Paylaş
Atıldım yenisini aradım.
Istifamı basmaktan da korkmadım.
Gözü kara kadınım.
Çok küçük yaştan beri hep çalışma derdinde oldum.
Hiç düşünmeden her yere başvurdum, iş ayrımcılığı yapmadım. Beni oraya almazlar diye de düşünmedim.
Birbirinden acayip işlerde, alakasız konumlarda çalıştım.
Çay taşımaktan gocunmadım, maaş azmış çokmuş hiç sorgulamadım.
Benim için çalışmak esastı, çalıştım.
Sıfırdan almak mı gerekti, aldım.
Kariyeri sil baştan mı yapmak gerekti, yaptım.
Yeni öğrendiğim işi bırakıp hiç bilmediğim işi öğrenmem mi gerekti, kaçmadım.
Ama beni işe alırlarken baktıkları kriterlere bakıp da başkalarına neden haksızlık yapıp işe almadıklarını hiç anlamadım!
Bizde üniversiteden mezun olduğun dakika hapı yutarsın.
Çünkü sana vaat edilenlerin bir yalan olduğunu anlarsın.
Yıllarca, okulun hele bitsin, mis gibi işte accayip maaşlara iş bulacaksın sanırsın.
Avucunu yalarsın!
Zaten iş yoktur.
Varsa da bütün ilanlar, 3 tane üniversiteden mezun olanlara başvuru hakkı veriyordur. Ya ODTÜ, ya Boğaziçi ya Bilkent mezunu olacaksın ki işe giresin. Daha iş ilanından mağdursun.
Sonra mutlaka “prezantabl” olacaksın!
Kesin Ingilizce bileceksin.
Tamam, peki.
Peki de...
Kaldı mı sana daha şimdiden işe başvuru yapma hakkı elinden alınmış bir sürü eğitimli?
Kaldı.
Bunun adı ayrımcılık değil mi peki?
Ayrımcılık.
Acı ama gerçeklerimiz bunlar işte.
Ben yaşadım, kardeşim yaşadı, kuzenlerim yaşıyor, çocuklarım da aynı cefayı çekecek diye ödüm patlıyor.
Beni işe alan her kurum, önce bu 3 üniversiteden birinden mezun olduğum için görüşmeye çağırdı. Sonra baktılar ki “prezantabl” da bir kadınım, ikinci görüşme sorun olmadı.
Ne acıklı!
Oysa arkamdan görüşmeye giren ve imkansızlıklar yüzünden “prezantabl” olamayan o çocuk, benden daha çok işe alınmalıydı!
Üçüncü görüşmede anlaşıldı ki yabancı dillerim de iyi, iş kontrata bağlandı.
Gelin görün ki, yabancı dil biliyorum diye girdiğim çoğu işte “yes-no” dememe bir kere bile ihtiyaç olmadı!
Dilim özgeçmişimde yazılı bir artı olarak kaldı.
“Urfa’da Oxford vardı da gitmedik mi?” lafını yadırgadık bir de...
Alnı gabağna gerçek bu işte!
Başarılı nice gencimiz mezun olduğu gün ayrımcılık kurbanı ülkemizde. O yüzden eğitim meselesi üzerine kesilen tüm ahkamlar dengemi bozar oldu.
Her işverenime aynı soruları sordum:
“Siz beni dil biliyorum diye işe aldınız. Ama bu işte dile ihtiyaç yok. Yazık değil mi Antep’ten gelip dil bilmeyen; ama üniversiteli zehir gibi okumuş ve çalışmak için can atan çocuğa? Neden onu işe almıyorsunuz bu durumda?”
Kimse umursamadı.
Neyse.
Sonra mesela bir gün hamileyken, işten atıldım. Tazminatımı da alamadım. Vermiş gibi yaptılar da vermediler.
Duygusaldım, olay çıkaramadım.
Yapanlar adına utandım.
Aylarca işsiz kaldım. Her işe saldırdım, bulamadım. Bunalımlara girdim.
Eşimin işi yüzünden yurtdışına çıkmak zorunda kaldık ve daha başvuru yaptığım aynı gün önüme kontratlar konuldu, hemen işe alındım.
Kimse “prezantabiliteme” bakmadı.
Cinsimi, cinsiyetimi sormadı.
Çok uzattım biliyorum; ama bu konu öyle uzun yıllardır bitmek bilmeyen bir çilemiz ki!
Hepimizin çocuğu var, bekliyoruz bizimkilere sıra gelene kadar düzelme olur mu diye...
Hiçbir tanıdığım üniversitede okuduğu işi de yapmıyor.
Hani sistemin neresinden tutsam elimde kalıyor.
Kardeşim arkeolog... Bilgisayar şirketinde çalıştı tam 2 yıl. Şirket tarihinin ilk, tek ve sanırım da son arkeoloğuydu.
Annem lise mezunudur. Dil bilmez. Bankacılığın kitabını yazmıştır ama.
Bizde eğitim deyince de, iş bulmak deyince de, acı ama gerçek her şey ya şansa ya tanıdığa kalmış işte...
Bu çözümlenmek bilmeyen derdimiz, büyük uktedir içimde.
Yonca
“bulamaç”
Paylaş