Yonca Tokbaş

Yaz çocuğu

26 Temmuz 2012
Ben yaz çocuğuyum. Ağustos doğumlu olduğumdan mı bilmem, yaz aylarını hep çok severim.
Yaz gelsin diye dört gözle beklerim. Ağustos’u şu anda, tam bu yazıyı yazdığım anda Aşkın Nur Yengi’den  “Serserim benim...” dinleyerek bekliyorum.
O kadar sevmişim ki Yaz aylarını, kader bizi ailecek her daim yaz olan bir memlekete, Dubai’ye çalışmaya yolladı.
11 yıldır her daim mevsimlerden Yaz bize. Sürekli iki mevsime talim ediyoruz: Sıcak Yaz ve çok sıcak Yaz.
Oysa insan bedeni ve ruhu arada dört mevsimini arıyor. Sonbahar gelsin azcık sakinlesin. Döksün üzerindeki yorgun yapraklarını. Kış gelsin bembeyaz giyinsin kirlerini atıp.
Baharda çiçekler açsın yine.
Yaza enerji toplasın...
Neyse.
Dubai’de her daim yaz işte. Bas enerjiyi, bas güneşi sanırım bitap düşüyorsun arada. u Bi de ben o aşırı Yaz ortamında ofis içinde klimatize ortama mahkum kaldığımdan yıllarca, ve benim için Yaz dediğimde aklıma sadece Türkiye sahilleri geldiğinden belki de; bir türlü Dubai’nin Yaz ayları ile arkadaş olamadım.
Nankörlük değil bakın halim, sakın yanlış anlamayın beni. Tarif edemediğim bir şeyin eksikliği ya da fazlalığıdır beni orada yazlıkta yaşıyormuşum hissinden uzak tutan.
Neyse. Bunun bir önemi yok şu anda. Zaten içimden geçenlerin satırları öyle dağınık ki kafamda, sallıyorum önüme düşen kelimeleri peşi sıra.
Allah ne verdiyse o...
Şu anda size öyle bir yaz akşamından yazıyorum ki... Akıllara zarar. Hani insana feleğini şaşırtan cinsten.
Çok şükür hala daha delice zevk alıyorum geceden ve gündüzden. Bazı anlar geliyor unutur muyum bu keyif duygusunu diye endişeye kapılıyorum.
Ne saçma!
Unutmam asla.
Erol Evgin der ya “Hani gözlerin dolar ya birden, işte öyle bir şey...”
Yaz aylarını ben Türkiye’de severim demeliyim belki de.
Çünkü öyle.
Gerçi ergenken yaş günüm Ağustos ortası diye çok sinir olurdum. Bir türlü arkadaşlarımla kutlama şansım olmazdı. Annanemin arkadaşları, akrabaların en yaşlı olanları ve onların dostlarıyla beraber efenime söyliyim “teyzelerin çay saati” gibi kutlardık mecburen.
Ne ayıp Yonca!
Ama o zaman öyleydi içimden geçen. Bugünse bammmbaşka.
Şimdi düşünüyorum da, insan sürekli evrim halinde. Eskiden hayıflanıp dert ettiğim şey, şimdi aklıma bile gelmiyor.
Hep böyle midir acaba?
Yani insan düşündüğü şeylerin tam tersini de düşünür mü zaman geçince?
Çünkü bazen müthiş bir gülümseme çöküyor üzerime o zamanlar gıcık olduğum yaşgünlerimi hatırladıkça.
Şu andaysa, her şart altında tüm sevdiklerimle kutlarım ve ne yaşa ne başa bakmam, asla. Tanımadıklarımla da kutlarım icabında.
Eğlenirim illa. 
Haydaaa, şimdi de “Senede bir gün” çalmaya başladı ben yazarken yazımı fonda.
Bazen şarkılarla “Bu çıkan bana gelsin...” oyunu oynamak en güzeli bir yaz akşamında.
Fal gibi. Ne onlu ne onsuz gibi.
Hayat da, yaz gibi.
Sıcak, esintili, dalgalı filan ama sadece,
Kısa.
İçimden neler geçiyor yaz yaz yaz...
Yazma.
Yonca
“yaz-ar”
Yazının Devamını Oku

Biber kazığı

19 Temmuz 2012
Acı biber – Tatlı biber. İkisi de biber; ama iki farklı biber.

Kimisi acı yiyemez. Kimisi de tatlı sevmez.

Hayat mesela...

Hep yeni ve öğrenilecek tecrübeler ile doludur; ama insan yaşamadan bilemez.

Acı-tatlı tecrübeler.

Yazının Devamını Oku

Sex and The City Türkiye

18 Temmuz 2012
Hayatın eli olsa, tokadı basardı icabında. Ama eli yok.

Çok konuşanlara meydan boş kalıyor bu durumda. Hayret ediyorum insanların haddini aşan papparazileşme merakına.
Neydisi, kimdisi hiç önemli değil ortak payda “yargılamanın kolaylığı” olunca.
Olaylara baktıkça bağlantı kurdum eskiden seyrettiğim bir dizi ile, hayata ve yaklaşımlarıMa dair bir anda.
Kendi adıma.
“Sex and The City” (Seks ve Şehir) diye bir dizi vardı malum zamanında.
O dizinin başrol oyuncusu olan kadın Carry, Mr. Big' e çok aşıktı. Carry bir ara Aiden diye, çok beğen(dir)ilen bir adamla çıktı.
Aiden “doğru adam” dı.

Yazının Devamını Oku

Ağız ishali=Eleştiri

17 Temmuz 2012
Çok bunaldım çooook. Yardım rica ediyorum.

Karışan kafamı kaybettim “hükümsüzdür” diyorum. Bekara koca boşamak kolay. Evli olup, bekara “evlen” demek kolay.

Yani, her ne değilsen öbürü olmak çok kolay. Buna icabında “pabuç kadar dilin olması” da denilebilir.

Ya da son zamanlardaki şekli ile “Ağız İshali”...

Buna “Eleştiri” diyenler de var.

Bayılıyorum. Ben de istiyorum.

Sabbbahtan akşama kadar oturup ne var ne yok, kim var kim yok “eleştirmek” istiyorum.

Yemin ederim. Çok istiyorum.

Televizyonu açıyorum, şut çekilmiş de gol olamamış olan “golümsüyü” 1 saat “eleştirenleri” görüyorum.

Yazının Devamını Oku

İşte Hülya Avşar farkı!

12 Temmuz 2012
Ya bayılıyorum bu hınzır afacan ve her daim kendini güncelleyen zekaya! Kadın akıllı.

Denecek bi şey yok. Gerçekten çok akıllı.

Herkes selülitzede oldu, ama Hülya Avşar nanik yapmanın yolunu buldu tüm basına.

Dün Kelebek’de Cenker Tezel’in haberine de fotoğraflara da bayıldım, bayıldım, bayıldım.

Herkes zırıl zırıl yakındı ağladı, Hülya Avşar durdu ve nanik yaptı. “Budur işte kadın dediğin!” oldum.

Budur işte gereken kadının duruş hali.

Neysen osun.

İstemediğin şeyi ince bir şekilde zekanla halledeceksin, espriye vurmayı/vurdurtmayı bileceksin. Süper bir örnek olmuş herkese.

Şortu kaptan suya atıyor, Hülya Avşar sudan şortla çıkıp habercilere nanik yapıyor. Nasıl da güzel gülümsüyor anlatamam. Harbi gülümsüyor. Suratında tanıdık ifade...

Ya gümbür gümbür selülitleri de, buruşuk kırışık ne varsa sallayarak salınarak gezineceksin başın dik, ya da esprisini yapmayı bilip gülüp güldüreceksin.

Türk kadının aynen böyle “kendi gibi” durmayı bilen, gülmeyi bilen, zekasıyla iş halleden kadın örneklere o kadar ihtiyacı var ki! Hülya Avşar bunun en güzel örneği bence. Makyajsız hali, tenise/spora olan tutarlı düşkünlüğü, aklından geleni geçeni korkusuzca söylemesi, ağlamayı da gülmeyi de bilmesi acayip hoşuma gidiyor. Takdir ediyorum.

“Neden ha bire Hülya’yı konuşuyoruz?” demesin kimse. Konuşulacak kadar değer.

Bakıyorum görüntülerine, yüzündeki ifadesi gerçek bu kadının.

Herkes ifade değiştirdi Türkiye’de estetikten. Bi gördüğün az sonra gördüğünde tanınacak halde değil resmen. Bilmiyorum neden?

Estetikli donuk suratların gergin ifadesizliğine bu nanik bence!

Kadın, kadın gibi, kendi gibi, yıllardır tanıdığımız Hülya Avşar işte.

Oh be!
Bi nanik de benden bize...
Yonca
“nanik kardeşliği”
Yazının Devamını Oku

Yazarınız kararsız kalmıştır

10 Temmuz 2012
Samsun’daki en son selde yıkılan 2 köprüyü mü; yoksa Fatih Sultan Mehmet köprüsündeki tadilat yüzünden evlerine 3 saatte gidebilen arkadaşlarımın cefalarını mı yazayım bilemedim bir türlü.

Kararsız kaldım.

Sanırım çekilen cefaları, yapılan yanlışları değil de; güzel şeyleri yazmak istediğimden bu kadar kararsız kaldım. Ama bu haberler karşısında iyi haber bulmak için de kararsız kaldım.

İçim sıkıldı bitmek bilmeyen saçmalıkları sakız gibi uzatan yetkililerden. Düpedüz aptal yerine konuyoruz sürekli. Yüzlerine bakasım, haberlerini okuyasım yok ki yazasım olsun.

Boşuna mı bir beynimiz var?

Peki ya vicdan boşuna mı?

Düşünülmemişlikleri, işgüzarlıkları gördükçe boşuna olduklarını düşündüğüm çok oluyor. Hele de işine geldiği gibi cevap vermiyor mu kimileri, aptal ve vicdansızca iyice deli oluyorum.

Ne zaman böyle karanlık ve iç karartıcı hislere dalsam, masamdan kalkıp azıcık dolaşıyorum. Derin nefesler alıp “İyi şeylere kitlen Yonca, aklını dağıt. Kavgacı olma, kanma onlara..” diye telkinler yapıyorum kendimce.

O kadar kolay değil tabi. Kimi zaman tutuyor telkinler işe yarıyor, kimi zaman gelen haberler karşısında ne yapsam olmuyor.

Yazının Devamını Oku

Özür dilemek çok mu zor

5 Temmuz 2012
Doğa bu doğa! Üstünlüğü tartışılmaz, asla.
İlkokul çocuklarına anlatıyorlar, öğretiyorlar okullarda, “Doğa mı güçlü insan mı?” diye...
Cevabı doğa!
Şakaya gelmez. Dalga geçilmez.
Kaşla göz arasında siler süpürür bir anda, insan yapımı ne varsa.
Tsunami nasıl götürdü koca şehri görmedik mi?
Dalgalar ne varsa aldı götürdü... Ne varsa.
Derenin yatağıysa, istersen üstüne Piramitleri dik, alır gider. Sudur bu su; yolunu bulur, önüne ne kattığına bakmaz. Yutar.
2 saat içinde yağan yağmur yapıyor bunu... 9 insan gitti!
Bilmem ki ne demeli.
“Dere yatağında eskiden gecekondu vardı, kentsel dönüşüm olmasaydı kim bilir kaç kişi gidecekti...” filan demek, yuhlanacak cevaptır. İnsanın yüzü kızarır söylerken. Yani bu kadar kayba şükür mü diyeceğiz durduk yerde ölen insanlarımız varken...
“Dereyatağında ev yaptık, özür dileriz, hatamızdır, insanımızı koruyamadık, büyük hatadır, bütün projeler gözden geçirilecek!” demek bu kadar mı zor yahu hala!
Hiç mi yüzleri kızarmıyor anlamıyorum ki,
Vicdan da mı yok?
E yok belli.
Yatağımdaki düşman Toki!
Yonca
“yazıklar olsun!”
Yazının Devamını Oku

Kızım da geldi oğlum da yanımda oh!

4 Temmuz 2012
Anca kavuştuk hepimiz birbirimize.

Çok özlemişim herkesin kokusunun birbirine karışmasını.

Yola en önce ben çıkmıştım.

Sonra oğlum geldi.

Ardından kızım da babasıyla yeni, dün gelebildi.

Yazının Devamını Oku