Yonca Tokbaş - Kelebek

Yonca@Hillside Su Antalya

7 Mart 2011
Evet, şu anda Hillside Su’dan bildiriyorum. Bu yazıyı yazarken günlerden 5 Mart 2011 Cumartesi.

 Öger’in muhteşem bir profesyonellikle organize ettiği Uluslararası Runtalya Maratonu yarın, Pazar günü, yani benim için yarın, sizin için dün(dü). Hayat hepimiz için şimdi akıyor ama yazar kişi hem geçmişte hem de ileride yaşıyor. Şu anda ben işte o anın tam ortasındayım. Sağım solum gönülden kopup gelmiş bir sürü güzel insanla dolu. Her birinin hikayesini yazsam size bir güler bir hüngür hüngür ağlarsınız. İçiniz ısınır. Ümitleriniz artar, bu ülkeye olan inancınız, sevginiz artar. Yeniden seversiniz kendinizi, komşunuzu, insanımızı. Öyle uzun zamandır kırgın ve kızgınız ki birbirimize, ben bu ortamda işte o kırgınlıkları unutuyorum. Kızgınlıkları rafa kaldırıyorum, olması gereken iyi şeylere kitleniyorum. Ruhumu yıkıyorum. Adım Adım Oluşumu olarak Runtalya’da bu sefer 230 kişi bağış toplayarak koşuyoruz. Hillside Su ve The Marmara bize özel fiyat veriyor desteklemek için yardımseverlik koşumuzu. TEGV, TOG, TOFD, ve Buğday derneği için koşuyoruz. Ve ah sormayın nasıl büyük üzüntümüz! Victor Ananias, Buğday Derneği’nin kurucusu, toprağın, doğanın çocuğu, Türkiye’nin geç de olsa anladığı, dünyanın takdir ettiği insan. O da bizimle Buğday için bağış toplamak, TATUTA projesine kaynak sağlamak için Runtalya’da 21km koşacaktı. Pıt diye, 40 yaşında hepimiz onunla buluşmayı, sarılmayı, sohbet etmeyi beklerken gidiverdi birden bire. İnanması çok güç. Hepimiz onun için de koşacağız yarın. Victor koşmaya devam edecek toprakta yeşerttikleriyle. Onun bize öğrettiği, yeşerttiği bir ekolojik çiftliği ilk defa bugün göreceğim ben de. Rasayana Çiftliği’ne gidiyorum akşam üstü. Ardından TEGV’in Antalya Birimi’ni ziyarete gidiyoruz. Eğitimine katkıda bulunup hayatlarına değdiğimiz çocuklarla tanışmaya. Bunları yazarken yarını, yani koşacağım ilk 21km yi düşünüyorum. Bir anda bacaklarım kanatlanıyor işte. Yanımda bana yol boyu destek verecek İşMaraton’dan Haluk ve Galip’le çitalar gibi koşuyoruz tabana kuvvet. Elimde kameram, her şeyi konuşa/koşa çekiyorum sizlere. Videoyu hazırlar hazırlamaz Hurriyet.com.tr de yayındayım. Sonra bakarsınız Antalya’nın sıcağı, güneşi; yolumuz üzerindeki yokuşu, rampası vesaire gözümüz görmemiş, varmışız saatler sonra kan ter içinde finişe. Bir sürü çocuk okula gitme şansı elde etmiş bağışlar geldikçe. İstanbul’dan çıkıp fotoğraflarımızı çekmeye gelen Ümit Aktay, artık ne haldeysek, çekiyor fotoğraflarımızı o karmaşa içinde. Ben kesin yine ağlıyorum, bacaklarım feci sızlıyor ama olsun kim takar bunu! Hayatta çalışarak her şeyin yapılabileceğini, azimin gücünü hissetmişim, bundan daha güzel bir ağrı olabilir mi insan bedeninde! Bunlar daha koşmadan hissettiklerim, tövbe tövbe, hayırlısıyla hele bir koşayım, esas o zamanki hisleri tüm detaylarıyla yazacağım size. Hurriyet.com.tr ve Kelebek’de takipte kalın. Yazdıkça bunları iyice şiştim, azıcık tırstım ama, geçer elbet... Off çok heyecanlıyım yine!

Yonca

“fişek” 

 

Galip Akkaya

Migros’da bir satış mağazasında büro elemanı olarak çalışıyor. 3 sene önce dizinden bir rahatsızlık geçirdiğinde 3 ay çalışamaz, evden bile çıkamaz hale geliyor. Doktor doktor gezerken bir tanesi: “ Sen turp gibisin yavaş yavaş koşmaya başlamılısın, o zaman hiçbir şeyin kalmaz!” diyor.  Galip 3 ay fizik tedavi, ardından hafif koşular derken, uzun mesafe koşucusu olup çıkıyor. En büyük destekçisinin o şepşeker eşi olduğunu gururla söylüyor. Onun için koşmak özgürlük demek. Ülkemizde kıyıda köşede kalmaya mahkum edilmiş atletizmi yaşatmaya ve çevresine anlatmaya çalışıyor. Üsküdar Burhan felek Atletizm pistinde antreman yaparken, oradaki belli bir yaşın üzerinde olmasına rağmen hala hayata sıkı sıkı tutunan, yaşlarını umursadan 42km maraton koşan İstanbul Masterleri atletleri Galip’e antremanlarında destek veriyorlar. Adım Adım' la ilk bağışını TEGV için Avrasya koşusunda toplamaya başlıyor. Galip Runtalya’da yine TEGV için, benim yanımda, bana destek vererek 21km koşuyor.

 

TEGV Banka Hesap Detaylari:

Yazının Devamını Oku

Senden benden bizden

4 Mart 2011
Size özellikle, gayet bizden insanlar bulup seçip çıkarıyorum. Süpermen, süperkadın olmak gerekmiyor hayatta bir işe yaramak, bir fayda yaratmak için.

Çok zengin, çok başarılı, çok zeki, çok sıradışı ve çok şanslı olmak da gerekmiyor bir şeyleri değiştirmek, birileri için bir şeyler yapmak için. Çok para da gerekmiyor birine el uzatmanız için. Ünlü olmanız da gerekmiyor. Sihirli değneğinizin veya gizli güçlerinizin olmasına da gerek yok. İhtiyacınız olan tek şey niyet, ve istek. Samsun’dan 3 öğretmen birleşip koşumu desteklemek adına 20TL bağış yapmışlar TEGV’e. 6 kişi de 5’er lira göndermiş mesela bu hafta. Etti mi size toplam 50lira. Etti. Bu da eder 1 çocuğun 1 yıllık eğitimi! Oldu mu size bir sürü minik parçadan bir kocaman fayda. Oldu. Lütfen, ne beni ne de bir başkasını gözünüzde devleştirmeyin. Dev mev değiliz. Sıradan gönüllüleriz. Sadece varsa faydanın içinde olma niyetiniz, siz de harekete geçersiniz olur. İnsanlara ‘yardımseverlik sporu’ hakkında bilgi vermek, farkındalık yaratmak, bir gönüllü ordusuna katılıp çocuklara kitap okumak da dahil bakın buna. Yeter ki, durmayın. Bir ADIM atın. Değişimin, gelişimin parçası olmayı isteyin. Huzur geliyor insana bir işe yaradığında. Saçmalıklarla uğraşmaya vakti kalmıyor. Ben şu anda Antalya’dayım. Heyecandan ölüyorum. Hillside Su Otel ADIM ADIM’ın bağış toplayan koşucularına komik rakama otelde kalma imkanı tanıyor. Öger Runtalya Maratonu’nu süper bir şekilde organize ediyor. Bir sürü insan, dünyanın dört bir yanından gelip katılıyor. Antalyalılar sokaklarda, balkonlarda alkış tutuyor. Finiş panayır alanı oluyor. Pazar günü ilk 21km’mi koşacağım. TEGV için koşuyor olmak, sizlerden beni destekleyen yorumlar almak, TEGV’e yaptığınız bağışlarınızı görmek, bir sürü çocuğun eğitimine katkı sağlamak bana inanılmaz güç veriyor. Hayatımın sonuna kadar koşasım var! Şu anda bunları yazarken bacaklarım titriyor; ama çocuk kalbim çok çok mutlu atıyor. Pazar günü bi de “Koş Yonca Koş” derseniz tamamdır. Sesiniz inanın ta Antalya’ya kadar geliyor!

Yonca

“ateşböceği”

 

Zeki Yemez

Zeki eskiden pek de hareketli ve sportif bir tip değilmiş. Sporun “iyi bir şey” olduğunu bildiği için, düzenli yapmaya çalışırmış. Küçükken -her Anadolu çocuğu gibi- en iyi bildiği şey sokakta top oynamakken, büyüyünce bu halı sahada maç yapmaya dönüşmüş. Ama bir de sosyalleşmek ve hayatı çeşitlendirmek lazım geldiğinden, doğa ve koşusever arkadaşlarına takılıp haftada bir Belgrad Ormanı’nın yolunu tutmuş. Ormanda hem koşar, hem şikayet edermiş. Koşu hem yorucu, hem de çok sıkıcı geldiğinden: “Acaba illa koşmak mı gerek?” diye sora sora orman Zeki’nin kanına girmiş ve Zeki haftada iki koşan bir insan olup çıkmış. Londra'ya tayini çıkan bir arkadaşı ilk iş orada bir koşu klübüne yazılıp ardından da Londra Maratonu'nda koşunca, Anadolu çocuklarının memlekette sadece elit sporcuların yaptıklarını düşündükleri bir işin, orada kitlelere mal olduğunu anlamış. Aslında haftada 4-5 kere koşan her insanın, maratona hazırlanabileceğini öğrenmiş. Zeki o gazla, Amsterdam Maratonu’na kaydolmuş. Her yeni başlayanın başına geldiği gibi: “Sen bu işe hiç kalkışma istersen...” diyenlere kulaklarını tıkayıp ilk maratonunu 2004’de koşmuş. Sonra Zeki sırasıyla; Kopenhag, Avrasya, Rotterdam, Antalya, Berlin ve Londra maratonlarına katılmış. Zeki, Runtalya’da Adım Adım Oluşumuyla, Buğday Derneği’ne bağış toplamak için koşuyor.

 

Esra E. Karaosmanoğlu

Yazının Devamını Oku

Tır şoförü olmak istiyorum!

28 Şubat 2011
Hiç bu kadar kocaman bir sorumluluk almamıştım.

Çok feci heyecanlıyım. Feci!
Çocuklarımın binlerce eğitim kardeşi olsun istiyorum. Ailemi büyüttüğümü, kocaman bir eğitim kardeşliği zinciri kurduğumuzu hayal ediyorum. İşte sırf bu yüzden, koskocaman bir tır için yola çıktım.
6 Mart’da Antalya’da, Uluslararası Öger Runtalya Maratonu’nda ADIM ADIM Oluşumu sayesinde gönüllü koşucusu olduğum TEGV’in Ateşböceği Projesi adına, bir TIRDAN OKUL yapmak amacıyla hayatımda ilk defa 21km koşacağım.
TAM 21km evet!
Çok çalıştım, hala da çalışmaya devam ediyorum sağlıkla bitirebilmek için o 21km’yi. Hayatımın ilk yarı maratonunu, bir tırı okula dönüştürüp, çocukların ayağına eğitim götürmek için koşacağım. Çok da şanslıyım. Yolda yalnız değilim. Yanımda ADIM ADIM Oluşumundan tanıdığım, koşmakta benden daha tecrübeli, İŞ Bankalılar İŞMARATON Takımından iki arkadaşım Haluk Akalın ve Galip Akkaya var. Bana yol boyunca destek olup düşersem kaldırıp, tükenirsem gaz verip yolun sonuna doğru bitecek gibi olursam: “KOŞ YONCA KOŞ!” diyecekler.
Kaç saat koşarsam koşayım, bu 21km bitecek ve Ateşböceği projesi adına tırdan bir okulumuz olacak. Çünkü bu ülkede eğitime aç, insan yerine konmayı, yetiştirilmeyi, sokaklardan kurtarılmayı, eğitim hakkını elde etmeyi bekleyen yüzbinlerce güzel ve masum çocuk var.
Ben sizin adınıza TEGV için 21km koşarken, sizlerden tek isteğim, TEGV’e bağış yapmanız. TEGV’in Ateşböceği Projesi’ne destek olmak isterseniz, lütfen aşağıda detaylarını verdiğim TEGV hesabına -gönlünüzden ne geçerse- bağış yapın. Ayrıca, www.tegv.org.tr web sitesinden kredi kartınızla bağış yapmanız da mümkün.

Yazının Devamını Oku

Göle maya çalmak

21 Şubat 2011
Ne kadar berbat değil mi ortam? Ne kadar umut kırıcı, moral bozucu değil mi? Değil aslında.

Ben şahidim, aslında bir sürü insan, elinden geldiğini ardına koymadan çok güzel şeyler yapmaya uğraşıyor bu ülkede.
Üniversite gençliğine, yeni nesle karşı olan tüm kötü önyargılarımıza inat, akıllara zarar derecede çalışkan, kendini ülkesine karşı sorumlu hisseden ve aktif olarak birileri için bir şeyler yapan binlerce genç var kıyılarda köşelerde.
İnanılmaz iyi çalışan, olağanüstü işler başaran sivil toplum kuruluşlarımız var bu ülkede. Ben de Adım Adım Oluşumu ile beraber bu sivil toplum kuruluşlarını desteklemek amacıyla koşmaya başladığımda öğrendim bunları.
İçim açıldı. Karamsarlığım bitti. Şikayet edeceğime harekete geçtim. Sürekli eleştireceğime bir ucundan tutmayı seçtim. Ülkeme dair umutlarım arttı.
Bugün size, kimler neler yapıyor, kimler nasıl da hiç boş durmuyor; her türlü kötü habere, olumsuzluğa ve umursamazlığa inat kulaklarını saçmalıklara tıkamış, kendini hedefine kitlemiş, nasıl da azimle göle maya çalıyor onu anlatacağım işte.
Sakın sakın sakın moralinizi bozmayın. Sakın yılmayın. Meydanı da asla boş bırakmayın. Siz de tutabildiğinizce birinin elinden, bir şeyin ucundan tutun işte.
Farkındalığın, yardımın, desteğin büyüğü küçüğü, azı çoğu yok. Elden gelen neyse o da yeter işte.

Yazının Devamını Oku

Rahim kanseri

18 Şubat 2011
“Benim öyküm üzüntülü; ama yine de cesaret verici olabilir. Ben koşmaya 1999’da 33 yaşındayken rahim kanseri olup, sonrasında total histerektomi yani ne var ne yok (yumurtalık ve rahim) alınması ile başladım.

Doktorum: "Senin kemik erimesi olmaman için, haftada en az 8 km koşman ve bunu üç kereye bölmen gerekir." demişti. Ayrıca ağırlık kaldırmamın da faydalı olacağını söylemişti. Ostrojen hormonu üretilmediği için vücudumda, 33 yaşında menepoza girmiştim. İki yıl hormon kullanamayacaktım. İşte ben de böylece koşuya başladım. Sonra yetmedi dağcılık yaptım; kaya tırmanışı, Erciyes zirve, Aladağlar derken, spor hayatımın en baş köşesine oturdu. Şimdi kemik ölçümlerimi yaptırıyorum, yaşıtlarım sağlıklı kadınlardan daha iyi çıkıyor. Koşarken koşarken 44 yaşına gelmişim bile. 3 yıldır da yardım koşusu yapıyorum. Adım Adım ile tanışmak koşularıma ve hayatıma anlam kazandırdı. Artık sadece kendim için koşmuyorum, başkalarına da faydam dokunuyor. Önemli hastalık geçirenlere mümkünse hemen spora ve koşuya başlamalarını öneriyorum. İnsanı her türlü depresyondan kurtaran ve koruyan en birinci ilaç. İnsanlar keşke sağlıklılarken kendilerine yatırım yapsalar. Kaybettikten sonra mecbur kalmak çok başka.” (İsimsiz.) Evet isimsiz. İsmin önemi yok. Bu kişi Yonca olabilir, Ayşe olabilir, Fatma olabilir. Hayatının bu “zor” kısmını benimle paylaşan arkadaşım istemediği için, ismini vermedim. Anlattıkları, hepimizin başına gelebilir. Hayat pamuk ipliğine bağlı değil mi? Ama o ipliği inceltmek için uğraşmak yerine, sanırım kalınlaştırmak için uğraşanların hikayeleri, bazılarımız için çok önemli; çünkü hayata asılmak, yaşama yatırım yapmak önemli.

 

İzmir günlügü-2

Geçen haftadan artan İzmir Günlüğümü yazacakken araya Amy konseri girdi ve bende teller koptu. Gecikme için özür diler, kaldığım yerden aynen devam ederim.

1) Hakan’ın soyadını bilmediğimi bu yazıyı yazarken farkettim. Çünkü o benim için Derishow Hakan. Hakan, ben kendimi bildim bileli, Derishow’un Alsancak mağazasında. Dünyanın en “sizin tipinize ne gider”ini bilen insanıdır. Kızımızın isim babasıdır ayrıca. O ismi bize söyleyene kadar aklımızda hiç kız ismi yoktu valla. Mağazayı sıcacık, uğranası, gezilesi mekan haline getiren, çok özel bir insandır kendisi. Gerçi o mağazada herkes öyle. Belki de İzmir insanı böyle! Bir bizim memlekette böyle inanılmaz bir ömürlük ilişkiler kurulabiliyor alışverişte. Dubai’de böyle şeyler nerdeee. Hasretle uğradım, 5 dakikada içilebilecek en tatlı sohbetli sade Türk Kahvemi içtim. Ne de iyi gelmişti... Yazarken yine hasret düştü içime.

2) Kordon’da bira-patates hasretiyle ölüyordum. Olmadı. Zaman bulamadım. Çok içimde kaldı. Başka sefere.

3) Güzelyalı’da bir sürü bisikletçi gördüm. Kiralayanı da var hem. İzmir boydan boya herkesin araba yerine bisiklet kullanabileceği bir Üniversite şehri olsa ne güzel olur. 4) Alsancak’da Kuaför Hasan yine şipşak saçlarımı tam da istediğim gibi fönledi. Bir de Funda vardı manikür yapan, hayran oldum. Tırnaklarım 2 haftadır hala bozulmadı. İstanbul Bahçeçik’deki Bedriye’den sonra uzun zamandır ilk defa bu kadar memnun kaldım manikürümden. Çünkü bu iş dikkat, özen ve tecrübe istiyor. Bahçecik’deki Bedriye Dubai’ye gelse, yemin ederim tüm kadınlar kuyruğa girer önünde.

5)

Yazının Devamını Oku

Amy Winehouse@Dubai

14 Şubat 2011
Amy Winehouse’un Dubai’de konser vermeye geldiğini duyduğum an çok heyecanlandım.

Müziğini çok seviyorum, çok! Kadının sesi, hayat hikayesi; düşüşleri, çıkışları, acıları onlarla baş edemeyişi her şeyi çok etkiliyor beni.
Konser için bilet almaya gittiğimde, aynı gece Abu Dhabi’de Eric Clapton’un da konseri olduğunu öğrendim. Kısa bir tereddüt geçirdim.
Sonra aynen şöyle düşündüm; Eric Clapton en az 10 yıl daha hayatta ama Amy sanki çok kısa bir hayat için aramızda.
Garip bir duygu var içimde bu kadına karşı. Annelik duygusu belki. Bilmiyorum. Amy’e aldım biletleri ve çıktım Virgin’den.
Biletleri aldığım o dakikadan itibaren bir sürü şey düşündüm. Hatta umarım sahneye çıkar, umarım konseri bitirir, umarım ayakta durabilir, umarım başına kötü bir şey gelmez, umarım uyuşturucu vesaire derken Dubai’de hapse filan girmez, başına felaketler gelmez diye endişelendim.
Daha yeni rehabilitasyondan çıkmış, temizmiş, iyiymiş lafları dolaşıyordu havada ve nedense ben, o “iyiymiş” haberlerine bile temkinle yaklaşıyordum kendi içimde.
Bu narincecik kadının halinin kime ve neye göre iyi olduğunu düşündüm durdum. Öyle kırılgan görünüyor ki o bana ve öyle zalim ki sanki hayat ona...

Yazının Devamını Oku

İzmir Günlüğüm

11 Şubat 2011
36 saatliğine bir hoş vesile için, kuzen Didem’in, “o da bir Aslan Burcu Erdem”’le nişanı için İzmir’e uçtum geldim. Bir sürü gözlem not aldım. Buyrun jet hızıyla gözlemlerim:

1) Denize nazır, güneşli ama serin bir havada, Cumartesi sabahı Karataş-Üçkuyular arası 10.2km koştum. 7 koşan, bir sürü yürüyen, bir o kadar köpeğini gezdiren, sohbet eden, gazete okuyan, balık tutan, bisiklete binen, dedikodu yapan, kıkırdayan ve yanyana geçerken birbirine gülümseyen; yani yaşayan ve hareket halinde olan insana rastladım. İçim açıldı. “Helal olsun İzmir sana!” dedim!
2) Muhteşem saatim sağolsun, ölçtüm: Belediye Üçkuyular-Karataş arası tam 20metrede bir çöp kutusu koymuş. Yani elinden geleni yapmış. Gelin görünki çöpler çöp kutularına değil, çimlere ve etrafına atılmış. Olmaz ki! Üzüldüm. Ayıpladım.
3) Köpeklerini gezdiren hiçkimsenin elinde torba filan yoktu. Köpek doğal olarak kakasını yapıyor, yapacak da. Ama biz köpek sahiplerinin bir görevi de o kakaları toplamak. Bu konuda hassas olmamız gerekiyor. Sonra kalkıp köpeklere laf ediliyor. Oysa hata sahibinde!
4) Alsancak Canteen’de salata yedim, çay içtim. Pınar ve Çağlar’ın küçük oğlu Mert’in beni Hannah Montana’ya benzetmesine çok güldüm.
5) Canteen’de garsonların: “Yok yağ ayrı gelsin, peyniri olmasın, ama limonu olsun, mısır yerine kuru domates olsa, ama onda biber varmış, bana da konsa...” vesaire kaprislerime rağmen anlayışlı ve muzip olmalarına bayıldım.
5) Alsancak’daki Penti mağazasına bence madalya filan vermek lazım. O ne kalabalık mağaza! İçeride kadınlar günü vardı sanki ve buna rağmen tüm satış ekibi inanılmaz ilgili ve sabırlıydı.
6) İzmirö insanın sokakta en rahat yürüdüğü şehir bence. Kış ortasında bile Marsilya havası var İzmir’in çehresinde. İnsan arada bir uğramalı ki, kaçan ayarı kendine gelsin bence.

Yazının Devamını Oku

Affetmek gerek

7 Şubat 2011
Affetmek, affedebilmek ne büyük bir meziyet, ne zor bir olay, bilmiyorum hiç düşündünüz mü?

Hipnoz yazısının devamı olarak yazıyorum bunu. Dünyanın bir sürü yerinde affetme konferansları düzenleniyormuş.
Uzmanlar, insanların insanları affedebilmesi için yardımcı olmaya çalışıyorlarmış.
Affetmenin insan ruhu üzerindeki önemi tartışılmayacak kadar önemli ve iyileştiriciymiş çünkü.
“Affetmek” kısacık bir fiil. Ama çok uzun, zorlu bir eylem ve yol.
Başarınca, taze bir ömür katıyor benliğinize. O yüzden, ara ara çaktırmadan hatırlatmaya, bir kenara not aldırmaya çalışıyorum, siz de AFFEDİN diye.
Ben babamı öldükten sonra anladım. Ben babama ilk defa onu kaybettikten sonra objektif baktım. Hatalarını gördüm. Kendi hatalarımı da anladım.
Benim de elimde ne rehber var, ne kitap. Çocuklarıma dair, hayata dair ben de rehbersizim.

Yazının Devamını Oku