Onu tanıdığımda İznik Ultra Maratonu’nda 130 km startı almıştı. Sonra parkurda gördüğümde sakatlık geçiren bir yarışmacıya ilkyardım yapmış, sağlık ekiplerini bekliyordu.
Kendi hedeflerin varken tanımadığın birine yardım için durmayı da, hırsla azim arasındaki farkı da, size birkaç haftadır yazdığım bu cesur, çalışkan ve mert kadınlardan öğrendim.
Eski bir jokey olan babasının genlerini taşıdığından olsa gerek 6 yaşında atletizmle tanışıp, lise hayatının sonuna kadar aktif şekilde orta mesafe koşucusu olarak yarışıyor.
Muazzez’i çok zor ikna ettim kendini bize anlatması için.
Hepimizin yapmak istediğimiz şeyleri ertelemek için onlarca bahanesi oluyor. Karşımıza bir olumsuzluk, bir engel çıkınca çabuk vazgeçiyoruz ve buna da üzülüyoruz. “Keşke”ler doluyor, “yaşasın”ların yerine.
Muazzez’in hikayesinde, en zor anda bile soruna değil, çözüme odaklı yaşamak var.
Yazdıklarını okurken “Al işte, insan ancak sevdiği şey için böyle çabalar!” dedim.
Hepsi kendini değil, ona bu yolu açan kişiyi anlatmaya değer buluyordu.
Oysa her biri ayrı bir örnek, ilham ve gurur kaynağı.
Aysen Solak’la nerede tanıştık hatırlamıyorum. Ama, unutamadığım bir anım var.
2015’te Kapadokya Ultra Trail 110 km yarışının 62’nci km kontrol noktasına gece karanlığında geldiğimde, Aysen 62 km koşup 1. gelmiş, oteline gidip yatmak yerine soğukta 110 km koşanlara destek veriyordu.
Ben çamur deryası içinde üstümü başımı değiştirmeye çalışırken hepimize çorba, makarna kaptı getirdi. Moral verdi. Yüreklendirdi. Git otelde yat dinlen değil mi? Yok. O hâlâ birilerine yardım derdinde.
Bunun ne demek olduğunu yaşayan bilir inanın.
Spor kültürü ve sporcu ruhu diye anlatmaya çalıştığım erdem tam da bu.
Hayatı memlekete ilham olacak bir mücadele öyküsüdür.
En az 50 kilometrelik koşuların sporcusudur.
1959’da Samsun’un Hilmiye Köyü’nde doğan, köyünden okula gidebilen ilk kız çocuğudur.
Ağabeyleriyle dağları, tepeleri, nehirleri aşarak okula gidip gelmiş, köyünden çıkan ilk kimya öğretmeni olmayı da başarmıştır.
Sırf spor aşkından, köyünde en zor işlere talip olmuş, en çok ekini o dikmiş, en çok hayvanı o gütmüş.
Kimya öğretmenliği yaparken bir yandan da sporcular yetiştirmiş, şampiyon takımlar kurmuş.
‘Umut Ormanı’mız da tamam!
2 sene içinde ülkeme, topraklarımıza, doğaya, dünyamıza kazandırdığımız iki ormanım var.
Birincisi Urla-Kadıova’da 2 bin 94 fidanlı, ikincisi de Balıkesir-Bahçedere’de 3 bin 685 fidanlı iki kocaman ormanımız oldu.
Hatırlıyor musunuz geçtiğimiz yaz, 44’üncü doğum günümü bahane ederek “Hadi” dedim, “Adrasan’da yanan ağaçlar için adı Umut Ormanı olan bir orman yapalım”.
Bir orman yaratmak istiyorsanız yapmanız gereken tek şey TEMA ile irtibata geçmek.
Size hemen Türkiye’nin neresinde ağaçlandırmaya tahsis edilen alan var söylüyorlar.
Balıkesir-Bahçedere’de ağaçlandırılmayı bekleyen bir yeri Umut Ormanı yapabilmek için anlaştık.
Karşıma ilk Einstein çıktı.
“Eğer arılar yok olursa, insanın 4 yıl ömrü kalır” diyordu.
Benimse arılara dair bildiğim; sokunca canını acıtması, alerjin varsa ölümcül olması, bal yapması ve yazları huzurumu kaçıran bir canlı olmasıydı. Okulda şöylesine işlenen “arılar sayesinde tozlaşma ve bitkilerin döllenmesi, tohumun doğumu” konusunu hiç hatırlamıyordum. Okudukça hatırladım.
Arılara, sırf bal için bakmak yanlış ve eksikti.
İnsanların besin kaynaklarının üremesine neden olan tek böcek türü arıydı.
100 milyon yıldır, milyonlarca kilometre uçarak içgüdüsel olarak yaptıkları şey, bitkilerin döllenmesine, tüm meyve sebzemizin oluşmasına, hayatımızın devamına neden olmaktı. Einstein, evet!
Arılar olmasa, bu işi kim nasıl ne kadar zamanda yapacaktı?
Aklımı uzun zamandır kurcalayan sorulardı bunlar.
Bir kadın olarak, hayatta hiç kimseye bağımlı ve yük olmadan, özgür bir insan olarak yaşlanabilmem ve yaşayabilmem için neye ihtiyacım var?
Ne yerim, ne içerim, nerede yaşarım?
Çoluk çocuğum kendi hayatını kurduğunda, ben kendimi neyle oyalarım, ne yaparsam onlara dert olmam ve onlara da kafayı takmam?
Dahası ben nasıl olursam onların da içi rahat eder?
Düşündükçe bir dolu cevap buldum.
Üstelik hiçbirinin cevabı da, çözümü de parayla ilgili değil.
Kalbimin dikine gitmeyi, başkasının sözüyle değil,
kendi kararımla
yol almayı da...
Mutluluk ve başarının tanımını değiştirdi. İşin sırrı kendi istediğini yapmakta! Kendi sevdiğini yapmakta...
Sevdiğin şeyi bulmak, inandığın şekilde yılmadan onu yapmakta...
Daha önce hiç denemediğim şeyleri deneme fikri verdi, denedim, yaptım.
Ben, Atatürk’ün bu ülkeye miras bıraktığı ve asla içi boşaltılamayacak en büyük değerimiz, “19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı”mızdır diye düşünüyorum.
Özü öylesine sağlam ve kalıcı bir değer, bilgelik, miras ve yatırım barındırır.
19 Mayıs; özgürlük, bağımsızlık, emek, vazgeçmeyiş, yoktan var ediş, direniş, dayanıklılık, güven, akıl, strateji, disiplin, dayanışma, birlik ve imkansızlıklardan zafer elde edilmiş bir değerler bütünüdür.
O yüzden gençtir, gençliğe armağandır.
Saydığım değerlerin her biri, bir de sporda vardır, sporla yaşatılabilir. Gayet zekice adı konmuş, miras bırakılmıştır.
Benim kendi çocuklarıma, ülkemin gençlerine anlatmaktan gurur duyacağım, salık vereceğim değerlerimin toplamıdır.