Paylaş
Arda ben yaşımı söyledikçe kızıyor. Bana “Seni tanımayan biri için kafasında bambaşka bir imaj yaratıyorsun, söyleyip durma” diyor.
Bense insanların yaşımla ve başımla ilgili nasıl bir imaj yarattıklarıyla hiç meşgul değilim. Ben kendimi yaşıyorum.
Üstelik ne dersen de, ne yaparsan yap herkesin seninle ilgili kendi kafasında bambaşka ve birbirinden çok farklı imajları olabiliyor.
İmajlarla da işim yok, imajım da yok.
Yoncayım ben Yonca!
Hayatım boyunca yaşlarımı bir rakam gibi algılamadım, yaşlandıkça yaşımı söylemekten de sıkıntı duymadım.
Çatır çutur takır tukur doya doya yaşlanıyorum!
Yaşlanmak kelimesini seviyor, “yaş almak” haline devşirilmiş halini kullanmıyorum.
Yaş günü kelimesini değil, doğum günü demeyi seviyorum.
Hayatımda kutlamayı en sevdiğim gün.
Ben doğum günümü kendi içimde acayip mutlu geçiriyorum.
“Bugün o gün!” diyorum.
“Hayata geldiğim, nefes alıp gözlerimi açıp avazım çıktığı kadar ağladığım gün.
En özgür ağladığım, sesimden, kakamdan, gazımdan, mememden utanmadığım, bunların benim için adlarının bile olmadığı; ama varlıklarının hayatımın en önemli şeysi olduğunu bilmeden yaşadığım en özgür günün kutlaması!
Çıplakken mutlu olduğum, kimseler tarafından ayıplanmadığım, herkesin gözümün içine baktığı, sağlığıma duacı olduğu gün” diyorum.
Bana bugün doğmak kısmet olmuş.
Adım Yonca konmuş.
Hayatın bize ne kadar büyük bir güç verdiğini kendime hatırlatıyorum.
Anne memesini emmeyi bilmek, canın artık ne istiyorsa veya ne canını acıtıyorsa onun için ağlayabilmek, gülmeyi öğrenmek, bütün bunlar için her türlü kasın ve özgürlüğün bize verildiğini düşünüyorum.
Sonra bebek adımlarını düşünüyorum.
Cümle içinde amma basite indirgiyoruz şu bebek adımlarını.
Bir düşünün!
Bebek doğuyorsun. 9 ayını alıyor emeklemek.
Sonra annenden, ailenden güven alarak ayağa kalkıyor, bir sehpanın kenarına tutunarak sıralıyorsun.
O bir adım için o temkin ve konsantrasyon, o çaba, o sarf edilen güç, emek, cesaret!
İkinci adımı atarken kendini güvene alma, tutunma, bacakların titrekliği ve derken, ancak kendini tam güvende hissettiğinde üçüncü dördüncü adımı atmak ve koşmaya başlamak!
Güvenmek var her şeyin özünde.
Güven!
Biz daha bebekken neyin önemli, neyin öncelikli, neyin ne zaman yapılacağını bilerek başlıyoruz hayata.
Bir bebekken bu kadar iyi bildiğimiz, güvendiğimiz kendimize nasıl oluyor da büyürken güvenimizi zedeliyoruz?
Eğer ben 11 aylıkken kimseden yardım almadan, kendimi hazır hissettiğim zaman o adımı atmaya karar verebildiysem, bugün de bunu yapabilirim diyebilmem gerek en zor zamanımda.
Hayat, bisiklete binmek gibi gerçekten.
Bir kere öğrendin mi, yıllarca binmesen de ilk oturuşta sürmeye başlarsın ya...
Bunu kendi kendine hatırlatmak lazım.
Herkes seni aceleye getirirken, “Onu yap, şunu de, şunu asla yapma” filan diye kasarken...
“Ya sen bir dursana arkadaş, neyi ne zaman ve nasıl yapacağıma ancak ben karar veririm. Hazır olunca elbet yaparım!” demek de hak.
Hak da, 45 oluyorum ve bunca yazmama rağmen, hâlâ daha, bunları tam beceremiyorum.
Hâlâ daha elimi verip kolumu kaptırdığım çok.
Tam ayağa kalkmışken “Ya düşerse” diye alakasız birileri tarafından yere oturtulduğum da çok.
Tam koşmaya başlamışken halının kenarına takılıp düştüğüm de çok.
Bunların hepsine bir şekilde gülüp geçiyorum da, en gülüp geçemediğim güven sarsan insanlar.
Yine de ben hayata ve insanlara güvenerek yaşamayı seçiyorum.
Güveni sarsan ben değilim. Güveni sarsanda ayıp.
Doğum günümde hepimiz için dilediğim şey güven.
Bir de kendi kendimin hakkını korumak.
Kalbimi korumak istiyorum en çok.
45 yılımın her saniyesini dolu dolu yaşadığımın da farkındayım.
Farkındayım ve çok şükür.
Yonca
“45’lik”
Paylaş