Yener Süsoy

Özal, Ruhban Okulu’nu açardı

20 Aralık 2004
Rahmi Koç’a Nazenin IV’le çıktığı dünya turunun çok yaradığı, yüzünden okunuyor. Bunda belki de yeni restore ettirip taşındığı, buram buram tarih ve sanat kokan 200 yıllık Kont Ostrorog Yalısı’nın da payı var, kim bilir? Rahmi Koç’la Koç Holding’in Nakkaştepe’deki merkezinde buluştuk, Ostrorog Yalısı’nda kahvaltı yaptık. Huskie cinsi köpeği Çakır’ı da

yanımıza alıp Rahmi Koç’un kaptanlığında Maviden’le Rumelihisarı’na geçtik. Saatler boyu zaman fukarası işadamına aklıma gelen her şeyi sordum, hepsine tek tek cevap verdi. Dış görünüşünden kendisi de şikayetçi; Rahmi Bey o kadar arkadaş, o kadar alçakgönüllü, o kadar sıcak ve samimiydi ki... Rahmi Koç’u ilk defa bu kadar yakından tanıyacaksınız.

Hacı Bayram Veli soylu Rahmi Koç neden Fener Rum Patriği Bartohomeus’la bu kadar sıkı fıkı dosttur diye merak edenlere...

- Biz ne dersek diyelim, Fener Rum Patriği Bartholomeus’u bütün dünya ekümenik olarak tanıyor. Türkiye’ye gelen birçok devlet ve hükümet başkanı gelir gelmez onu ziyaret ediyor. Ben patriği, papa ile bir tutuyorum; papa o dinin başı olarak İtalya’ya ne getiriyorsa, patrik de Türkiye’ye onu getirebilir, iyi kullanabilirsek. Ben senelerce Türk-Yunan İşbirliği Konseyi Başkanlığı yaptım Yener Bey. O zamanlar Patrik hazretleri yeni gelmişti, onunla dostluk geliştirirsem belki iki ülke arasındaki işbirliğine yardımcı olur diye düşündüm. Patrik nüfuzlu bir insan, kendisini ziyaret ettim, böylece dostluğumuz başladı. O da gelip beni ziyaret etti, lütfedip evimize yemeğe geldi. Ondan sonra o kadar ahbap olduk ve seviştik ki, kardeşlerimin rahatsızlığında, vefatlarda 4 defa ziyaretimize geldi. Benim tanıdığım Bartholomeus, fevkalade Türk dostudur. Türk vatandaşı olmakla da iftihar eder, çok akıllı bir adamdır. Bu memleketin uzun vadeli dünya çapındaki menfaatleri açısından onu karşımıza değil, yanımıza almalıyız. Mesela patrik yurtdışına giderken kendisine Yunanistan uçak tahsis ediyor, niye bizimkiler vermiyor? Bartholomeus neden Havana’ya, Roma’ya, New York’a Türk Hava Yolları’yla inmesin? Böyle yapsak bizim için çok büyük prestij unsuru olur. Türk vatandaşı papaz yetişmesi için ruhban okulunun açılması lazım, yoksa ithal edip Türk vatandaşı yapacaklar. Niye papazlar Türk görgüsü, ádeti, saygısıyla yetişmesin? Rahmetli Özal sağ olsaydı çoktan açılmıştı, Tayyip Bey’in de buna sıcak baktığını zannediyorum. Ayrıca AB ülkelerinin hepsinde isteyen, istediği okulu rahatlıkla açıyor, bunu da unutmayalım.

AIDS korkusuyla ABD’de kan almadım

- Mustafa New York’ta by-pass ameliyatına girerken heyecanımı belli etmemeye çalıştım. Ben de 1984’te aynı ameliyatı geçirdim, o zaman da babam beni merak etmişti. İnsan ameliyatta babasının ne kadar merak ettiğini, ancak kendi oğlunda yaşayarak öğrenebiliyor. Kalp damarı tıkanmaları, enfarktüs, Mustafa’nın yaşındakilerde çok tehlikeli olabiliyor, aniden felç gelme ihtimali var. Neyse ki Mustafa’nın rahatsızlığı zamanında teşhis edildi. Mehmet Öz, kalbi durdurup Mustafa makineye bağlamadan ameliyat etti.

Ya beyefendininki...

- Benimkinde ise kalbimi durdurup makineye bağladılar. O sıralarda AIDS meselesi yeni yeni başlamıştı, ‘Ne olur, ne olmaz, ben Amerika’dan kan almam. Kendi kanımı temizleyip yeniden bana verin’ dedim. Meğer kan vücuttan çıkınca bir saat içinde içindeki demir zayıflarmış. Ameliyatım bitti, kanımdaki demiri kuvvetlendirmek için ilaçlar verdiler, onlar da kalp ilaçlarına ters etki yaptı. Müthiş kramplar geldi, çok acılar çektim, çok sıkıntılı günlerdi.

Rahmi Koç’un hayal kırıklıkları

Rahmi Koçlar’ın da hayalleri, düşleri vardır, hayal kırıklıkları olduğu gibi.

- Armatör olmayı çok isterdim Yener Bey. Konu 1963’te idare meclisimize geldi, bir oyla kaybettim. Vehbi bey de taraftar olmadığı için kaybettim, o tarihlerde 5-6 gemi almış olsaydık çok iyi olurdu.

Bu kadar mı?

- Daha sonra bankacılığa girelim dedim, ona da hayır dediler. Rahmetli babamda hep ‘Bankacılığa girersek bize öbür bankalar kredi vermez’ diye bir düşünce vardı. Halbuki tam aksini gördüm ben, rahmetli Sakıp Sabancı bir odaya girdiği zaman, elini öpmeye kalkan bankacılar oluyordu. Ona kredi vermek için adeta birbirleriyle yarışırlardı. Ondan sonra bir büyük gazeteyi satın alma teklifini getirdiler, babam ona da müsaade etmedi.

Dahası da mı var?

- Sonra Çukurova Elektrik’i getirdiler, onu da kaçırdık. Atatürk Barajı’nı o zamanki parayla 100 milyon lira farkla kaçırdık. Derken Telsim’i getirdiler, Siemens’le beraber. Tam konuyu kendi aramızda müzakere ederken bir bakan, ‘Özelleştiği gün 500 milyon dolar ödenecektir’ diye bir madde ilave etti. İkinci sene için 300 bin abone öngörülünce rakamlar birbirini tutmadı. Vehbi Bey ‘Başkaları bu parayı ödemez ama, biz böyle bir şey yapamayız, bu işe girmeyelim’ dedi. Biliyorsunuz, alanlar 500 milyon doları ödemedi.

YARIN: OSTROROG YALISINI NASIL SATIN ALDIM
Yazının Devamını Oku

Taklit ürünle bile hayali ihracat var

14 Aralık 2004
<B>TESCİLLİ Markalar Derneği Genel Başkanı Selçuk Güzenge, arkadaşımız Yener Süsoy'a taklit ve sahte mallarla hayali ihraç yapıldığını söyledi. Güzenge, bu yolla çok büyük oranda vergi iadesi alındığına dikkat çekti. </B> - Sahte ve taklit ürünlerle hayali ihracat yapılıyor, aracılığınızla bunu ilgililere duyuruyorum. Son yaşadığım olayı anlatayım size: Adamın birisi İstanbul’dan 480 bin dolarlık sahte ürünü Arnavutluk’a göndermiş. Tiran’da baskın yaptırdık, 40 değişik versiyonlu mal bulundu. Bu sahte malların toplamı 10 bin dolar zor eder, amaç vergi iadesi. Bu yıl Almanya, İsrail, Avusturya ve ABD’ye bu şekilde giden çok yüksek sayıda mal var. Avrupa Birliği bu konuya çok önem veriyor, bütün havaalanlarında konunun uzmanı özel polis ekipleri var. Mesela valiz turizmiyle Tunus’a, Cezayir’e giden ürünler Roma veya Paris’ten geçmek zorunda. Oralarda kargolar bilirkişi önünde açılıyor, ürün sahteyse hemen savcılığa veriliyor. Bizim derneğimize de bilgi verilip fatura kesen firmaya derhal baskın yapmamız isteniyor. Mahkemelerde devam eden, karar bekleyen böyle yüzlerce davamız var. Adalet Bakanlığı bu konuda çok güzel çalışıyor, AB şubesine bakan Saadet Arıkan adlı hakim bayan müthiş bir çalışma sergiliyor. Fakat mahkemelerde buna benzer duyarlılığı görmüyoruz, mekanizma çok ağır işliyor.

Ukraynalı bakana giden gemi Çin malı doluydu

- Kargo firmalarıyla yurtdışına sahte mallar gönderenler var. Geçenlerde Avusturya’da yakaladık, adam İstanbul’dan dünyaca ünlü bir kargo firmasıyla 75 kiloluk mal göndermiş. Kargo firmasının elinde göndericinin ne adı var, ne adresi, sarı çizmeli Mehmet Ağa. Buradan İtalya’ya sahte Levis gidiyor, düşünebiliyor musunuz? Bir de geçici ihracat var, mesela adam Çin’den aldığını Türkiye üzerinden Avrupa’ya gönderiyor. Geçen ay Adidas bizim karasularından geçen bir gemide operasyon yaptırdı, 50 bin adeti aşkın mal bulundu. Gemi ağzına kadar Çin mallarıyla doluydu. Ve bu mallar Ukrayna Dışişleri Bakanı'na ait bir firmaya gidiyormuş.

İnternet mağazalarında ne vergi, ne gümrük var

- Türkiye’ye satış yapan internet mağazaları da çok ciddi bir sorun. Buralardan ürün alan Türk tüketiciler, bu mallar gümrüğe geldiğinde ne vergi, ne KDV, ne gümrük beyanname masrafları, ne gümrük komisyoncusu masrafları, hiçbir şey ödemeden bu ürünleri gümrükten alıyorlar. Aslında kanunlara göre 100 dolar, 100 Euro’nun üzerindeki her şey gümrük işlemlerine tabi, ancak bu konuda gümrüklerimizde bir rahatlık var.
Yazının Devamını Oku

Sahtecilik aşiretlerin tekelinde

13 Aralık 2004
Selçuk Güzenge, 1956 İstanbul doğumlu, İtalyan Lisesi’nden sonra İtalya’da ekonomi eğitimi alan bir TC vatandaşıdır. İtalya’daki öğrencilik yıllarında bir yandan da ticaret yapar.İtalya’dan deri ithal eder, turizmciliğe soyunur, mobilya, dekorasyon, mutfak işine girer. 1996’nın bir yaz günü İtalya’da Paulo Dini’den aldığı bir teklif hayatının akışını değiştirir. Yıllar önce Milona’da bir deri atölyesinde tanıştığı Dini, dünyanın en ünlü ve prestijli giyim markalarından Paul & Shark’ın sahibidir. Güzenge’ye firmasının Türkiye ve Ortadoğu temsilciliğini teklif eder. Selçuk Güzenge, bugün 90 ünlü markanın Türkiye’deki temsilcisinden oluşan Tescili Markalar Derneği’nin de genel başkanı. Derneğin amacı malum; kayıt dışı ekonomiyi destekleyen taklit, sahte üretim ve ihracatı ile ilgili önlemler almak. Güzenge’yle Nişantaşı’nda Mim Kemal Öke Caddesi’ne nazır ofisinde, taklit ve sahtecilik üzerine konuştuk. Bu arada bu iki kelimenin anlamı için TDK’ya danışmayı da ihmal etmedik. ‘Taklit’ belli bir örneğe benzemeye veya benzetmeye çalışma. ‘Sahte’ ise bir şeyin aslına benzetilerek yapılan, düzme, düzmece. Var mısınız güler yüzlü, tatlı dilli Selçuk Güzenge’yi dinlemeye. Biz susalım, Güzenge anlatsın, kimmiş, neymiş şu sahteciler öğrenelim. Taklitte dünya 4.’süyüz- Dünya ticaretinin yüzde 7’sinin taklit ve sahte malların oluşturduğu kabul ediliyor. Sahtecilikte dünyanın en başka gelen ülkesi Çin, biz ise bu yıl bir basamak gerileyip 4. sırada yer aldık. 2. sırada Tayvan, son sırada ise Kolombiya ve Brezilya yer alıyor. Sınai mülkiyet hakları yasası yıllardır çıkmadığı için Paul and Shark’ın Trakya bölgesinde yapmayı düşündüğü 150 milyon euro’luk fabrika projesini gerçekleştiremedik. Paul and Shark’ın sahibi Paulo Dini, bununla Çin, Rusya ve Ortadoğu’yu Türkiye üzerinden beslemeye karar vermişti. İlgili yasanın çıkmayışı yüzünden geçen sene Lacoste da Romanya’ya kaçtı. Yener Bey, uluslararası toplantılarda sahtecilikle anılmaktan, refüze olmaktan bıktık. Biz Tescilli Markalar Derneği’ni gerçek ihracatımıza katkıda bulunmak için kurduk.Sahteciler, bazı markaları orijinalinden güzel yapıyor- Sahteciler öyle profesyonel çalışıyor ki, bazı markaları neredeyse orijinalinden güzel yapıyorlar. Etiketinden düğmesine, çıtçıtına kadar her şey yerli malı, yan sanayiinin büyük bölümü sahtecilere, taklitçilere çalışıyor. Sahte ve taklit üreten fabrikaların, atölyelerin çoğu mekan olarak biliniyor. Baskınlar yapılıyor ama, gittiğinizde başka bir firmanın malını buluyorsunuz. Çünkü o noktadan itibaren bir köstebek müessesesi çalışmaya başlıyor. Geçenlerde savcılıktan gerekli izni alıp Çağlayan’da bir baskına gittik, yanımızda 2 polis memuru. Bir de gördük ki, kapı duvar, kepekler kapalı, belli ki önceden haber verilmiş. Küçük ilçelerde mahkemeden karar çıktığı anda kepenkler iniyor. Marmaris’te 9 ayrı yere baskın yapmaya gittik, o gün, o saatte hepsinin kepenkleri inmiş vaziyetteydi. Ertesi gün de bekledik, yine açmadılar, ta ki biz oradan ayrılana kadar. Outlet mağazaları halkı kandırıyor- Bizde yeni yeni açılmaya başlanan outlet mağazaları dünyada da çok yaygın. Avrupa’da bu tür mağazalara şehir dışında kurulmaları şartıyla açılış izni veriliyor. Bunun nedeni, modanın, tasarımların ve ticaretin zarar görmemesi. Halbuki bizde neredeyse her adım başı bir outlet mağazası var, sattıkları da bizim ‘yatık’ dediğimiz mallar. Yaptıkları reklamlarda sattığı ürünlerde yüzde 70 indirim yaptıklarını söylüyorlar. Olamaz, outlet için özel üretim yapıp halkı kandırıyorlar. Çeşitli markaların depolarında yıllardır bekleyen ürünlere spot fiyat verip toplu alım yapıyorlar. Sonra da, büyük markaların ürünlerini sanki aynı sezona aitmiş de ucuza satılıyorlarmış gibi reklamlar yapıyorlar. Ürünlerin depoda ne kadar kaldığını tüketicinin bilme şansı yok, ayrıca çoğu da defolu. Sahtecinin poliste köstebekleri var- Türkiye’nin çeşitli bölgelerindeki fabrikalarda üretilen milyonlarca sahte ve taklit mal, bazı Doğulu aşiretler kanalıyla pazarlanıyor. Sahteci piyasası bu çetelerin elinde, maalesef ucu uyuşturucu ve teröre kadar gidiyor. Alanya, Bodrum, Kuşadası, Marmaris’te sahte mal satan mağazalara giden avukatlarımız dayak yiyor. Buradan soruyorum, belediyeler bunlara nasıl ruhsat veriyor? Ne fatura var, ne fiş... Maliye nerede? Taklit ve sahte ürünlerin ana imalatı için özel olarak kurulmuş fabrikalar var. İstanbul’da taklit ve sahte ürün yapan fabrikalar, genellikle Yeni Bosna, Esenler, Merter, Okmeydanı civarında yoğun. İzmir’dekiler ise Adnan Menderes Havalimanı yolu üzerindeki bölgede yer alıyor. Bunların yanı sıra Tekirdağ bölgesinde, Antalya, Kahramanmaraş, Gaziantep’te de irili ufaklı sahte mal üreten fabrika ve atölyeler var. YARIN: Ukrayna Dışişleri Bakanı’na giden gemi
Yazının Devamını Oku

Lazerle dolgu yapıldığı yalan

29 Kasım 2004
22 Kasım 1908: Türkiye’de bilimsel diş hekimliği eğitiminin başladığı tarih... Diş, çene kemikleri üzerine dizili, ısırıp koparmaya ve çiğnemeye yarayan, sert, beyaz organlardan her birine verilen ad... Ahmet Kurtaran, 1946 İstanbul doğumlu, 1970 Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi mezunu, protez doçent doktoru. Modern Folk Üçlüsü’nün ‘Banço Ahmet’i 1970’te Hacettepe’de kurulan İmplant Araştırma Ünitesi’ndeki çalışmalarıyla bu konunun ülkemizdeki öncülerinin başında kabul edilir. Aynı üniversitede kurduğu ‘Maxillofacial Birimi’nde dudak, damak yarığı ve çene, yüz protezleri üzerinde çalışmaları da hayli ünlü. Doç. Dr. Ahmet Kurtaran, Etiler’deki klinik binalarında hem hastalarına bakıyor, hem mesleki konferanslar veriyor, hem müzik çalışıyor. Bir yandan da genç diş hekimleri ve teknisyenler için estetik, oral implantoloji, porselen yapımı konusundaki kurslarına devam ediyor. Yıllardır hiç değişmediği bir gizli ilkesi vardır; dişçi koltuğundaki hastalarına hiç müzikten söz etmez. Sahnedeyken de, seyircilere diş hekimliğini akla getirebilecek tek söz söylemez, söz ettirmez. Hazır bugün birkaç saati boş, gelin Etiler’deki kliniğinin odasında bizlere yeni yeni bilgiler aktarmasını isteyelim.

Soru kısa ve net olmalı, lazerle dolgu yapılıyor mu, yapılmıyor mu?

- Mesleğimizdeki en büyük yaralardan birine parmak bastın Yenerciğim. Herkes bilsin ki, diş hekimliğinde lazerle dolgu diye bir şey yok, lazerle diş kesimi de yapılamıyor. Diş dokusunu el becerisi ve hassasiyetinde kesebilen bir başka malzemeyi henüz daha dünya diş hekimliği bulmuş değil. Mevcut dolgu malzemelerinin reaksiyonunu hızlandırmak için ultraviyole dediğimiz özel dalga boyundaki bir ışığı kullanıyoruz. Ultraviyole, mavimsi bir ışık yaydığından lazer deniyor, halbuki lazer görülebilir bir ışık değil. Klasik yöntemlerle yapılabilecek bir işi, satışa yönelik bir şovla yapmanın yararı yok. Lazerin pratikte sağladığı, bir dokuyu bisturi yerine onunla kesiyorsunuz. Bu da olmazsa olmaz bir şey değil.

YAŞLILAR, ALT DİŞLERİYLE GÜLER

İlk diş yaklaşık altı aylıkken çıkıyor, akıl dişleri ise 20 yaşında. Demek ki, diş çıkarma insanın 20 yılını alıyor.

- Göz ve dudak çevresindeki kaslar çok nankördür. Yıllar içinde alttan desteğini de kaybettiği için dudak çevresinde dikine pilikaların oluşturduğu yaşlılık emareleri ortaya çıkıyor. Ayrıca yerçekimi nedeniyle bütün yüz hatları ve mimik kasları aşağıya doğru hareket halinde. Bunun sonucu olarak yüzde mutsuz bir ifade oluşuyor. Tiyatronun klasik maske görünümünde mutlu insanda fiyonk yukarı bakar, mutsuzunda ise yüz hatları aşağıya indirilmiştir. Bedbin yaşlıyla genç dinamik görüntü arasındaki tek farkı, dudak ve altından görünen dişler sağlar. Hiç gülmeyen bir adamı bu operasyonla güler hale getirebilirsin. Genç insanlarda ön 2 diş ve üst dişler görünür, yıllar geçtikçe yüz hatları aşağıya doğru çekilip alt çene dişleri ön plana çıkar. 30 yaşına kadar üst dişleriyle gülen insan 60’ına geldiğinde alt dişleriyle güler hale gelir. Bu nedenle 60 yaşındaki bir hastayı 15-20 yıl gençleştirmek için, alt dişlerini hafifçe aşağıya gömüp, üst dişlerini görünür hale getiriyoruz. Dişlerin birbirine değmesi nedeniyle üzerinde tüberkül dediğimiz dağlar, vadiler aşınır. Bunun sonucu olarak yaşlılarda alt çene öne, üst çene ise geriye doğru kaçma eğilimindedir.

DİŞİMİZİN YAPISI HUYUMUZU ELE VERİR

- Çehremizle dişlerimiz arasında çok büyük bir paralellik var, bu da bir genetik şifre. Başı baş aşağı çevir, alın kısmı dişin kesici haline dönüşsün. Bu bize orta dişimizle çehremizin formülünü verir. Mesela, Yener yapı itibariyle ovalimsi bir yüze sahip, dolayısıyla Yener’e dizilecek dişin hatlarının bu şekilde olması lazım. Ayrıca dişlerimizin yapıları huylarımızı ele veriyor, bu konuda araştırmalar yaptım, tebliğlerim var. Otoriter, benim diyen kişinin dişiyle, halim selim birinin diş yapısı birbirinden çok farklı. Diş renklerinin de şifresi var. mesela zencilerin diş renkleri beyazların diş renklerine göre inadına daha beyaz. Köy yerlerindekilerin dişleri şehirliden daha az çürüyor, diş sorunları daha az, çünkü doğal gıdalarla besleniyor.

İmplant, dübelle duvara çivi çakmak gibi bir şey

Adı: Titanyum... Sembolü: Ti... Atom numarası: 22... Atomik yığını: 47.867 amu... Erime noktası: 1660 °C... Kaynama Noktası: 3287 °C... Proton ve elektron sayısı: 22... Nötron sayısı: 26... Bulunuşu: 1791... Bulan: William Gregor. Çelik kadar dayanıklı, ondan yüzde 45 daha hafif... Alüminyumdan yüzde 60 daha ağır, ondan 2 kat daha dayanıklı.

- İmplant, kök formundaki malzemelerin çene kemiği içine yerleştirilmesi demek. Kaybedilen dişlerin yerine tedavi amacıyla yerleştirilen ve organizma için herhangi bir yan etkisi olmayan, iyileşmesini tamamlayıp kemik dokusu tarafından benimsendikten sonra da tabii bir diş gibi fonksiyon görebilen, metal veya porselenden yapılan plak, vida ve çivilere implant adını veriyoruz. Son 10 yılda implant yüzde 99,9 başarıyı yakaladı. Varlık dişsiz olarak dünyaya geliyor, büyük çoğunlukla dişsiz olarak öbür tarafa gidiyordu. Ama, artık ağızlarda implantla ölüyor varlıklar. Organizma bunu reddetmiyor, hayatınızın sonuna kadar garantili kullanabiliyorsunuz.

İmplantı yerleştirdikten 10-15 yıl sonra kemik seviyesi aşağıya doğru inerse, aynı implantı daha derine yerleştiriyoruz. İnsanoğlunun implantla tanışıklığı zamanımızdan 6 bin yıl öncesine dayanıyor. Kafataslarına baktığımızda görüyoruz ki, insanlar kaybettiği dişlerinin yerine yonttukları taşı, hayvan kemiklerini koymuşlar.

TİTANYUM PAHALI

Modern anlamda implanta geçiş ise 20. yüzyılın başlangıcında gerçekleşiyor. Uzay kapsüllerinde kullanılan titanyumun zaman içinde özgül ağırlığı açısından da kemiğe çok yakın metal olduğu görülmüş.

İnsanlar ‘implant yapılabilir’ ve ‘implant yapılamaz’ diye ikiye ayrılmıyor, herkes implant hastası. İmplant duvara dübelle çivi çakmak, vida yapmak gibi bir şey. İmplantta kullandığımız titanyum çok ileri bir endüstri ürünü, yüzde 99,9 oranındaki saflıkta elde edilmesi çok büyük bir yatırım. Bu yüzden implantların muayenehaneye giriş fiyatları çok pahalı. Şimdi kullandığımız titanyum vidalar ‘Hemen yükleme’ teknolojisiyle üretilmiş. Yani hemen yapıp takıyorsun, hasta yemeye başlıyor. Ama, ben bunca yıl tırnaklarıyla kazıyarak implantı bu seviyeye çıkaran biri olarak alt çenede 3, üst çenede 4 ay bekliyorum. Bir yerimiz kırıldığında, o kırığın geçmesi için için gereken süreyle benim bekleme sürem aynı. Bazen hasta boğazımıza basıyor, bir hafta içinde implantı takıp köprüyü yapıp gönderiyoruz.

Dişte son trend, metal desteksiz full porselen

Çoğumuz merak etmişizdir; kuron, kron, kıron dedikleri acaba nedir diye...

- Dişlerinle ne kadar ilgilendiğin bu sorundan belli oluyor, Yenerciğim. Kuron, hasarlı bir dişi yeniden eski haline getirmek için dişe uygulanan kaplama demek. Bundan amaç, dişi güzelleştirmek, sağlamlaştırmak ve korumak. Diş estetiğinde en son trend, metal desteksiz full porselen ve laminat. Full porselenlerde metal destek yok, hem şeffaf görünümlü, hem de çok estetik. Laminat’ta dişin üzerinden ince bir tabaka kaldırıp, üzerine özel bir teknolojiyle estetik ve şeffaf porselen tabakalar yapıştırılıyor. Laminat kırılgan bir materyal olmasına rağmen mineye tam yapıştırıldığında direnci çok yükseliyor. Laminat, diş üzerinden bütün olarak sökülemez, ancak elmas frezlerle diş yüzeyinden temizlenebilir. Diyorsun ki bu işlemlerin akçalı boyutu nedir? Yener hocam, Türkiye diş hekimliği açısından da gerçekten dünya çapındadır. Özellikle son 15 yıldır dünyada ne varsa, aynı gün fazlasıyla burada var. Türkiye’deki diş hekimleri yurtdışındaki meslektaşlarından çok daha ileri eğitim alıyorlar. En son teknolojinin yanı sıra çok iyi yetişmiş teknik ve sağlık personeli var. Dünya ile aramızda o kadar büyük fiyat farkı var ki, sağlık turizmi her geçen gün büyüyor. Dışarda 3’e yaptıracağın bir şey burada 1’e, hem de en iyisi olarak yaptırabilirsin. Türkiye’de iyi bir klinikte metal destekli bir porselen kuronun fiyatı 300 dolar civarında. Metal desteksiz porselen kuron ise 400 dolar. Laminatın fiyatı ise 500 dolar. Alt üst, akrilik hareketli protezin alt üst toplamı 3 bin dolar. İmplantın tanesi ise 1250 dolar civarında.
Yazının Devamını Oku

Vapurlara şairlerin isimleri verilmeli

23 Kasım 2004
Göztepe’de babadan kalma köşkünü İstanbul Oyuncak Müzesi’ne çevirmeyi tasarlayan şair Sunay Akın, İstanbul üzerine yazdıklarıyla da tanınır. Akın, arkadaşımız Yener Süsoy’a vapurlara şairlerin isimlerinin verilmesi gerektiğini söyledi. - Benim düşlediğim İstanbul’da, iki yaka arasında mekik dokuyan vapurlar şairlerin adlarını taşıyor. ‘Orhan Veli’ vapurunun yanından ‘Nazım Hikmet’ vapuru geçiyor, ‘Attila İlhan’ vapuru biraz ötede. Her vapurun içine adı verilen şairin şiirleri asılmış, can simitlerine şiirleri yazılmış. Şairler sabah kahvaltısındaki yumurta değil. Hangisi hangisini kıracak diye tokuşturmayalım. Şairler üzerinden politika yapılması beni hiddetlendiriyor, bırakın şairleri edebiyatçılar konuşsun. Necip Fazıl’ın çok çok sevdiğim şiirleri var, çok güzel bir şairdir. Ben vapurlara şairlerin adlarının verilmesini çok istiyorum. ‘Nazım Hikmet’ vapuruna, gelsin ‘Necip Fazıl’ vapuru yanaşsın. Ben İstanbul’la konuşuyorum, İstanbul bana bütün sırlarını anlatıyor. İstanbul konuşuyor ama burada yaşayanlar birbirini bile dinlemiyorlar ki. İstanbul’un en sevdiğim hali, güneş batmış, hava kararmamış, ilk vapur ışığını yakmış, kentin ilk ışıkları yanmış. İster Sarayburnu’ndan bak, ister Karaköy’den, ister Salacak’tan, ister Kadıköy’den, Moda’dan, Fenerbahçe’den, hep çok güzel.

Agop Dilaçar’ın heykeli dikilmeli

Atatürk, Kemalizm, 2. Cumhuriyet, azınlık raporu ve ötesi...

- Ne demek 2. Cumhuriyet; birincisini anlamayı becerebildik mi ki; olmaz öyle şey. Cumhuriyetçiyim ben, 1923 devrimine bağlıyım. Kar yağdığında kardan adam yapacağım ben, kardan adam Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Ondan önce yapamazdın, insan tasviri yasaktı. Bunları böyle anlatmayıp tarihi kan kuyusu, antlaşma deposu diye gösterirsen, insanı yok edersin. Atatürkçüyüm de elbette. Harf Devrimi olunca Türk Dil Kurumu’nun başına Agop Martayan getiriliyor. Şu güzelliğe bak, bir Ermeni bize dilimizi öğretiyor. Agop’a Atatürk ‘Dilaçar’ soyadını veriyor. Bunun anıtını niye dikmeyiz, onun anıtını dikmezsen, düşmanının anıtı dikilir işte.

Evren, beni 2 kere öptü

Akın’ın generaller üzerine hayli ağır dizeleri vardır. Günlerden bir gün Evren Paşa’yla karşılaşacak olsa...

- Kenan Evren beni hayatımda 2 kere öptü, Yener hocam. Trabzon’da bir folklor yarışması düzenlenmişti, ben de okulun halkoyunları ekibindeydim. Birinci olduk, akşamına orduevinde paşalara karşı aynı oyunları oynayacağımız söylendi. Tabii çok büyük bir şerefti bu; kalktık gittik oraya, oynadık. O zaman Trabzon’da komutan olan Kenan Evren gösterinin sonunda kalkıp hepimizi öptü, birincisi bu. İkincisi ise 12 Eylül 1980. Ben 18 yaşına gelmiştim, artık devlet bana asılma hakkını tanıyordu. Ama, aynı tarihte 17 yaşındaki Erdal Eren yaşı büyütülerek asıldı. İşte ben bu üniformaya, Hitler’in üniformasına, ölüm emrine karşıyım. Asla ve asla, Menemen’de öldürülen Kubilay’ın üniformasına karşı değilim.
Yazının Devamını Oku

Dört bin oyuncağı olan şair

22 Kasım 2004
Sunay Akın için Cemal Süreya, ‘Lirizme ve dünya sularına batırılmış bir düşüncedir’ der. İşte o Akın, şimdilerde Göztepe’de babadan kalma asırlık beyaz köşkte İstanbul Oyuncak Müzesi’ni açmaya hazırlanıyor. Neler yok ki içerde, kurşun askerler, bebekler, trenler, uçaklar, tahta atlar, gemiler, Kızılderilililer, hatta Anne Frank’ın odası.

Felsefe öğretmeni sevgili eşi Belgin, Özel Kalamış Lisesi’ndeki dersinden çıkıp gelecek. Yavruları, Çevre Koleji 4. sınıftan Ilgın’la St.Joseph 1’den Ali Ozan da birazdan yanımızda olacaklar. Önce mutfakta pastırmalı, sucuklu, börekli, çörekli kahvaltı var. Sonra birlikte antika oyuncaklarla dolu Beyaz Köşk’ü gezeceğiz. Buyurun, yola birlikte çıkalım.

Önce Trabzon’dan çıkalım yola Sunay Akın’la...

- Trabzon teras kentiydi, çünkü oradaki insanların düz yere ihtiyacı vardı. Limana doğru taraça taraça uzanan bir yığın teras, hayatım hep oradaydı. Bizim evimizin terası limanı çok iyi görüyordu, bütün kadınlar orada toplanırdı. Çaylar, kekler, pastalar hazır beklenirdi. Limandaki İstanbul’dan gelen gemi ışıklarını yaktığı anda anneler kekleri keser, çayları doldururdu. Onlar sohbet ediyor, sen terasta çamaşırlar arasında koşuşturuyorsun. Çamaşırlar arasında öpüşmüştüm ilk kez, İstanbul’dan gelen Şebnem adlı kızla. Yaşım 9, İstanbul’dan geldi, İstanbul da sinemaların, aşkların yaşandığı şehir ya. Bir başka mahalledeki arkadaşım ‘Şebnem’e aşığım’ demişti. Vay sen nasıl aşık olursun, onu başrolde oynatmamak için öpmüştüm Şebnem’i.

Annemin gerçek adını 19 yaşında öğrendim

- Göztepe’de muhtara gidiyorum, 19 yaşındayım, anneme ikametgah çıkaracağız. Muhtar annemin adını sordu, ‘Tülay’ deyip adresimizi söyledim. Baktı, ‘Burada böyle biri oturmuyor’ dedi. Nasıl olur lan, annem Tülay Akın. Kartı gösterdi muhtar, babamın adı, benim adım, ağabeyimin, kardeşimin adı ve bir kadın adı, Neriman Akın. Ben 19 yaşında öğrendim ki, annemin gerçek adı Neriman imiş. O zamana kadar biz ona Tülay demişiz, herkes hep Tülay dermiş. Babam da anneme hep Tülay diyor hocam, düşün. Tülay’ın nereden çıktığını annem de hatırlamıyor. Bir çocuk 19 yaşına kadar annesinin gerçek adını nasıl bilmez, anneannem, dayılarım bile hálá Tülay der.

Kumbara kaleci Sunay Akın

Haydarpaşa Lisesi’nde okurken Şenol derlerdi bana, herkes adımı böyle bilirdi. Hemşehrim Şenol Güneş’le o kadar özdeşleşmiştim ki. Bu uğurda Göztepe’deki lunaparklarda kalecilik yaptım. Mahallenin futbol takımındaki lakabım ise ‘Kumbara’ydı.

Her cuma günü okuldan gelince, annem ağabeyim ve bana en güzel kıyafetlerimizi giydirirdi. Kendisi de en güzel makyajını yapardı, çarşıya ansiklopedi fasikülü ve kitap almaya çıkardık. Törendi bizim için; Tülay Hanım çocuklarıyla kitap almaya gidiyor.

Mezar taşıma biri gelip tavşan çizsin

Çocuk çocuktur, gelecekte ünlü bir şair olsa da...

- Hayatımda ilk anımsadığım oyuncak sünnet fotoğrafımda saklıdır. Fotoğrafçı verdi bana, tut dedi bunu, çekti ve aldı, çok güzel bir gemiydi. Çok sevdim onu, aldı gitti, o kadar kötü oldum ki. Be adam, madem oynamayacaktım bana niye verdin bunu? Çok oyuncak aldım ama, bütün meselem oydu, yıllarca onu aradım. Buldum onu hocam, buldum, geçen yıl aldım, aynı oyuncak gemiyi. Avrupa’da antika oyuncak satan bir mağazaya girdim, kaç fiyat dedim adama, dese ki bana binlerce para, hiç umurumda değil, verip alacağım. Şu anda 4 bin küsur oyuncağım var, hepsini müze olsun diye topladım. Müze, sözcük olarak ilham perileri demek. Gösterilerimden, kitaplarımdan, yurtdışında katıldığım yüzlerce davetlerden kazandıklarımın hepsiyle oyuncak aldım. Çok mutlu, çok zengin öleceğim, çünkü ben hisse senedi değil, ‘hissi senet’ biriktiriyorum. Mezar taşımına doğum tarihim 1962 yılını yazacaklar ya, lütfen birisi gelip onun kazısın, tavşan yapsın.

Atalay Yörükoğlu ilk çocukluk arkadaşım

Sunay Akın’ın şimdiki hali böyleyse, çocukluğunda nasıldı...

- Evin terasında uçak yapmak istedim, fakat tuğladan örülmüş bir korkuluğu vardı. Çıkardım onun üstüne ve yürürdüm. Bir uçak yaptım kendime göre, fırtınada baca onun üstüne yıkıldı. 100 Ünlü Türk adlı kitapta Hezarfen’in resmini gördüm, onun gibi uçacaktım. Derken, 7-8 yaşlarında beni çocuk ruh doktoru Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu’na götürmeye başladılar. Babam beni Trabzon’dan koyuyordu uçağa, Ankara’da Yüksel amcam karşılıyordu. Atalay hocanın muayenehanesinde bir odaya vardı, her taraf oyuncak. O kadar mutlu oldum ki. ilk defa o kadar çok oyuncağa sahip oldum. Onunla birlikte oynadım, oynadım, yine oynadım. Atalay hoca ilk çocukluk arkadaşımdı, bana çocuk değil adam muamelesi yaptı. Çıkarken babama ‘Bu çocuğun kanatlarını sakın kırmayın’ demiş.

YARIN: VAPURLARA ŞAİRLERİN İSİMLERİ VERİLMELİ
Yazının Devamını Oku

İstanbul’da hidrojenli otobüsler işleyecek

8 Kasım 2004
Hidrojen, oksijenle bileşerek suyu oluşturan, atom numarası 1, rengi, kokusu ve tadı olmayan, kısa adı H olan bir gaz... Prof. Dr. Nejat Veziroğlu, 24 Ocak 1924 Üsküdar doğumlu Dünya Hidrojen Enerjisi Konseyi Başkanı...

Dünyaca ünlü bilim adamı Prof. Dr. Nejat Veziroğlu’nu can kulağıyla dinleyin. Üsküdarlı Veziroğlu, 80’in üstünde; babası Afyon Dinar’dan, annesi Trakya’dan. Rahmetli Adnan Menderes döneminin ünlü müteahhidi Kadri Veziroğlu’nun küçük kardeşi. İlk ve ortaokulu İzmir Karşıyaka’da, liseyi Pertevniyal’de bitirdikten sonra 1,5 yıl İTÜ İnşaat’ta okumuş. Sonra Londra Imperial College Makine, lisans, mastır ve doktora... ‘Nükleer reaktörlerde temasta olan satıhlarındaki ısı naklinin hesabı’ adlı doktora tezinde sunduğu formüllerle nükleer dünyada çığır açma... Sonra tropikal Miami, hidrojen, milliyetçilik, Turancılık, Fethullah Hoca ve daha neler neler...

Burası İSKİ’nin Altunizade’de Koşuyolu üzerindeki Üsküdar Şube Müdürlüğü binası. Asansörden 2. katta inip merdivenle bir üst kata çıkacağız. İçeri girer girmez karşınıza türbanlı 2 sekreter kız ve bir başı açık memurla hocanın yanından hiç ayırmadığı manevi kızı Ayfer Kale çıkacak. Tüm binanın tuvaletleri alafrangadan bozma alaturka. Birleşmiş Milletler Hidrojen Enerjisi Teknolojileri Merkezi’ne hoşgeldiniz.

Hidrojen normal basınçta, normal ısıda gaz halinde bulunan sentetik bir yakıt...

- Atmosfer içinde milyarda bir ölçekte var ama, kainatın yüzde 90’ı hidrojen. Bütün yıldızlar, Güneş, Jüpiter başta olmak üzere gezegenlerin tamamına yakını hidrojen. Kainat kurulduğu zaman ilk meydana gelen element hidrojen oluyor. Kainatı kaplayan hidrojen, Einstein’ın meşhur Bing-Bang’iyle etrafa yayılıp yıldızlar meydana geliyor. Yıldızların çapı, muayyen bir büyüklüğü bulduğu zaman içlerinde füzyon dediğimiz kaynaşım reaksiyonu oluyor. Hidrojen atomları kaynaşıp helyum, helyum da hidrojenle kaynaşıp trityum oluyor. Bildiğimiz bütün elementler güneşin içinde fabrika gibi üretilip yüksek hızla fırlatılıyor. Bunlar uzayda birbirine yaklaştıkça, yerçekiminden dolayı bir araya toplanınca gezegenler meydana geliyor. Mesela bizim dünyamız güneşin küllerinden meydana gelmiştir. Uzayda boşluk denen yerde santimetre küp başına 1 hidrojen molekülü var.

Hidrojenin sihirli rakamı var: 74

Hidrojen gazını ilk olarak 1674’de bir İngiliz alimi buluyor ama, ne olduğunu bilemiyor.

- 1774’te meşhur Fransız kimyager Lavosière hidrojenin ayrı ve en hafif bir eleman olduğunu, yanınca su buharı meydana getirdiğini deneyle gösteriyor. Ona ‘Su doğuran’ manasına gelen hidrojen adını veriyor. Yine bunda bir asır sonra, 1874’te ünlü bilimkurgu yazarı Jules Verne ‘Issız Ada’ adlı eserinde hidrojenden söz ediyor. Bir grup Amerikalı, balonla Avrupa’ya giderken fırtınaya yakalanıp Pasifik’te ıssız bir adaya iniyorlar. Bir gece ateş başında otururlarken içlerinden biri, ‘Kömür bitince taş devrine mi döneceğiz?’ diyor. Düşünün o zamanlar petrolün, doğalgazın adı bile yok, sadece kömür var. Bir mühendis cevap veriyor; ‘Kömür bitince hidrojen kullanacağız, kömürden daha kuvvetli bir enerji kaynağı olacak’ diyor. Ondan bir asır sonra, 1974’te ben Miami Enerji Konferansı’nda çıkıp ilk kez hidrojen enerjisi fikrini ortaya atıyorum. O güne kadar bu konuda yazanlar var ama, hidrojenin petrolün yerine geçecek bir enerji olacağını dünyada ilk söyleyen benim. Gördüğünüz gibi her buluşun gelişmesi bir asır sürmüş, 74 sanki hidrojenin sihirli rakamı.

Hidrojen, petrolün yerini almak üzere

Miami, bizim sosyetiklerimizin de gözbebeğidir elbette. Rivayet olunur ki, bilimle başı hoş olmayan pek çok Türk zenginin okyanusa nazır villaları, şatoları vardır orada.

- Miami Üniversitesi’nde 1962’de çalışmaya başladığımda yer aldığım ilk proje Mars’a gidecek ilk aracın hidrojen-atom reaktörlü motorlarıyla ilgiliydi. 1973’teki enerji krizinde çevreye zarar vermeyen alternatif enerji kaynaklarını araştırmak için Temiz Enerji Araştırma Enstitüsü’nü kurdum. Miami’de 1974’de düzenlediğim konferansla dünyada ilk kez Hidrojen Ekonomisi-Hidrojen Enerji Sistemi fikrini ortaya attım. Önceleri bana ‘Hidrojen Romantiği’ dediler, ama kısa süre çoğu yanımda yer aldılar. Hidrojenli yakıt pillerinden termik santrallere göre 2 kat yüksek randımanlı elektrik üretmek mümkündü. Bunu gören elektrik jeneratörü firmaları, hidrojene ilgi göstermeye başladı. Hidrojen çok temiz bir yakıttı, hiç çevreyi kirletmiyordu, derken otomobil firmaları da konuya el attı. Sadece petrol şirketleri karşı çıktı, beni boğmak için geniş bir konsorsiyum kurdular. Hatta ‘İklim değişikliğinin sebebi petrol değildir, geviş getiren ineklerdir’ diye raporlar çıkarttılar. Buenos Aires’te 1998’de yaptığımız 12. Dünya Hidrojen Enerjisi Konferansı’na dünyadaki bütün dev petrol şirketlerinin başkanlarını davet ettim. Sadece Shell konferansa 15 mühendis gönderdi, onun dışındakilerin hiçbiri cevap bile vermedi. Yener Bey, petrol şirketlerinin kendi tahminlerine göre 2015 yılı civarında petrol ve doğalgaz üretimi düşüşe geçecek. Petrolün yerini alacak hidrojen de yine onların istasyonlarında satılacak.

Yıllık bütçemiz 100 milyon dolardan fazla

Veziroğlu dünyada hidrojen enerjisinin fikir babası olur da, Birleşmiş Milletler onu kendine danışman yapmaz mı?

- BM’e verdiğim raporlarda Uluslararası Hidrojen Enerjisi Teknolojileri Merkezi kurulmasını önerdim. Uygun bulundu, UNIDO(Birleşmiş Milletler Sınai Kalkınma Örgütü) benim talebime uyarak bu merkezin Türkiye’de açılmasına karar verdi. BM yetkilileriyle birlikte 1992’de Süleyman Demirel ve Erdal İnönü’yle ön anlaşmaları yaptık. 1996’da UNIDO Genel Kurulu oybirliğiyle çalışmalarımızı onaylayıp İstanbul’u tescil etti. Yılmaz, Ecevit hükümetleri anlaşmayı onayladı. Üniversite kampusu gibi geniş tesislerimiz olacak, Sarıyer’de güzel bir arsa bulduk, Bakan Pepe vermeyi vaat etti. Sanıyorum 4 sene içinde tesislerimiz biter; yıllık bütçemiz 100 milyon doların üstünde olacak ve bu para dışardan gelecek.

İstanbul’un havasında yüzde 18 oksijen var

Şu ömrünüzü adadığınız hidrojen kaç paralık bir şey, nerede satılır?

- Şu anda hidrojen, petrol ve doğal gazdan 3 misli pahalı. Sıvı hidrojen ise petrolün 3 misli fiyatta. Halen dünyada 70’den fazla hidrojen dolum istasyonu var, otomobiller için. İnşallah 2 sene içinde İstanbul’da hidrojenle çalışan otobüs işleteceğiz. Bu arada birkaç dolum istasyonu da kurulacak. İçten yanmalı otomobillerin randımanı yüzde 15-20’dir, hidrojenlilerde ise enerjinin yarısı, yani benzinli motordan 3 kat daha verimli. Şu anda Rusya, Amerika ve Japonya’da nükleer santrallerden hidrojen üretmek için yoğun çalışmalar yapılıyor. Pekin’de yapılacak 2008 Olimpiyatı’nda Çin, sporcuları hidrojenle çalışan otobüslerle taşıyacak. Halen kiraya verilen Toyota ve Honda’nın hidrojenli otomobilleri, 2008 den itibaren satışa çıkacak.

Yener Bey, dünyanın ileri memleketlerinde artık kömür ve linyit santralleri kurulmuyor. Avustralya, 40 sene ucuz kömür verecek diye, İskenderun’da kömürle işleyen santral kurduk. Al krediyi, gir borca, 40 sene boyunca kömür almaya mecbur kal. Petrolün, kömürün, doğalgazın çevreye verdiği zarar yılda 5 trilyon dolar. Atmosferde yaşam için gerekli oksijenin yüzde 21 olması lazım ama, İstanbul’un havasında ancak yüzde 18 var. Çünkü otobüsler, otomobiller, kamyonlar oksijeni çekip yakıyor. Onun için baş ağrısından migrene kadar her türlü hastalık oluyor. Hidrojen enerjisi sisteminde bunlar yok, şehirdeki hava kır gibi tertemiz, hava kirliği sıfır. Çünkü, hidrojeni üretirken onun kullanacağı oksijeni de üretiyoruz. Hidrojen sudan çıkan bu oksijeni kullanacak, havadaki oksijeni almayacak. Hidrojenli araçlarda kullanılan yakıt pillerinde hiç hareket eder kısım olmadığı için gürültü kirliliği olmayacak.

Turan’a inanan milliyetçiyim

Hocanın ağzınızda milliyetçilik ve benzeri kelimeler sıkça dolaşıyor.

- Aktif siyasetle ilgim yok Yener Bey, her Türk gibi ben de kendi çapımda milliyetperverim. Açık söyleyeyim, ben Türk dünyasının birleşmesini çok isterim, Turan bir ütopya değil. Avrupa Birliği’nden çok Türk Birliği’nin kurulmasını çok isterim. Niye Türkler bir idare altında toplanmasın, çok güzel, çok başarılı olur. İnsan öncelikle kendi memleketinin, kendi soyundan, dininden olanların kalkınmasını ister. Ben 1962’den beri ABD’de bulunuyorum, Türk milliyetçisiyim, orada çok sevilip sayılırım. Bazı Türkler var, unutmuştur Türk olduğunu, evinde bile Türkçe konuşmaz. Türk olduğunu, Müslüman olduğunu saklayanlar var, onlara Amerikalılar hiç kıymet vermez.
Yazının Devamını Oku

Şeyh Şamil ve Göktürkler hayatımın filmleri olacak

1 Kasım 2004
Hollywood'a transfer olan ünlü yönetmen Osman Sınav, Amerika projelerini Hürriyet'e anlattı. Sınav, "Şeyh Şamil ve Göktürkler hayatımın filmleri olacak" dedi. Osman Sınav’ı, meslektaşı Amerikalı ünlü yönetmen Woody Allen’a çok benzeterim, fizik olarak. Sınav, 16 Kasım 1956, Burdur Yeşilova, 1.193 rakımlı Düden Köyü doğumlu.

Gerçek adı Allan Stewart Konigsberg olan Allen ise 1 Aralık 1935 Bronx doğumlu. Sınav, Alain Mikli imzalı dünyanın en pahalı gözlüklerini kullanıyor, Allen’kini henüz öğrenemedim. Karakter olarak ise birbirlerinin zıttı olmalılar, nerede Allen’ın Mia’sına çektirdikleri, nerede Osman’ın Tangün’üne ve çocuklarına bağlılığı. 20 yıllık sevgili eşi Tangün, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü mezunu. Ve de Türkiye’nin ilk etnografya profesörü Kenan Özbel’in kızı. Kafkas kökenli Özbel Hoca, Türkiye’de ilk kez TBMM kararıyla profesörlük unvanı verilen kişi. O ki, köylerimizin el sanatlarını, özellikle çoraplarını dünyaya tanıtan uzmandır.

O ki, Ankara Kocatepe Camii’nin nakışlarını eşi ile birlikte göz nuru dökerek yapandır. Sınavlar, son yıllarda atçılığa merak sarmış da, haberimiz yokmuş. Neredeyse haftanın her günü Ömerli’deki bir çiftlikte aile boyu at biniyorlar.

Eh, ne de olsa Tangül Hanım, Şeyh Şamil’in ırkından geliyor. Buna bir de çocuklarının at sevdası eklenince, bir anda 4-5 atın sahibi oluvermişler. 1987 doğumlu Yusuf Ömer’in Akrobat adlı İngiliz atı var. Öyle ustalaşmış ki, konkurhipiklerde 2 birinciliği var. 1990’lı Mehmet Kenan’ınki İngiliz Red Flynn, 1993’lü küçük Ayşegül’ünki ise İngiliz-Bulgar kırması Domer. Baba Osman ile anne Tangün’ün ise Arap cinsi Pasha’ları var. Haydi hep birlikte E-6’dan Şile ayrımından çıkıp Ömerli’nin yolunu tutalım, mangallı iftar bizi bekliyor.

Hayallerimin peşinden koşuyorum

- Kafanızda hayal odanız olacak, sonra onu iş yerinize taşıyacaksınız. Bu hayal odanızda hayal ortaklarınız olacak. Yener Ağabey, hayali olmayan insanlar başka insanların hayalinin parçası olurlar, onların yaptıklarıyla oyalanırlar. Hayallerimi test ettim, sonunda inandım ki, mesleki olarak doluyum ve harekete geçmem lazım.

Kenan dünya starı olacak

Hayal imparatoru bir Yörük çocuğunun büyük Hollywood hayalleri...

- Göktürkler ve Şeyh Şamil’i dev prodüksiyonlarla beyazperdeye taşımak istiyorum, ikisi de en büyük hayalim. Düşün ki Jack Nicholson Rus Çarı’nı oynuyor, Kenan İmirzalıoğlu’nu da Şeyh Şamil yapmışım. Neden artık bizden de bir dünya starı çıkmasın, elimden geldiği kadar bunun için de çalışacağım. Bir de 1492’yi çok muhteşem olarak yeniden çekmek istiyorum. Çünkü, 1492 sadece Kristof Colomb’un Amerika’ya gidişinin tarihi değildir. Colomb’un Amerika’ya uğurlandığı günlerde aynı limanlarda Osmanlı gemileri engizisyondan insan kurtarmaya gidiyordu. Yani açıkça bir medeniyet çatışması var ortada. Göktürkler’i ele alalım; 400 yıl Çin’e saldırmış, Çin Seddi’nin yapılmasına sebep olmuş. Bunlar aslında sadece Türklerin değil, dünya kültürünün hikayesi.

1 milyon doların üstünde ücret

Çekeceği filmlerden çok, alacağı ücreti merak edenler azınlık değildir ülkemizde.

- Ben bugüne 20 yıldır hazırlanıyordum, son 10 yıldır ise her adımımı Hollywood’a gideceğim diye attım. Mesela ‘Bumerang Cehennemi’ni 450 bin dolar pahalıya çektim. Siz hazırsanız, bu işler gelip sizi buluyor zaten. Pamir’le haziran ayında tanıştıktan sonra oturup plan yapmaya başladık. Pamir, Miami’de yaşıyor, Türkiye’ye başta Amerikan yapımı olmak üzere yabancı film getiriyor. Pamir, Seven Arts’ın başkanı, ünlü yönetmen ve yapımcı Peter Hoffman’ın ortağı olan Daniel’in de yakın arkadaşı. Derken olaylar gelişti, bilgi alışverişleri yapıldı, randevular ayarladı, Pamir’le yola çıktık. Miami’ye ilk gidişimdeki amacım, bir korsan hikayesini anlatan filmim için yapım ortağı aramaktı. Hoffman ve ekibi projeyi beğendi, bu arada filmin yönetmenin kim olacağı soruldu. Meğer Hoffman benim yönettiğim bütün dizi ve filmleri izlemiş, bu filmi benim yönetmemi istedi. Filmi bitirdiğimizde Hollywood’da yapılmış filmler içinde ilk Türk yönetmen olarak adım olacak. Amerikalılar yönetmene Türkiye’deki bir filmin bütçesinden daha fazla para veriyor. Bizde bir filmin bütçesi 1 milyon dolar mertebesinde olduğunu göre. Yanlış anlaşılmasın, bu rakam onların teklifi, benim talebim değil.

1500 kopya garantisi aldım

Hollywood’da ilk film, ikinci film, ya sonrası...

- Hollywood’daki ilk filmim, bugüne dair, okyanuslarda geçen bir korsan hikayesini anlatıyor. Çekimleri Akdeniz kıyılarımızda, Marmaris ve Fethiye koylarında gerçekleştireceğim. İkinci filmde ise İstanbul’u bir başrol oyuncusu gibi oynatacağım. Senaryoyu ünlü bir Amerikalı senarist yazacak, onun yanında bizden çok ünlü bir romancı da olabilir. Filmde Amerikalı çok büyük bir kadın star var, erkek ise bir Türk. Bu filmin Amerika içinde 1500 kopya dağıtım garantisi var, çok büyük bir olay. Düşün ki, Türkiye’de 150 kopya yaptığımız zaman çok harika bir rakam oluyor. Hollywood’da yapacağım her filme mutlaka bir Türkü taşımak istiyorum. İngilizcem şimdilik yeterli değil, ama asistanlarımın hepsi birçok lisanı çok iyi biliyor. Bu handikabı en kısa sürede aşacağım inşallah. Unutma, ünlü Çin yönetmen John Woo da ilk geldiğinde tek kelime İngilizce bilmiyordu, ben yine iyi kötü anlıyorum.

Benim setimde dedikodu ve küfür asla olmaz

Kenan İmirzalıoğlu’nu ailece tanırız, böyle bir şeyin olması imkansız. Ayrıca son zamanlarda aslan gibi bir kızla da beraber. Bu haberlerin kaynağını bulup kurutmak Uğur Yücel’e düşer.

İlkokulu bitirdikten sonra geçim sıkıntısından devlet parasız yatılı okul sınavlarına girip Söke Lisesi’ni kazandım. Liseden sonra 7 yıl Güzel Sanatlar Akademisi resim ve tekstil dizaynı bölümlerinde okudum ama, mezun olamadım. Resimde çok başarılıydım, orta 3’teyken resim öğretmeni adaylarına kurs veriyordum.

Aklımda kalan ilk film, Acıpayam’da seyrettiğim ‘Aslan Arkadaşım’ filmidir. Yılmaz Güney, Hayati Hamzaoğlu ve Erol Taş oynuyordu, Ajda Pekkan da dansöz rolündeydi.

Benim de Metin Erksan hocam gibi asistanlığım yok. reklamcılıktan geldim, Grafika’da metin yazarıydım. Sana’nın 30. yılı için yaptığım reklam filmiyle yönetmenliğe geçtim.

Benim setimde dedikodu, küfür kesin yasaktır. En çok kızdığım zaman, karşımdaki erkekse ‘armut’, kadınsa ‘armude’ derim. Benim oyuncularım genellikle iyidir, olmayan da bir süre sonra mutlaka hizaya gelir.
Yazının Devamını Oku