Paylaş
Şu hayatta en saydığım, en sevdiğim, en ciddiye aldığım şey doğa. En korktuğum şey de doğanın öfkesi!
Depremden 2-3 dakika önce çocukların yanına gittim, oda kapılarını kapamışlardı, onu açtım.
Tam yatağıma uzandım, bir gümbürtü koptu. Bir anlık sessizlik ve öyle bir sallanmaya başladı ki her yer, çığlık attım.
Çocuklarımın yanına gidişim, gözlerindeki dehşet, onları ayaklarından sürükleyerek kaldırıp bahçeye çıkışımız...
Herkes bana “Çocuklarına korkunu belli etme” diyor.
Ama benim dünyamda “çaktırmamak” yok!
Ne hissediyorsam o. Yoncayım, insanım. Korkularım da var.
Anneler de korkar. Anneler de bazen ne yapacağını bilemez ve evet hata da yapar. Ben korktuğumu gizlemeyi sevmiyorum. Korkmak da bir duyguysa, onu da yaşıyorum. Duygu ayrımcılığı yapıp korkunun saklanmasını kabul edemiyorum.
Küçümsenecek, canım sende, abartma filan denilecek mevzu değildir hiçbir doğal felaket.
Söz konusu doğal afet olunca korkuyu yok saymak, “mış” gibi yapmak, hafifletmek, korkunun gerçeğinden daha ürkütücü bir bilinçsizlik gibi geliyor bana.
İnsanların zaman içinde kötü sonuçlardan yola çıkarak aldıkları dersler ve yapılması gerekenler var. Uyguluyorum, ama bu korktuğum gerçeğini değiştirmiyor.
Evimizin yapısını, kayalıklar üzerinde olduğumuzu, sırtımızın dağa yaslı olduğunu, bahçemizin güvenli genişliğini ve dikili ağaçlarımızın köklerindeki gücü çok iyi biliyorum.
Güvendiğim de bu zaten; yine doğa ve yörenin coğrafyasına uygun, saygıyla yapılmış yuvamız.
Hepimizi Bodrum’un mimarisi ve doğası kurtardı
Bu büyüklükte bir deprem yüksek binaların bulunduğu şehirlerde olsaydı, binlerce ölü ve yaralı olabilirdi.
Ege’de sahil evleri hep küçük olur. Evde değil, “hayatta” yaşamak için. Avlulara hayat denir buralarda.
Yeni yapılan evler kocaman, içeride klima. Küçük ve taş ev serindir oysa.
Beyaz olur Ege sahil evleri. Sıcağı tutmaz.
Dahası, börtü böcek de kendini beyaz zeminde kabak gibi gösterdiğinden gelmez o beyaz zemine.
Pencere ve kapı çerçeveleri çivit mavi olur, doğal göztaşından yapılır.
O doğal çivit mavinin kokusunu da rengini de sivriler sevmez. Akrep de korkar, rengini ateş rengi görür gelmez.
Tek tük kaldı o mavi pervazlı yuvalar. Manyakça ilaçlama yapılıyor.
Yaşamak için değil, öldürmek için yaşıyoruz, kahroluyorum.
Yerli begonviller dev dikenlidir. Evin dibine dikersin, dolanarak evini sarar. Yılan dolanamaz o dikenli gövdeye. Begonvil çok çiçek döküyor diye dikili olanı söken var. Yılandan korkan zehir döküyor bahçesine...
Kedileri kovalayanlar, farelerden şikayetçi. Kilolarla fare zehiri var sağda solda. “Kendinizi zehirliyorsunuz” diyorum. Kedileri besleyin yeter.
Bu koca deprem diyor ki bize, beni olduğum gibi kabul edin, saygı gösterin. Tepelerimi, bitki örtümü yıkıp yakıp geçmeyin. Denizimi doldurmayın. Ben benden alınanı nasıl olsa geri almasını bilirim.
1-2 katlı mütevazı beyaz evlerden, yani hayattan vazgeçmeyin.
Öldürmek için değil, yaşatmak için yaşayın.
Nitekim deprem sonrası sığındığımız yer, bahçemizdeki benjamin ağacının altı oldu.
Bu arada bana “Bu kadar laf ediyorsun, sen de gidip almışsın yazlığı” diyenlere de cevap vereyim.
Bu ev, benim yaşlanmalık ömürlük evim. Yazlığım değil.
17 yıldır gurbetteyiz, kışlık yazlık dediğimiz bir evimiz yok. Tek yuvamız burası.
Doğadan ne alındıysa hepsini yerine koyarak yaşlanmak için uğraşıyorum. Bölgede ağaçlandırma, çevre bilinçlenmesi için elimden geleni yapıyorum. İlaçlamayı durdurmak için uğraşıyorum.
Ben yaşatmak için yaşıyorum.
Yonca
“Mavi Beyaz”
Paylaş