğimde, evinizin parasal değeri ile tatmin oluyorsanız, ev sahibi olmanın sizi mutlu ettiğini söyleyebilirim.

 

Her Türk gencinin gönlünde “iş, eş ve aş” üçlemesi, maalesef tez zamanda ev bark sahibi olmadan gerçekleşemiyor. Ve yönelimleriniz ister istemez üç anahtara kayıyor. Hayat, bir evin, bir otomobilin ve bir eşin kalbinin kapısını açacak anahtarlar peşinde koşturmakla geçiyor. Ev sahibi olmak çok cazip. Öyle ki, “maaşı az ama 20 yıl aynı şirkette çalışana ev veren bir şirket” çıksa, emin olun kapısındaki iş başvurusu kuyruğu İstanbul’dan Ankara’ya kadar uzanacaktır.

          

b.    Mutluluğu, evinizde eşinizle, dostunuzla ya da memleketinizle sağlıyorsanız

 

Eviniz kira, ama evliyseniz ve de özellikle yeni evliyseniz, kirada oturuyor olsanız bile, eviniz, balayı denilen o cicim aylarının albenisinde, şirket toplantılarından kaytaracak kadar cazip bir hale gelebilir. “Evinizde mutlu musunuz” sorusunu sorduğumda ev kirasını ödeyememenin huzursuzluğu bile içinizdeki mutluluğu bastıramaz. Ve, bir olan iki gönülle, samanlıkları seyran edersiniz.

 

Evli olmayabilirsiniz, öğrenci olabilirsiniz. Üniversite yıllarının o sımsıcak dostlukları ile perçinlenmiş bekar evinizde olmak da size mutluluk verebilir. Ev deyince varsa yoksa o bekar eviniz gelir aklınıza…

Ya da ben ev dediğimde, üniversite yıllarının müzmin bekarlık sendromu içinde, yüklendiğiniz kirli çamaşır bohçalarını taşıdığınız ana kucağı, baba ocağı memleketteki eviniz de aklınıza gelebilir. Ve evi, deşarj olup geldiğiniz, azık torbanızı ve temiz çamaşır bohçanızı doldurduğunuz bir yer olarak anlayabilirsiniz. Ya da  evde mutluluk denince gözlerinizi kapatıp, memleket kokuları, buruk bir sevinçle genzinizi yakabilir.

 

c.     Mutluluğu, evinizde ailenize yeni katılan o mini minnacık bebekle sağlıyorsanız

 

“Ev mülkünüz değil, evliliğinizde cicim aylarını çoktan bitti. Peki evinizde mutlu musunuz”, dediğimde, ailenize yeni katılan o minik bebeğin mis kokusunu duymak için yurtdışı gezilerinizden erken döndüğünüz oluyor mu?

 

Eşinizle problemli olabilirsiniz ama eviniz, aileye yeni katılan o minik yumurcak özlemi ile hala bir mutluluk kaynağıdır.

 

d.    Mutluluğu, evinize uzaklardan gelen şahıslarla sağlıyorsanız

 

Çocukluğumuzda, çocukluk hali, ev hali dayaklar vardı. Bağırtılar, çağırtılar, üzmeler, üzülmeler. Ve eve bir büyüğün gelmesini iple çekerdik. Ah bir babaannem, anneannem, dedem gelse… Kesin kurtuluş reçetesiydi onların ziyareti. Evde bir büyük varken, değil çocuklara bağırıp çağırmak, yüksek sesle konuşulamazdı bile. Dayak biter, bağırtı-çağırtı biter ve bizler mesut ve mutlu bir şekilde, huzur bulurduk evde olmakla.

 

Eviniz, ruhunuzu karartacak korkunç bir kabus haline dönüşmüş olabilir. Ama ya abinizi özlediğiniz için dudaklarınızda “Ankara’dan abim geldi” mısraları eksik olmuyorsa? Ve eve dışarılardan, uzaklardan ya da yakınlardan birilerinin gelişi ile şenlik yaşıyorsanız? Ev, bark umurunuzda değil ama evinizdeki mutluluğu, evinize gelenlerle kolaylıkla özdeşleştirebilirsiniz.

 

e.    Mutluluğu, evinizdeki eşyalarla, antikalarla, koleksiyonlarla sağlıyorsanız

 

Hani meşhur abilerimiz ve ablalarımız vardır, antika işleriyle uğraşan. Saray yavrusu gibi evleri, o rüyalarını süsleyen 3-5 parça özel koleksiyonlarla süslenmezse, zihinlerinde bomboş bir kümes gibidir.

–“Böyle bir ev olur mu?” derler.

–“Mutlu musunuz”? derim,

–“Ahh, nerde!..” derler.

 

Ve o hayallerindeki antikalara kavuşmadan, evleri köşkleri, sarayları onlara mutluluk vermez.

 

Hatta o koleksiyonlara kavuşmak için hapse girmeyi göze aldıkları bile olur. Hayatlarındaki tek mutluluk kaynağı onlardır. Çevrelerindeki kişileri göremezler. Sürekli etraflarında koşuşturan, onlarla konuşan ev sakinleri,onlara göre “Hayalet” filmindeki Sam (Patrick Swayze) kadar görünmezdir. Ve göremezler. Bu durum yüksek sosyete için ne kadar geçerli ise, normal yurdum insanı, Anadolu halkı için de maalesef o kadar geçerlidir.

 

Hayat, “ba-rab-ba, ba-rab-ba-bamm-bamm, bamm-bamm” cıngılları ile devam ediyor. Ve kavuşamadığınız, elde edemediğiniz, evinize alamadığınız eşyalar, evinizi de hayatınızı da zehir ediyor.

 

İş Hayatınıza Evinizden Yansımalar…

 

Ev hayatınız bu durumda ama iş hayatı bundan farklı mı sanki? İş hayatını, yukarıdaki beş  maddeye uyarlayacak olursak, sizi temin ederim ki ev hayatınız nasıl devam ediyorsa, iş hayatınızın da o şekilde devam ettiğini göreceksiniz.

 

Evdeki mutluluğu binada arayanlar, görkemli şirket binaları peşindedirler. Şirketteki işler, ilişkiler, katkı, sosyal fayda umurlarında değildir. Varsa yoksa makam, mevki, unvan ve görkemli binalar. Sakın bu yazımdan, bu gibi şeylerin iş hayatı için kötü şeyler olduğunu düşündüğümü çıkartmayın. Kötülük, çevresindeki ilişkileri, süreçleri, iletişimi göremeyip, hayatı sadece bir süreç olarak algılamaktan kaynaklanıyor. Hayat şu kadarcık bir süreçte, malesef, şu mal, mülk, eşya, unvan ve kariyer yapılması gerekli bir süreç olarak anlaşılıyor.

 

Halbuki aslında öyle mi? Evler, binalar, şirketler, eşyalar, arabalar, unvanlar, bütün bunlar ne için; hiç düşündünüz mü?

 

İletişim; “birbirinin varlığından haberdar olan ve belirli amaçları olan en az iki kişi arasındaki karşılıklı mesajların alış verişi ile oluşan iki yönlü bir süreç” olarak tanımlanıyor. Ama maalesef karşımızdaki tarafa, bir insan yerleştirmekten neredeyse vazgeçmişiz. İletişimin her anında ve tüm boyutlarında, karşımızda bir insan olduğunu unutmuşuz. Yok saymışız insanı.

 

“Evlilikte başarı, yalnız aranan kişiyi bulmakta değil, aynı zamanda aranan kişi olmaktır” diyor Foster Wood. Bu güzel sözü ben “Ve en büyük başarı aranan kişi olarak kalmaktır” şeklinde tamamlıyorum.

 

İş yerinde de aynı durumun geçerli olduğunu düşünüyorum. Bir iş yerine mülakata gidiyorsanız, aranan kişiler olduğunuz ve arayanların sizi buldukları kesin. Peki iş başvurusu doldurma sürecinden sonraki beş ay içinde ne oluyor da, aranan ve bulunan bir eleman olarak kalmasını bir türlü beceremiyorsunuz. İlişkileri cıvıtıyor, insanları üzüyor, yoruyor ve canından bezdiriyorsunuz. Bunun için mi şirkete girmiştiniz? Bunun için mi evlenmiş, bunun için mi birileriyle arkadaş olmuştunuz? İlk baştaki amacınız üzmek miydi?

 

Etkili bir iletişim için önce dostça bir yaklaşım tarzı benimsemelisiniz. Size açılmasını istediğiniz bir arkadaşınız, sizde o dostluğu göremezse, sırrını sizinle paylaşır mı? Elbette hayır. Öncelikli olarak güveni (ve daha öncelikli olarak özgüveni) sağlamalı ve birbirinizle dost olabilmelisiniz.

 

Sevgili babamın bana sürekli söylediği şu cümle, hayat boyu bana gurur ve güç vermiştir:          -“Oğlum sen benim sadece oğlum değilsin. Tamam, sen benim oğlumsun. Ama sen benim aynı zamanda en iyi kardeşimsin de. Artııı sen benim en dostumsun. Dolayısı ile ben seni üç kez daha fazla seviyorum.” Onunla konuştuğumuz zaman, lafı açan ilk o olurdu. Çünkü bu üç güzel sıfattan hangisi ile benimle görüşmek istediğini seçmesi gerekirdi. O anda oğlu muyum, kardeşi miyim yoksa en iyi dostu muyum, anlamam gerekirdi. Kurduğumuz bu dostluk, onunla yaşadığım iletişimin, ailemin diğer üyelerine de geçmesini sağladı. Mesela iş arkadaşım da bu ailenin bir üyesi olarak hem çalışma arkadaşım hem de can dostum olabilir. Ve böyle olduğu zaman, kişi çevresiyle barışık ve kendi içinde de mutlu olur.

 

Bu tarz bir iletişim modeli takdir edersiniz ki cebren ve hile ile kurulamaz. Bu iş sonuna kadar özgürlükçü bir yaklaşımla olabilir. Ben buna sonuna kadar özgürlük diyorum. Birey kendini özgür hissetmeden olumlu bir icraat yapabilir mi? Ve anne babalar onlarla özgürlükçü bir yaklaşımla eşit düzeyde bir iletişim kurmadan bunu nasıl sağlayabilirler? Ya da karşımıza “Hürriyet Heykeli” gibi dikilen ve diklenen patronlar?

 

İletişimde esas olan birbirinin varlığından haberdar olmaktır. Bazen, aynı odada, karşılıklı konuşan kişilerin bile o anda birbirinin varlığından haberdar olmadıklarına şahit oluyorum. Birbirini anlamaya çalışmayan, birbirine değer vermeyen ve birbirinin varlığını fark edemeyen kişiler. Karşılıklı konuşmanız gerektiğini kabullenip, tek başınıza konuşma huyundan vazgeçmelisiniz. Şu anda yanınızda olmayan bir dostunuzla konuştuğunuzu var sayıp, ertesi gün gidip neden dediklerimi yapmadın deme şansına sahip değiliz. Çünkü, bizi duymayan, sesimizi duyuramadığımız insanlar sorumlu değil.

 

Başarı doğru zamanda pazara girmektir der bir ekonomi ilkesi. Doğru zaman seçimi iletişimin doğru bir şekilde sonuçlanmasını sağlar. Borsada bazen satım bazen de alım kazandırır. Önemli olan ne zaman alıp, ne zaman satacağını bilmektir. Karşımızdaki dert satarken, biz dert alıcı - mutluluk satıcı olmalıyız. Empatik bir iletişimin olması için en azından bu gereklidir: Karşımızdakinin bakış açısı ile bakmak. Ama bu bakış onun bulunduğu durumu anlamamıza ve bu anlama da işin gereğini yapmamıza yol açmalıdır. Yoksa –“Evet oğlum, seni anlıyorum ama bu imkansız.” türü bir yaklaşım, karşımızdakini kırar.

 

Başarılı bir iletişimde, duygulara yenilmeden, güçlü ve olumlu inançlarımızla duygularımıza yön vermek de çok önemlidir. Bana kızmanıza, size daha çok kızma gibi bir tepki ile cevap verirsem kriz kaçınılmazdır.

 

“Konuşuyoruz ama anlaşamıyoruz.” diye bir şarkı söz vardı. Konuşmak ve anlaşmak. Hiç kimse “anlama beni” diye konuşmaz. Hiç kimse kurgusunu anlaşılamamak üzerine yapmaz. Ama anlaşılan insan sayısı, konuşan insan sayısında her zaman daha azdır. Ve hepimiz sürekli anlaşılamamaktan şikayet eder dururuz. Şikayet ederiz ama acaba konuşmasını biliyor muyuz? İletişimde aslolan, doğru bir şekilde konuşmak, doğru kelimelerle konuşmaktır. Ve konuşmadan önce dinlemesini bilmektir.

 

“Hiç beni anlamaya çalışmıyorsun…” “Beni anlamaya çalış ne olur…” “Bir de benim açımdan düşünsene…” Bu ifadeler size tanıdık geliyor mu? Kendimize yapılmasını istemediğimiz, ama başkalarına sık sık yaptığımız onca şeyden birisidir bu: Dinlememek ve anlamamak huyu. Halbuki biz konuştuğumuzda herkesin işini gücünü bırakıp bizi dinlemesini isteriz. Peki ya başkaları konuşurken? Başkaları konuşurken, o konuşana cevap yetiştirmek, mazeretleri ve karşı görüşleri sıralamakla geçiyormuş zaman. Başkalarına karşı takındığımız tavır, hayat boyu başkalarının bize karşı takındığıtavrı oluşturur. Dinlersen, dinlenir; anlamaya çalışırsan, anlamaya çalışılırsın.Sen ne yaparsan, sana da o yapılır.

 

Aile içi iletişim, kendinizle, kendi iç dünyanızdaki iletişiminizin gücü kadardır. Kendi iç dünyanızdaki, bedensel ve zihinsel gücünüz ve kendi iç aleminizde kendinizle iletişiminiz nasılsa, ailenizle iletişiminiz de öyledir. İçe doğru, içinize doğru, affeden, güzel konuşan, içinizdeki iyi sesleri dinleyen, içsel uyarılara dikkat kesilen, seven, sempatik olan bir kişiliğiniz varsa, korkmayın. Hiç kimsenin sizinle iletişime geçememe gibi bir lüksü olamaz. Aile bireyleri, kendi içsel iletişimlerini birey olarak başarı ile gerçekleştirdiklerinde, diğer aile bireyleri ile olan ilişkileri de canlanacaktır, anlam kazanacaktır. İletişim zevk verecek, mutlu edecektir.

 

Aynı durum, şirketler için de yüzde 100 geçerlidir. Şirketteki iç müşteriler yani çalışanlar, entelektüel bir sermaye olarak görülmedikçe, dıştaki müşterilerle etkin bir iletişim kurulamaz. Şirket binasına, masasına, kasasına verilen değer, o şirketin insan kaynaklarına verilmedikçe, dışa karşı mükemmel bir görünüm sağlanamaz. İç müşteri memnuniyeti sağlanmadan, dış müşteri memnuniyeti sağlanamaz.

 

Yeni bir yıla girdik. Eski yıl bitti. Hatasıyla, sevabıyla, krizi ve dövizi ile gitti eski yıl.

 

Umarım iletişiminizdeki tüm kusurlar da eski yılla birlikte gitmiştir. Küskünlükler, kırgınlıklar, kızgınlıklar geçmişte kalmıştır. Ve umarım yeni yılda, son model, en mükemmel iletişim teknikleri ve yöntemleri ile iletişirsiniz.

 

Mutlu iletişimler hepinize. Ailede, işte, okulda, yolda... Herzaman ve her yerde… Sevgi ile…

 

Münir Arıkan

Düşünce Öğretmeni - NLP Trainer

 

Münir Arıkan'ın yenibir.com'da yayınlanan diğer yazıları:

 

Endişe: En büyük yok edici
Olumlu Düşüncenin Gücü "Neuro 5"
Müşterimiz Öldü, Yaşasın MüşteriBiz
NLP teknikleri ile "sıradışı düşünce"
Nitelikli insan olma sanatı
Erotik Öğrenme - Erotic Learning
Kişisel kıyametiniz ne zaman kopacak?

False