19 Ocak 2004
Prof. Dr. Sadun Aren... Yusuf Mazhar ile Fatma Remziye'nin 19 Mart 1922 Erzurum doğumlu oğulları... Aren, bankacı babasının doğduğu Tavşancıl'daki koruluğun adı... 1940'ta Eskişehir Lisesi'nden, 1944'te Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezuniyet... 1965-69 arası Türkiye İşçi Partisi İstanbul Milletvekili... Prof. Dr. Sadun Aren... Mülkiye'nin efsane iktisat hocası... İşte ‘‘İktisada Giriş’’... Keynesyen iktisadı Türkiye'ye ilk getiren bilim adamı... DPT'nin kurucularından... Mülkiyelilerin deyişiyle ‘‘Körler ülkesinin gören gözü.’’ İman edip ömrünü adadığı sosyalizm yolundaki yürüyüşünden sapmayan, bu uğurda Metris'ten Mamak'a, Selimiye'den Niğde'ye nice koğuşlar görmüş bir bilim adamı. Dil Okulu'nda yediği falakalar da cabası... Hoşgörüsüyle, iyimserliğiyle tüm koğuşdaşlarının umutsuzluğunu yok eden bir direnç ve sabır küpü...
Prof. Dr. Sadun Aren... Ayrılmaz bir parçası Munise Aren'in 55 yıllık sessiz, uysal, güler yüzlü can yoldaşı... Yeşne ile Haldun'un sevgili babası, güzel Nil Lora'nın biricik dedesi...
Burası Prof. Dr. Sadun Aren'in Ankara Şehit Ersan Caddesi'ndeki nice baskınlara tanıklık etmiş mütevazı dairesi... Bir yanda Sadun Hoca, bir yanda Munise Hanım... Bundan sonra bize söz düşer mi?
Ortak çalışma kesinlikle şart
- Sol Türkiye'de yeni yeni toparlanıyor, illa tek bir bayrak altında olması şart değil. Sol parti bölüklere ayrılmış olabilir, gerektiğinde birleşme koşuluyla. Tecrübeler gösteriyor ki, bazı başlar illa ben olacağım diyor, peki ol kardeşim. Ama seçimlere kanunların elverdiği şekilde işbirliği yaparak beraber girelim. Sol partiler, seçim için kesinlikle ortak çalışmalıdır, bunun aksini yapmak ihanettir. 28 Mart seçimleri için bir araya gelip ortak tavır alınmasını reddetmek manyaklıktır. AKP Türkiye genelindeki il genel meclisi seçimlerinden galip çıkarsa çok moral bozukluğu yaratır, iyi olmaz. Mesela Murat Karayalçın'ın girişimi çok doğru, giriştiği tüm çabalar çok yerinde. Bu seçimde de yenilgiye uğrayan partilerin genel başkanların da 3 Kasım'da olduğu gibi hesapları görülüp defterleri dürülmeli.
27 Mayıs’ı sadece ordu yaptı arkasında halk bulunmuyordu
27 MAYIS: Meşru sayarım ama, aslında çok önemli bir hareket değildir, büyük bir değişikliğe sebep olmamıştır. Demokrat Parti'nin idaresine tahammül edilemezdi, askerlere karşı ekonomik olarak çok kötü muameleler de başlayınca bu hareket yapıldı. 27 Mayıs'ı sadece ordu yapmıştır, içinde halk yoktur. 27 Mayıs bizim TİP'in çok işine yaramıştır, arkamızda asker var intibaı uyanmıştır yanlış olarak. Biz o sütrenin arkasında olarak bir süre rahat ettik, doğrusu.
12 MART: Tam bir faşist harekettir, özü faşist bir cuntaydı. Ama, 12 Eylül'le kıyaslanırsa zemzemle yıkanmış gibidir. 12 Mart dışarının desteklerine uygun bir hareket değildir, demek ki Amerika yönetmeye hazır değildi.
12 EYLÜL: Uluslararası sermayenin istekleri doğrultusunda, tamamıyla Türkiye'yi zapturapta almak için yapılmış bir darbedir.
Ecevit özgürlükçü değil
- Ecevit'in bence temel eksikliği, çok özgürlükçü gibi görünmesine rağmen özgürlükçü olmamasıdır. Eskiden beri özgürlüğü de hep kendisi vermek istemiştir ve bunun karşılığında da itaat beklemiştir. Halkın ona saygı duymasını beklemiştir; mesela 12 Eylül'de hapse girdiğinde ‘‘Bana layık iltifatı yapmadılar’’ diye halka küsmüştür. Böyle bir şey olmaz, iltifat etsinler diye mi yaptın, şimdiye kadar ne yaptınsa. Yani hep kendisi ön planda olmuştur ve kitleye kendi düşüncelerini empoze etmiştir. Ecevit Türkiye'de bir önder olarak sola kişisel namus getirmiştir ama, bu yetmemiştir. Bir toplum için yalnız önderin kişisel namusu yetmez, gittiği yolun da doğru dürüst olması lazım. TİP milletvekili olarak mecliste onun ‘‘Su kullananın, toprak işleyenin’’ konuşmasını dinledim. Bir daha bunun üzerinde durmamış, bu konuda gayret sarf etmemiştir. Sözün kısası Bülent Ecevit, bizim anladığımız anlamda sol bir adam değildi, bunu hakaret anlamında söylemiyorum. Bunun yanı sıra insani davranışları çok iyidir, mesela bizim hapisten çıkmamız için gayret etmiştir. DSP'nin son genel seçimlerde aldığı sonucu görünce ben bile sükutu hayale uğradım, silindi gitti yani.
Bence düğünlerde bile türbanı yasaklamalı
- Türban şeriatın öncüsü, şeriatın bayrağı, onun için her hal ve kárda karşı çıkacaksın, geçit vermeyeceksin. Türbanı hakikaten inancıyla, politik anlamını bilmeden takmış olanlara da ‘‘Kusura bakma bunu çıkaracaksın, çünkü Türkiye'nin laik olması, senin türban özgürlüğün yüzünden sekteye uğratılamaz’’ diyeceğiz. Bu konu kişisel özgürlük meselesi olarak alınırsa işin içinden çıkılamaz, herkesin bir fantezisi olabilir. Cumhurbaşkanı özü itibariyle doğru olanı yaptı, türbana prestij vermemek lazım gelir. Bence önemli düğünlerde bile yasak olması lazım, başbakanın gelini filan olmaz mesela, orası da kamusal alan oluyor. Ordumuz şeriat karşısındaki tutumu itibariyle iyi bir çizgide, bu konudaki en büyük sigorta hálá Türk Silahlı Kuvvetleri.
Mihri Belli tek başına partidir
Mihri Belli kendi başına partidir, kendisiyle çok meşgul bir insandır. Komünizm benim diyor, biraz fazla kendine dönük, çok hizmetleri olmuş bir arkadaştır.
Küba'da eski sosyalizm yok ama, Castro halkının indinde çok prestijli bir insan. Dünyada başka benzeri kalmadı, orijinal bir adam, onun ölümünü kayıp sayarım.
Muhafazakár gericidir demokratı olamaz
- AKP kabul edilemez bir oluşumdur, başka konularda istediği kadar başarılı olsun, eğer başa şeriatçılığı getirecekse, ki bundan şüphe yok, mutlaka devrilmesi lazım. Muhafazakárlık düpedüz geriliktir, işi evirmeye çevirmeye gerek yok. Hem muhafazakár, hem demokrat olunmaz. Bu, söylediklerine meşruiyet kazandırmak için bulunan bahanedir. Zorlama olursa zaten demokrasi olmaz, muhafaza ettiğiniz değişmek istiyor, siz zorluyorsunuz. Muhafazakárlığın bugünkü kötülükleri de muhafaza etmek olduğunu bilmeleri lazım. AKP, belki IMF'nin gözünde başarılı ama, aslında çok başarısız. Enflasyon hakikaten düştü, ne pahasına? Böyle düşürmeyi eski hükümetler de biliyordu. Yatırım yapmayacaksınız, zam vermeyeceksiniz, maaşları kısacaksınız, satın alma gücünü azaltacaksınız; enflasyonu böyle düşürdüler. Bazıları soruyor biz ne zaman düşüşü hissedeceğiz diye; farkında değil, zaten işsiz kalarak hissediyor. AB'ye de girilmeli, küreselleşme yoluna da, ancak sorgulanmalı, bize daha uygun olan araştırılmalı, bulunmalı, talep edilmeli.
Eşim Munise usta bir ressam oldu
- Munise Hanım'la 1948'de evlendik, 55. senemizdeyiz. Munise, kız kardeşimin Dil Tarih'in klasik filoloji bölümünde yakın arkadaşıydı. Bir gün bana ondan bahsetti, tesadüfmüş gibi İstanbul'da karşılaşma olanağı yarattım. Birbirimizi beğendik, kısa zamanda evlendik ve giderek birbirimize aşık olduk. Haldun adlı bir oğlumuz, Yeşne adlı bir kızımız var. Yeşne, Kazan Türkçesinde ‘‘şimşek çak’’ demek. Yeşne, SBF'nin Maliye bölümü mezunu, TÜBİTAK'ta çalışıyor, 52 yaşında, hiç evlenmedi. Haldun ise 45 yaşında, Strasbourg'da sosyoloji okudu, İstanbul'da büyük bir matbaanın genel müdürü. Ayrıldığı Fransız eşinden Nil Lora adında 18 yaşında bir torunumuz var. Munise Hanım, emekli olduktan sonra 5 yıl Kayıhan Keskinok'un atölyesinde çalıştı, gördüğünüz gibi bu başarılı eserleri duvarlarımızı süslüyor.
YARIN: Türkeş’le aynı koğuşta yattım
Yazının Devamını Oku 13 Ocak 2004
Unutulmaz şarkıların bestecisi Şehrazat, arkadaşımız Yener Süsoy'a inançlı biri olduğunu, ama saçla başla, örtüyle ilgilenmediğini söyledi. Türk cazının unutulmaz yıldızı Sevinç Tevs'in kızı olan Şehrazat, İstanbul'un eğlence yaşamında eski tat olmadığı için, yıllardır gece dışarıya çıkmadığını belirtti.
- İslam tasavvufuyla yıllardır ilgileniyorum, ilim yapmaya çalışıyorum. Şimdi kimse beni mevcut falanca siyasi partiyle, filanca tarikatlarla ilgilendirmeye kalkışmasın, böyle bir şey asla yok. Atalarım, dedelerim zaten mütedeyyin insanlar; kimse bilmez annem kansere yakalandıktan vefatına kadar 7 sene aralıksız beş vakit namaz kıldı. İslam ilmi konusunda İbn-i Arabi'den Abdülkadir Geylani'ye, Mevlana'dan Elmalı'ya, İmam Gazali'ye kadar bütün Osmanlıca ve Türkçe eserleri okuyarak kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Arapça çok iyi konuşurum ama okuyup yazmam yok, Lübnan'da okurken öğrenmediğime yanıyorum. Hiç olmazsa Kuran'ı orijinal dilinden okumuş olurdum. Benim anladığım İslamiyet, Kuran'ın tam kendisi, geleneksel fıkıh benim ilgi alanımın dışında. Kábe'yi ziyaret edip umre yapmak en büyük düşlerimden biri. Kalabalık fobim olduğu için en az kalabalık olduğu dönemde ziyaret etmek zorundayım. Kuran kadının örtünmesini istiyor ama ben nefsimi örtmeye, insan olmaya çalışıyorum. Ben Allah'a olan inancımla ayakta duruyorum.
Hangi şarkıyı kim en iyi söylüyor
‘‘Kıyamam’’ı Zerrin'den daha iyi kimse okuyamaz. ‘‘Su Gibi Aktı Yıllar’’ ve ‘‘Arka Sokaklar’’ı Sezen Aksu'nun üstünde kimse yorumlayamaz. ‘‘Hesap Ver’’i de Aşkın Nur Yengi'den, ‘‘Abayı Yaktım’’ı da Gülben Ergen’den daha iyi kimse okuyamaz.
Klip deyip geçme, bir şarkıyı vezir de ediyor, rezil de. Aşkın'a verdiğim ‘‘Çek Babam Çek’’ bir İsrail şarkısıydı, tam ona göreydi. Çekilen klip yazdığım sözlerle hiç uyuşmadı, beni çok rahatsız etti. Halbuki sözlerde çok acayip sosyal yaraya parmak basmıştım, bana danışsalardı şarkı 5 misline katlardı. Ajda'ya verdiğim ‘‘Sen İste’’nin klibini de beğenmedim, şarkıyla hiç örtüşmedi. Halbuki bu yaz gazetelerde çıkan uçuşan sonsuz eşarplı bir görüntü olsaydı muhteşem olurdu.
Gecelerin eski kalitesi kalmadı
- Eskiden geceleri sokaktan eve girmezdim, baktım eski kalite de yok, müşteri olarak da o álemden elimi eteğimi çektim. Belki beni yönlendiren dominant bir ailem olsaydı dünya çapında biri de olurdum. 18 yaşındayken yakın aile dostlarımız Arif Mardin, Ahmet Ertegün beni Amerika'ya götürüp müzik dünyasına sunmak istedi. Adil Kaptan ise Hollywood'da çağırıp beni üne kavuşturacağını söylüyordu. O zaman da bugünkü gibi duygularım öndeydi, Lübnanlı nişanlım yüzünden hepsini bir kalemde reddettim. Bugün insanların hayatta kolay yakalayamayacağı imkanlar bana altın tepsiler içinde sunuldu, hepsini reddettim. Bunlardan biri şu anda piyasadaki insanlardan birine gelse havasından dünyayı ateşe verir.
Yazının Devamını Oku 12 Ocak 2004
Şehrazat'ın Sarıyer sırtlarındaki enfes Boğaziçi manzaralı evi ‘‘kartal yuvası’’ gibi. Arkadaşlarımız Yener Süsoy ve Sinan Özbalkan, karlı bir İstanbul gününde eve giden yokuşu çıkarken bunu bizzat test ettiler!.. Yaptığı unutulmaz şarkılarla sıfırdan ünlüler yaratan, ünlülere tarih yazdıran Şehrazat Söylemezoğlu ya da öteki adıyla Şehro, katkısız bir burjuva kızı aslında. Şu özet soyağacına bakar mısınız lütfen; Babası Türkiye'nin ilk maden kralı Siham Kemali Söylemezoğlu, annesi caz müziğinin unutulmaz yıldızı Sevinç Tevs. Annesinin büyük atası Hamamizade İsmail Dede Efendi, büyük eniştesi Atatürk'ün yakın silah arkadaşı Hüsrev Gerede. Hamit amcası ise Anıtkabir ve Taşkışla'ya emek veren ünlü mimar. Eniştelerinden biri Perizat halasının eşi Mithat Perin, dayısı ise Türk müziğinin ünlü kemani bestecisi Cevdet Çağla. Baba tarafından büyük dedesi Mevlana türbesinde yatan Konya Valisi Ali Kemali Paşa. Yeğenleri arasında Turgay Şeren, Hülya Koçyiğit de var, bir başka tarafta ise Sarper'ler. Anne ve baba tarafının tamamı Galatasaray Lisesi mezunu, hepsi diplomat, en sonuncuları Yüksel Söylemez ile Özer Tevs. Şehrazat için İş Bankası, 24 Ocak akşamı Levent'teki İş Sanat Merkezi'nde 30. Sanat Yılı Gecesi düzenliyor. Gecenin başmimarı bankanın tatlı dilli, güler yüzlü, Şehrazat hayranı Halkla İlişkiler patronu Cana Atınç. O gece bugüne kadar Şehrazat şarkıları söylemiş tüm starlar sahnede olacak. Şehro, gecenin tüm gelirinin Türk Silahlı Kuvvetleri Elele Vakfı'na verilmesini istemiş. Sarıyer Telli Baba sırtlarındaki lebi derya 5 katlı kiralık köşküne girdiğimizde Şero, ‘‘Vatanıma ummanda görünmeyen bir molekül kadar hizmet imkanı verdikleri için çok mutluyum’’ diyerek havalarda uçuyordu. Sonra ikinci kata çıktık, hanım ağa Şehro sırtını denize dönüp kendi divanına kuruldu, biz de yamacına. Sonra gelsin börekler, çörekler, tostlar, gitsin çaylar, kahveler, tatlılar... Şehrazat'la, annesi Sevinç Tevs'le 1968 Atina'sındaki Apollonia Müzik Festivali günlerinden başlayıp saatler boyu nostalji turları attık. Sonra ne mi oldu, Sinan'la evin önündeki dimdik yokuşa karanlıkta ilk adımımızı attığımızda bir şeyler oldu, sonradan anladık ki, meğer asfalt diye bastığımız buzmuş. Sonrasını ne siz sorun, ne biz anlatalım, gelin hep birlikte Şehrazat'a kulak verelim.
Gülben’in benden işittiği azarlar yanında Popstar jürisi solda sıfır
Mirkelam'ın ‘‘Unutulmaz’’ı ile Cengiz-Murat'ın ‘‘Anlatamam Görmen Lazım’’ bestelerini ben yapmış olmayı çok isterdim.
Gülben'in biz bize çalışırken benden işittiği azarların yanında Popstar jürisinin söyledikleri solda sıfır kalır.
Bence Türkiye'de vücutlarına çuval sarsa dünya çapında manken gibi taşıyacak iki kişi var, biri Ajda Pekkan, öteki Deniz Akkaya.
Uyku problemim olduğu için son 3 senedir ilaç alıp geceleri 02.30 sıralarında uyuyabiliyorum.
Sabahları hiç çekilmem, çayımı içip afyonum patlayana kadar çok sinirli olurum.
Hayatımda bir kere 1990'da evlendim, yürümedi 4 sene sonra boşandık. O günden beri hayatımda hiç kimse yok, son yıllardaki başarı grafiğime bakılırsa zaten aşk bana yaramıyor.
Alkolü 10 senedir ağzıma sürmüyorum, önceleri bol sulu, buzlu viski içerdim. Ne yazık ki günde 2 paket sigaraya veda edemedim.
Kimseye sipariş şarkı yapmam
- Allah iyiliğini versin, nereden biliyorsun; vallahi tuvalette bile ilham geldiği oldu, 5 ay evvel Hande Yener burada şahit oldu. Yener Ağabey istersen böyle yazma, mizahi yanını anlamayanlar benim bu işi hafife aldığımı sanır. Evet, tuvalette de beste yaptım, Hande şurada oturuyordu, çok affedersin çişimi yapana kadar nakarat bitti. Tuvaletten dışarı çıkarken bu yeni bestemi söylüyordum, Hande şok oldu. Biliyorsun ben hiç müzik eğitimi almadım, müzik bana atalarımdan miras, genlerimde var. Oturak günlerimden beri şarkı söylüyorum, 3,5 yaşında Johnny Guitar'la başlamışım emzikler ağzımda. Sevinç Tevs'in kızı olarak ana rahminde bile müzikle beslenmişim, ötesi var mı?.. Sahneyi bıraktıktan sonra besteciliğe 1986'da başladım. Bestelerimde hayat manzaraları, kendi yaşadıklarım, yaşamak istediklerim vardır. İlhamın ne zaman geleceği belli olmaz, şu anda bile olabilir. Toplam süre söz müzik dahil hepsi 5 dakika. İlhamı gelir, record ederim, söylerim onu, yüzde 90 bütün sözüyle gelir, bazen de müziğin içinde başlığı vardır. Cenabı Allah mutlaka bana onu nasip etmiştir, adıyla gelir ağabey, inanamazsın yani. İki gün öyle bırakıp sonra dönüp bakarım, değiştirecek bir şey pek yoktur, onu öyle vermiştir veren. Sonra aranjörüm Emre Irmak'ı çağırırım, ona şarkıyı kasete okurum, iki saat sonra demo yapılmış olarak gelir. Bende sipariş şarkı olmaz, olan alınır. Arkadaşlar bana telefon açar, ‘‘Şehrocuğum kasete giriyoruz, şarkı var mı?’’ diye. Varsa vardır, yoksa yoktur. Bir de benim o şarkıyı o şarkıcıyla örtüştürmem çok önemli. İsteyen arkadaş o şarkıma uygun değilse katiyetle vermem. Ayrıca şarkıyı verdikten sonra okunmasından aranjmanına, hatta miksine kadar takip ederim, bunlar mukavelede var.
Annem son 7 senesini ibadetle geçirdi
- Sen de hatırlarsın, annemle aram çok iyiydi, son nefesine kadar yanındaydım ama, çok da atışırdık. Küçük yaştan beri yurtdışında tek başına yaşadığım için kişiliğim çok erken gelişti. İlkokuldan sonra 1960'ta ailem beni Beyrut'a gönderdi, 10 yıl orada dünyaca ünlü bir kolejde İngiliz sisteminde okudum. O sıralarda aşık olduğum Lübnanlı nişanlımla bir sene daha beraber olmak için kasten sınıfta kaldım. 1970'te çok memleket hasreti çektiğim için isyan edip, yatırılan üniversite paralarını da yakarak Türkiye'ye döndüm. Babamın çok büyük imkanları vardı, ayrıca tek çocuk olduğum için de müthiş şımartılıyordum. Babamın gözbebeğiydim, isteyip de sahip olamadığım hiçbir şey olmadı. Perizat halam, babama sürekli ‘‘Kemali böyle yapma, kız anormal olacak’’ derdi, sonunda dediği de çıktı. Savunmasız yetiştirildiğim için sonraki yıllarda hayatın gerçekleri beni çok yordu. Annem 46 yaşında kanserden öldü, 10 sene sonra babamı kaybedince dımdızlak ortada kalıverdim. Bu arada Ecevit babamdan kalan madenlere el koyup devletleştirdi. Annem, İstanbul Radyosu'ndaki programlarına bazen beni de götürürdü, oradaki emisyon odalarının kendine has kokusu hálá burnumda. Annemin sahneye çıktığı gece kulüplerine gitmek ne haddimize, ben evde İsviçreli ve Türk dadılarımla otururdum. Babam da yılın 300 günü ihracat işleri nedeniyle yurtdışında olurdu. Annem ömrünün son 7 senesini ibadet içine geçirdi, beş vakit namazını kıldı. Dışarıda yine modern, bakımlı bir kadındı, inançlarını içinde sakladı.
Sahnede söylemek bana uygun değil
- Sahnenin bana uygun olmadığını 20 sene evvel anladım. Ben çalıştığım yerlerde hep alışmışım, birisi şarkı söylerken nefesler tutulur, çıt çıkmaz. Elma Kabare'de caz söylüyorum, baktım bıyıklı 4 adam en ön masaya kurulmuş, kahkahalar atıp viski içiyor. İçersi ful, ağırlıklı müşteri Museviler, adamlara ters ters bakıyorum anlamıyorlar. Sonunda baktım olacak gibi değil, sahneden inip yanlarına gittim. Masaya vurup ‘‘Beyler, ya komik hikayelerinizi bize de anlatın ya da derhal burayı terk edin’’ dedim, salonda alkış kıyamet. Bunlar arkalarına bile bakmadan defolup gittiler. O an karar verdim ki, bu iş bana göre değil, çünkü ben politik bir insanoğlu değilim.
Kızdığım zaman cam çerçeve ne varsa iner
- Psikolojik tedavi görmeyen sanatçı gördünüz mü hiç, tabii ki ben de danışmanlık anlamında gördüm, görüyorum. Ayrıca güzel sanatlara olan derin ilginin getirdiği bir delilik de var elbette. Psikoloğuma arada bir gidip içimi döküyorum, beni rahatsız eden habaset noktalarının dışa vurumu olarak konuşuyorum. Çok sinirli biriyim, nörotik bir yapım var, kızdığım zaman cam çerçeve iner. İç dünyam çok karmaşıktır, çok gelgitleri olan bir bünyeye sahibim, Başak burcuyum, yükselenim aslan. Hayatım beni hasta edecek kadar ince detaylar üstüne kurulu, dominantım elbette. Aşırı mükemmelliyetçilik yüzünden sonunda ruhen hasta oldum. Şöhret, para gibi hırslarım olmadı, hiçbir şey olamasam bile o kadar şöhretli bir ailenin çocuğuydum ki, nasıl olsa beni tanırlardı. Genç kızlık çağlarımda kendi canıma kıymayı düşündüğüm zamanlar oldu ama, hiç teşebbüs etmedim. Çok zeki olduğuma inanıyorum ama, aklımı devreye sokamadım, hep duygularım galebe çaldı. 50'li yaşlara gelince aklımı kullanmaya başladım ama, iş işten geçti be ağabey!... Doğrusu kendimi özel biri olarak görüyorum, sıradan bir insanım ama, sıradan bir kişilik değilim. Ben istediğimi söylerim, istediğimi yaparım, hiçbir şeyime kimse ambargo koyamaz.
YARIN: Kim hangi şarkıyı en güzel söylüyor
Yazının Devamını Oku 6 Ocak 2004
Tarım ve Köyişleri Bakanı Prof. Dr. Sami Güçlü, arkadaşımız Yener Süsoy'a Türk tarımının sorunlarını da anlattı. Tarımda altyapıya önem vermeyişimiz nedeniyle her konuda dışa bağımlı hale geldiğimizi söyleyen Bakan Güçlü, toprağı, tohumu, teknolojiyi bilen ‘‘bilinçli çiftçi’’ sayısını hızla çoğaltmamız gerektiğini belirtti.
Kırmızı et kárlı beyaz et sıkıntılı
Kırmızı et: Büyükbaş hayvanların yağı ve proteini yüksek, besleyici eti. Beyaz et: Tavuk, balık vb. etlere verilen genel ad.
- Kırmızı ette sorunuz yok, süt ve et sığırcılığı şu anda çok karlı bir sektör. Türkiye'deki bütün hayvanları kayıt altına alırken özel anlamı olan küpeler takıyoruz. Üç nesil ıslah edilmiş, soy kütüğü belli olanlara mavi; ıslah safhasının başında olanlara ise beyaz küpe takılıyor. AB uyum sürecinin de bir gereği olarak hayvanların geçirdiği hastalıkların safhaları, yapılan tedavileri ve ırk özellikleri artık kayıt altında. Şu anda Batı bölgesinin tamamını hallettik, İç Anadolu'nun az bir bölümü kaldı, Doğu bölgesinin ise yüzde 50'si bitirildi. Bu kayıtlarda çiftçinin ne kadar hayvanı, ne kadar makine teçhizatı olduğundan, bölgesindeki iklim ve toprak özelliklerine kadar her türlü bilgi yer alıyor. Beyaz ette ise şu anda biraz zorluklar var, maliyetler yüksek, piyasa fiyatları ise düşük. İçerde ufak bir daralma olduğunda yurtdışına ihraç imkanları çok sınırlı. İlk defa bu sene AB'den bir heyet gelip kesim haneleri gezdi, birkaç küçük düzeltme dışında büyük ölçüde olumlu rapor verdi.
Süne çiftçinin canına okuyor
Süne: Yarım kanatlılardan, yumurtalarını ekin yapraklarına bırakan, esmer renkli, zararlı böcek (Eurigaster Integriceps). Kımıl: Yarım kanatlılardan, sap, çiçek, yaprak ve başakları emerek veya yiyerek ekin hastalığına yol açan, vücudu kalkana benzeyen zararlı bir böcek (Aelia Rostrata)
- Süne ile kımıl zararlıları Türkiye'de tarımın yüzde 50'sini oluşturan tahılın hala can düşmanı olmaya devam ediyor. Bu zararlılar buğdayın sütünü emip çiftçinin maddi manevi canına okuyor. Süne buğdayın yüzde 25'ni götürüyor, bu yıl mücadele yapmamış çiftçi buğdayını 300 binden, yapan ise 400 binden sattı. Süne buğdayda tohum çimlenmesini azaltıyor, tane ve un kalitesini düşürerek verimde önemli azalmalara neden oluyor. Düşünün ki, yüzde 2'si zarar gören tanenin bile unu kullanılmaz, çünkü ekmek kabarmadığı gibi tadı da bozuk olur. Süneyi yok etmek için etkili ilaçlama şart, bunun için de çiftçi eğitilecek. Devlet çiftçiyi eğitmek yerine işi kendi üstlenip uçakla ilaçlama yapmaya başlamış. Bu yıllarca sürmüş, etkili olmayınca yayılmış, yayılmış ve sonunda bugünkü maksimum alana ulaşmış.
Dünya, bu zararlıları bazen biyolojik, bazen hayvanlarla, bazen de ağaçlandırmayla yapmış, sonunda görevi çiftçiye teslim etmiş. İşte makine, işte ilaç, 6-7 gün içinde bütün çiftçilerin bunu yapması gerekiyor. Trakyalı çiftçi gerekli eğitimi alıp görevini yaptığı için bu bölgedeki süne mücadelesi çok başarılı. En geç 2 yıl içinde İç ve Güneydoğu Anadolu'da da yok denecek hale getireceğiz. ‘‘1000 Köye 1000 Tarım Gönüllüsü’’ kampanyamız bu anlamda da çok önemli. Din adamı ve öğretmenin yanında köyün ekonomik hayatına katkı yapacak eleman gidiyor. En büyük rüyam, Sivas'tan Afyon'a kadar İç Anadolu Bölgesi'nin sulandığını görmek. Bunu Türk mühendisi ve tarımcısı en kısa zamanda gerçekleştirmeli.
Sebze tohumunda dışa bağımlıyız
Tohum: Bitkilerde döllenme sonunda yumurtacıktan oluşan ve yeni bir bitki oluşmasını sağlayan tane.
- Tohum bugün dünyada altından daha pahalı bir ürün durumunda. Çiftçi eğitimi ve zirai mücadele konusundaki çalışmalar cumhuriyetin ilk döneminden beri yapılıyor ama, çok gerilerde kalmışız. Bunca çalışmaya rağmen arzu edilen sonuçların alınamamasının nedeninin izah edilememesi garibime gitti. Mesela tohumculuğa önem verilip üretme çiftlikleri kurulmuş, mesafe alınamamış. İdealden vazgeçmemişler ama, sonunda tohumculukla ilgili bilimsel araştırmalar yapan enstitü çalışamaz hale gelmiş. Çiftliklere alınan işçiler sendikalaşmış, sonunda hiçbiri çalıştırılamaz hale gelmiş. KİT oldukları için ücretlerini ödemek zorunda kalmışlar, sonunda tohumculuktan vazgeçip ekmeklik buğday gibi piyasa talebi bol olan mal üretmeye başlamışlar. Yener Bey, buğday ve benzeri ürünlerle ilgili olarak yıllık 600 bin ton tohum ihtiyacımız var. Bu maksat için oluşturulmuş TİGEM işletmemiz yılda ancak 50 bin ton tohum üretebiliyor, yani ihtiyacın 12'de 1'ini. Sebzede hibrit tohumculuğu araştırmalarına zamanında başlamış olsaydık, bugün dünyada kuvvetli bir oligopol kuran İsrail ve Hollanda'ya bağımlı hale gelmezdik.
Nahit Töre hemşerim ve sınıf arkadaşımdı
Üniversite: Bilimsel özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip, yüksek düzeyde eğitim, öğretim, bilimsel araştırma ve yayın yapan fakülte, enstitü, yüksek okul ve benzeri kuruluş ve birimlerden oluşan öğretim kurumu.
- Ben de değiştim elbette, mesela üniversitenin ilk yıllarında demokrasinin çok önemli olmadığını düşünüyordum. Laiklik de sempatik gelen bir kavram değildi ama, şimdi inancın ferdi olduğuna inanıyorum. 68 kuşağı üniversite öğrencilerinin pek çoğu gibi ben de o yıllarda gençlik hareketlerine katıldım. MTTB bünyesinde Konya Talebe Yurdu'nun temsilcisiydim, grubun önde gelen kişilerinden biriydim. Hemşerim olan Nahit Töre ile İktisat Fakültesi'nde sık görüştüğüm arkadaşlarımdan biriydi. Nahit çok önde bir adamdı, zamanla çok seyrek görüşür olmuştuk. Derslere lideri olduğu devrimci arkadaşlarıyla gelip gidiyordu, biz de sağ görüşlüler olarak başka tarafta oturuyorduk.
Yazının Devamını Oku 5 Ocak 2004
Türkiye Cumhuriyeti'nin 44. Tarım ve Köyişleri Bakanı Prof. Dr. Sami Güçlü, Konya Seydişehir'in Kuyulusebil Köyü'nden. Saf kan bir yörük çocuğu olan Güçlü'nün ataları, Oğuzlar'ın Bayındır Boyu'ndanmış. Kuyulusebil dediğin, Konya'nın kuzeyi ile Tuz Gölü'nün batısı koordinatlarında akarsuyu ve dikili ağacı olmayan tam bir bozkır köyü. Beşik kertmesi eşi Emine Hanım da aynı köyden. Kızları Nezahat (mimar) ile Feyza (öğretmen), oğulları Mehmet (iktisatçı) ile Hasan (sosyolog) ise birer büyük şehir çocuğu. Sayın Bakan'la güne Dikmen Vadisi'ndeki evinde Kuyulusebil usulü taşbörekli, subörekli, yumurtalı, domatesli, ballı, reçelli kahvaltıyla başladık. Öğleden sonra Bakanlar Kurulu toplantısı için bir ara verdik; akşamüstü Sheraton Oteli'nin 20. katında yeniden buluştuk. Otelin sempatik Araştırma ve Geliştirme Müdürü sevgili Suat Oral'ın organizasyonu yine mükemmeldi. Bir de tavla bulabilseydi, Beşiktaşlı Sayın Bakan'ın bu konudaki iddiasının boyutunu da öğrenecektik. Neyse, biz gelelim kibar, sessiz, güler yüzlü, romantik bakan Sami Güçlü ile yaptığımız sohbete.
Türban aslında gelişme ve modernleşme belirtisi
Türban: İnce kumaştan yapılmış, başı sıkıca kavrayan bir tür baş örtüsü.
- Türban aslında muhafazakár kesimin modernleşmesidir, bu sözümün altını çizin lütfen. Türban ideolojik olarak görülüyor ama, bu aslında modernleşmedir, inanın. Kırsal kesimden şehre gelen hanımlarımız toplum hayatına entegre olurken sahip oldukları değerlerden vazgeçmek istemedikleri için kendilerini böyle ifade ediyor. Türban aslında bir gelişme, değişme ve modernleşme belirtisidir. Bu gerginliği kırmanın bence en önemli yolu, muhafazakár kesimin ön şartların oluştuğu alanlarda düşüncesini daha sık ve daha açık ifade etmesidir. İslami olanlar dahil bütün radikal kesimlerin Türkiye'de bundan böyle kuvvetli bir zemin oluşturabileceğine inanmıyorum. Zaten hiçbiri toplumsal talep olarak da destek bulamayacak.
Kırsal kesimde dini hayat daha esnektir, bizim evimizde de dini baskı yoktu. Kadın geleneksel olarak başını örter. Oruç tutma oranı çok yüksektir ama, namaz konusu esnektir. Bugün Türkiye'de hemen her ailenin içinde moderni de var, muhafazakárı, liberali de. Benim kızlarım da böyle, gerektiğinde dışarıda başlarını örtüyorlar ama, işlerinde başları açık. Ben inançlı bir Müslümanım, ferdi sorumluluklarımı yerine getiriyorum ve bunu aile fertlerimle belli ölçüde paylaşıyorum. Elbette çağdaş bir insanım, zaten modernleşme, gelişme kaçınılmazdır. Nakşibendi olup olmadığımı da sordunuz, ben bugüne kadar İslam kültürü içinde yer alan bu gibi eğitim ekollerinin hiç birine mensup değilim, bir bağım da olmadı.
Kuran kursları çalışmasının hükümetimizle ilgisi yok
- AKP'nin lider kadrosunun kimseye belli bir yaşam tarzını empoze etmek gibi ne bir niyeti var, de de böyle bir temsilcisi. Türkiye genelinde yapmak önemli değil, yapıyormuş gibi görünmek kafi oldu. Ahlaklı olmak şart değil, ahlaklıymış gibi görün, bence bütün sorun burada. Türkiye'de insanlar işlerini iyi yapmıyor ama, güzel konuşuyor. Gelelim Kuran kurslarıyla ilgili sorunuza, haklısınız, böyle hassasiyetlerin çok olduğu bir dönemde böyle bir konunun zamanı değildi. Bunun hükümetimizle bir ilgisi yok, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yaptığı bir çalışma birdenbire ortaya çıktı.
AKP çevresinde Atatürk’e yaygın ölçüde sevgi var
Şüphe: İnsanı tedirgin eden kuşku.
- Yener Bey, şu önyargılardan bir türlü kurtulamadık gitti, bu konuda bir şüpheye mahal var mı? Karşılıklı güven eksikliği genel sorunumuz haline geldi sanki. İnanın, bizim AKP çevresinde Atatürk'e karşı yaygın ölçüde bir sevginin olduğunu düşünüyorum. Bir iktisatçı olarak düşündüğümde bugüne kadar Atatürk dönemindeki kadar kalkınma hızına hiç ulaşamadığımızı görüyorum. Gücü hakkında kimin şüphesi olabilir, istese cumhuriyeti de ilan etmeyebilirdi. O Atatürk ki, son 200 yıl Batı karşısında kaybetmiş insanlara başı dik, alnı açık Türk kimliğini kazandırmış. Kendi milletine böyle bir kimlik kazandıran Atatürk'le manevi bağ nasıl olmaz, nasıl sevilmez kardeşim?
Siyasete aslında hiç heves duymadım
Siyaset:Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış.
- Siyasete yakın biri değilim, hiç heves de duymadım aslında. Ben hocalığı çok seviyorum, onun için külfetleri bana hiç zor gelmedi. Birinci derecede arkadaş çevrem siyasetin içinde olduğu için beni de aralarına davet etti. Beni AKP kurucular listesine davet edenlerin başında İktisat Fakültesi'nden sınıf arkadaşım Abdullah Gül ile Mehmet Tekelioğlu, Mete Doğruer, İsmail Kahraman, Zeki Ergezer gelir. Hepsiyle üniversite dönemimizde milliyetçi muhafazakár bir yüksek öğretim cemiyeti olan Milli Türk Talebe Birliği'nde beraberdik. Tayyip Bey de o dönemde tanıştığımız bir arkadaştı, bize göre 4 yaş daha gençti. Eşimin benim siyasete girmeme karşı çıkacağını tahmin ediyordum ama, ilk günden beri destekledi. O güne kadar hiçbir siyasi partiyle organik bağım olmadı. Sadece üniversitedeki ikinci yılımda 1969 seçimleri için Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Gençlik Kolu'na kısa bir süre hizmet verdim. Ama siyasete girdiğime pişman değilim.
Kırsal kesimden geldim diye kentliler bizi aralarına almazdı
- Yener bey, ben Anadolu'nun kırsal kesiminden gelmiştim, İstanbul çocukları bizi almazdı aralarına. Onlar hoplayıp, zıplayıp, şamata yaparken ben başımı önüme eğerdim. Ne sağıma bakabildim, ne soluma, yanımızdakiyle bir iki cümle konuşabildiysem ne álá. Denizi ilk defa 19 yaşında üniversite tahsili için İstanbul'a geldiğimde gördüm. 12 yaşına kadar köyde, 18 yaşına kadar da kapalı bir çevrede yaşamış bir genci düşünün. Annem, babam okuma yazma bilmiyor ama, yine de 7 evladının hepsini okutmuş. Hiçbirimizi imam hatip okuluna vermedi, hepimizi kendi eliyle ortaokula götürüp yazdırdı.
Beşiktaş Güney ve Yahya Kemal hayranı
Yılmaz Güney'in bütün filmlerini seyrettim, çok iyi bir sanatçıydı. Fikren bana tersti ama, mesela ‘‘Yol’’ filmi toplumsal sorunları iyi işliyordu. Türkiye Yılmaz Güney'in ideolojisini kabul etmedi, sanatını alkışladı.
Beşiktaşlıyım, emekten yana olduğum için, takımın bütün yükünü çeken Tayfur hayranıyım. Geçmişte Fikret ile Rıza oynarken de emekçi olan Rıza'yı tutardım, Fikret yıldızdı. Lisede okurken Konya Selçukspor'da amatör olarak basketbol oynadım.
Şiiri çok severim, yazarım, Yahya Kemal ve Necip Fazıl'ın hayranıyım. Yahya Kemal'in ezbere bildiğim ‘‘Rintlerin Ölümü’’nün ritmi kalbimi etkiliyor.
Kısa süren bekarlık hayatımda kız arkadaşlarım filan olmadı, beşik kertmem olan köylüm Emine ile üniversitede öğrenciyken evlendim.
Yazının Devamını Oku 31 Aralık 2003
Dr. Erol Köse'yle önceki akşam Etiler'de bir arkadaşının evinde röportaj yaparken, tedirgin olduğu her halinden belliydi. Randevu saatimizi biraz geçirdiği için özür diledi, sonra doğru pencereye giderek park ettiği arabasına baktı. Röportaj boyunca iki cep telefonunu da kapalı tuttu, arada bir açıp kimlerin aradığına baktı.
O neşe dolu, hareketli, espri makinesi Erol gitmiş, gülmesini unutmuş, içi korku dolu bir Erol gelmişti. Önceki akşam telefonla arayıp, pazar günkü Hürriyet'te yer alan Star Gazetesi kaynaklı haberle ilgili olarak cevap hakkını kullanmak istediğini söylemişti. Uzan'lar, 3 ayrı şirkette ortakları olan Köse hakkında ağır suçlamalarda bulunmuş, borçları nedeniyle perukla dolaştığını öne sürerek fotomontaj bir fotoğrafı da yayınlamışlardı.
Üç saatte yakın görüşmemizden sonra bizi kapıya kadar uğurlarken, boş gözlerle baktığını fark ettim. Gazeteye döndük, yazımı yazdım, Yayın Koordinatörümüz Fikret Ercan kardeşimize teslim ettim. Dün akşam eşimle birlikte Beylikdüzü Migros'taki Çarşı Mağazası'nda dolaşırken, cep telefonum çaldı, baktım arayan Erol Köse'ydi. Sakin bir köşe arayıp buldum, bana röportajı yazıp yazmadığımı, ne zaman yayınlanacağını sordu. Kendisine yazıyı verdiğimi, bugünü kast ederek; 'Yarın yayınlanacak' dedim. 'Teşekkür ederim Yener ağabey, yarın sabah erkenden gazeteyi okuyup seni ararım' deyip bir kahkaha attı, bitti. Bu görüşmemizin üzerinden on dakika kadar ancak geçmişti ki, Erol Köse'in ayağından vurulduğu haberi geldi.
Hakan Bey’le yaşadıklarımız var, konuşursam deprem olur
Verilecek bir canım var, ondan da korkmuyorum. Buradan açıkça deklare ediyorum: Benim ve ailemin başına gelebilecek herhangi bir şeyden Cem Uzan sorumludur. Yardımcısı Müştak Ayvaz aracığıyla telefonda beni sürekli tehdit edip sonumun kötü olacağını söylüyor. Yasalara uygun davranıyorum, devletin yanında yer alıyorum diye Uzan cephesi benim aleyhime yayına başladı.
Benim kafam kel değil, peruk takması gereken biri varsa o da başkalarıdır. Ben sanal peruklarla uğraşmıyorum, gerçek perukları kimleri taktığını zaman içinde hepimiz göreceğiz. BDDK bu olaylara, bu adamlara göz yummasın, kaçan benim param değil, devletin parası. Yargı ve BDDK devletin parasına sahip çıksın, onu yedirmesin. Biz hizmet sektörüyüz, bu şirketler faal olarak işlerini yapamazlarsa bir yıl sonra birer kağıt parçasına dönüşür, devlet de sonunda sadece kağıt parçasına el koymuş olur.
Cem Uzan istediği kadar benimle uğraşsın, ben bugüne kadar kimseyi satmadım, benimle toprağa gidecek nice özel Uzan anıları var. Hakan Bey'le yaşadıklarımız var, konuşsam belki yer yerinden oynar ama ben bunu yapmam.
Yeşim Salkım’la birlikte dağıtım şirketi kurduk
Hakan Bey'le ticari yakınlığımız geçen yıl o tarihte eşi olan Yeşim Salkım'la bir dağıtım şirketi kurarak başladı. Hakan Bey, Yeşim Hanım'dan boşandıktan sonra bana ortaklık teklif etti, 'Erol Köse Prodüksiyon'u büyütelim' dedi. Ardından üç ayrı dalda faaliyet gösteren üç ayrı şirket kurduk. Erol Köse Prodüksiyon Yapım A.Ş'nin yüzde 55'i, Bis Organizasyon ve Menajerlik A.Ş.'nin yüzde 45'i, Filmtürk Film Prodüksiyon ve Dağıtım A.Ş.'nin ise yüzde 25'i benimdi. Müzik ve menajerlik şirketlerinin yönetim kurulu başkanıyım, film şirketinin ise yönetim kurulu başkan yardımcısıyım. Zannedilmesin ki onlar parayı koydu, ben de sadece hizmet ediyorum, hayır. Herkes kendi hissesi oranındaki parayı koydu, paralelinde ben hizmetimi sundum. Onlar da medya güçleriyle başta Kral TV olmak üzere promosyonlarını yaptı. Bunların yanı sıra yine Hakan Bey'in ricasıyla medya, özellikle televizyon şirketlerinde danışmanlıklarını yaptım. Başta Genel Müdür Faruk Bayhan ve 'Çocuklar Duymasın' dizisi olmak üzere birçok transferi ben gerçekleştirdim.
Kimseye şahsi borçlu değilim
Hakan Uzan'ın ortadan kaybolmasından sonra Cem Uzan kardeşinin yakınındaki bütün elamanları tasfiye etti. Bizimle yaptığı ilk ve son toplantıda, bundan sonra talimatları kendisinden alacağımı söyledi. Ben onların yanında çalışan biri değilim, kimseden talimat almam, kendi kendimin patronuyum. Cem Uzan beni ele geçiremedi, en büyük sorunu bu. Cem Uzan beni komedyen görüp küçümseyebilir ama, onun gerisinde asker bir babanın tıp doktoru oğluyum.
Ben başkaları gibi değil kaçmak, bunu düşünmedim bile, saklayacak bir şeyim yok ki. Bu olaylardan sonra elbette ekonomik kriz geçirdim ama, şu anda Erol Köse olarak şahsen bir Allah'ın kuluna tek kuruş borcum yok. Bir yere gitmeye, başka şirketler kurmaya niyetim yok, aslanlar gibi buradayım. Hiçbir şirketimin İmar Bankası'ndan tek kuruş almadığı belgeleriyle sabit. Mahkeme bütün araştırmaları yaptı ve şahsi mal varlığım üstüne konmuş olan tedbirlerin hepsini kaldırdı. Bu arada şunu da söyleyeyim: Gülben Ergen'in malum kasetiyle benim ne ilgim olabilir ki? Zaten o konuda yapılan soruşturmalarda hiç adım geçmemişti. Böyle bir kasetin varlığından bile haberim yok, ayrıca kesinlikle tasvip etmediğim de bir olay.
Yazının Devamını Oku 30 Aralık 2003
Yener Süsoy'a iyi binici ve tırmanıcı olduğunu belirten Murat Karayalçın, gençliğinde konkurhipik çalıştığını söyledi. Karayalçın, belediye başkanlığı sırasında ünlü Yunan sanatçı Teodorakis'le ilgili bir ‘‘torpil’’ anısını da anlattı. Belediye başkanıyken yakın dostum Yunan Büyükelçisi Makris aracılığıyla Teodorakis'i konser vermesi için Ankara'ya davet ettim. Ünlü sanatçı çok başarılı geçen konserlerinden sonra Makris ile birlikte beni belediyede ziyarete geldi. Çıkarken Teodorakis koluma girdi; ‘‘Büyükelçinin sizden bir ricası var, Kuğulu Park'ın karşısındaki arsamızın etrafına billboard'lar koymuşsunuz, onları kaldırmanızı rica ediyor’’ dedi. Makris benim yakın arkadaşım, kendisi söyleyemiyor, sanatçısı aracığıyla haber gönderiyor, akıl almaz bir şey. İstediğini yaptım, boş arsa çirkin görüntü vermesin diye sıraladığımız billboard'ları kaldırttım.
İtalyan Dışişleri Bakanı Susan Agnelli, kendi cumhurbaşkanı ile yaptığı ziyaretinin dönüşünde özel uçağıyla Ankara'dan ayrılırken benden Türk yoğurdu istedi. Neşe hemen bizim bakkaldan 3 kase yoğurt alıp getirdi, bakana kendi elimle verdiğimde nasıl sevindi anlatamam.
Gençliğimden beri Azerbaycan'a çok ilgim ve sevgim vardır, hep Bakü'yü merak etmişimdir, fakat nasip olmadı gidemedim.
Siyasal'dayken binicilik dersi alıp konkurhipik çalıştım. Daha sonra tenise başladım, ayrıca çok iyi tırmanırım ve uzun yürüyüşler yaparım.
Uyumlu olmak kötü mü
- Kibar olmak, uyumlu olmak kötü bir şey mi Yener Bey, böyle olduğum için çok memnunum. Uyumlu olmakla olmamak arasındaki farkın Türkiye'ye maliyetinin ne olduğu, 19 Şubat 2001 tarihli MGK toplantısında anayasa kitapçığı uçuşmasının kamuoyuna açıklanmasıyla tarihinin en ağır ekonomik krizine girerek görüldü. Ben yaşamım boyunca kendimi sonuç almaya göre kurguladım, insanların karşısına hep uyumu çıkarttım. 1989-94 arasında belediyelerde müthiş kavga vardı, belediye meclislerinde sandalyeler uçuşurdu, Ankara Belediyesi'nde böyle bir şey duydunuz mu? Batıkent'te kavga kıyamet olduğunu duydunuz mu; vardı ama ben ortaklarımın karşısına hep uyumu çıkarttım.
Turgut Özal’ı sinirlendirdim
- Süleyman Demirel'in başbakanlığı döneminde DPT Müsteşarı Turgut Özal'dı, ben de uzman yardımcısı olarak görev yapıyordum. Süleyman Bey o zamanki adıyla Avrupa Topluluğu konusunda DPT'den rapor hazırlamasını istemiş. Daire Başkanı Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş da bunun hazırlanmasını aralarında benim de bulunduğum bir gruba verdi. Ben o sıralarda öz Türkçe kullanma meraklısıydım. Onun etkisiyle yazımı ‘‘Gereği için buyruklarınıza sunarım’’ diyerek bitirmiştim. Raporu Nevzat Bey okuyup inceledikten sonra Özal'a sunmuş. Öz Türkçe kullanım tarzım Yalçıntaş'ı rahatsız etmemiş ama, Turgut Bey çok sinirlenmiş. Nevzat Bey'e raporu düzelttirmiş.
Yazının Devamını Oku 29 Aralık 2003
Murat Karayalçın... Rize İli Çamlıhemşin İlçesi'nin Fırtına Vadisi'ne kurulu Şenyuva Köyü nüfusuna kayıtlı, Fevziye-Sabri Karayalçın''nın 26 Ekim 1943 Samsun doğumlu üçüncü çocuğu...
Astımına dokunduğu için ilkokulda okurken doktor tavsiyesiyle Ankara'daki dedesinin yanına zorunlu nakil... Gençlik Parkı'ında lokanta kátipliği, Amerikan Haberler Merkezi'nde telefon operatörlüğü... ODTÜ'nün bozkurt rozetli, SBF'nin Sultan Galiyev hayranı öğrencisi... Kent-Koop Başkanlığı'nda Batıkent, Belediye Başkanlığı'nda ise Dikmen Vadisi, doğalgaz, metro gibi dev projelere imza atarak Ankara'yla bütünleşen proje fabrikatörü... 1987'de Prens Charles'dan Dünya Konut Yılı Ödülü, 1993'te Fransa'dan Legion D'Honneur nişanı... Türkiye'nin Başbakan Yardımcılığı yapan ilk Dışişleri Bakanı... Neşe'nin 41 yıllık büyük aşkı, Alp'in sevgili babası... Mülkiye'nin ‘‘Yakışıklı İskelet’’i... İflah olmaz uyumlu sol ittifakçı... vb... Karayalçın'ın Neşe'siyle birlikte özenle döşediği Çankaya sırtlarındaki dairesinde başbakan hemşerisini soralım dedik; ‘‘Ben ata binmesini bilen Rizeliyim’’ dedi... Burnuna estetik yaptırmayı düşünüp düşünmediğini öğrenelim dedik; ‘‘Burnumla iftihar ediyorum, öneminin altını çizmek için bıyıklarımı kesmiyorum’’ dedi... Bundan sonrasını hep birlikte Neşe Karayalçın'ın kendi eliyle yaptığı enfes un kurabiyelerini halis Rize çayına katık ederek dinleyelim.
Seçmen rehin alındı
- 3 Kasım süreciyle birlikte seçmen rehin alınmıştır, iki partili bir yapı var. Benim aday olmamı en çok isteyen kişi Melih Gökçek, her yerde benim solun adayı olduğumu söylüyor. Bana karşı müthiş itibarının nedeni kendi adaylığını garanti altına alabilmek, yani rehin işlemi çift yönlü sergileniyor. Türkiye bu rehinden kurtulmalı, Türkiye iki partili yapıyı taşıyamaz. AKP ve CHP ikilisi, TBMM'deki yapıyı yerel meclislere de taşırsa Türkiye demokrasisi tıkanır. Bu nedenle sol partilerin tümünün 28 Mart için bir seçim ittifakı gerçekleştirmeleri için çalıştım, ancak ittifak beni görevlendirirse aday olurum dedim. SHP ve DSP genel başkanlarına bir kontenjan talebimiz olmadığını, yapılacak ankette önde çıkanın ittifakın adayı olarak gösterilmesini söyledim. Bunların hiçbiri SHP'li olmasa bile ittifakta yer almaya hazır olduğumuzu da ekledim.
CHP ve DSP önerimizi kabul etmedi, geri kalan 8 sol parti ise evet dedi. Deniz Bey karşılıklı görüşmemizde bana ittifak yapacakların CHP listesinden aday olması gerektiğini söyledi, doğru bulup kabul ettim. Baykal o anda bana bir cevap vermedi, önerimizi kabul etmediklerine daha sonra basındaki açıklamalarından öğrendim. Sonunda anlaşıldı ki CHP, benim Ankara'dan aday olmamdan başka bir düşünce taşımıyor. Sol klasiği bırakıp bir araya gelip Türkiye'yi şaşırtabilmeliydik. Geriye dönmek güç ama, hálá ortaya koyduğumuz çerçeveyi kabul edebilecekleri umudunu taşımak istiyorum. Bu ittifakta yalnızca sol partilerin değil, Atatürk ilke ve devrimlerine inanan, cumhuriyetin temel değerlerine sahip çıkan herkesin olmasını istiyorum. Cumhuriyetçilerin kutsal üçlemesi olan ‘‘devletin tekliği, ulusun tümlüğü, yurdun bölünmez bütünlüğünü’’ içine sindiren herkesle yan yana gelirim.
Yazının Devamını Oku