Şimdi bir girişimci olduğunuzu ve şirket açacak olduğunuzu farz edin. Fark etmez bakkal dükkanı bile olur. Diyelim dükkanı açmak için yeni kurulmakta olan bir mahalleyi seçtiniz. Ama mahalle size yabancı, bu yüzden mahalleyi tanıyan birilerinin görüşlerine ihtiyacınız var. Sorup soruşturuyorsunuz, mahallede Baba Himmet diye birinin oturduğunu öğreniyorsunuz.
Dediklerine göre Baba Himmet mahallenin en eskilerindenmiş. Buradaki evlerin sayısı beşi geçmezken, o evlerden birinde de o otururmuş. Mahallenin gelişip büyümesinde önemli rolü varmış. Köyündeki hısım, akrabasını şehre göç etmeye ikna edip mahalleye davet etmiş. Onlar da gelmiş, her biri bir arsa kapıp üzerine gecekondu dikmiş. O yüzden diyorlar bu mahalleyi en iyi Baba Himmet bilir, sen hele ona bir danış...
Baba Himmet'i bulup, derdinizi açıyorsunuz. ''Burada bir bakkal dükkanı açacağım. Bana danışman olur musun, danışacağım başkalarını da bulur musun? Ücret ödeyemem ama size Mahalle Yüksek Kurulu diye bir ad takarım, mahallede havanızdan geçilmez''.
Baba Himmet hemen tamam diyor. Topluyor mahalledeki ahbap çavuşlarını kuruyor Mahalle Yüksek Kurulu'nu. Soruyorsunuz bakkalı hangi sokakta açayım diye, gösteriyorlar size bir sokak. Soruyorsunuz bu mahalle daha çok büyür mü, eve servis hizmeti kurayım mı diye, diyorlar yok ağam büyümez Himmet Baba'nın neredeyse tüm köyü buraya göçtü.
Açıyorsunuz dükkanı, bir bakıyorsunuz ki size tavsiye ettikleri sokak işlek bir sokak işlek olmasına ama sadece yazın. Biraz çukurda kaldığından karda yağmurda kullananı yok. Her yağmurda dükkanı sel basması ise cabası. Sonra farkına varıyorsunuz ki, öylesine Mahalle Yüksek Kurulu diye adlandırdığınız güruh farklı işlere de kalkışmış. Mahalle çevresindeki Hazine arsalarını ona buna satan emlak tellallarına bir takım evraklar hazırlamaya, sözüm ona kurallar koymaya başlamış.
İş bununla kalsa iyi. Büyümez dedikleri mahalle öyle bir göç alıyor, öyle bir büyüyor ki hazırlıksız yakalandığınızdan açılan yeni bakkallarla rekabet edemez duruma düşüyorsunuz. Onlar motosikletle evlere jet servis yaparken, sizin tabanı açık çırağınız ancak birkaç eve yetişebiliyor.
Ne yaparsınız. Sizi bilmem ama benzer bir durumda Ulaştırma Bakanlığı'nın ne yaptığı ortada. Gelelim o hikayeye...
Dönemin Ulaştırma Bakanı Necdet Menzir, 1998 yılında iyi niyetli bir girişimle İnternet Üst Kurulu isimli (havaya giren kurul üyelerine sadece bir danışma kurulu olduklarını hatırlatmak için ismi sonradan İnternet Kurulu olarak değiştirildi) bir danışma kurulu kurmuştu. Ana amacı çok kötü bir tasarıma sahip olan dönemin İnternet altyapısı TURNET'in cenazesini kaldırmak ve yerine doğru tasarlanmış bir İnternet altyapısı kurulması için bakanlığa danışmanlık vermekti. TURNET gömüldü yerine TT-Net kuruldu. Ve Cezayir Depremi'nin ardından yaşanan İnternet skandalında görüldü ki TT-Net'in tasarımı da tam bir rezaletmiş.
İnternet Kurulu baş sorumlusu olduğu bu skandalın ardından bir bildiri yayınlayarak zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalıştı. Hiyerarşik olarak bağlı olduğu Ulaştırma Bakanlığı'na posta koyan, göreve çağıran bir bildiriydi bu. Adama sorarlar... Varoluş nedenin, bağlı olduğun bakanlığa danışmanlık yapmak. Ana kuruluş amacın TT-Net'in düzgün tasarlanmasını sağlamak. Beş yıldır görevdesin. TT-Net'in nasıl kurulması gerektiğini bunca yıldır anlatmadın da, skandal patlayınca mı aklına geldi? Yok eğer gerekli fikirleri verdim ama Ulaştırma Bakanlığı kulak asmadı diyecek olursan, seni dinlemeyen bakanlığın altına sürdüğü koltuğa bunca yıldır neden yapışıyorsun, neden istifa etmiyorsun?
Şimdi bu kurul, profesyonel bir ekibin eşliğinde toplanıp yeniden yapılanmanın (Türkçesi bakanlık tarafından şutlanmadan yeni mazeretler bulmanın) arayışına girmişler. Arama konferansında kendi güçlü ve zayıf yanlarını belirlemişler. Gelin güvey raporu tam bir komedi ama beni asıl şu nokta koparttı: İnternet Kurulu'nun güçlü yanları değişime açık olması ve prestiji olmasıymış.
Beş yıldır dişe dokunur tek bir faaliyette bulunamamak ve buna rağmen koltuğa yapışmanın adı; ''değişime açık olmak ve prestijli olmak''sa doğrudur, ne diyeyim?
Son olarak notu: İnternet Kurulu Başkanı Mustafa Akgül, ''İnternet kurulunun başarısı ya da başarısızlığı, Türkiye İnternet sektörünün başarı veya başarısızlığı olacaktır'' buyurmuş. Bu cümledeki gözdağından şirketler korksun, beni ilgilendirmez. Ama Sayın Akgül hakkımda ''İnternet Kurulu'na üye yapılmadığı için bizi eleştiriyor'' yalanlarını bu kez olsun savurmasın, bana yeter. Kendi de çok iyi biliyor ki, dönemin müsteşarı bana da üyelik teklif etmiş, gazeteci kimliğimden dolayı ben kabul etmemiştim.
Yiğidin hakkını ver notu: Mustafa Akgül'ün İnternet'in Türkiye'deki gelişimine katkısını inkar ettiğim sanılmasın. Sayın Akgül'ün İnternet'in Türkiye'deki gelişiminde oynadığı öncü rolü her fırsatta, adı geçtiği her yazımda belirttim, belirtmeye de devam edeceğim.
Hayatım bilgiyi açar mısın
Las Vegas'ta yapılan CA World konferansında sektörün yeni gözdesi ''anında bilgiişlem'' kavramının hayata geçmesini kolaylaştıracak ''Sonar'' kod adlı yazılım çözümü tanıtıldı. Mobil teknolojiler, Linux ve Web Servisleri ise konferansın diğer gözde kavramlarıydı.
Karşılığını ödeyebilecek güçte olduğumuzda bazı şeyler hayatımızda ne kadar kolaydır değil mi? Basarız bir düğmeye odamız aydınlanır. Çeviririz bir düğmeyi ocağımız yanar. Bükeriz musluğun kulağını suyumuz akar. Dokunuruz birkaç tuşa konuşuruz telefonla. Santrallar, barajlar, kablolar, borular umrumuzda değildir. Ay sonunda gelen faturayı öderiz, olur biter.
İşte şimdi bilişim dünyası da bir süredir benzer bir kullanım biçimini yaygınlaştırmaya çalışıyor. Daha çok şirketleri hedef alan bu kullanım biçiminde bilgi işlem gücü ve kapasitesi kullanıma göre faturalanan bir hizmet olarak sunuluyor. Yani şirketler dev bilgisayarlara, sunuculara, veritabanı yazılımlarına yatırım yapmak ve sonradan bir de bunların işletme ve bakım maliyetleriyle uğraşmaktansa tüm bu hizmetleri ağ üzerinden ihtiyaç duydukça karşılayabiliyorlar. Bilgiişlem gücü ve kapasitesi böylece tıpkı elektrik, su, telefon gibi ihtiyaç duyulduğu anda kullanılabilen ve kullanım kapasitesine göre faturalandırılabilen bir kaynak haline gelmiş oluyor.
''Anında bilgiişlem'' isimli bu modelin uygulamaya konulup, hayata geçirilebilmesindeki en büyük sorun farklı platformların bir arada sorunsuz kullanılabilmesi, tek bir merkezden sorunsuzca faturalanabilmesi ve merkezi güvenlik gibi karmaşık sistemlerin yönetimiyle ilgili konularda ortaya çıkıyor. Çünkü modelin etkin olabilmesi için farklı donanım, yazılım ve işletim sistemlerinin aynı anda hizmet vermesi gerekiyor. Üstelik farklı yapılardaki tüm bu kaynakların uyum içinde yönetilmesi, üzerlerindeki iş yüklerinin dengelenmesi, beklenmedik durumlar için yedeklenmesi de gerekiyor. Computer Associates'in (CA) ''Sonar'' kod adlı teknolojisi bu sorunlara pratik çözümler getiriyor.
''Anında Bilgiişlem'' kavramını teoriden pratiğe geçirecek bir yazılım çözümü olan Sonar, Las Vegas'ta 15 bin kişinin katılımıyla gerçekleştirilen CA World konferansında duyuruldu.
CA Başkanı Sanjay Kumar, ''Anında bilgiişlem temelinde bir yönetim meselesidir. Donanımla, işletim sistemiyle ya da uygulama yazılımlarıyla ilgili değildir. Önemli olan tüm bu farklı bileşenleri uyum içinde çalıştırmaktır'', diyor.
İş dünyasının gerçeklerine bakıldığında, Kumar'a hak vermemek elde değil. Şirketler farklı işler için farklı uygulamalara ihtiyaç duyabiliyorlar. Bu uygulamalar da farklı işletim sistemleri ve farklı donanımların kullanılmasını gerektirebiliyorlar. Bu yüzden ''anında bilgiişlem'' servisi verecek firmaların çok farklı donanımlar ve çok farklı işletim sistemleri üzerinde koşan çok farklı uygulama yazılımlarını uyum içinde sunması gerekiyor. Sonar teknolojisi farklı işletim sistemleri ve donanımlar üzerinde adeta bir NATO Başkomutanı gibi çalışıp lojistik, strateji, sevkiyat, güvenlik, depolama gibi işlemlerin uyum içinde koordinasyonunu sağlıyor.
Kissinger'dan soğuk duş
Las Vegas'ta gerçekleşen CA World toplantısının onur konuşmacısı ABD'nin eski Dışişleri Bakanı Dr. Henry Kissinger'dı. Farklı platformların birbirleriyle uyum içinde kullanılmasını sağlayan yazılımları ile ünlü CA için arabulucu kişiliğiyle tanınan Kissinger ilk bakışta çok uygun bir isim gibi görünüyordu. Kissinger sahneye 10 bin kişilik salonun neredeyse tamamının ayakta alkışıyla geldi. Ancak konuşmasına başladıktan bir süre sonra izleyicilerden en azından bazıları, beklemedikleri bir soğuk duşla karşılaştılar. Barıştırıcı Kissinger gitmiş, yerine ABD dışındaki ülkeleri küçümseyen bir başkası gelmişti sanki. Uzakdoğuluları küçük gördü, Ortadoğuluları aşağıladı, Afrikalıları yerin dibine soktu. Toplantının uluslararası bir toplantı olduğu, izleyicilerin sadece ABD'lilerden oluşmadığı ya kendisine söylenmemişti ya da hazretin umrunda değildi. Üstüne üstlük bilgi teknolojilerine ve servis sektörüne bakışı da çağ dışıydı. Kısacası geçen yüzyılın devlet adamı, yüzü geleceğe dönük CA gibi bir şirketin konferansına hiç yakışmadı.
Duy işit inanma
Çarşamba günü neredeyse tüm gazetelerde bir haber vardı. Çalınan cep telefonu 'çalıntıyım' diyecekmiş. Ankara Cumhuriyet Savcılığı, ceptel hırsızlığıyla mücadele amacıyla yeni bir uygulama başlatmış. Ceptelini çaldıran kişi suç duyurusunda bulunduğunda, GSM firmaları 'IMEI' numarası kanalıyla çalıntı telefonun ekranına kullanıcı tarafından silinemeyen ''Bu mal çalıntıdır'' yazısı gönderecekmiş. Güzel bir uygulama. Ama gönül savcılıkların kim tarafından kullanıldığı tespit edilen çalıntı telefonları bulmak ve bu telefonları kullananları mahkemeye sevk etmekte de hızlı davranmasını arzuluyor. Geçen ekim ayında evimize hırsız girdi. Pek çok şeyin yanı sıra cep telefonumu da çaldı. Suç duyurusunda bulunup IMEI numarasını bildirdim. Telefonu kullanan kişi çok geçmeden saptandı. İstanbul Cumhuriyet savcısının bana aktardığına göre bir avukatmış. Ama her nedense aradan yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen ne çalınan telefonumdan haber var, ne de çalıntı telefonu kullanan kişiden. O kişi evime giren hırsız bile olabilir. Ama nedense yakalanmıyor. Ankara Cumhuriyet Savcılığı güzel bir uygulama başlatmış, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı da takipte başarılı olsa bari...
Algida eksik kalsın
Geçen haftaki yazımın sonunda ''Algida eksik kalmasın notu'' diye yazıp gerisini eksik bırakmıştım. Bu hafta ''Algida eksik kalsın'' diyip tamamlıyorum. Algida gerçekten eksik kalsın çünkü günahı yok. O sadece Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan tanıtım filminin yabancı kanallarda gösterilmesini finanse ederek Türkiye'nin tanıtımına katkıda bulunuyor. Asıl kusur bakanlıkta... Sen kalk çuval dolusu para döküp bir tanıtım filmi hazırlat sonra o filmde Türkiye'nin tanıtımını yapan bir İnternet sitesinin adresini kullanma. Paralar bu çağda işte böyle boşa akıtılır. Diyeceksiniz ki bakanlığın Türkiye'yi tanıtan doğru düzgün bir sitesi yok ki, reklam filminde adresini kullansın. Olsun kardeşim. Düzgün bir turizm portali yapamıyorlarsa, o makamı boşuna işgal etmesinler...