Paylaş
Gözüme ağaçların altında ihtişamı sadeliğinden gelen, aile işletmesi olduğunu düşündüğüm bir yer kestirdim, girdim.
Tavuklar ortalıkta, ağaçların altında sedirler, evet kesin aile işletmesi.
Anne ocak başında, kızlar garson.
Mis gibi.
Yerel olsun, zincir olmasın, küçük olsun diye dikkat etmeye çalışıyorum.
Sallama çay vermesinler, demleniyor olsun. İnce belli bardağımızda içeyim, parmak uçlarım yana yana. Mümkünse odun ateşinde demlense...
Kahveyi de bakır cezvede beklemeye hazırım.
Taşsın dökülsün tabağa, canıma minnet.
Tuvalete gidiyorum.
Şahane bir not kapıda: “Çıkarken lambaları söndürün lütfen.”
O an ilk düşündüğüm şehirdeki elektrik müsrifliği.
Ne büyük enerji kaybı, doğa ziyanı. Göz ve gönül yorması da cabası.
Tuvalete bir çocuk da annesiyle girdi arkamdan.
Annesi dedi ki: Hadi yap bakalım kakanı.
Çocuk: Anne kakam yok. Yapamam.
Anne: Hayır şimdi yapacaksın.
Çocuk: Anne ama kakam yok..
Anne: Yaramazsın sen, sevmiyoruz seni biz...
G G G
“Yaramazsın sen, sevmiyoruz seni biz” dedi annesi o çocuğa.
Gözlerim doldu, “Ama kakası yoksa nasıl yapsın ki” dedim, cılız bir ses çıktı benden.
Kadın aldı çocuğunu gitti. Ben de gittim.
O çocuk kaldı ama o cümlede! Ya da ben kaldım!
Annenin acelesi olmak zorundaydı eminim.
Eminim çok yorgun, bıkkın, bezgin, çaresizdi. Eminim yavrusuna bunu yapmak istemezdi. Niyeti o değildi.
Ama yapıverdi işte...
Cümlelerin üzerinde duracak halimiz mi var ki bu hayatı yaşamak varken, zorundalık içinde...
Kalbimiz kırık bizim. Bebeklikten kırık.
Olmayan kakamızı yapamadığımızda yaramazız ve bizi sevmiyorlar ya, ondan çok zor şeyleri başarsak da canımız yanık bizim.
G G G
Döndüm bizimkilerin yanına, tekrardan bu güzel yerde olduğumu düşünmeye çalıştım. Lambaları da söndürdüm tabii çıkarken.
Tuvaletin dışarıda, evden uzakta olmasının önemini anlattım oğluma.
Mahremiyete saygı dedim, temiz hava dedim, hijyenik dedim...
Yola koyulduk tekrar.
Yolda giderken doğayı, ağaçları, bu ülke için değerlerini anlatmaya çalıştım. Tanıdığım, bildiğim kadarıyla bitkileri tanıttım.
Denizlere dik uzanan dağlarımızın kıyılardaki girinti çıkıntısını gösterdim.
Kaş’ın Çukurbağ Köyü’ndeki Düşler Akademisi’nde gönüllü olmaya böyle getirdik Aslan Cem’i.
Kapısından girdik, bir abla karşıladı bizi. “Acaba burada en küçük kim?” gibi bir soru sorduğumda o abla bize, “Yaşın ne önemi var ki, burada herkesin ucundan tutabileceği bir şey mutlaka var, küçük büyük diye bakmıyoruz biz. Hepimiz elimizden ne gelirse onu yapıyoruz” dedi, ellerimi çırptım.
Duyduğum en güzel cevaptı.
Yolun başından sonuna, şu an Düşler Akademisi’nde gönüllü olan oğlumun yaşadıklarını, öğrendiklerimizi, hayatımıza katılan şu değerleri anlatmak için, oğlumla röportaj yapıp detaylıca yazacağım.
Bütün kalbi kırık çocukların, herhangi bir şekilde dezavantajlı olmuş bireylerin hayatlarına, düşlerine saygı duyulan, onlara gönülden koşulsuz destek verilen bu çabadan haberdar olmak, onların yanında olabileceğinizi bilmek, kendiniz ve evlatlarınız için böylesi bir kapının olduğunu bilmekle başlayacağız belki de bütün can kırıklarımızı sarmaya.
Baktığım her yerde gördüğüm her kırığa bir yara bandı da var bu ülkede, merhem de!
Çocuklarıma bu yaz gönüllü çalışabilecekleri yerleri ararken bana yol gösteren arkadaşım Itır Erhart’ın gönlüne sağlık!
Şu ülkede yapılabilecek yüzlerce güzel şey var ahali...
Tam ağlayacakken, gülmem...
Tam çaresiz hissedecekken umuda bağlanmam tam da bunlar yüzünden.
Her şey aşktan!
Yonca “yolcu”
Paylaş