Arda ben yaşımı söyledikçe kızıyor. Bana “Seni tanımayan biri için kafasında bambaşka bir imaj yaratıyorsun, söyleyip durma” diyor.
Bense insanların yaşımla ve başımla ilgili nasıl bir imaj yarattıklarıyla hiç meşgul değilim. Ben kendimi yaşıyorum.
Üstelik ne dersen de, ne yaparsan yap herkesin seninle ilgili kendi kafasında bambaşka ve birbirinden çok farklı imajları olabiliyor.
İmajlarla da işim yok, imajım da yok.
Yoncayım ben Yonca!
Hayatım boyunca yaşlarımı bir rakam gibi algılamadım, yaşlandıkça yaşımı söylemekten de sıkıntı duymadım.
Çatır çutur takır tukur doya doya yaşlanıyorum!
Buna göre dünyanın her yerinden zeytinyağı firmaları arasında, yarışmalara en çok katılan ve en iyi puanları alan firmalara bakılarak bir sıralama yapılıyor.
En çok yarışmaya katılan ve en çok ödülle dönen zeytinyağları da sitede yayınlanıyor.
Kendi puanlama sistemlerinde sadece 160 puanı geçen zeytinyağları listeye girebilmeye değer görülüyor.
Türkiye’den 9 firma belirli puanlar ile bu çalışmada yer alırken, 172.75 puan ile en iyi doğal sızma zeytinyağı sıralamasına giren tek Türk markası TUAY oldu.
Ülkemizi uluslararası yarışmalarda temsil eden, zeytin çeşitlerimizin ve zeytinyağlarımızın adını dünyaya duyuran tüm firmalarımızı tebrik ediyorum.
Türkiye’den 160 puanı geçip bu listeye girebilen TUAY...
Hani benim sonsuz güvenle yazmaya ve tavsiye etmeye doyamadığım TUAY!
Hani o “Cır Cır böceği” dediğimiz böcek.
La Fontaine’in fablında “Çalışkan Karınca” ile karşılaştırıp haksızca müebbet tembellik lakabına çarptırdığı böcek.
İster Cır Cır böceği deyin, ister Ağustos Böceği, gerçek hayat hikayesini bir de benden dinleyin.
Anne ve babası onu bir pirinç tanesi yumurtacık olarak dünyaya getirir.
Toprağa bırakır.
Toprağın altında, gözlerinin açılmasını, kanatlarının oluşmasını tam 17 sene sabırla bekler.
Şu hayatta en saydığım, en sevdiğim, en ciddiye aldığım şey doğa. En korktuğum şey de doğanın öfkesi!
Depremden 2-3 dakika önce çocukların yanına gittim, oda kapılarını kapamışlardı, onu açtım.
Tam yatağıma uzandım, bir gümbürtü koptu. Bir anlık sessizlik ve öyle bir sallanmaya başladı ki her yer, çığlık attım.
Çocuklarımın yanına gidişim, gözlerindeki dehşet, onları ayaklarından sürükleyerek kaldırıp bahçeye çıkışımız...
Herkes bana “Çocuklarına korkunu belli etme” diyor.
Ama benim dünyamda “çaktırmamak” yok!
Ne hissediyorsam o. Yoncayım, insanım. Korkularım da var.
Dans dediğimizde ne tür diye soruluyor.
Pop, hip hop, jazz, street jazz, klasik müzik, jazz funk, urban, Afrikan, bale, modern dans her birine ömür veriliyor.
Koreografi, bir beste gibi nota nota, adım adım yaratılan, günler, geceler, aylar, bazen yıllar verilen bir yaratıcı uğraş.
Kızım dans ediyor olmasa, ne zorluğunu ne de nasıl o ana gelindiğini bilebilirdim.
3 dakikalık bir dans için Sharmila Dance okulunda aylarca çalıştıklarını gördükçe emeğe ilgim de, saygım da arttı.
Destina ve hocası Sharmila Kamte sağ olsun, dünyanın isim yapmış dans hocalarını, dansçılarını da öğrenip takip eder olduk ailecek. Gün geliyor, bir şarkıyı sırf yapılan koreografi yüzünden mıhlanmış şekilde dinlerken buluyorum kendimi.
Gün geliyor, yine sırf dans ve koreografi sayesinde o şarkıyla tanışıyorum.
Kimisi nereden başlayacağını bilmiyor, kimisi bizi gözünde büyütüyor, kimi de başlamış ama nasıl ilerler onu bilemiyor.
Öğrendiklerimi kanun gibi uygulamaya ihtiyaç duyduğum günlerden, kendi tecrübelerimi edinip, normalleşme sürecine gelene kadar neler yaşadığımı hiç unutmuyorum.
Tutarlı ve düzenli antrenman yapmaya çabalıyorum.
Sanmayın ki ben süperkadınım.
Zorlanıyorum ve sporda zorlanmayı çok seviyorum.
Koşuya emek veren arkadaşlarımı yazarken de amacım aslında her birinin bizden biri olduğunu ve çalışa çalışa herkesin yapabileceğini göstermek.
Nihayet tüm sorularımıza cevap geldi.
Ultra Kitap çıktı
Kimi zaman yarış raporlarımda yazdım onları, kimi zaman sosyal medya hesaplarımda anlattım. Ama hiç tek tek haklarını teslim edemedim.
Nasip bu yazaymış.
Bugün de Aylin Savacı Armador’u tanıyoruz kendi dilinden.
Aylin, Likya Yolu Ultramaratonu’nun (LYUM), 256 km’lik kendi kendine yeterlilik kategorisini ilk koşup bitiren Türk kadını. Bugüne kadar her sene koştu, hep kürsü gördü. İşinin gücünün, ailesinin düzeni içinde hiç ses etmeden müthiş bir alçak gönüllülükle çalışır, koşar Aylin. Bu ülkenin bir başka özel ultra maratoncusu, arkadaşım Alper Dalkılıç sayesinde tanımıştım Aylin’i.
Alper bana “Aylin de senin gibi anne ve çalışan kadın, o yapıyor, sen de yapabilirsin Yonca” demiş, ikimizi e-postalarla tanıştırmıştı.
Aylin bana 6G kategorisi (140 km’lik kısa ve kendine yeterlilik aranmayan kategori) için her konuda yardımcı olmuş, bana cesaret vermişti.
Gözüme ağaçların altında ihtişamı sadeliğinden gelen, aile işletmesi olduğunu düşündüğüm bir yer kestirdim, girdim.
Tavuklar ortalıkta, ağaçların altında sedirler, evet kesin aile işletmesi.
Anne ocak başında, kızlar garson.
Mis gibi.
Yerel olsun, zincir olmasın, küçük olsun diye dikkat etmeye çalışıyorum.
Sallama çay vermesinler, demleniyor olsun. İnce belli bardağımızda içeyim, parmak uçlarım yana yana. Mümkünse odun ateşinde demlense...