Asmalı bu konağı kansere çare için

Tek bir bölümünü seyretmediğim gibi son bölümünü de seyretmedim. Ama seyredenlerden dinledim. Asmalı Konak dizisinin son bölümünde dizinin kadın baş karakteri lenf kanserine yakalanmış

. Kocası genç yaşta kansere yakalanan 'bitanesini' kurtarmak için elinden gelen herşeyi yapacağını, aklında hiçbir soru işareti kalmaması için ABD'de şifa arayacağını söylemiş.

Tam beklediğim gibi kıyamet kopuverdi. Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı diziyi RTÜK'e şikayet etti. Ahkam kesmeye meraklı gazete yazarları da geri kalmadı. Neymiş efendim Türkiye'de tıp çok ileriymiş. Kanser tedavisinde en ileri ülkelerden biriymişiz. Doktorlarımız süpermiş, tıp literatürünü yakından takip ediyorlarmış. En son ilaçları dünyayla aynı anda kullanıyormuşuz.

İnternet skandalı

Aslında bu hafta, son birkaç haftadır yaptığım gibi yaşanan son İnternet skandalını yazacak, böylesi büyük bir skandala rağmen Türk Telekom'dan, Ulaştırma Bakanlığı'ndan, Hükümet'ten neden hálá sorularıma bir cevap gelmediğini; Türk Telekom, Ulaştırma Bakanlığı ve İnternet Kurulu'ndan neden hálá tek bir istifa dahi gelmediğini soracaktım. Ama Türkiye için İnternet'ten daha da önemli tek bir konu var o da sağlık. Yine İnternet'ten daha fazla ihmal edilen tek bir konu var, o da sağlık. Bir giden can geri gelmez, bir de Türkiye'nin geleceği için yüz yılda bir çıkan ve kaçırılan fırsatlar. Bu yazıyı yazıp bitirdikten birkaç saat sonra CNN-Türk'te yayınlanan Soru Cevap programında Yavuz Baydar'ın konuğu olacak ve başta son İnternet skandalı olmak üzere İnternet'in Türkiye'deki sorunlarına ilişkin soruları yanıtlıyor olacağım. Bu yüzden İnternetçiler bu seferlik geçen akşam yayınlanan programla ve sayfadaki diğer yazılarımla idare etsin, baş köşemi bu hafta sağlığa ayırıyorum.

Şikayet etme işine bak

Kanserle Savaş Dairesi Başkanı Murat Tuncer, diziyi seyreden tüm lenfoma kanseri hastalarının, 'iyileşmek için New York'a gitmek gerek' gibi yanlış bir kanıya varacaklarını iddia ederek diziyi RTÜK'e şikayet etmiş. Dizideki fırıncının hırsızlık yapmasına isyan eden fırıncılar, taksici rolündeki karakterin pasaklı olmasına kızıp eylem yapan taksiciler gibi bir durum söz konusu yani.

Türkiye'deki her hastanın tedavi için yurtdışına gidebilecek durumu yok tabii ki. Ama kafamızı kuma gömerek, Türkiye'deki sağlık sisteminin içinde bulunduğu durumu görmemezlikten gelerek de hiçbir yere varamayız. Doğru tedavinin uygulanabilmesi için önce doğru teşhisin yapılması gerektiğini herkesten iyi tıpçılar bilir. Bu yüzden önce tomografiyi doğru çekelim:

Türkiye'de her alanda olduğu gibi tıp alanında da dünya çapında isimler, çok iyi doktorlar var. Önce onları tenzih ederim. Ama fotoğrafı doğru çekmek için bu istisnaları genelin dışında tutmak zorundayız.

Bir kere Türkiye'deki doktorların büyük çoğunluğu, karşısındaki hastayı adam yerine koymama eğilimindedir. Herhangi bir devlet hastanesine, sigorta hastanesine girin bakın. Bırakın hastayı aşağılamamayı, azarlamamayı ''sen'' yerine ''siz'' diye hitap eden doktor bulmakta güçlük çekersiniz.

Özel hastanelere gidildiğinde durum biraz düzelir. Hasta en azından ''siz'' olmuştur artık. Ama hepsi o... Karşılarındaki alim-i cihan olsa hastalığını ve tedavi yöntemlerini anlayacak seviyede değildir doktorlara göre. Ne hastalıkla ilgili ne de tedavi yöntemiyle ilgili ayrıntıya girerler. Tedavi seçenekleri sunup, seçimi hastaya bırakmak gibi hasta haklarına saygılı olmaları beklenemez haliyle. Hastaya karşı, hastalığını ondan gizlemek gibi büyük ahlaksızlıklara başvuranları dahi vardır.

Vay haline hastanın

Birbirlerinin uzmanlık alanlarına bile saygısı yoktur çoğunun. Kanser hastaları genellikle kapan doktorun elinde kalır. Örneğin cerrahın eline düşen bir hasta hemen ameliyat edilmeye kalkışılır büyük olasılıkla. Onkoloğa filan göndermek hak getire. Aman belki ameliyattan önce kemoterapi, radyasyon filan önerir, o arada hasta da başka bir cerrah bulur maazallah.

İlaçlarını sigortadan alan hastanın vay haline... Öyle dünyadaki en son ilaçları kullanması filan mümkün değildir. İlaçların Türkiye'de tedavi standardı olarak kabul edilebilmeleri için yurtdışında yıllar süren araştırmalar sonucunda aldıkları lisanslar yetmez, T.C. Sağlık Bakanlığı'nın dünya tıp teknolojilerinden fersah fersah ileri incelemelerinden geçmeleri gerekir.

Çamura yatan özel sağlık sigortalarını, yenilenmeyen poliçeleri, ilaçları hasta yakınlarının eline tutuşturan hemşireleri, ameliyat odalarına musallat olan virüsleri, yoğun bakımsızlık odalarını, istatistiki veri eksikliğini hiç saymıyorum. Bilimsel merakını kaybettiği ya da yabancı dil bilgisi yeterli olmadığı için tıp literatürünü takip etmekten aciz doktorların oranını bilmek dahi istemiyorum.

Ve siz hálá Türkiye tıpta çok ileri diyorsanız ben de size yurtdışında bir muayene öneriyorum... Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı'na da RTÜK'e şikayet gibi boş işlerle uğraşmak yerine, halkı kansere karşı bilinçlendirecek, doktorları eğitecek uygulamalarda bulunmasını tavsiye ederim.


Polise Türkçe bilmeyen bilgisayar


Siemens Business Services Türkiye tarafından gerçekleştirilen, Turkcell'in GPRS altyapısı ile sunulan ve Türkiye'nin ilk mobil e.Devlet uygulaması olan Trafik Bilgi Sistemi Projesi kullanılmaya başlandı.

Trafik Bilgi Sistemi ile otoyollarda trafik denetimi yapan ekiplerle merkez arasındaki sürekli bilgi iletişiminin sağlanması, kaza istatistiklerinin daha sağlıklı ve hızlı biçimde oluşturulması, ayrıca sürücü, araç ve trafik cezası sorgulamasını tablet bilgisayarlar aracılığı ile anında mobil ortamda gerçekleştirilmesi amaçlanıyor.

Gerçekten alkışlanacak çok başarılı bir uygulama ama tek bir konuya takıldım. Bu kadar güzel bir projede neden çok daha ekonomik sıradan dizüstü bilgisayarlar değil de Türkçe anlamayan, ilkel teknoloji Tablet bilgisayarlar kullanılır.

Bilindiği gibi Tablet bilgisayarları, sıradan dizüstü bilgisayarlardan ayıran tek özelliği klavye yerine ekrana yazı yazarak giriş yapılabilmesi. Ancak Tablet bilgisayarların bu özelliği Türkçe söz konusu olunca çalışmıyor. Peki o halde aynı işi görecek çok daha ekonomik bir çözüm varken neden işe yaramaz, pahalı bir teknoloji seçilmiş akıl, sır erdirmek mümkün değil. Yoksa Atatürk'ün harf devrimine ilk muhalefet Türk polisinden mi geliyor?


Java da ayaklandı


Tamam biliyorum bu çok büyük bir haber. Tamam onu da biliyorum, ne TV bültenlerinde gördünüz ne de yabancı kaynaklarda rastladınız. Üstelik gazetenin birinci sayfasından anonslanmamış bile. Ama ne bu Java o bildiğiniz Java, ne de bu ayaklanma o bildiğiniz ayaklanma. Hoş değil Java, İngiltere ayaklansa Türkiye'de kimsenin umrunda olmaz ama bu ayaklanma zaten başka bir ayak.

Java dediğim bir yazılım dili. Ayaklanmadan kastım ise mobil olma ya da moda deyimiyle cebe girme durumu. Yani konumuz teknolojik. Ama hemen küsmeyin, bu haber hepimizin yaşamını etkileyecek yeniliklerle ilgili. Cep telefonları hem ucuzlayacak hem marifetleri artacak desem mesela... Bilgisayarlar da cebe girecek, üstelik cep telefonu biçiminde desem ya da... İşte Java'nın ayaklanması bu gibi sonuçlara gebe.

Java ile uygulama geliştirenleri bir araya getiren Sun JavaOne Konferansı'nın sekizincisi çoğu yıl olduğu gibi bu yıl da San Fransisko'da yapıldı. Bilişim endüstrisinin en önemli etkinliklerinden biri olan ve 1996'da yapılan ilki de dahil olmak üzere büyük bir çoğunluğuna katıldığım JavaOne'ı bu kez de yerinde izleme fırsatı buldum.

Güvenenleri mahcup etmedi

Java ile tanışmam 1995 Cenevre Telekom Konferansı'nda olmuştu. Java hakkında yazdığım heyecan dolu ilk yazılara bilişim medyası ilk başlarda burun kıvırdı. İnternet'e olduğu gibi Java'ya da fazlasıyla temkinli yaklaştılar, hatta çoğunlukla olumsuz eleştirdiler. Bense o günlerde Java'nın cebimize kadar gireceğini iddia ediyordum.

Aradan yıllar geçti ve JavaOne 2003'ün kapanış konuşmasını yapan Sun Başkanı Scott McNealy de, Java'yı ilk kez görücüye çıkartıkları yıllarda bu teknolojiyi fazla abartmakla suçlandıklarını aktardı. Şimdi geriye doğru bakıyorum da dedi McNealy, aslında gerçek gücünü küçümsemişiz bile diyebilirim....

McNealy ilk JavaOne konferansında hedeflerinin masaüstü bilgisayarlar olduğunu itiraf etti. Ancak bunca senenin ardından masaüstü bilgisayarlar Java'nın en zayıf olduğu yer olarak kaldılar. Buna karşılık Java her türlü sunucuda büyük bir hızla yayıldı, sonunda cep telefonlarına kadar girdi ve nihayet masaüstü bilgisayarlarda da güçlenmeye başladı.

Java cephesinde yaşanan bir başka önemli devrim ise Web servisleri alanında oldu. Java geliştiriciler artık işletim sistemlerine değil Web servisleri katmanına yazacaklar. Yani bir kez yaz, her yerde her zaman kullan konsepti artık daha da güçlendi.

JavaOne 2003'e damgasını vuran en önemli konu ise mobil teknolojilerdi. Son yıllarda bilişimin her deliğine burnunu sokan mobilleşme eğilimi Java'da da kendini gösterdi. Mobilleşme JavaOne'da en çok üzerinde durulan konulardan biriydi. Konferans kapsamında yapılan fuarda önde gelen cep telefonu ve mobil cihaz üreticileri Java uyumlu yeni modellerini sergilediler. Mobilleşme konusunda yapılan en önemli duyuru ise Nokia, Motorola, Siemens Mobile ve Sony Ericsson gibi cep telefonu devlerinin ortak Java uyumluluk test merkezi açacaklarını duyurmaları oldu.

Bir başka önemli duyuru ise HP ve Dell'in bundan sonra satacakları tüm bilgisayarlarda Java'yı yüzde yüz destekleyeceklerini açıklamaları oldu. Böylece Java'yı Windows işletim sisteminden çıkartacağını duyuran Microsoft'un engelleme çabalarına büyük bir darbe indirilmiş oldu.


Java cebe girdi


Java uygulamaları 22 farklı cep telefonu ve mobil cihaz üreticisi tarafından geliştirilen 150 farklı modelde kullanılabiliyor.

Dünya çapında 53 cep telefonu operatör Java tabanlı mobil uygulamalar ve servisler sunuyor. 11 operatör ise servise geçmek üzere test çalışmaları sürdürüyor.

Java teknolojisinin kullanıldığı akıllı kartların sayısı 300 milyonu geçti.

Fortune 500 listesindeki dünyanın en büyük şirketlerinin yüzde 100'ü Java kullanıyor.

Yöneticilerin yüzde 78'i Web servisleri için Java'yı en iyi platform olarak görüyorlar.

Üzerinde Java yüklü masaüstü bilgisayarların sayısı 550 milyonu buldu.
Yazarın Tüm Yazıları