Paylaş
Hani o “Cır Cır böceği” dediğimiz böcek.
La Fontaine’in fablında “Çalışkan Karınca” ile karşılaştırıp haksızca müebbet tembellik lakabına çarptırdığı böcek.
İster Cır Cır böceği deyin, ister Ağustos Böceği, gerçek hayat hikayesini bir de benden dinleyin.
Anne ve babası onu bir pirinç tanesi yumurtacık olarak dünyaya getirir.
Toprağa bırakır.
Toprağın altında, gözlerinin açılmasını, kanatlarının oluşmasını tam 17 sene sabırla bekler.
Hiç ses etmeden, kimseciklere görünmeden 17 yıl!
Kimsecikler o bastığı toprağın altında, sabırla gün ışığına kavuşmak için sessiz sedasız bekleyen Ağustos Böceği’ni bilmez.
Bekler Ağustos Böceği.
Kanatları olana kadar toprağın altında, karanlıkta sabırla bekleyen -bu kadar sabırla bekleyen- tek türdür Ağustos Böceği.
Kanatları da oluşmak için, tek sayılı yılları kollar.
Mesela 2017.
Pirinç tanesi yumurtacıktan olma o Ağustos Böceği’nin matematiği hepimizden iyidir yani.
Tek sayılı yılları bekler çünkü; Doğa öyle bir dengeye sahiptir ki, tek rakamlı senelerde onunla beslenen canlıların sayısı daha azdır.
Ağustos Böceği, ona biçilen kısa süreyi tam ve huzurla yaşayabilmek için, en az saldırıya uğrayacak olduğu tek sayılı yıllarda topraktan göğe çıkmayı bekler.
Ne zaman ki, yıl tek sayılı bir yıl olur, ve ne zaman ki kanatları onu toprağın altından göğe ve ağaçlara çıkaracak kadar güçlüdür, dünyaya gelme zamanım geldi der.
Tek başına da almaz bu kararı Ağustos Böceği.
Onlarcası, bazen de binlercesi aynı anda, anlaştıkları o aynı zaman ve saatte hep beraber kanatlanırlar.
Eğer bir Ağustos Böceği’ni yakından inceleme, görme şansınız olursa, kanatlarına bakın. Altın tozları var zannedersiniz. İncecik, narin ve zarifçecik altın tozlu simleri olan kanatları vardır.
O kara toprağın altında, 17 sene, o altın tozlu kanatları büyütür.
Topraktan göğe çıkmaya karar verip de hep beraber havalandıklarında, göğe altın tozları serpiyorlar sanırsın adeta.
Hiç şahit olmadım; ama görenler mucize diyorlar, inanıyorum onlara.
17 senede onu yerden göğe uçuran bu altın tozlu kanatlarıyla, kimi zaman sadece 2 haftacık bir ömrü var, kimi zaman türüne göre de 12 yıl. O da eğer, başka bir cana yem olmaz, ilaçlanmadan zehirlenmezse.
Hayatta hiçbir şeye zararı olmayan, hayata gelmek, gün yüzü görmek için sabırla bekleyen bir candır Ağustos Böceği.
Bir ağacın gövdesinde, aramazsan bulamadığın, gördüğünde ihtişam ve zarafetine inanamadığın bir candır.
Kanatlarına çalan güneşle parlayan altın tozu simlerine baka kalınca, elbet beni anlarsın.
Erkeği dişisine, dişisi erkeğine hayatta olduğunu, aşık olup çoğalmak istediğini anlatmak için müzik yapar, cır cır cır.
“Bunca yıl sabırla bekledik, topraktan beraber çıktık güne. Kanat çırptık, altın tozları serptik göklere. Aşkla yaşamak istiyorum seninle...” diye diye, aşk şiirleri yazıp söylüyorlardır belki de.
Sesleri, müzikleri, o bitmek bilmeyen şarkıları bana aşkı, sabrı, hayata gelmenin, hayatta kalmanın iradesini ve gücünü hatırlatır her yaz Ege’de.
Göğe kavuşmak, kanatlarını çırpmak için bir canlının karanlığa bunca yıl dayanabildiğini, aşk için bunca saat, gün, ay bazen de yıl boyu müzik yapabildiğini düşündükçe...
Gülümsüyorum.
Bu ağustos 45 yaşıma giriyorum.
Ağaçlarımın dibinde, Ege’ye nazır, kulaklarımı sağır edecek kadar güçlü Ağustos Böcekleri senfonisi eşliğinde yazıyorum.
Ağustos Böceğiyim ben de.
Sabırlı, hayata bağlı, altın tozundan kanatlı, aşık ve müzik.
Yonca
“Cır Cır”
Paylaş