Popçu artist Andy Warhol'un, namı en az 15 nesil sürecek lafıdır; ''Gelecekte herkes 15 dakikalığına şöhret olacak''... ''Pop kültür''ün yalnızca ilk kelimesinden nasibini alanlara ''popçu artist'' lafım abudik gubidik şarkılar çığıran, 15 kanallık zibidileri çağrıştırmıştır şimdi ama, ben yazıma devam edeyim... Siz de okumaya...
Bu arada parantez açmadan, parantez içinde şunu da belirteyim ki, radyo ve televizyondaki müzik programlarıyla birkaç nesil büyüten İzzet Öz'ün, ''The İzzet Öz Project 35th Year in Music'' isimli albümünü mutlaka alın. Bu albümdeki şarkılardan zevk alanlar, ÖÖ (Özal'dan Önce) popüler kültürü ile ÖS (Özal'dan Sonra) popüler banalizmi arasındaki çizgiyi daha rahat ayırt edebileceklerdir. Albümdeki şarkılardan zevk alamayanlar da üzelmesin, hallerine şükretsinler. ÖS'yi mumla aratacak TS (Tayyip'ten Sonra) dönemi de yakında...
Açmadığım parantezi kapatıp sadede geliyorum. Biri Bizi Gözetliyor'a kısa da olsa kaçamak bakışlar atmışsınızdır mutlaka. Belki de fanatiğisinizdir, kim bilir? Ben, kendim için izliyorsam na-buraya yazıyorum-mertebem düşsün, ama ibret-i ailem için sık sık dikizliyorum, itiraf edeyim... İşte adı kısaltılasıcası o BBG'de dikkatimi çeken sosyo-psiko-patik numaralar var.
Biliyorsunuz bu eve girenler, gönüllü bir mahkumiyet yaşıyorlar. Tüm dünya ile bağlantıları kesiliyor, bir evin bilmem kaç duvarı arasında hapis yaşıyor, dış dünya ile tek bağlantılarını taksi şoförlüğüne çıktıkları kısıtlı günlerde karşılaştıkları, kısıtlı müşterilerden aldıkları dedikodularla kurabiliyorlar. Ha bir de evin dinleme duvarı var. Anlayabildiğim kadarıyla bahçe duvarı gibi bir şey. Yarışmacılardan bazılarının birer avuç fanatik sempatizanı bu duvara yaklaşabildikleri kadar yaklaşıp, tezahürat yapıyorlar. Dışarıdaki dünyayla kurulan, taksi müşterileri dışındaki en kuvvetli ikinci bağ da bu dinleme duvarından ibaret.
Ama BBG yarışmacılarından bazılarının hal, tavır ve konuşmalarına bakarsanız, sanırsınız ki tüm dünya onları izliyor, tüm Türkiye onlar için ayılıp, bayılıyor. Sanki üç, beş taksi müşterisi ve duvar arkası yaygaracısını değil de, Türkiye çapında yapılmış dev bütçeli bir araştırmanın sonucunu dinlemiş gibiler.
Televizyon, Warhol'un kehanetindeki gibi henüz herkesi 15 dakikalığına şöhret yapma noktasına kadar gelemedi ama BBG gibi büyük fırsatlar da sunabiliyor bazı şanslılara.
İnternet, Warhol'un kehanetini doğru çıkartacak daha güçlü bir adaymış izlenimi veriyor ilk bakışta. İnternet'te site açmak çok kolay, İnternet yayıncılığının maliyeti çok düşük, İnternet sayesinde artık herkes köşe yazarı, İnternet'le hiçbir şey gizli kalmayacak, İnternet herkese kendi sanat eserini (beste, resim, kitap vs) yaratıp aracısız pazarlama olanağı sunuyor, falan, filan... Bu ve benzeri hikayeleri katıldığınız panel ve konferanslarda bol bol dinlemişsinizdir, yetkili ve bilgili ağızlardan.
Tam tersi bir söylem de eski medyacılardan yükselir. İnternet dedikodu kazanı, İnternet iftira yuvası, İnternet yalan yanlış haberlerle dolu, İnternet fesat kaynağı, falan, filan.
Her iki söylem de doğru. Ama sadece yüzeysel bir bakışla varılmış eksik doğrular bunlar. Evet İnternet'te site açıp bağımsız, ilkeli ve doğru yayıncılık yapmak da çok kolay, fesat yayan, iftira salan, dedikodu haberciliği yapmak da. Sorun müşteri, seyirci, okuyucu çekmekte. Herkesin oyuncu olduğu, seyircisiz tiyatro olmaz. Olsa bile herkes, oyunun her anını izleyemez. İnternet'te de dileyen herkes, kolayca bir site açıp yayın yapabilir ama bu siteye kim girip bakar, girip baksa bile yazılanlara inanır mı, başka bir gün dönüp tekrar o siteye girer mi, tüm bunlar bir çok değişkene bağlı.
Herkesin oyuncu olduğu tek bir ortam var, o da hayatın ta kendisi. İnternet de aynı hayat gibi. Herkes kendi çapında oyuncu, herkes kendi çapında şöhret. Tek fark uzaklıkları yakınlaştırmasında, erişilebilecek potansiyel seyirci sayısını artırmasında. Pratikte ise yine azınlık bir kesim kitlelerin ilgisini çekecek, yine çoğunluk seyirci kalacak. Ama kitlelerin ilgisini çekme şansı, İnternet sayesinde herkesin ulaşabileceği bir fırsat olacak.
Beklenen eser
Yokluğu hissedilen dev bir kaynak nihayet kitapçılarda. Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Bülent Sankur tarafından özenle hazırlanan Ansiklopedik Bilişim Sözlüğü, yabancı terimlerin Türkçe karşılıkları için çok önemli bir başvuru kaynağı. Pusula Yayıncılık tarafından yayınlanan sözlük 15 bin terim ve kavramın Türkçe karşılıklarının yanı sıra açıklamalarını da veriyor. Bazı kavramların açıklamaları çizimlerle de destekleniyor. Bilişimde kullanılan terimlerin Türkçeleştirmesinde önemli bir adım olan sözlükte yabancı terim ve kavramlar için genelde çok başarılı karşılıklar önerildiği dikkat çekiyor. Ancak sözlükte ''internet''in ''internet'' olarak çevrilmesine karşın ''Internet''in Türkçeye çevrilmeden (İnternet) aynen kullanılması, ''Chat'' için yaygın olarak kullanılan ''sohbet'' yerine ''gevezelik'' karşılığının verilmesi gibi ilk bakışta göze çarpan hatalar da var. Böylesi ufak tefek, sonradan düzeltilebilecek hatacıkların üzerinde pek durmayıp, bu eseri yaratan Bülent Sankur'u alkışlamak gerekiyor.
busim.ee.boun.edu.tr
Duble İnternet istiyoruz
İnternet'te çok hızlı bilgi alışverişi anlamına gelen genişbant İnternet altyapısı ve erişim hizmetlerinde, Türkiye olarak tam anlamıyla çağ dışı kaldık. Genişbant İnternet, Bilgi Toplumu'na geçmeye hazırlanan çağdaş batı toplumlarının yıllardır gündeminde. Biz de ise bir ara Türk Telekom'un artık alışageldiğimiz boş vaatlerinden biri olarak gündeme gelmiş ama hemen unutulmuştu.
Türkiye, harıl harıl Bilgi Toplumu olmaya hazırlanan Batı dünyasının çok büyük bir hızla gerisinde kalıyor. Bu geri kalmışlık, radikal önlemler alınmadığı takdirde çok kısa zamanda telafi edilemez uçurumlar yaratacak. Türkiye sanayi, teknoloji ve bilimde çok gerisinde kaldığı Batı medeniyetlerini Bilgi Toplumu evresinde yakalama fırsatını bulmuştu. Ancak bu fırsat da çok büyük bir hızla kaçıyor. Türkiye'de İnternet altyapısını tekelinde bulunduran Türk Telekom bu altyapıya çok uzun bir süredir neredeyse hiçbir yatırım yapmıyor. Dünya genişbant teknolojisine koşarken, Türkiye uyuyor.
Genişbant, son kullanıcının evine, ofisine, mobil iletişim cihazına yüksek kapasiteli bağlantı anlamına geliyor. Bunun için kullanılan çeşitli teknolojiler mevcut. Bunlar mevcut telefon hatlarından yararlanan DSL teknolojileri, kablo TV hattından yararlanan teknolojiler, çanak antenli uydu bağlantıları ve GPRS gibi cep telefonu teknolojilerinden oluşuyor. Ancak iş kullanıcıya genişbantla erişmekle de bitmiyor. Türkiye'nin İnternet altyapısında, omurgasında da önemli kapasite sorunları var. Omurga yetersiz olduğu sürece, bu omurgaya genişbantla bağlanılmasının da anlamı yok.
Yeni Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, e.Türkiye'ye sahip çıkacaklarını söylüyormuş. Hükümet programında e.Türkiye'nin adı bile geçmiyor ama hadi bakalım. Belki Sayın Yıldırım, gerekli yatırımları başlatır. Bekleyip görelim. Sonuna kadar takipçisi olup, olumlu olumsuz gelişmeleri siz okurlarıma aktarmaya devam edeceğim.
Çift yönlü uydu hızı
Genişbant İnternet erişimi konusunda devlet ve Türk Telekom uyurken, özel sektör kendi çözümlerini geliştirmeye çalışıyor. Bu çözümlerden biri de Comturk tarafından sunulan uydudan çift yönlü İnternet bağlantısı. Uydu ile bireysel ve kurumsal İnternet bağlantısı Superonline ve Dexar gibi çeşitli erişim sağlayıcılar tarafından bir süredir verilen bir hizmet. Comturk'ün hizmetinin bunlardan farkı uydu iletişiminin çift yönlü olması. Diğer çözümlerde İnternet'ten gelen bilgiler uydudan gelirken, kullanıcıdan giden bilgiler telefon hattı üzerinden gönderiliyordu. Bu da hem hızı olumsuz olarak etkiliyor, hem telefon hattını meşgul ediyor, hem de ekstra telefon faturası anlamına geliyor.
Uydudan iki yönlü İnternet teknolojisi, şimdilik kurumlara hitap eden bir ücretle hizmet veriyor. Ancak iki ay kadar sonra bireysel tarifesi de açıklanacak. Servis saniyede 2 megabite varan hızlarla veri, İnternet, video ve ses iletişimi için kullanılabiliyor. comturk.com
İnternet'in içinden mi
Arçelik'in çok başarılı bulduğum yeni reklam kampanyası ve pek başarılı bulamadığım yeni logosuna bu kadar çok maruz kalınca, acaba orada ne yapmışlar diye merak edip İnternet sitelerine girdim. Reklam kampanyasını başarılı buldum çünkü yeni logoyu bana sevdirmeyi başardı. Logoyu başarılı bulmadım çünkü reklam kampanyası sayesinde sempatimi kazanmasına rağmen bu logo bana teknoloji devi bir şirketten çok peçete, tuvalet kağıdı, perde, yatak örtüsü ya da hazır giyim üreticisi bir markayı çağrıştırıyor. Neyse sadede gelip, İnternet sitelerine girelim. Sitenin tasarımındaki reklamcılık kaygısı, girişte kullanılan Flash animasyondan belli oluyor. İnternet siteleri şirketler için pazarlama iletişiminin bir parçasıdır, doğru. Ama asla ve asla klasik anlamda bir reklam aracı değildir. Reklam, halkla ilişkiler gibi klasik pazarlama iletişim araçlarından çok farklı, kendine has ve yeni özellikleri olan bir araçtır ve doğru tasarımı radikal teknikler uygulanmasını gerektirir. Bir kere bir İnternet sitesini tasarlarken, klasik lineer mantık kullanırsanız çuvallamanız kaçınılmazdır. Lineer tasarım mantığının düştüğü ilk tuzak sitenin giriş sayfasını bir kapak gibi düşünmektir. İşte Flash animasyonları sitelerin giriş sayfasına sokan da bu geçen yüzyıl mantığı. İnternet sitesinin birinci amacı insanları siteye tekrar tekrar çekmek olmalıdır. Siteye tekrar tekrar gelen ziyaretçi için girişte karşılaşacağı animasyondan daha antipatik bir şey olamaz. Bu yüzden Flash kullanımı gibi hoşluklar sitenin içerilerinde bir yerde kullanılarak, seçim ziyaretçilerin paşa gönlüne bırakılmalıdır. Diğer pekçok yönüyle övgüyü hakeden Arçelik sitesinin bir ikinci kusuru ise işin en stratejik yanını, e.ticareti kangurum.com.tr'ye paslamış olması. Doğrusu pazarlamanın tüm aşamalarının Arçelik sitesindeki sayfalardan yapılması, Kangurum teknolojik altyapısının arka planda kullanılması, Kangurum kurumsal varlığının sadece logolarla hissettirilmesidir.