6 Haziran 2005
‘Adı ve soyadı: Atilla Koç. Doğum yeri ve yılı: Aydın-Köşk, 7 Nisan 1946. Numarası: 715. İzmir Özel Türk Koleji 1964 mezunu. Başarı ortalaması: 9 (pekiyi). Hoş bir arkadaştır. Edebiyata çok meraklıdır.Dini inançları çok kuvvetlidir. Edebiyata olan merakı, bu duygularını biraz hafifletmiştir. Metafizikle, müspet ilimlerle uğraşır.(!) Yanında oturan Jozef anarşist bir oğlandır ki, Atilla ile mizaç bakımından hiç uyuşamadıkları halde iyi arkadaştırlar. Atilla duygularında samimidir. Sebebini bilmiyoruz ama, en çok kullandığı kelime (yobaz)dır. Okul sahnelerinde her piyeste oynar. En başarılı oyunu Göç idi. Sahne arkadaşı Haluk’la yıldızları barışık değildir. Gelecekte Siyasal Bilgilerden mezun olmak istiyor. Sayın Aydın milletvekiline konforlu makam arabaları temennisiyle.’ Bu Atilla Koç, Aydın’ın muti, uykucu, güler yüzlü, tatlı dilli, muzip ve dindar bir efesi. Bu Atilla Koç, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kültür ve Turizm Bakanı. Sayın Bakanı davet ettik İstanbul’a, açtırdık tarihi Çırağan Sarayı’nın dünya başkanlarının kaldığı, gecesi 14 bin dolar olan sultan dairesini. Çırağan Kempinski’nin sempatik Genel Müdür Yardımcısı Eyüp Babür kapılardan karşıladı bizi. Yeşil çaylar, kafeinsiz kahveler derken buyur edildik salonda kurdukları yemek sofrasına. Karışık dolma tabağı, deniz levreği ızgara, karışık Türk tatlılarıydı mönümüz, içkimiz ise portakal suyu. Ve işte bu dekorda saatler boyu baş başa konuştuk Atilla Koç’la. Güzelim Boğaz’a karşı sordum da sordum, anlattı da anlattı. Anlattıkça açıldı, açıldıkça sordum.Ve işte sonuç...Atilla Koç bakanımız, soğumaya yüz tutan yeşil çayından bir yudum aldı, arkasına yaslandı, göbeğini ovuşturdu ve... - Yaşar Nabi Nayır’ı rahmetle yad ediyorum. O zamanlar Çocuk Klasikleri yayınlardı, 1 liraydı fiyatı. Ben onların hepsini daha ilkokulda bitirmiştim, bunu övünmek için söylemiyorum. Babam öldükten sonra annem benim okumamı istediği için İzmir’e göçtük. İzmir Özel Türk Koleji’nin benim yetişmemde büyük rolü vardır. Allah ömür versin, okulun sahibi Bahattin Tatış hocamız müthiş bir adamdı. Her hafta okulun sinemasında bize bedava film seyrettirirdi. Her cumartesi okulun salonunda kültür gecesi yapılırdı. Ben hem okul tiyatrosunda sahneye çıkardım, hem de değişmez münazaracısıydım. Okulumuzda birçok Yahudi, Ermeni arkadaşımız vardı, hepsiyle daima iyi münasebetler içinde oldum. Yener Bey, o zamanlar ben bir Türk milliyetçisiydim, hálá da kavmimi severim. Hayatım boyunca herhangi bir cemaata, bir tarikata, bir partiye müntesip olmadım. Mülkiye’de okurken kısa bir süre Adalet Partisi gençlik teşkilatında çalıştım, o kadar. Benim dinle olan yakınlığım ailemin baskısından değil, evimizdeki iklimden. Annem çok arzu ettiği için, ilkokuldayken mahallemizin hocasından Kuran öğrendim, hálá da okurum. Sayın Bakan, siz hangi tarafa aitsiniz, yüksek malumları olduğu üzere ‘Bitaraf olan bertaraf olur’ derler. - Ben her tarafa girer çıkarım; bu, TİP’in toplantısı da olabilir. Meylimin olduğu taraftaki dostlarla daha çabuk kaynaşırım, mesele bu. Mülkiye’deyken kolejden arkadaşım Atanur’la aynı odayı paylaşıyordum. Atanur kardeşim Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun genel sekreteriydi, Mahir de başkandı. Ben ise Hür Düşünce Kulübü’ndeydim ama, aramızda en küçük problem olmazdı. Ben hiçbir tarafa ait bir adam değilim, ben sadece ve sadece Türkiye’ye aidim. Oğuzhan Asiltürk’le üniversite öğrencisiyken bir vesileyle tanıştım, genç bir mühendis olarak bana ağabeylik yaptı. Çok edepli, ağzından çıkan lafı bilen biriydi, özel sohbetlerimiz olurdu. 29 yaşında kaymakamlıktan istifa edip doktora yapmak için Almanya’ya gitmiştim. Oğuzhan Bey İçişleri Bakanı olunca beni Türkiye’ye çağırıp özel müşaviri yaptı. Başbakanlık müsteşarlığı makamına getirilmemi de Oğuzhan Bey istedi, bu görevim 34 gün kadar sürdü. Konya Emniyet Müdürlüğü’ne tayin edilmemi ise Korkut Özal istedi, İçişleri Bakanı olduğunda. Konya Emniyet Müdürlüğü görevinin üzerimde kalan en büyük etkisi, kimseye eziyet edilmemesi oldu. Erbakan Hoca’yla da Oğuzhan Bey vesilesiyle tanıştım. Bakan olduğumda kendilerinden bir tebrik beklerdim doğrusu, büyüklerim olmasına rağmen onlara biraz kırgınım.İnançlının günah işleme hakkı yokGenel Başkan’ı her fırsatta değiştiğini söylüyor, peki ya Aydın’ın yumuşak başlı, muti, dindar efesi Atilla Bey ne diyor? - Temel hususlarda geçmişten bugüne hiçbir değişikliğim olmadı. Komünizm o değilken o zannedip sonra öyle davranışlarından vazgeçen insan dönek değildir. Ben dini inancı olan ve onun yasaklarından çekinen, dinin emirlerini yerine getirmek isteyen bir insanım. Ama, dinin özünde olmayan şeylerin din diye ortaya konulmasına da karşıyım. Mesela yalan söylememek yasağını ben çok dikkate alıyorum, benim için yasakların en büyüğüdür. İnançlının günah işleme hakkı yok, insanoğlunun günah işleme hakkını da hoş göreceksiniz. Gençliğimden beri her gün beş vakit namazımı kılarım, bunu siz sordunuz diye söylüyorum. Sigara, pipo, puro, nargile içtim ama, hayatımda ağzıma içki koymadım. Arkadaşlarımın hemen hepsi ise tam tersine kafayı çeken adamlar. Ege’nin Müslümanı zaten benim kadar Müslüman olur. Ege’nin Müslümanı hoş Müslümandır, laiki de hoş laiktir.Görücü usulü evlendik ama karımı delice seviyorum Güler yüzlü, konuşkan, hamarat Şadiye Koç Hanımefendi, Ankara ilinin, Kazan ilçesinin Fethiye Köyü’nden... - Eşim Şadiye, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu bir ev hanımı. Şadiye’yle bir arkadaşımın tavsiyesiyle görücü usulüyle evlendik. Annem kanser hastalığının son demlerinde benim evlenmemi isteyince hanım aramaya başladık. İlahiyat Fakültesi’nde doçent olan Cemal adlı bir arkadaşım bana bir talebesini göstermek istediğini söyledi. Nereli olduğunu sordum, Ankaralı deyince, laf olsun diye ‘Ben Ankaralı kız almam’ dedim. Aradan bir sene geçti, bir başka arkadaşım oturduğu evin sahibinin kızını göstermek istedi. Gittik, kız hoşumuza gitti, istedik ve nişan yaptık. Cemal Hoca bir gün yanıma geldi; ‘Yahu Atilla Bey, geçen sene göstereceğim kızı görmeden reddettin, şimdi aynı kızla nişanlanmışsın’ dedi. 1978’de evlendik, Allah’a çok şükür, karım sayesinde çocuklarımız çok iyi yetişti. Aşk, karşılıksız ve hiçbir şey düşünmeden delice sevmektir bana göre. Ben de eşime aşığım, delice, çok seviyorum çocuklarımın annesini, Allah razı olsun. Eskiden kazak erkektim ama artık düzeldimEskiden kazak erkek geçiniyordum ama, artık düzeldim. Mesela hayatımda hiç evimin anahtarını kullanmadım, eksik olmasın hep karım açtı kapıyı. Bensiz sofraya oturmaz, eksik olmasın hep benden önce kalkar. Aybaşlarında maaşımı alıp kuruşuna kadar hanıma teslim ederim. Cebimdeki parayı bilmem, hanım ne kadar koymuşsa odur. En büyük masrafım kitap, laf aramızda ayda 500 milyonun altına düşmez. Para güzel bir şeydir dostum, güçtür. Ne demiş Bektaşi: ‘Biliyorum Tanrı değilsin ama, onun yaptığını yapıyorsun.’ YARIN: BAKAN KOÇ’A GÖRE HANGİ İLDE TURİZM KATİLLERİ VAR
button
Yazının Devamını Oku 30 Mayıs 2005
İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurulu’nun 12 yıldır değişmeyen tatlı dilli, güler yüzlü başkanı Ekrem Demirtaş bir proje fabrikatörü. Aynı zamanda Elda İçecek Sanayi ve Ticaret AŞ’nin Yönetim Kurulu Başkanı olan Demirtaş’ın otururken, kalkarken, yürürken, havada, karada, denizde, dilinde hep proje var. Menderes Tekeli Köy’deki rakı fabrikasından Balçova’daki İzmir Ekonomi Üniversitesi’ne, Urla’daki yazlık villasına kadar başkanın projelerini dinlemekten yorgun düştük. Neyse ki, sevgili hayat arkadaşı Nihal Durmaz’ın hünerli elleriyle yaptığı birbirinden lezzetli Ege yemekleri bizi kendimize getirdi. Pırasa kavurmasından kurutulmuş domatese, yaprak sarmadan börülceye, pazılı gözlemeden mercan köşküne, tavuk fırına kadar. Ve de yanında buz gibi, yüzde yüz yağlı yayık ayranı. Bunların hepsi ev yapımı, sebzelerin tamamı villanın bahçesinden. İçinde ördekten sülüne, bıldırcından devekuşuna, tavuktan hindiye tüm yenebilir hayvanların olduğu bir bahçe. Ekrem Demirtaş, 1946 Milas doğumlu. Kabataş Lisesi ve İzmir İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi mezunu. Kızı Demet, Amerika’da matematik öğrenimi yapıyor. Gıda mühendisi olan oğlu Egemen ise Efe’nin genel koordinatörü, babasının sağ kolu. Haydi başlayalım İzmir seferimize, ama önce çok önemli bir uyarımız var. Rakı fabrikası sınırları içinde kibrit, çakmak, sigara ve benzerlerinin taşımanın işten çıkarılma sebebi olduğu sözleşmede bile yazılı.
Sayın Başkan, İzmir’de kalacak otel yok, Büyük Efes Oteli olmuş bir harabe. Nedir 7 bin yıllık tarihi olan bu güzelim şehrin hali?
- İzmir, yıllardır Antalya odaklı turizm kalkınma politikalarına kurban edildi. Öncelikle dünya çapında bir fuar alanı ve kongre merkezine ihtiyacımız var. En álásını yaparız, yeter ki bize yer gösterilsin, ama nereye elimizi atsak istemezükçüler karşımıza çıkıyor. Üniversite yapmak için bize vermedikleri eski Sümerbank Fabrikası’nda bugün fareler cirit atıyor. Tek başına bir kongre merkezi yapmak da yetmez. Kongrelere gelecek misafirlerimizi yatıracak büyük otellere ihtiyacımız var. Fuar için İzmir’e gelenler, Çeşme’deki otellerde konaklamak zorunda kalıyor. Büyük Efes Oteli’nin haline bakın, İzmir’in göbeğinde bir çirkinlik abidesi, çürümeye yüz tuttu. Kiralasınlar bize, İzmirli işadamları olarak bir ayda tepeden tırnağa yenileyip hizmete açalım.
Turizmdeki rotamızı ‘şehir turizmi’ olarak belirledik. Havra Sokağı’nı Atina’daki ünlü ‘Plaka’ gibi düzenliyoruz. Bir hedefimiz de İzmir’i, Kadifekale’den seyrettirmek turistlere. Kadifekale’deki 20 bin kişilik amfitiyatro gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor. Sonra da Kadifekale-Agora arasında teleferik hattı kurulacak.
İYH’Yİ KURDUK
Yeryüzünden sonra, gökyüzüne de el atmışsınız duyduğumuza göre.
- İzmir’in yurtdışı direkt uçuşlarının yetersiz olmasının bölge ekonomisini olumsuz etkilediğini yıllardır THY’ye anlatamadık. Sonunda İzmirli işadamları olarak biraraya gelip 5 milyon dolar sermayeyle İzmir Hava Yolları’nı kurduk. Kiralayacağımız uçaklarla Avrupa, Yakındoğu ve Balkanlar’daki potansiyel merkezlere İzmir’den direkt uçuş yapacağız. Hem de çıtayı THY standartlarının çok daha üstüne çıkarmış olarak. Ayrıca, yıllardır unutulmuş olan kruvaziyer turizmine tekrar el attık, bu yıl en az 100 bin turist bekliyoruz. Yener Bey, İZTO’da yaptığım işlerden maaş, harcırah, huzur hakkı almadım, almıyorum. Ayıptır söylemesi, makam arabamın benzinini bile kendi cebimden alıyorum. İZTO Yönetim Kurulu Başkanı olarak bana tahakkuk ettirilen paraların hepsini kuruşuna kadar kurduğumuz vakfa bağışlıyorum. Kuruluşuna önderlik ettiğim vakfımızın 4 milyon dolara gerçekleştirdiği İzmir Ekonomi Üniversitesi gurur kaynağımız.
Demirtaş, siyasi dünyamızın da yabancısı değil, bir zamanların haylaz çocuğu Süleyman Genç’le birlikteydi. Turgut Özal’a yakındı, son seçimlerde ise İsmail Cem’in gözdesi olarak İzmir’den milletvekili adayıydı.
- Turgut Özal’la çok yakından görüşürdük, aslında rahmetli çok yenilikçi bir insandı. Mesela pek çok insan bilmez, vefatından 3 ay önce bana dinde yapmak istediği reform çalışmalarından söz etmişti. İslam dininin kimilerinin anlattığı gibi tutucu değil, gelişmeye açık bir din olduğunu göstermek istiyordu. Son genel seçimlere İsmail Cem’in ısrarıyla girdiğim doğru, ekonomist olarak benden yararlanmak istiyordu.
Japonlara beyaz sake içireceğim
Sabah erkenden fabrikayı geziyoruz, buram buram anason kokuları içinde.
- Her sabah rakı şişelenmeden önce ben tadarım, benim onayımdan sonra dolum yapılır. Gıda mühendisi olan oğlum işin teknik uzmanı olarak tadıyor, ben ise ağızda bıraktığı aromaya bakıyorum. Ağzı nötralize etmek için beyaz leblebi, ya da kuru ekmek çiğnemek şart. Atatürk sağlığında kendisi için özel yapılan ‘Sarı Zeybek’ rakısını içermiş. Atatürk Orman Çiftliği’ndeki fabrikada yapılan yüzde yüz yaş üzüm rakısı, meşe fıçılarda dinlendirildikten sonra Ata’ya sunulurmuş. Bizim ürettiğimiz saf suma rakısı işte bu, özel rezerv, sınırlı üretim. Geçen yıl aldığımız yaş olarak aldığımız ‘sultani’ ve ‘razaki’ üzümlerinin sumasından yapıyoruz. Ayrıca, Ege üzümlerini değerlendirerek yılda 15 milyon litre şarap üreteceğiz. Gelecek yıl ‘Malkaça’ adıyla 3 milyon litreyle başlıyoruz; onu votka, likör, brendi, grappa ve cin üretimlerimiz izleyecek. Bütün amacım Efe’yi 5 yıl içinde dünya içkisi yapmak. Tanıtımını ‘Akdeniz içkisi’ başlığı altında yapacağız, Akdeniz’in serinliği, güzelliği, tadı gibi. Dünyaca ünlü İsrailli bir yapımcı bütün dünya TV’lerinde göstereceğimiz filmimizi tamamladı. Yener Bey, iddia ediyorum, Japonlara beyaz sake içireceğim. Çeşme’nin dünyaca ünlü orkinoslarının en büyük alıcısı Japonya. İlhan Mansız oradayken orkinosların yanında beyaz sakeyi de Japonya’ya tanıtacaktım, dönünce kaldı. Rus Çarı Petro en çok ‘anasonlu votka’ içermiş, ben onun daha iyisini yapıp Rusya’ya satacağım.
Göbek rakısı nedir?
- Fabrika rakısının tamamı ‘göbek’ rakısı, bunun dışındakiler dedikodu. 8 katlı apartman büyüklüğündeki imbik tesislerinden tarımsal kökenli alkol 5 farklı kalitede akıyor. Bu 5 kalitenin en ortasındaki kalite rakıya gidiyor, baş ve sondaki iki kalite tekrar imbiğe dönüyor. Ortadaki alkole ‘göbek’ deniyor. Rakı, genel anlamda yüksek dereceli kuru ve yaş üzüm sumasının bakır imbiklerde anasonla ikinci defa damıtılmasından elde edilen bir içki. Türk kodeksine göre, rakıda kullanılacak alkolün en az yüzde 65’inin yaş veya kuru üzümün özel makinelerde ezilerek üretilen ‘suma’ olması gerekiyor.
Rakının üzerinde 45 derece yazısı, 100 litre rakının 55 litresinin su, 45 litresinin tarımsal kökenli alkol ve anason olduğunu gösteriyor. Rakı Amerikan malı meşe fıçı veya tanklarda 40 gün dinlendirildikten sonra piyasaya veriliyor. 70’lik bir şişe Efe rakısında 5 kilo yaş Ege üzümünün alkolü var.
Yazının Devamını Oku 16 Mayıs 2005
Fenerbahçe ile Kasımpaşa karşılaşmaktadır, yıl 1951. Skor 5-0 Sarı Lacivertlilerin lehinedir. Lefter santradan bir top kapar, önüne çıkanı çalımlayıp Keçi Mehmet’in şaşkın bakışları arasında filelere gönderir. Kasımpaşa’nın 4 sırt numaralı oyuncusu nefes nefese Lefter’in yanına koşar, elini uzatıp onu tebrik eder. Bu futbolcunun adı Doğan Babacan’dır.... Sofya’da Balkan Ümit Milli Takımları turnuvası yapılmaktadır, tarih 1970 Haziranı. Türkiye birinciliği neredeyse garantilemiş, turnuvanın son karşılaşması Bulgaristan-Yunanistan maçının sonucunu beklemektedir. Maç başlar ve Yunanistan 1-0 öne geçer, bizimkiler havalardadır. Bulgaristan 2-1 kazansa bile Türkiye yine şampiyondur. Fakat hakem bir süre sonra 2 Yunanlı oyuncuyu atar, maçı Bulgaristan 4-1 kazanır, Türkiye 2. olur. Bu hakemin adı Doğan Babacan’dır. Hürriyet’in unutulmaz Tahsin ağabeyinin (Öztin) deyişiyle ‘futbol kütüğümüzdeki altın çivi’dir Doğan Babacan. Türk futbolunun uluslararası efsane düdüğüyle önce Gayrettepe’deki evinde buluştuk. 30 yıllık sevgili eşi Sevil Hanım’ın çayını içip, pastasını yedikten sonra birlikte Beylerbeyi’ne doğru yola çıktık. Meğer TFF’nin Levent’teki merkezinde değil, Beylerbeyi tesislerinin çamur deryası bahçesine kurulan bir barakaymış Babacan’ın makamı. Kapısı, bacası dökülen viran bir prefabriğin viran odası. Eski bir elektrik sobası, uyduruk bir kütüphane, dökülmüş duvarlar, kırık tavan. TFF’nin profesyonel eğitim uzmanı, hakemlik üzerine 4 kitap yazmış, 5 Nisan 1930 İstanbul doğumlu Doğan Babacan’ın çalışma mekanı burası. Atalarımız boşuna mı söylemiş ‘Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar’ diye.
Futbol hakeminin futbol oynamışı daha mı makbuldür dersiniz?
- Futboldan gelmeyen hakem, iyi, başarılı bir hakem olamaz, var derseniz istisnalar kaideyi bozmaz. Oyun kuralları futbolun nasıl oynanacağını değil, nasıl oynanmayacağını gösterir. Futbolcu, sahada nelerin yasak olduğunu kendisi bizzat yaşamıştır. Futbolculuktan gelen hakemin sezgileri çok yüksektir, futbolcunun topa koşarken tavrını, vücut dilini anlar. Gözlerinden, yüzündeki mimiklerden onun topa mı, yoksa rakibe mi gittiğini çözer. İşte bu yüzden, futboldan gelmeyen hakemler, çıktıkları müsabakanın ağırlığını kaldıramıyor. Şu anda süper ligde maç yöneten hakemlerin hiçbiri 10 senelik değil. Bizim kuşak çok iyi eğitimden geçip, yıllarca pişerek bir yerlere geldi. Süper Lig’de 10 hafta maç yönetmiş bir adamı, birdenbire Fenerbahçe-Galatasaray maçına koymak, hakemi yetiştirmek değil, hakemi batırmaktır.
HAKEMLİK BİR HASLET KAPASİTE MESELESİ
* Bunca eğitim görüyorlar, bunca maç yönetiyorlar, onca maç izliyorlar, bunun bir standardı yok mu ki?
- Hakemlerimizin en büyük ortak eksiği, yer tutmada standartlarının olmayışı. Duran topların oyuna girmesindeki kural hataları devam ediyor. O kadar öğretiyoruz, sahada oyuna dalıp, atmosfere girip tedbirleri unutuyorlar. İyi bir hakem, oyun kuralları ruhunu kendi yorumlarıyla değiştirmez. Hakemlikte tahsil ön planda değil, bu bir haslet, kapasite meselesi. Her şeye rağmen yurtdışından hakem getirmek asla düşünülmemeli. Aksi halde FIFA ve UEFA’da bugünkü durumumuzu sıfırlarız, altına bile düşeriz. 1970 öncesinde bu hata yapıldı, bu yüzden hiçbir Türk hakemine yurtdışında maç vermediler. Ayrıca Merkez Hakem Komiteleri de devamlı değişiyor, her gelen başkan kendinden öncekinin yaptığı programı çöpe atıyor. Haydi yeniden planlar, programlar; bu kopukluklar hakemlerin performanslarına yansıyor. Ayrıca, dünyanın hiçbir yerinde bizim ülkemizdeki kadar hakemlerin üstüne gidilmediği de bir gerçek. İşimiz gücümüz hakemleri eleştirmek oldu, bilen de konuşuyor, bilmeyen de, vur abalıya.
Rengim yok diyen hakem yalan söyler
İster misiniz, futbolcular hakemlerden daha iyi biliyor olsunlar kuralları?
- Ne gezer, futbolcularımızla kıyaslanırsa hakemlerimiz çok çok önde. Bizim futbolcuların oyun kurallarından haberleri yok, onlara bu derslerin verilmesi şart. FIFA’nın en çok kart gören milli takımıyız, UEFA’nın en çok kart gören takımlar sıralamasında birinciyiz. Futbolu biliyor olsak böyle bir tablo olur mu? Düzgün bir yola girmemiz için tribünlerden kulüp idarecilerine kadar herkesin futbol kurallarını öğrenmesi şart. Demin bana ‘Bizim hakemler neden sadece milli takım taraftarı olduğunu söylüyor?’ diye sordun. Her hakemin bir rengi vardır, rengim yok diyen yalan söyler. Tribünde taraftarı olduğu takımını destekler ama, sahada hakemlik yaptığı sürece sevdiği renkleri unutur. Haklısınız, bizim hakemlerden hangisine sorsanız, hepsi milli takım der, çok yanlış. Bence herkes rengini açıkça söylemeli, neden gizleyecek ki? Yalan söylediği şuradan belli, eğer hiçbir renge sempati duymadıysa hakemliğe yakınlığı nereden geliyor? Futbolla, takımla ilgili bir sevgisi var ki, hakem olmuş, kimi kandırıyor?
Doğan Babacan’dan hakemlere 10 emir
Yardımcı hakem, top ve kendinizden oluşan diyagonali oyunun hiçbir anında asla kaybetmeyin.
Koşullar ne olursa olsun, özellikle karambol pozisyonlarında ceza alanına kesinlikle girmeyin.
Uzakta kaldığınızda, ceza alanına giren pozisyonlara yetişmek için koşmayın. Her şeyin hareketli olduğu bu durumlarda göz açılarınızın da hareketli olması sizi yanıltabilir.
Havadan gelen topu kesinlikle başınızı yukarı kaldırarak izlemeyin, faul ve fena hareketler yerde oluşur.
Kaleye yakın olan serbest vuruşlarda baraj hattını mutlaka kendiniz alın, kale ve gol hattını ise yardımcı hakeminize bırakın.
Gol kararınız ne kadar kesin olursa olsun, mutlaka o yöndeki yardımcı hakeminizle işaretleşin.
Oyuncuların kararlarınızı tartışmasına izin vermeyin, kararlarınızı söz veya jestlerle izah etmeyin. Takım kaptanının bile izniniz olmadan sizinle konuşmaya hakkı olmadığını hatırlatın.
Oyunu daima topu önünüze ve yanınıza alarak takip edin. Oyuncuların pozisyonlarını iyi değerlendirerek, topun muhtemel gidiş yönlerine göre önceden en iyi yeri almaya çalışın.
Kale vuruşlarında, yerinizi topun konulduğu tarafa doğru alın. Böylece kale sahasının gol hattına dik olan çizgisini siz, paralel çizgisini ise yardımcı hakem kontrol edebilir.
Çok çabuk gelişen bir kontratakta topun ceza alanı önlerine gitmesiyle öteki ceza alanında kalabilirsiniz. O anda savunma oyuncusunun yaptığı kasıtlı bir hareketin ceza alanı içinde veya dışında olduğunu göremezsiniz. Bunun için maç öncesinde yardımcı hakemlerinizle şöyle işbirliği yapın; yardımcı hakem bayrağını göğsüne doğru kaldırırsa hareket içerde demektir. Ceza alanının kale hattına paralel çizgisinin kendisine uzanan hattın birleşme yerinde hareketsiz duruyorsa dışarıda demektir.
Arzuman ve Dereli iyi yolda
-Şu anda İsmet Arzuman ve Selçuk Dereli iyi gidiyorlar. Selçuk daha deneyimli, daha oturaklı gözüküyor. Tek negatif tarafı, oyunu kesmeme çabasının oyunda elektriklenmeye neden olacak boyuta gelip gelmeyeceğini ayırt edememesi. Onların arkasından gelen genç grupta Fırat Aydınus iyi, tek handikabı, oyuncularla çok fazla konuşması. Oyuncuları devamlı ikaz halinde, verdiği kararları çok fazla izah etme çabasında. Cem Deda çok genç, yetenekli ama, deneyimi çok eksik, ilerde iyi bir hakem olabilir. Genç kuşak hakemler arasında Yunus Yıldırım ve Oktay Demiray ileride iyi birer hakem olacaklar. Hem fizik kondisyonları, performansları iyi, hem de dış görüntü olarak etkileyiciler. Cem Papila istikbal vaat ediyor ama, yönetiminde istikrarsızlıklar var. Bir maçta çok iyi, bir maçta kötü, oturmuş bir kriteri yok.
Yazının Devamını Oku 2 Mayıs 2005
Antalya’nın gelir vergisi rekortmeni, 33 yaşındaki Çaldıranlı Fettah Tamince Antalya Belek’te 400 dönümlük bir arazinin 150 dönümüne Avrupa'nın en büyük su parkını yaptırdı. Duyduk duymadık demeyin. Rixos namlı turizm kralı, Antalya’nın gelir vergisi rekortmeni, 33 yaşındaki Çaldıranlı Fettah Tamince iyice çıldırmış!
Antalya Belek’te 400 dönümlük bir arazinin 150 dönümüne öyle bir otel yaptırmış ki, akıl alır gibi değil. Burası 1700 yataklı Rixos Belek Premium Resort Hotel değil, sanki Disneyland’ın küçüğü. Denize olan kıyısı 1 kilometre, bisiklet yolu 3 kilometre. Otelin içindeki birçok alana kanallarda çalışan özel yapım 10 tekneyle gidiliyor. Yapımda kullanılan malzemeye bakar mısınız; 14 bin ton demir, 121 bin metreküp beton, 65 bin metrekare gazbeton, 20 bin metrekare seramik, 110 bin metrekare alçıpan, 50 bin metre boru, 2 milyon 500 bin metre kablo. Gölette 15 bin metreküp deniz suyu var, 2 yüzme havuzundaki toplam su 9 bin metreküp. Fettah Tamince’nin planını, projesini, maketini sır gibi sakladığı Rixos Belek Premium’a ilk giren, ilk görüntüleyen biz olduk.
Önce otelin müşteri profilinden başlayalım, sonrası Allah kerim.
- Bu oteli, maddi durumu yerinde, sürekli tatil ihtiyacı olan genç aileler için yaptım. Bizdeki hizmetlerin dünyada bir eşi, benzeri yok, büyük bir iddiayla söylüyorum. Otel odalarının fiyatları ortalama 400 dolar civarında olacak, kral dairesi 600 dolar. Bizden çok eksiği olmasına rağmen dünya sosyetesinin abone olduğu Sardunya Adası’ndaki Hotel Cala di Volpe’nin sıradan odasının yatak fiyatı 1800 avrodan başlıyor. Yiyip içerseniz günlük oda maliyetiniz en azından 2500 avro. Bu otel için bir uçak, bir helikopter, bir tekne aldık, hepsi sıfır. Uçağımız son model, 8 kişilik Bombardier Learjet 60. Teknemiz 38 metre boyunda, 1,5 milyon avroya mal oldu. 50 villamız var, 100 metrekareden, 2 bin metrekareye kadar. Hepsinin özel havuzları, bahçeleri ve füzyon mutfağı sunan özel restoranları var. Denize yakın özel iskeleli villalar 650 ila 1100 metrekare arasında değişiyor. En büyük villamızın geceliği 10 bin dolar, villaların fiyat ortalaması 1500 dolara gelecek. Diyoruz ki, ey dünya zenginleri!.. Size dünyada hiçbir yerde olmayan hizmetleri getiriyoruz. Sizi kendi ülkenizdeki evinizden alıp uçağımızla Antalya’ya indiriyoruz. Oradan helikopterimizle otele getirip limuzinimizle villanıza kadar götürüyoruz. Hangi lisanı konuşuyorsanız, villanızda eşinize, çocuklarınıza o lisanda hitap ediliyor. Özel aşçınızın damak zevkinize göre hazırladığı yemekleri, özel garsonlarınız sunuyor. İstediğinizde 38 metrelik süper lüks teknemiz emrinize hazır. Bütün bu hizmetler için, haziran ayına özel bir haftalık paket fiyatımız 49 bin dolar.
TURVA ATI 1,5 MİLYON DOLAR
Brad Pitt keşke bu dev oğlu dev Truva Atı’nı görseydi, Troy filmindeki bunun yanında cüce kalıyor.
- Rixos Belek Premium’da 20 dönümlük bir alanı kaplayan ‘Truva’ temalı Aqua Park yaptırdık. Dünyada ilk 3 içinde, Avrupa’nın ise en büyüğü, başlı başına bir dünya. Dubai’deki Wild Wadi’yi yapan İngiliz Atkins mimarlık grubu gerçekleştirdi. Dubai’ye 80 milyon dolara mal olan aqua park’ın daha gelişmişini biz 12 milyon dolara bitirdik. Burada ‘master blaster’dan sürprizlerle dolu mağaralara, sörf havuzuna kadar inanılmaz olaylar var. Burası için dünyanın en büyük Truva Atı’nı yaptık, 1,5 milyon dolara mal oldu. 27 metre yüksekliğinde, 23 metre eninde, 7 katlı bir binaya eşdeğer. Yapımında 230 ton demir, 100 metreküp ahşap kullanıldı. Çelik karkasın üzeri demiryolları depolarından satın alınan eski traverslerle kaplandı.
Bizim Truva Atı, Troy filmindeki benzerinden 1.5 kat daha büyük. Atın merdivenlerden yukarıya çıkıp, karnından içeri girdiğinizde karşına 5 ayrı kaydırak çıkıyor. Birini seçip 27 metre yükseklikten aşağı inerken 80 km hıza ulaşıyorsun. Parkta tam tur 1 saat sürüyor, zirveye de seni su taşıyor. Ayrıca Las Vegas’taki Hotel Bellagio’daki dans eden suların aynısını çok büyük paralar vererek yaptırdık.
Yazının Devamını Oku 2 Mayıs 2005
Duyduk duymadık demeyin. Rixos namlı turizm kralı, Antalya’nın gelir vergisi rekortmeni, 33 yaşındaki Çaldıranlı Fettah Tamince iyice çıldırmış! Antalya Belek’te 400 dönümlük bir arazinin 150 dönümüne öyle bir otel yaptırmış ki, akıl alır gibi değil. Burası 1700 yataklı Rixos Belek Premium Resort Hotel değil, sanki Disneyland’ın küçüğü. Denize olan kıyısı 1 kilometre, bisiklet yolu 3 kilometre. Otelin içindeki birçok alana kanallarda çalışan özel yapım 10 tekneyle gidiliyor. Yapımda kullanılan malzemeye bakar mısınız; 14 bin ton demir, 121 bin metreküp beton, 65 bin metrekare gazbeton, 20 bin metrekare seramik, 110 bin metrekare alçıpan, 50 bin metre boru, 2 milyon 500 bin metre kablo. Gölette 15 bin metreküp deniz suyu var, 2 yüzme havuzundaki toplam su 9 bin metreküp. Fettah Tamince’nin planını, projesini, maketini sır gibi sakladığı Rixos Belek Premium’a ilk giren, ilk görüntüleyen biz olduk.
Önce otelin müşteri profilinden başlayalım, sonrası Allah kerim.
- Bu oteli, maddi durumu yerinde, sürekli tatil ihtiyacı olan genç aileler için yaptım. Bizdeki hizmetlerin dünyada bir eşi, benzeri yok, büyük bir iddiayla söylüyorum. Otel odalarının fiyatları ortalama 400 dolar civarında olacak, kral dairesi 600 dolar. Bizden çok eksiği olmasına rağmen dünya sosyetesinin abone olduğu Sardunya Adası’ndaki Hotel Cala di Volpe’nin sıradan odasının yatak fiyatı 1800 avrodan başlıyor. Yiyip içerseniz günlük oda maliyetiniz en azından 2500 avro. Bu otel için bir uçak, bir helikopter, bir tekne aldık, hepsi sıfır. Uçağımız son model, 8 kişilik Bombardier Learjet 60. Teknemiz 38 metre boyunda, 1,5 milyon avroya mal oldu. 50 villamız var, 100 metrekareden, 2 bin metrekareye kadar. Hepsinin özel havuzları, bahçeleri ve füzyon mutfağı sunan özel restoranları var. Denize yakın özel iskeleli villalar 650 ila 1100 metrekare arasında değişiyor. En büyük villamızın geceliği 10 bin dolar, villaların fiyat ortalaması 1500 dolara gelecek. Diyoruz ki, ey dünya zenginleri!.. Size dünyada hiçbir yerde olmayan hizmetleri getiriyoruz. Sizi kendi ülkenizdeki evinizden alıp uçağımızla Antalya’ya indiriyoruz. Oradan helikopterimizle otele getirip limuzinimizle villanıza kadar götürüyoruz. Hangi lisanı konuşuyorsanız, villanızda eşinize, çocuklarınıza o lisanda hitap ediliyor. Özel aşçınızın damak zevkinize göre hazırladığı yemekleri, özel garsonlarınız sunuyor. İstediğinizde 38 metrelik süper lüks teknemiz emrinize hazır. Bütün bu hizmetler için, haziran ayına özel bir haftalık paket fiyatımız 49 bin dolar.
TURVA ATI 1,5 MİLYON DOLAR
Brad Pitt keşke bu dev oğlu dev Truva Atı’nı görseydi, Troy filmindeki bunun yanında cüce kalıyor.
- Rixos Belek Premium’da 20 dönümlük bir alanı kaplayan ‘Truva’ temalı Aqua Park yaptırdık. Dünyada ilk 3 içinde, Avrupa’nın ise en büyüğü, başlı başına bir dünya. Dubai’deki Wild Wadi’yi yapan İngiliz Atkins mimarlık grubu gerçekleştirdi. Dubai’ye 80 milyon dolara mal olan aqua park’ın daha gelişmişini biz 12 milyon dolara bitirdik. Burada ‘master blaster’dan sürprizlerle dolu mağaralara, sörf havuzuna kadar inanılmaz olaylar var. Burası için dünyanın en büyük Truva Atı’nı yaptık, 1,5 milyon dolara mal oldu. 27 metre yüksekliğinde, 23 metre eninde, 7 katlı bir binaya eşdeğer. Yapımında 230 ton demir, 100 metreküp ahşap kullanıldı. Çelik karkasın üzeri demiryolları depolarından satın alınan eski traverslerle kaplandı.
Bizim Truva Atı, Troy filmindeki benzerinden 1.5 kat daha büyük. Atın merdivenlerden yukarıya çıkıp, karnından içeri girdiğinizde karşına 5 ayrı kaydırak çıkıyor. Birini seçip 27 metre yükseklikten aşağı inerken 80 km hıza ulaşıyorsun. Parkta tam tur 1 saat sürüyor, zirveye de seni su taşıyor. Ayrıca Las Vegas’taki Hotel Bellagio’daki dans eden suların aynısını çok büyük paralar vererek yaptırdık.
Yazının Devamını Oku 25 Nisan 2005
Cemal Reşit Rey, 20 Ağustos 1972’de kendisiyle yaptığım röportajda aynen şunları söylemişti: ‘Dr. Nevzat Atlığ sayesinde artık teksesli klasik Türk müziğini dinliyor, hayranlık duyuyorum. Dr. Atlığ, Mesud Cemil’in açtığı yoldan giderek bugün Türk müziğine hakkı olan asalet damgasını bahşetmiştir.’ Adnan Saygun ise 3 Eylül 1972’de Ankara’daki evinde bana aynen şöyle demişti: ‘Türk müziğinde olumlu hareketlere Mesud Cemil başlamıştı. Bizim eski büyük sanatımızı yayvan ve çığırtkan bir tarzda söylemekten kurtardı. Sonra Ruşen Kam devam etti, bu meşale şu yıllarda ise Dr. Nevzat Atlığ’ın elinde.’ İşte o Dr. Nevzat Atlığ, 1985’te Adnan Saygun’la birlikte ilk müzik profesörü oldu. 1987’de Türk müziği dalında ilk ‘Devlet Sanatçısı’ unvanını aldı. 1999’da Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne layık bulundu, yine ilk ve tek olarak. Ve önceki hafta da Ankara’da Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü aldı. Selamlar, 5 kuşağa şeflik yapmış, klasik Türk müziğinin 80’lik anıtına.
Konserlerinizi izleyen devlet büyüklerimizden hangileriyle unutulmaz anılarınız var?
- Ankara Türk Ocağı Salonu’nda konserimiz var, Evren Paşa da katılacağını bildirmiş. Repertuarı en ince nüanslarına kadar hazırladım. Ses bir yükseliyor, bir alçalıyor, Dede’nin Kar-ı Nevi’ni de okuyoruz. Konser çok güzel geçti, bitiminde yukarda verilen kokteyle çıktık. Evren beni tebrik ettikten sonra, ‘Doktor, yahu şarkılar biraz hafif, cansız. Arkadaşlara şöyle bir yüksek perdeden bir şeyler falan okutsanız daha iyi olacak’ dedi. Boynumu büküp ‘Emredersiniz paşam’ dedim, ne diyeyim?
Aradan birkaç hafta geçti, bizi İzmir’e konsere çağırdılar, gittik. Meğer Evren Paşa da Milli Güvenlik Konseyi üyeleriyle birlikte konserimizi izleyecekmiş. Hemen repertuarı değiştirdim, tiz sesleri bol mahur, kürdili hicazkar makamlarından eserler seçtim. Çocuklara da ‘Atış serbest, istediğiniz gibi söyleyin’ dedim. Gerçekten de büyük bir coşkunlukla, fasıl yapar gibi söylediler. Konserin sonunda Evren beni yanına çağırdı; tebrik ettikten sonra ‘Doktor aferin, dediğimi yapmışsın, bak ne güzel oldu’ dedi. Klasik Türk müziğini devlet protokolüne alan ilk cumhurbaşkanı Kenan Evren’dir. O zamana kadar cumhurbaşkanının himayesinde hiçbir klasik Türk müziği konseri yapılmazdı.
ALATURKA-ALAFRANGA KAVGASI BİTSİN ARTIK
Klasik Türk müziği ile klasik batı müziğinin arası ben kendimi bildim bileli hep açıktır. Birinin ak dediğine, öteki kara demek zorunda mıdır hocam?
- Batıcılar müzik bakımından bizi düşman gibi görüyor; onlar çağdaş, ilerici, biz ise gericiyiz sanki. Bu gereksiz alaturka-alafranga kavgası bitsin artık, çağdaş Türkiye’ye yakışmıyor. Kızım Nihan, Belediye Konservatuvarı piyano ve Devlet Konservatuvarı kompozisyon mezunu; Adnan Saygun’un, İlhan Usmanbaş’ın talebesi. 20 yıldır MSÜ Devlet Konservatuvarı’nda solfej dersi veriyor. Çok isterdim ki batı müziğiyle uğraşan bir arkadaşımın çocuğuna da ben Türk müziği konservatuvarında ders vereyim. Batı müzikçiler yıllardır ‘Türk müziği tek sesli ve basittir’ diyor. Oysa Türk müziği bütün güzelliğini tek ses üzerine inşa etmiştir. Onlar bizim müziğimizde olmayanları arıyorlar, bulamayınca da basit buluyorlar. Türk müziğini dinleyenler, bu müzikte neler bulunmadığına değil, nelerin bulunduğuna kulak vermelidir. Ben klasik müziğimizi mimarimizle mukayese ederim. Türk mimarisi hep yuvarlak hatlıdır, kilisede olduğu gibi sivri, batıcı değildir. Kubbeler, savaklar vesaire köşeli değildir. Klasik müziğimizi gözünüzü kapatıp dinleyin, melodilerin bir şeyleri çevrelediğini, huzur verdiğini hissedeceksiniz.
RADYO’NUN KAPICISI BİLE BESTEKAR OLDU
TRT’nin düzenlediği alaturka ses yarışmasında nice genç sesler, besteler gün ışığına çıktı, siz hangilerini beğendiniz?
- Yüzlerce, binlerce bestekar çıktı, hangi birini sayacağım sana?.. Radyonun kapıcısına varıncaya kadar hepsi Bestekar-ı Şehriyari. Olmaz be kardeşim, bu kadar kolay bestekar olunmaz. TRT’den daha iyi müzik yayınları bekliyorum, müzik sadece eğlence demek değildir, aynı zamanda eğitim vasıtasıdır, ruhu terbiye eder. TRT’de zaman zaman gayrı ciddilikler oluyor. bir topluluk düşünün, solist çıkıp şarkısını söylüyor, arkdaki arkadaşları onu alkışlıyor. Şefi alkışlıyor. O da kendisi söylerken halkı alkışa davet ediyor. Bunu gören öteki, işi daha da sulandırıyor, sonu yok ki.
TÜRK SANAT MÜZİĞİ TABİRİ KULLANMADIM
Hangi müziğe müzik dersiniz hocam, sözgelimi hiç canınızın pop müzik çektiği olur mu?
- Müzik, müziktir benim için; sen bana kaliteden haber ver. Pop müzik de dinlerim, yeter ki sırf gürültü olmasın, sözü söz, bestesi beste olsun. Eskilerden Tanju Okan’ı, Sezen Aksu’yu severim, yenilerden ise Sertab Erener’i beğeniyorum. Ben sadece arabesk denen saçmalığı dinlemem, saçma sapan bir şey. Musikiyi sosyal yaşantıdan ayırmak mümkün değil, bir manada toplumun aynası. Türk toplumunun hayat tarzı, hayat felsefesi çok değişti. Bugünün aynasına bakacak olursak; ya pop, ya arabesk müzik diyeceğiz. Artık ikisini birbirinden ayırmak da pek mümkün değil. Batı sazları hakimse pop diyorlar, Türk sazları hakimse arabesk diyorlar galiba.
Çoksesli Türk müziğine de karşı değilim, ama Dede Efendi’nin eseri çoksesli yapılamaz, ayrıca buna kimsenin hakkı da yok. Doğru olan, bir bestekarın Türk Müziği sistemini kullanarak ortaya çok sesli müzik çıkarması. Bu arada şunu da söyleyeyim, ben hiçbir zaman ‘Türk sanat müziği’ tabirini kullanmadım. Türk sanat müziği yanlış bir deyim, onun dışındakilerin sanatla ilgisi yokmuş gibi oluyor.
Türk Müziği’nin en iyi kadın ve erkek sesleri
Hacı Arif Bey’in ‘Gurub Etti Güneş, Dünya Karardı’ şarkısına bayılırım. Sesim hálá güzeldir, Selahattin Pınar’ın, Yesari Asım’ın bütün şarkılarını da bilirim.
Gelmiş geçmiş en büyük erkek sesleri, bence Münir Nurettin Selçuk, Alaeddin Yavaşça ve Münip Utan’dı. Kadınlarda ise Safiye Ayla, Perihan Altındağ ve Sabite Tur’un adlarını verebilirim.
Radyoda canlı yayın sırasında hanımlardan bayılan çok olurdu, mesela Mürşide Şener ve Gülseren Güvenli. O anda hemen sazlardan birine 5 dakikalık taksim yaptırırdık. Bu arada arşivden o taksime uygun bir plak bulup yayına verirdik.
Rakı sadece Türk müziğiyle değil, kaliteli her müzikle iyi gider. Eskiden gazinolara giderdik ailece ama, son yıllarda gazinolarda doğru dürüst müzik kalmadı. Belki de en son Behiye Aksoy’u dinlemişimdir.
Klasik müziğimiz neden meyhanelerle anılıyor
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk kendi müziğini neden yasaklamış?
- Eğer ki Atatürk Türk müziğini kıyafetlerinden repertuarına kadar çok iyi, çok muntazam hazırlanmış bir korodan dinleseydi başka olurdu. Mesela Sarayburnu’nda kendisi için hazırlanan bir konsere Mısır’dan büyük bir koro çıkıyor. Bizden de Eyüp Musiki Cemiyeti sahneye çıkıyor. İki grup arasında hem kıyafet, hem repertuar bakımlarından büyük farklar var, Atatürk o tablo karşısında mutlu olmuyor elbette. Eğer Münir Nurettin ve Mesut Cemil beyler Atatürk’e hem görsel, hem de repertuar olarak zengin bir koro izletmiş olsalardı Türk müziği şimdi çok başka bir yerdeydi. Bu müzik 20. yüzyıla kadar sadece sarayda, konaklarda icra edildi, kapalı bir toplumduk, konserler falan yoktu. Batı müziği de zenginlerin saraylarında, şatolarında, kiliselerde gelişmedi mi? İşte bu müziğimizin inkişafı amacıyla 1914’de kurulan Darülelhan 1926’da konservatuvar yapılıyor ve Türk musikisi bölümü kapatılıyor. Devlet himayesinden mahrum kalan müzisyenler de geçimlerini temin edebilmek için piyasada çalışmak zorunda kalıyorlar. Önce kendi adını verdikleri takımlarla kıraathanelere iltica ediyorlar, zamanla içki içilen yerlere ulaşıyorlar. Türk müziğinin meyhane ile anılması ta o yıllardan başlıyor.
İlk kez kemanla
Türk müziğinin 80’lik anıtı Nevzat Atlığ, röportaj sırasında eline keman alıp çalmaya başlayınca, çocuk ve torunları şaşkınlığını gizleyemedi. Çünkü üstadı ilk kez kemanla görüyorlardı.
Yazının Devamını Oku 12 Nisan 2005
Dünyanın en büyük 5 firmasından biri olan Palmali’nin sahibi Azeri asıllı işadamı Mubariz Mansimov, Rusların Türk turizminde çok büyük ağırlığı olduğu görüşünde. Rusların harcamayı seven, ama bürokratik zorluklara asla gelemeyen bir halk olduğunu belirten Mansimov, Rusların gelmemesi durumunda Türk turizminin büyük darbe alacağı görüşünde.
Mubariz Bey, Rus turistleri Türkiye’ye gelmezse bizim halımız pis olar, yoksa yahşı olar?
- Bizde güzel bir laf var; ‘Uzak kardaştan, yakın komşu yahşıdır’ diye. Türkiye’nin maksimum 400, minimum 80 deniz milinden sonra güçlü komşusu var. Rusya, kim ne derse desin, dünyanın en güçlü devletiydi, yine olacak. İktisadi bakımdan böyle güçlü bir komşun varsa onunla ilişkilerini iyi tutmakta hayır var. Bar bar bağırıyorlar turizm patladı diye, bir ay buraya Ruslar gelmesin, bakayım ben o turizme. Türk Turizmi sarsılır, inşallah şimdiki güzel politikayı bozmazlar. Rus gelip parasını kuruşuna kadar harcar gider. Alman ise evini orada kiraya verip burada ucuza oturmaya bakar. Rus niye buraya geliyor derseniz, daha ucuz ve kolay olduğu için. Vize problemi yok, 10-20 dolar verip giriyor içeri. AB prosedürü başlarsa Türkiye Rus turistin yüzde 50’sini kaybeder, bana göre. Rus insanı sevmez gelip uğraşmaya, vize için sıralarda beklemeye. Kıbrıs’ın Rum kısmı bu yüzden şimdi perişan halde, Rusların gidip geleni çok azaldı.
Mubariz Bey, Türkiye’ye ilk defa ne zaman geldin?
- Rusya’da şirketi kurup çalışmaya başladım ama, aklımda hep Türkiye vardı. Sovyetler Birliği’nde, Azerbaycan’da doğdum, orada büyüdüm ama, nedense aklımda hep Türkiye vardı. 14-15 yaşında askeri okulda okurken Azeri Türk’ü olmama rağmen, Türkiye’nin büyük bir devlet olduğunu bilmiyordum. Çünkü okulda bize bu Türkiye’yi hiç anlatmadılar, tek bildiğimiz deden kalma sözlerle Osmanlı köklü olduğumuzdu. Türkiye’ye ilk defa 1989 sonunda geldim, aman Allahım, şok oldum. Uçaktan iner inmez baktım herkes benimle aynı dilini konuşuyor, herkes bana kardeş muamelesi yapıyor. İnsanların bu sıcaklığı aşık etti beni Türkiye’ye. 1996’dan beri eşim ve iki minik kızımla devamlı İstanbul’da yaşıyorum. Bir ağabeyim ve bir ablam da burada oturuyorlar. Azerbaycan’ın Atatürk’ü Haydar Aliyev’in dediği gibi, biz tek millet iki devletiz. Ben burada Azerbaycan Kültür ve Dayanışma Derneği’nin de başkanıyım. Devletten bir küçük ricamız var, buradan giden Türkler Azerbaycan’da istediği sürece kalabilirler. Azerbaycan’dan buraya gelenler ise maksimum 30 gün kalabiliyor. Ruslar 90 gün veriyor, benim kardeşim ise 30 gün, bu doğru bir şey değil.
Gerçek CIP uygulaması Sabiha Gökçen’de var
- Kendisini tam manasıyla işine veren, başarılı bir işadamına asla zaman yetmez, özel uçağı bunun için aldım. Özel uçağımla giderken yol boyu toplantı yapıyorum, böylece hem zaman kazanıyorum, hem de dinleniyorum. Dünyanın neresine giderseniz gidin, her yerde özel uçak sahiplerini el üstünde tutuyorlar. Eskiden özel uçaklar için Yeşilköy’de E kapısı vardı, oradan daha rahat girilip çıkılırdı. Şimdi normal uçak yolcusu uygulamasına tabi tutuyorlar, bu çok yanlış bir şey. Geçenlerde yurtdışına giderken eşimin ve benim ayakkabılarımızı, kemerlerimizi çıkartıp aradılar. Ben manyak mıyım, kendi uçağıma bomba koyup ailemi mi havaya uçuracağım? Bir şey kaçıracaksam, niye kendim taşıyayım ki, o kadar adamım var, daha önceden koydururum. Biz böyle şeylerin adamı değiliz, alnımız ak, Türkiye’de, dünyada yaptıklarımız belli. Bu yüzden Sabiha Gökçen Havalimanı’nı tercih ediyorum, orada gerçek CIP uygulaması var.
Siyah-beyaz aşkını Süleyman Seba tattırdı
Mubariz Bey, sen Türkiye’de hansı futbol komandasını sevirsen?
- Hasta Beşiktaşlıyım, siyah-beyaz aşkını çok sevdiğim Süleyman Seba sayesinde tattım. Lenkeran bölgesi benim köküm, dedem, babam orada büyümüş. Hazar Lekteran, Sovyetler vaktinde kurulan bir takım. Azerbaycan’daki ekonomi durumuna göre takım son 5 senedir kapanmış, iflas etmiş. Oradaki insanlar yığışıp benden rica ettiler, biz de onu yeniden kurduk. Takım şimdi çok iyi, birinci ligde şampiyonluğa doğru gidiyor. Teknik direktör Rasim Kara bende, Beşiktaş’tan Oktay, Tunç, Mesut, Bursaspor’dan Deniz var. Hazar Lenkeran’ın renkleri de siyah-beyaz, ben renkleri çok seviyorum.
Yazının Devamını Oku 11 Nisan 2005
Mubariz Mansimov, sahibi olduğu Palmali Grubu’yla petrol ve kuru yük taşımacığında dünya devleri arasında. ‘Azerbaycan’ın Onassis’i’ yıllardır ailesiyle birlikte İstanbul’da yaşıyor, gözlerden uzak, kendi halinde.Türk ve dünya basını yıllardır onun peşinde, ama sonunda onu da bulup konuşturmak yine bize kısmet oldu. Mubariz Bey, kısa saçlı, yüzü gülmeyen, uzun boylu, atletik yapılı kara yağız bir Kafkaslı. Kendinden çok emin yürüyor, konuşurken gözlerini karşısındakinin gözlerinden hiç ayırmıyor. Ceketinden pantolonuna, tişörtünden ayakkabılarına kadar, belli ki dünyanın en pahalı modaevlerinden giyiniyor. ‘Mubariz’ Azericede ‘mücadele eden, savaşan, tuttuğunu koparan’ demekmiş. Mubariz Mansimov’la bir buluştuk, pir buluştuk. Yeni aldığı Schumacher’in özel uçağıyla yerde, havada birlikte olduk. Türkiye’de eşi olmayan, trilyonlar değerindeki ‘Maybach 62’den Rolls Royce ‘Phantom’a, Bentley Sport Coupe’ye kadar özel yapım otomobilleriyle yine birlikte dolaştık. Sonra evine gittik, dünyalar güzeli sempatik Gürcü eşi ve iki minik kızıyla tanıştık. Yemeklerini yedik, çaylarını içtik ve Mubariz Bey’in gitardaki ustalığına da tanık olduk. Etiler’deki çalışma ofisindeki zarafet ve görkemin inanılmaz uyumu da çok şaşırtıcıydı doğrusu. Kimdi bu Mubariz Mansimov, nereden gelip nereye gidiyordu? Bunca dünya çapında zengindi de, neden Türkiye’de yaşıyordu? Sessiz, bütün gözlerden uzak neler yapıyordu, ne işler çeviriyordu İstanbul’da? ‘Mubariz Mansimov kardeşim, senin kimi kardaşa can kurban, hoş gelmişsen’ diyerek girelim söze.Mübariz Bey, ‘Bu yaşta bu zenginlik, bu var dövlet nice kazandınız? Mafiasan mı, kimsen, neçisen?’ diye sorarlar bizde. - Ben hayatta sadece kendi işimin mafyasıyım; kendi işimi severim, kendi işimle uğraşırım. Allah’tan başka kimseden korkmam, kaybetmeyi de hiç sevmem. Biliyorsunuz Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra özelleştirmeler başladı. Eskiden bunun kıymeti 100 dolardı, özelleştirmede sen bunu 1 dolara aldın. Zeki olan herkesin yapabileceği bir iş. Bütün dünyada, Türkiye’de de özelleştirmelerden inanılmaz paralar kazanıldı. Tek sahibi olduğum Palmali’yi, kuruşuna kadar kendi emeğimle kazandığım parayla sıfırdan bugünlere getirdim. Dünyanın neresinde bulunursam bulunayım vergimi fazlasıyla ödüyorum. 28 BİN KİŞİYE İŞ İMKANI SAĞLIYORUZ-Azerbaycan’dan Rusya’ya, Bulgaristan’dan Yunanistan’a, İran’a kadar 21 ofisimiz var. Palmali, gemicilikte dünyanın ilk 5 firması arasında, toplam 28 bin çalışanımız var. Öteki yatırımlarımızı da katarsak, bu rakam 45 bini geçer. Geçen yıl yaklaşık 7 milyon ton petrol, petrol ürünü ve kuru yük taşıdık. Bütün büyük armatörlere sorun; hepsi ‘Palmali buraya geldi, Türk tankerciliği çok güzelleşti’ diyecek. Birçok Türk armatöre iş veriyoruz, eskiden bunlar Yunanlılara verilirdi. Ben Rusya’da o işi Yunanlıların elinden alıp pazara Türkleri soktum, Türk meslektaşlarımla iftihar ediyorum.Deniz nakliyatı işini özünüz mü seçtiniz, yoksa keçmiş dostlarınız mı size yol gösterdi? - Azerbaycan’da doğup büyüdüğüme göre, denizi de, petrol işini de çok iyi biliyordum. Böyle bir gerçek var ki, dünyada her zaman taşımacılık iyi bir iş. 1989’da ordudan ayrıldıktan sonra 1,5 sene gemilerde aşçılık yaptım, yemek en büyük hobilerimden biridir. O vakte kadar biriktirdiğim para, askerlik dahil 20 bin rubleydi, o günkü parayla 100 bin dolar kadar. İlk gemim 150 tonluk bir balıkçı gemisiydi, Türkiye’den bir şirketle çalışmaya başladım. Sovyetler dağılıp özelleştirme prosedürü başlayınca Malta’da off-shore şirketi açtım ve ilk kuru yük gemimi aldım. Şu anda 78’i kendimize ait olmak üzere, toplam 120 gemimiz var. Yunanistan’dan Ukrayna’ya, Rusya’dan İran’a kadar toplam 21 ofisimiz var. Karadeniz’de ve Rusya iç kanallarında, Hazar Gölü’nde petrol ve petrol ürünleri taşımacılığının lideriyiz. Dünyanın her yanına petrol taşıyoruz, en büyük müşterimiz BP. Azerbaycan ve Rusya’da inşaat şirketimiz, tuğla fabrikalarımız var. Depreme hakikaten dayanıklı büyük siteler yapıyoruz. Palmali’nin Türkiye’den menfaati, heyri ne kadardır? Mubariz Bey kardaşım, yoksa bizim kara kaşımıza, kara gözümüze mi vuruldun? - Ben Türkiye’de bir kuruş para kazanmıyorum, tam tersine dünyada kazandıklarımı getirip burada yatırım yapıyorum. Ben Türk milletinin bir parçası olan Azeriyim, Türk oğlu Türküm. Türk Devleti, Türk ekonomisi ne kadar güçlü olursa, onun küçük kardeşi olan biz Azeriler de güçlü oluruz. Tuzla’da tersanemiz var, yaklaşık 45 milyon avroluk bir yatırım. Halen senede 3 gemi yapıyoruz, kendi filomuz için, yakında 35 bin tonluk gemiler yapmaya başlayacağız. Bunları Rusya’da yapsak daha ucuz olur ama, hem buradaki gemi inşaatçılığı çok ilerde, hem de param harice gitmesin diye buradayımÇOCUKLAR İÇİN HASTANE AÇACAĞIM- Türkiye’de sırf çocuklar için yapılmış bir hastane yok, onların kan değil, sevgi, şefkat, yeşillik görmesi lazım. Bunun için Işıklar Holding’in Ulus’taki binasını TMSF’den satın aldık. Gelecek yıl orada Avrupa’nın en modern çocuk ve kadın hastanesini açacağız. Türkiye’nin büyük bir süt kuruluşunu da aldık, Azerbaycan’da çok büyük bir süt fabrikası kuruyoruz. Para, insanın asıl bir insan olduğunu yoklamak için Allah tarafından verilen bir güç, bana göre. Bizde güzel bir laf var; ‘Birini yoklamak istiyorsan ona koltuk ve para ver’ denir. Ayrıca da para kazanıyorsam, insanları fazla rahatsız etmemem için onu harcamam da lazım.Schumacher’in muhteşem uçağı Mubariz Mansimov’un 2 ay önce satın aldığı efsanevi Formula 1 pilotu Michael Schumacher’in 160 imalat numaralı 2002 yapımı Falcon 2000 model özel uçağında yok yok. Çift motorlu uçağın yükseklik tavanı 47 bin feet, menzili 3100 mil. Özel yalıtım maddeleriyle dünyanın en sessiz kabinlerinden biri yaratılmış. Fransız Dassault firması, Schumaher’in zevkine göre döşediği uçakta ahşap malzeme olarak hafifliği nedeniyle nar ağacı kullanmış. Koltuklar, perdeler yanmaz hale getirilmiş ceylan derisinden. Yerler de yine yanmaz nitelikte özel yapım çok değerli halılarla kaplı. Ön bölümdeki 4 kulüp koltuğu ve arkadaki 3’er kişilik iki divan istenildiğinde yatak oluyor. Uçakta 4 ayrı telefon var, faks ve data internet hatlarının dışında. Büyük ve küçük boy LCD televizyon ekranları, akla gelebilecek her türlü konfor var. Uçağın bugünkü fiyatı 22 milyon dolar civarında. İşte Türkiye’de eşi olmayan Maybach 62Türkiye’de sadece Mubariz Mansimov’un sahibi olduğu Maybach 62’nin uzunluğu 6.17 m, ağırlığı ise 3.4 ton. 550 beygirlik çift turbo V12 motoruyla 0’dan 100 km hıza 5.4 saniyede çıkıyor. Maksimum hızı 250 km/s, şanzımanı 5 ileri- otomatik, yakıt deposu 110 lt, yakıt tüketimi 15.9 lt/100 km. Arka koltuklara 85 derece açılan kapılardan giriliyor. Dünyanın en değerli ve dayanıklı deri koltuklarına sahip otomobilin kaplamaları ceviz ve kiraz ağacından. Arkadaki iki koltuklar tam yatar hale getirilebiliyor. Tüm koltuklarda koltuk kliması ve masaj sistemi var. 21 hoparlörlü BOSE surround ses sisteminden kablosuz kulaklıklarla, uzaktan kumandalı klimadan buzdolabı, bar, büyük ekran plazmadan DVD’ye, telefonlara, faksa, notebook’a, gümüş şampanya kadehlerine kadar ne isterseniz var. Kızıl Ordu’daki ilk Azeri istihbarat subayı Mubariz Mansimoa, 6’sı gız, 3’ü oğlan, 9 uşaktan biri olarak 22 Mart 1968’ci ilde, Nevruz Bayramı gününde Bakı şeherinde anadan olmuş. - Çocukluktan beri asker olmak istiyordum, dedem de asker. 13 yaşında Bakü’de askeri okula girdim, 18 yaşında mezun oldum. Oradan Moskova yakınlarındaki bir askeri yüksek okulu kazanıp 3 sene iç istihbarat üzerine okudum. Çeşitli görevlerden sonra 1985’te yüzbaşı rütbesiyle Doğu Almanya’ya tayin edildim. Sovyet Ordusu tarihinde Berlin divizyonunda iç istihbarat subayı olarak görev yapan ilk Azeri, ilk Kafkaslı benim. Birkaç sene sonra başımıza bir Ermeni general geldi. Ben Ermenileri hiç sevmem, içimde her zaman onlara karşı negatif bir görüş vardır. Ermeni generalle büyük problem yaşamaya başladım. Bir gün arkadaşlara Karabağ konusunda yalan yanlış şeyler anlatmış. Çatıştık ve o kavgadan sonra 1989’da istifa ettim ordudan.
button
Yazının Devamını Oku