Paylaş
1) Denize nazır, güneşli ama serin bir havada, Cumartesi sabahı Karataş-Üçkuyular arası 10.2km koştum. 7 koşan, bir sürü yürüyen, bir o kadar köpeğini gezdiren, sohbet eden, gazete okuyan, balık tutan, bisiklete binen, dedikodu yapan, kıkırdayan ve yanyana geçerken birbirine gülümseyen; yani yaşayan ve hareket halinde olan insana rastladım. İçim açıldı. “Helal olsun İzmir sana!” dedim!
2) Muhteşem saatim sağolsun, ölçtüm: Belediye Üçkuyular-Karataş arası tam 20metrede bir çöp kutusu koymuş. Yani elinden geleni yapmış. Gelin görünki çöpler çöp kutularına değil, çimlere ve etrafına atılmış. Olmaz ki! Üzüldüm. Ayıpladım.
3) Köpeklerini gezdiren hiçkimsenin elinde torba filan yoktu. Köpek doğal olarak kakasını yapıyor, yapacak da. Ama biz köpek sahiplerinin bir görevi de o kakaları toplamak. Bu konuda hassas olmamız gerekiyor. Sonra kalkıp köpeklere laf ediliyor. Oysa hata sahibinde!
4) Alsancak Canteen’de salata yedim, çay içtim. Pınar ve Çağlar’ın küçük oğlu Mert’in beni Hannah Montana’ya benzetmesine çok güldüm.
5) Canteen’de garsonların: “Yok yağ ayrı gelsin, peyniri olmasın, ama limonu olsun, mısır yerine kuru domates olsa, ama onda biber varmış, bana da konsa...” vesaire kaprislerime rağmen anlayışlı ve muzip olmalarına bayıldım.
5) Alsancak’daki Penti mağazasına bence madalya filan vermek lazım. O ne kalabalık mağaza! İçeride kadınlar günü vardı sanki ve buna rağmen tüm satış ekibi inanılmaz ilgili ve sabırlıydı.
6) İzmirö insanın sokakta en rahat yürüdüğü şehir bence. Kış ortasında bile Marsilya havası var İzmir’in çehresinde. İnsan arada bir uğramalı ki, kaçan ayarı kendine gelsin bence.
Daha bir sürü not aldım ama, böyle tatlı tatlı az az yazmak pek heyecanlı. Ondan devamı Pazartesi’ye kaldı...he he he.
Yonca
“AnGaralı”
Yegâne Güley
Ne inanılmaz insanlar var şu ülkemizde okuyun da içiniz açılsın hele!
Yegâne Ordu, Aybastı doğumlu. 40 yaşında bir kadın. 1991’ de “aupair” olarak İngiltere’ ye gitmiş. New York, İngiltere&Galler, İngiliz Virgin Adaları Barolarına kayıtlı bir Avukat olarak 2009’ da Türkiye’ ye geri dönmüş. 1995’ten beri koşuyor. 1998’de UNICEF’de gönüllü çalışan bir sınıf arkadaşından, Londra Maratonunu UNICEF yararına koşacak koşucular arandığını duyunca başvurmuş. Hiç tahmin etmediği halde 42km 195metrenin hepsini koşarak bitirip, 2500Sterlin de bağış toplayınca bu olay kanına girmiş. 2000’de Londra Maratonunu bu sefer otistik çocuklar yararına, 2003 New York Maratonunu da yine UNICEF yararına koşmuş. 2001’de Klimanjaro dağını kanserli çocuklar için tırmanmış. 2006 HIHO (Hook In Hold On) rüzgar sörfü maratonuna UNICEF yararına katılmış ve Sir Richard Branson’dan 5000USD bağış koparmış. Gel de azimli Türk kadını deme! (Daha durun bitmedi. Okuyun da kararmış ruhunuza umut serpin diye buluyorum bu insanları yeminle). 2008’de Everest Anakamp trekkingden sonra Avusturalyalı küçücük bir vakfın Nepal’de kadınlar için açtığı okuma-yazma kurslarını ziyaret edip, 60 yaşındaki bir Nepalli ninenin ismini yazabildiği ilk gün bütün bir okul defterinin tüm sayfalarını ismiyle doldurmasına şahit olunca, 2009 Chicago Maratonunu Katmandu’da bu kursların açılmasını sağlayan Avusturalyalı Mitrataa Vakfı yararına koşmuş. 19 yıl sonra Türkiye’ ye geri döndüğü ilk hafta sonu gittiği hamamda – ki bu şaka değil – ADIM ADIM diye bir grubun ormanda antreman yaptığını, koşulara yardım amaçlı katıldıklarını duymuş ve hemen aralarına katılmış. 2010 Avrasya Maratonu’nda 15km TEGV yararına koşmakla kalmamış, hem de yarışa Londra’dan tekerlekli sandalyeye bağımlı bir arkadaşının da katılmasına yardımcı olan ekipteymiş. 2010 Beyrut Maratonu’nu TOFD için koşmuş. Bu güne kadar kaç kişiden ne kadar bağış topladığının rakamını tutmuyor, hatırlamıyor. Ama olaya yüzlerce kişi, onlarca farklı ülkeden, insandan 3-5 kıtaya yayılmış yardımlar diye bakıyor. Runtalya’da ilk defa tek başına bir yarışa katılacak tekerlekli sandalyeli arkadaşına refakat edecek. İnsanlar eşit doğuyor lafına pek inanmıyor. Herkesin kendisinden daha şanssız olan birileri için bir şeyler yapması gerektiğine inanıyor. Eşitsizlikleri yok etmek insanların elinde, yeter ki bir şeyler yapsınlar diyor. Doğru söylüyor.
Şeytanı zafere götüren neden, hiçbir şey yapmayan iyi insanlardır
Doğru düzgün bir çeviri olmadı ama, anladınız galiba. Lafa bakar mısınız ne kadar doğru! Bir sürü iyi insan var, ama o kadar. İyi olup da ne fayda sağlıyorlar bilinmez. Birine bir yardımları olmuş mu, ellerini taşın altına sokmuşlar mı, denemişler mi? Hayır. Sadece çok iyi insanlar. Aferin. Ama kuru kuru iyi insan olmak yetmiyor. Meydanı aynı zamanda boş bırakmamak gerekiyor. Sorumluluk edinmek, sorumlulukları yerine getirmek gerekiyor. Böylece o iyi insanların yapmadığı şeyleri, boşlukları en azından kötü kötü başkaları dolduramamış oluyor. Demek neymiş? İyi olmak yetmezmiiişşş!
Yonca
“yetmez ama iyimser”
Paylaş