Yazar Şenay Ordu yeni romanı ‘Bana Vera De’ ile okuyucuyu Londra’da yaşayan farklı sosyal sınıftan iki kadının yaşadığı gerilim ve gizem yüklü dünyaya götürüyor. Suç ve gerilim romanları sayesinde yaşadığımız dönemin insanını ve toplumu daha iyi tanıyacağımızı söyleyen Ordu “Dünyanın neresinde olursa olsun diğerlerini görmemek ve duymamak bana göre hala en büyük suç” diyor.
#Şenay OrduSerdar Devrim sayfasının tadı tuzu olan üç yazarımız – sizlerden gelen talep ve öneriler üzerine – bugünden geçerli olmak üzere ve resmen bağımsızlığını ilan etti... Daha rahat okuyabilmeniz, eski yazılarına kolayca ulaşabilmeniz (ve yazarların daha rahat hareketini temin) için onlara has bir sütun açtık. Bundan sonra Sezai Bayar, Y.Sinan Tanyıldız ve Şenay Ordu’nun sayfa içinde kendi köşeleri var. Bu yeni formatı beğeneceğinizi umuyoruz...
Klavyemde kakao izleri var. Üzerime çikolata kokusu sinmiş olmalı. Bu satırları dünyanın en şirin, en mis kokulu şehirlerinden birinden yazıyorum. Brugge’deyim. Etrafım çikolata butikleriyle sarılı. Dört bir yanım, üzerinde teknelerin salındığı kanallarla çevrili. Ortaçağdan bu yana hiç bozulmadan kalmış minik minik tuğla evler, kıpkırmızı faytonlar her yerde. Bir de ince ince yağmur yağmasın mı? (Şenay ORDU / Brugge)
Sezon ortasında transfer bombasını patlattık yine: ŞENAY ORDU’yu ‘misafir yazar’ olarak aramıza katılmaya ikna ettim. Burası erkekler hamamına dönmüştü son zamanlarda! Şaka bir yana Şenay haftada bir iki kere Londra’dan yazacak bize. Neler yazacak, keşfedin ve tadını çıkarın diye şimdilik söylemiyorum… Yakında, çok yakında!
Pazartesi akşamı Şenay (Ordu) aradı, ‘Serdar Bey, gün boyu ara ara köşenize göz attım; AB ile ilgili bir şey yazarsınız diye. Herkes de sizden bir yazı bekledi...’ demeye. Doğrusu içimden gelmemişti. Ama Sezai Abi (Bayar) aşağıdaki yazıyı geçince, ve beni sabah sabah güldürünce, iki kelime etmek zorunda kaldım.
Hakkı Devrim, DHA’dan bizim Muhammet’in (Kaçar) haberi üzerine “Rize’deki ‘türban kulübesi’ nedense hüzünlendirdi beni” diye yazınca, beynimde bir şimşek çaktı, çok yakın bir geçmişte benzer bir örtünme / türban hikayesi dinledim de çok etkiledi beni, neydi? Buldum, 11 yaşındaki bir kız çocuğunun ‘başına gelecekler’ üzmüştü beni, kaderi adından da belli olan Büşra’nın hikayesiydi dinlediğim...
Kısa keseceğim bu sefer, Bülent, “Serdar, Doğu Seferi’ni anlat, ama Allah aşkına uzatma!” dedi. Ki haklıdır! Efendim, Miladî 2004 senesinin (Rumî 1420, Hicrî 1425) Haziran ayının 10’uncu günü, ılık ama güneşli bir İstanbul sabahına uyandım. Daha uyku sersemliğini üstümden atamadan, yatağımda şöyle bir doğrulup, uzun uzun esnedim. Derken...
Bu da nereden çıktı, diye aklınızdan geçiriyorsunuzdur. Ne demek “Türk Büyüğü Serdar Devrim” ? Eee, beni Bingöl’de görseydiniz, okurum sıfatıyla göğsünüz kabarırdı, bakın anlatayım size. (Ama bir şartla, benimle dalga geçmek yasak. Gerçi, bir Türk Büyüğü hakkında konuşmaya cesaret edemezsiniz, ama yine de ikaz edeyim dedim!)