4 Temmuz 2002 Perşembe gecesi saatler 21.00'i gösterdiğinde Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nu dolduranlar, Kültür Bakanı İstemihan Talay'la birlikte ayağa kalkacak.
Yavaş adımlarla sahneye gelen smokinler içindeki kısa boylu, güleç yüzlü, vakur, esmer adam, misafirlerini selamlayacak. O adam, 1962'de sevgili Gönül'üyle Şehir Tiyatrosu'undan istifa edip Fırıldak İsmail'in Küçük Opera'sına kendi adlarını yazdırdı. O adam, Goril Avni'nin Gedikpaşa'daki Azak'ından Hodri Meydan'a, 21 yılını verdiği Ümit Tiyatrosu'na damgasını vurdu ve son beş yıldır da Mecidiyeköy'dedir. O adam, 71,5 yıllık ömrünün 55 yılını tiyatroya adayan Gazanfer Özcan'dır. Etiler'in Ulus yamaçlarında mütevazı bir sitenin mütevazı bir apartman dairesinin, masa vantilatörlü mütevazı salonu. Gönül hanım kendi eliyle yaptığı ıspanaklı, kıymalı böreklerin yanında çay hazırlamış. Fulya-Gazanfer-Tarık üçlüsü de geldi mi, Hüsnü beyin keyfine diyecek yok. Hey gidi dünya, yarım yüzyıl ömür verilen tiyatro, onlara sıradan bir klimayı bile çok görmüş. Belki de oyuncu haftalıklarını saniyesinde ödemelerinin ya da reklamlardan, filmlerden, dizilerden kazandıklarını kuruşuna kadar tiyatroya yatırmalarının bedeli bu. Ne geçen yıl dört damarı yenilen kalbi, ne de diyabeti söz geçiriyor ‘‘ustalar ustası’’nın sahne aşkına.
İYİ NİŞANCIYIMDIR, ATTIĞIMI VURURUM
Kim der ki, Gazanfer Özcan gibi munis, yumuşacık, Osmanlı beyefendisi bir adam...
- 1969'dan beri ruhsatlı 2 silah taşıdığını kimse ailem dışında kimse bilmez, ilk sana açıklıyorum. Birisi 38'lik Smith Wesson Magnum, öteki ise özel kabzalı 7.65 Kırıkkale. Eskiden turne için Ankara'ya gittiğimizde polis poligonunda atış yapardım, iyi nişancıyımdır. 50 metreden tıraş fırçasına, şişeye, küçük aynalara, hareketli balonlara ateş ederdik. Geçmişte birileri bana tehditkár konuşma yaptığı için bir güvence diye almak zorunda kaldım silahları. Aile içinde o kadar çok polis vardı ki, çocukluğum silahla oynamakla geçti, belki onun tesiri de olmuştur. 12 Eylül öncesinde Şişli'deki tiyatrodan Gayrettepe'deki eve parmağım tetikte gidip geldiğim çok oldu. Bir prova yaparken gelen dört genç, benimle özel görüşmek istediklerini söyledi. Bana ‘‘Biz buralarda vatan millet uğruna çalışıyoruz. Bir arkadaşımız Aksaray'da adam vurdu, onu polisten kaçırmak zorundayız, bize 150 bin lira lazım’’ dediler. Silahım çekmecede ama, hiç belli etmedim. Sert bir sesle ‘‘Benim öyle bir param yok, salı günü arkadaşların haftalığı verilecek, eğer o güne kadar getirseniz olur’’ dedim. Çok tuhaf baktılar yüzüme, sonra parayı aldılar ve vallahi tallahi salı günü getirdiler. Silahlarımı yanımda taşırım ama, bugüne kadar hiç kullanmadım, Allah bundan sonra da kullanmayı göstermesin.
BİR ALLAH’TAN, BİR DE FAREDEN KORKARIM
Kim der ki,Gazanfer Özcan gibi munis, yumuşacık, Osmanlı beyefendisi ve çifte tabancalı bir adam...
- Allahtan sonra hayatta tek korktuğum faredir, bu sırrımı da ilk defa açıklıyorum, inşallah birileri bana muziplik yapmaz. Şehir Tiyatrosu'nda ‘‘Hamlet’’ oynanıyor, bizim Toron Karacaoğlu, uzun etekli, belinde gerçek bahriye meçi var. Ben ona gülerken birdenbire eteğinin altından yapma bir fare çıkardı. O anda kendimi kaybedip belindeki meçi çekip Toron'un arkasından fırlattım. Allahtan köşeyi döndü de, meç tahtaya saplandı. Bu fobimin çocukluktan kalma bir sebebi var Yener'ciğim. 6 yaşında filandım, Cihangir'deki evde yalnız başına otururken yanıma koskoca bir fare geldi. Kışt dedim üstüme geldi, hemen iskemleye çıktım. Oradan bana bana dişlerini gösterip dakikalarca tısladı. Bu bende yer etti, Yıllar geçti, 13 yaşında filanım Tepebaşı'nda oturuyoruz. Karartma yapıldığı bir gece sinema dönüşü karanlıkta merdivenleri çıkarken yumuşak bir şeye bastığımı hissettim. Basmamla bir şey cak etti ve ben bittim. O yumuşaklığı bugün bile unutamam. Farenin resmine bile bakamam, görsem vallahi ateş ederim, onun için kimse bana fareli muziplik yapmasın. Azak'ta Aşk Çorbası'nı oynuyoruz, birdenbire koca bir fare çıktı ben ‘‘Allah ’’ deyip kendimi seyircinin içine attım. Bedia Muvahhit'i fare yüzünden Eminönü Halkevi'nde sahne tabancasıyla kovaladım. Allah rahmet eylesin, hiç üşenmemiş makyaj aynama ölü bir fare asmış.
Hedefim polis olmaktı ama tiyatrocu oldum
Gazanfer Özcan'ın tiyatrodaki rütbesi sizce ne olmalı?
- Tiyatroda hiçbir rütbem olmadı, ölünceye kadar da olmayacak. Ben sadece tiyatroya gönül vermiş amatör bir neferiyim. Aslında tiyatrocu olmama ben değil çevrem karar verdi. 5 yaşındayken eşin dostun, yoğurtçu Yusuf Ağa ile komşumuz Ferruh bey amcanın taklidini yaparmışım. Beni o yaşlardan tanıyan komşumuz Firuzan hanım, daha sonra Taksim Erkek Lisesi'nde benim İngilizce hocam oldu. Lise 2'deyken okulda ‘‘Hisse-i Şayia’’nın sahneye konması kararlaştırıldı. Sami Ayanoğlu, Sinan Korle gibi jüri üyelerinin karşısında çok ciddi seçmeler yapıldı, bana da Bican Efendi rolü düştü. O güne kadar tiyatroyla hiçbir ilgim yok, tek hedefim polis olmak. Ailemde amcam, dayılarım dahil çok polis var, hep onlara imreniyorum.
‘‘Bican Efendi’’ başlangıç oldu, hocalarımın da itelemesiyle birdenbire komik adam oldum. Vasfi Rıza Zobu ve Reşit Gürzap ustaların çok etkisinde kaldım. Rahmetli Reşit Gürzap benim için gelmiş geçmiş en iyi jön komiktir. Vasfi bey ise benim için bir ilah, Bedia hanımdan da çok şey öğrendik, nur içinde yatsınlar.
BİR MÜŞFİK YÜZ YILDA BİR GELİR
- Müşfik Kenter çok gıpta ettiğim, 100 senede bir geleceğine inandığım bir sanatçı. Bu yaşında bile kendini yeniliyor, hep ufku açık bir adam. Yıldız Kenter gibi derya bir ablası olduğu için de çok şanslı. İki deryanın birleşmesinden bir okyanus meydana gelmiş.