Güncelleme Tarihi:
Çok açık verdim galiba. Tarafımı belli ettim. Anladınız. Dünyaca ünlü heykeltraş, heykelin ustası Rodin benim için kötü adam!
Ne Paris’te, ne İstanbul’da, ne de Londra’da eserlerini seyrederken bir an bile Camille’i aklımdan çıkmayı başaramadım ne yapayım?
The Royal Academy of Arts’da sergilenen orijinal boyutlarındaki Öpüşme’nin (The Kiss) etrafında üç kez dönerken de, bahçeye konulan devasa boyuttaki Cehennemin Kapıları’na (The Gates of Hell) boynum ağrıyana kadar bakarken de kızgındım Rodin’e.
Çalışırken çekilmiş fotoğraflarının iyice içine girdim, gözlerini yakalamaya çalıştım.
Nasıl bir adamdı gerçekte?
Aşık mıydı hakikaten... Yoksa kullanmış mıydı hayatındaki kadınları sanat uğruna!
(Hürriyet İstihbarat Şefi Bülent Ovacık anlatmıştı; Güzel Sanatlar Akademisi’ne giren öğrencilere önce aileleriyle kavga etmelerini öğütlermiş bazı hocaları....)
Mutsuzluk, bunalım, yalnızlık sanatçının ilham perisi miydi hakikaten?
Doğru muydu bu? Yoksa zavallıcıklara Allah’ın verdiği bir yeteneğin yanında mutlu olmayı çok gören birkaç delinin dayatması mıydı sadece?
Sanatçılardan çok, modelleri ve hayatlarındaki kadınlara yoğunlaşan benim için “Modigliani ve Modelleri” başlıklı sergi armağan gibiydi. Ama sonra ne oldu?
Sergiden çıkıp Green Park’a doğru yürürken artık yüreğim zavallı Jeanne Hebuterne için de atar oldu.
Sevdiği adamın ölümü üzerine 9 aylık hamileyken intihar eden Jeanne, Modigliani’nin resmettiği en güzel kadın olmanın ötesinde en sevileni oldu kuşkusuz...
Peki yetti mi?
Yetti mi ha?
JŞaka bir yana... Modigliani’nin Jeanne’ı, Rodin’in Camille’i, Pasternak’ın Larissa’sı...
Ne şanslısınız...
Hangi kadın yerinizde olmak istemezdi ki?
Şenay ORDU