Baharın verdiği coşkuya milli bayramların sevincinin katıldığı bugünlerde aklıma düştü Ankara. Genellikle siyasetin ve diplomasinin merkezi olarak anılsa da benim için çok daha derin anlamlar taşır bu kadim kent. İstanbul, akılları ve gönülleri çelse de, modern Türkiye’nin başkenti Ankara hem geçmişi hem bugünüyle görünenin çok daha ötesinde. Geçmişin izini sürelim ve birlikte keşfedelim Anadolu’nun merkezi Ankara’yı.
#YazarOrta Asya’nın uçsuz bucaksız bozkırları, çölleri kadar nadir yeraltı zenginliklerinden de fazlasıyla payını alan bir ülke Özbekistan. Henüz bu zenginlik başkentin dışındaki halkın yaşamına pek yansımasa da ülke hızla değişiyor. Hiva, Buhara, Semarkand geçmişin gizemini korurken, Taşkent sıradan bir kente dönüşüyor.
Binlerce yıldır, önemli bir ticaret ve yönetim merkezi olan başkent Ankara, genellikle turistik bir gezi için gelmez aklımıza. Oysa Cumhuriyet tarihinin önemli eserleri, camileri, kale içindeki tarihi evleri, eğlence için Tunalı Hilmi ve Arjantin caddeleri, birbirinden popüler restoranları, parkları ve alışveriş merkezleriyle hiç de turistik açıdan hayal kırıklığı yaratacak bir şehir değil. Ayrıca çevresindeki ören yerleri Hattuşaş, Yazılıkaya, Alacahöyük ve Gordion’la da oldukça turist çekiyor. Şehre yaklaşık 100 kilometre mesafedeki Beypazarı ise son zamanlarda yaptığı atakla gezginlerin yeni duraklarından bir olmaya aday. Yani Ankara sadece siyasetin ve diplomasinin merkezi değil, ona meraklı bir turist gözüyle de bakabilirsiniz.
Ben çocukken, anneannem, "Dört mevsimin yaşandığı bir ülkede yaşamak kadar büyük bir nimet yoktur" derdi. Kışın soğuğundan hazzetmediğim, tek mevsime endeksli ülkelerden habersiz olduğum yıllarda bunu hiç anlamazdım. Yazın veya kışın diktatörlüğünden kurtulamayan coğrafyaları görünce anladım Türkiye’nin kıymetini.