Yasemin Fatih Amato

Dudaklarınız çatlamasın!

9 Ocak 2018
Dudaklarınızı kuruyup çatlaması belki de soğuk havaya bağlı değil!

Küresel ısınmanın da etkisiyle kış bu sene ülkemizde, geçtiğimiz yıllara göre daha yumuşak geçiyor. Ama her soğuk havada gündeme gelen cilt kuruluğu, ciltte meydana gelen çatlaklarımız değişmiyor. Bugün size zaman zaman gün içinde canımızı acıtan dudak çatlamaları hakkında bilgi vermeye çalışacağım. Böyle bir giriş sonrası dudak çatlaklarının ana sebebinin sadece iklim şartları olmadığını söylesem ne dersiniz? Soğuk havayla ilgisi olmayan pek çok farklı sebepten dolayı da dudaklarınız çatlayabilir. Özellikle günlük hayatta sık kullandığınız kozmetik ürünler veya çok sevdiğiniz bir şekerleme dudak çatlamasının baş sorumlusu olabilir. Ya da dudak kuruluğu nedeniyle sık sık dudak yalamak bir kısır döngüye dönüşebilir. Stres yüzünden sık sık dudaklarını yalayanlar veya dudak çiğneme alışkanlıkları olanlarda hem fazla tükürük dudakları kuruttuğu için hem de tükürükteki sindirim enzimleri tahriş ettiği için dudak çatlaması görülebilir. Aynı şekilde çok fazla A vitamini desteği alıyorsanız, beslenmenizde A vitaminine aşırı derecede yer veriyorsanız ya da kullandığınız ilaçlar nedeniyle A vitaminini fazlaca alıyorsanız dudaklarınız soyulup çatlayabilir.

Dudağınızın çatlamasının sebepleri neler olabilir?

Dudak çatlaması en çok kuru soğuk havalarda veya yazın güneşe maruz kalınması sonucu görülür.
Bol su tüketmek,
Dudak kremi kullanmak,
Kuru ortamlardan kaçınmaya çalışmak.

 EV YAPIMI 3 DOĞAL DUDAK BALMI TARİFİ

Yazının Devamını Oku

Genç kalmanın rengi kırmızı mı?

1 Ocak 2018
Kırmızı renkli ürünlerin vücudumuza faydasını uzun yıllardır tüm doktorlar sürekli dile getiriyor.

Kırmızı renkli ürünlerin vücudumuza faydasını uzun yıllardır tüm doktorlar sürekli dile getiriyor. Peki en yoğun kırmızı renge sahip ürünler içerisinde bulunan resveretrol ve elajik asit ne işe yarıyor?

Nar, çilek, kiraz, vişne, yaban mersini, böğürtlen, dut, gibi ürünler içerisinde yer alan bu antioksidanlar, vücudumuzun olmazsa olmaz en büyük yenileyici, onarıcılarıdır. Bu meyvelere ulaşan ve tüketen toplumlarda diğer halklara göre daha sağlıklı bir yaşam sürdüklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Akdeniz denizi etrafında yaşamlarını sürdüren bu ülkeler uzun ömürlü olmalarının yanı sıra sağlıklı olmalarıyla da dünyada bilinmektedirler.

Son 50 yıldır yapılan araştırmalarda özellikle nar başta olmak üzere çilek gibi ürünlerde ‘’elajik asit’’in fazla olduğu tespit edilmiştir. Elajik asit antikanserojen ve antimutajen (hücre yapısının bozulmasını önleyici) etkileri olan bir antioksidandır. Ayrıca hücrelerde mutasyona neden olan DNA hasarını önleme gücü olan fenolik bir asittir. Bu iki etkisi nedeniyle kanser hastalıklarını önlemede etkili olabileceği görüşü vardır. Bu savlara göre elajik asit gibi anti-mutajenik etki gösteren bileşikler, DNA yapımı ve onarımından sorumlu P53 geninin bozulmasını önlemektedir. P53 geninin, kanser hücreleri tarafından bozulduğu bilinmektedir.

Nar da bulunan elajik asit antioksidan, anti-mutajen ve anti-kanser özelliklere sahiptir. Özellikle nar kabuğu narın en değerli yeriyken ülkemizde meyve suyu fabrikaları bu değerli maddeyi üstüne bir de para vererek çöpe atmaktadırlar. Yine kanserli hastaları tedavi etmek için nar kabuğundan hazırlanmış elajik asitli kapsüller eczanelerde satılmaktadır. Tanin grubundan gallasil-taninler (Gallagyl-type tannins) nar kabuğundaki bioaktif maddeler arasında en önemli olanlarındandır. Gallasil-taninlerin en önemli 2 üyesi olan punikalacin ve punisalin bioaktif maddeleri hidroliz süreç sonunda bu asite dönüşerek kansere karşı çok etkin bir savaş yürütürler. Narın kabuğu, antioksidan maddeler bakımından narın en zengin kısmıdır. Kolesterolu düşürücü, damar sertliğini önleyici, ve apoptoz (apoptotik hücre sayısı) dengesini sağlayıcı, dolaysıyla yaşlanmayı geciktirici özellikleri ile antioksidanlar sağlıklı bir yaşam sürmemize çok büyük katkı sağlarlar.

Elajik asidin cilt üzerindeki etkisi sadece cilt kanserlerini engellemek ile sınırlı değildir. Bu madde cildin UV radyasyonundan kaynaklanan oksidatif strese ve doğal yaşlanma sürecine karşı korunmasında da yardımcı olur.

Özellikle güneş hasarlı cilde (hafif güneş yanığı) uygulanan bu asit, inflamasyonu azaltır. Bu özellikler nedeniyle cildin elastik bakımı ve iyileşmesi artarken aynı zamanda ince çizgilerin ve kırışıklıkların azalması sağlanır. Kırışıklıklara karşı büyük bir savaşçı olan elajik asit, cildin parlaklığını da artırmada başarılıdır.

Fransa'da doymuş yağ oranı yüksek bir beslenme şekli yaygın. Fakat buna rağmen kalp rahatsızlıklarına sık rastlanmıyor. Kimi bilim insanları bu durumu kırmızı şarabın daha ölçülü tüketilmesine bağlıyor. Araştırmalar siyah (bitter) çikolata ve üzüm, böğürtlen, dut, ahududu gibi etli ve zarlı kabuksuz meyvelerin iltihapları geçirdiğini ortaya koyuyor. Tüm bu ürünlerde görülen ortak maddenin "resveratrol" olması da araştırmacıları bu madde üzerinde yoğunlaşmaya itiyor.

Üzümde bulunan güçlü bir antioksidan olan resveratrol cildimizde 5 katmanlı bir onarıcı ve koruyucu etki sağlar.

Yazının Devamını Oku

Yağ bezeleriniz hakkında neleri biliyorsunuz?

25 Aralık 2017
Kesinlikle sıkılmayın, sivri bir malzemeyle patlatılmaya çalışmayın.

Yüzümüzde, çenemizde, ensemizde hatta boynumuzda ansızın ortaya çıkarlar ve acı verirler. Önce onları sivilce zannederiz, oluşma süresini bekleriz. Ama zamanla sivilce değil beze olduklarını görürüz. Peki bu bezeler nasıl ortaya çıkar? Sivilceden farkları var mıdır? En önemlisi onlardan nasıl kurtulabiliriz?

Yağ bezeleri bilinmelidir ki, vücudumuzda herhangi büyük soruna sebep olmazlar. Tıp alanında iyi huylu kist olarak adlandırılan bezelere ‘’lipom’’ denir. Genellikle küçük boyda olan bu bezelere müdahale edilmez ama göze hoş gelmeyen şekle bürünürse ya da sinirlere baskı yapmaya başlarsa lokal anestezi ile basit bir müdahale ile alınabilir.

Lipomlar, yağ hücrelerinin fazla yağ depolamasıyla oluşan tümörlerdir. Yalnız unutulmamalıdır ki; yumuşak, hareketli ve iyi huylu kitlelerdir.

Vücudumuzda görülen bu yağ bezelerinin çeşitli türleri bulunmaktadır. Ağrısız ve hareketli, sivilce gibi görünen kitlelere lipom; başımızda sıkça rastlanılan ve içinde sebum denilen sıvı bulunan, hareketli kistlere sebase; sinir lif - hücrelerinde bulunanlara neurom ve bağ dokularında oluşanlara da fibrom denir.

Yapılan araştırmalar neticesinde yağ bezelerinin oluşma faktörleri tam ortaya çıkarılamamakla birlikte, beslenme şekilleri ve kiloların tahmin edilenin aksine sebepler içerisinde yer almadığı bilinmektedir. Özellikle bu şikayetin kalıtsal ve hatalı bir gen nedeniyle ortaya çıktığı düşünülmektedir. Yine dercum, cowden ve gardner sendromu vücutta yağ bezelerinin görülmesini artırmaktadır.

Lipomlar, göze batan kitle dışında önemli bir rahatsızlığa sebep olmazlar. Yani tamamen estetik yönden kişilerde huzursuzluk yaratırlar. Bu durumda çözüm cerrahi operasyondur. Lipom olan bölge steril şekilde belirlenir ve lokal anestezi yapılır. Sonrasında beze çevre dokudan kapsülü ile birlikte bütün olarak çıkarılır. Ortaya çıkan küçük çaplı kanama steril şekilde giderilir. Bu işlem günü hastadan o bölgenin suyla temas edilmemesi istenilir. Ertesi gün banyo vb. rahatlıkla yapılabilir. 1 hafta sonra kontrole gelen hasta, komplikasyon olup olmadığına bakılır. Alınan parça her ihtimale karşı patolojiye gönderilir. Çok küçük bir ihtimal de olsa, liposarkom olma olasılığı kontrol edilir.

Yazının Devamını Oku

Yaşlanmanın cilt üzerindeki etkileri nelerdir?

11 Aralık 2017
Yer çekimi, kontrolsüz yüz hareketleri ve uyku pozisyonları cildin değişimine neden olur.

Hızlı yaşam içerisinde insan kendi değişimini göremez, gözden kaçırır. İşte bu değişimi doğrudan yüzümüze vuran şeyse, aynaya baktığımızda gördüğümüz kendimiz, cildimizdir. Cildimizi bir çok faktör yaşlandırır. Bunlara; güneş, sert hava ve kötü alışkanlıklarımızı dahil edebiliriz. Ancak cildimizin parlak ve genç görünmesi için bazı önlemler alabiliriz. Bunun için öncelikle cildimize etki eden, doğrudan ve dolaylı faktörlere göz atmalıyız. Yaşam biçimimiz, beslenme, kalıtım ve diğer kişisel özelliklerimiz yaşlanmaya doğrudan etki eden faktörlerdendir. Dolaylı yönden etki edenlere de; stres, yer çekimi, sık yapılan yüz hareketleri, obezite ve uyku pozisyonlarını dahil edebiliriz.

Yaşla birlikte ortaya çıkan bazı cilt değişiklikleri şunlardır:

Zamanla, güneşin ultraviyole (UV) ışığı elastin adı verilen derideki bazı liflerimize zarar verir. Elastin liflerinin parçalanması; cildin kırışmasına, sarkmasına ve gençlik kabiliyetlerini kaybetmesine neden olur. Cilt, kendini tamir edebilmesine rağmen hiçbir güneş hasarını tamamen geri alamaz. Bu nedenle, her gün güneş ışınlarından korunmak ve cilt kanserine savaş açmak için geç değildir. Temel yaklaşım olarak güneş ışınlarından uzak kalarak yaşlanmayı geciktirebilirsiniz.

Yanak, çene, burun ve göz etrafında meydana gelen deri altı yağ kaybı; gevşek bir cilde, gözlerin ortaya çıkarak patlak görünmesine ve ‘’iskelet’’ görüntüsüne sebep olabilir. Çoğunlukla ağız ve çene etrafındaki deri kaybı, 60 yaşından sonra belirginleşir, cildin sarkmasına neden olur. Aynı şekilde burundaki kıkırdak kaybı, burun ucunun zamanla sarkmasına ve burun kemiklerinin ortaya çıkarak görüntüyü bozmasına sebep olur.

Yer çekimi, kontrolsüz yüz hareketleri ve uyku pozisyonları cildin değişimine neden olan diğer faktörlerdendir. Deri elastikiyetini yer çekimiyle kaybetmeye başlayınca, kaş ve göz kapağında sarkma; yanaklarda ve çenede gevşeklik meydana gelir.

Elastikiyetini kaybeden cilt de (genellikle insanlar 30'lu ve 40'lı yaşlara eriştiklerinde) yüz hareket çizgileri daha fazla görünür hale gelir. Çizgiler alında yatay olarak, burun dibi (glabella) üzerindeki ciltte dikey olarak, üst yanaklarda ve ağızda küçük eğri çizgiler olarak görülürler.

Uyku kırışıklıkları; başın yastığa yerleştirilme biçiminden kaynaklanır ve cildin elastikiyetini kaybettikten sonra daha sık görünür hale gelirler. Uyku kırışıklıkları çoğunlukla alnın yan tarafında, kaşların üstünden yanakların yanındaki saç çizgilerine kadar giderler. Uyku pozisyonlarının değiştirilmesi, uyku kırışıklarının iyileşmesini hatta ilerlemesini engelleyebilir.

Sigara içenler; aynı yaş, cilt ve güneşe maruz kalma durumuna sahip içmeyenlere göre daha fazla kırışıklık eğilimi gösterirler.

Yazının Devamını Oku

Mat ve yorgun ciltlere çözüm

13 Kasım 2017
Cilde nem veren maddelerin kaybı; kuruluk, mat görünüm ve kırışıklıklara yol açar.

Cilt tedavisinde yaygın olarak kullandığımız ve hızlı çözüm olarak hastalarımıza önerdiğimiz ‘’dolgu’’ son yılların yükselen trendlerinden. Çeşitli dolgu türleri piyasada bulunuyor. Hyaluronik asit kaynaklı olanlar vücutta alerjik durumlar yaratmadığı için en sık tercih edilenlerden. Gerek sentetik olanı gerekse hayvansal içerikli olanı vücut tarafından kolayca kabul edilebilmektedir. Bugün size ‘’saten dolgu’’yu yani sentetik içerikli Hyaluronik asiti anlatmaya çalışacağım.

Modern yaşam tarzımızda çevre kirliliği, yeme alışkanlıkları, stres gibi birçok faktör cildimizi olumsuz etkiler, cildimizin yumuşak ve parlak görünümüne zarar verir. Cildimizin zaman içerisinde pürüzlü hale geldiğini fark ederiz. Nemli bir cildin parlaklığını özleriz. Cildimizin elastikiyetini kaybettiğini hissederiz. Akne izlerini, güneşin cildimize verdiği hasarları azaltmayı arzu ederiz. Cilt kalitesini artıran ve uzun süreli etkiye sahip bir çözüm sunan ‘’saten dolgu’’ etkisi zaman içerisinde artarak devam eder. Bu madde NASHA adı verilen özel bir teknoloji ile üretilmiştir. İçeriğindeki hyaluronik asit maddesi daha stabil bir formda bulunmaktadır. Bu stabil form cilt altına enjekte edildiğinde uzun süre kalır ve etkisi aylarca devam etmektedir. Cildin kendi yapısında da bulunan ve yaşa bağlı olarak azalan hyaluronik asit (HA), cilde nem kazandırmak için üretilmiştir ve uygulama alanına bağlı olarak cilt kalitesinde 12 aya varan iyileşme sağlar.

Cilde nem veren maddelerin kaybı; kuruluk, mat görünüm ve kırışıklıklara yol açar. Saten dolgu içeriğindeki özel formülasyona sahip hyaluronik asit ile cilde kaybettiği nemi geri kazandırır. Bu dolgu otuzlu yaşlardan itibaren herkese uygulanabilir.

Saten dolgu, cildin orta tabakalarına enjeksiyonlar şeklinde uygulanmaktadır. Uygulama alanları yüz, boyun, dekolte ve ellerin üst kısımlarıdır. İçeriğinde anestezik maddeler olduğu için uygulama çok ağrılı değildir ve kolay uygulanır. Cildin durumuna ve yaşa göre 2-3 seans yapılabilir. Seans aralıkları 1 aydır. Saten dolgunun etkisi 7-10 günde ortaya çıkar. Ciltte parlaklık, cildin esnekliğinde artış, ince kırışıklıklarda azalma görülür. Bu etki 12 aya kadar sürmektedir. Yapılan bilimsel çalışmalar bu verileri desteklemektedir.

Uygulama yapılacak olan bölgeye ve hekimin uygulama tecrübesine göre 15-20 dk. sürmektedir. İşlem enjeksiyon olduğu için uygulamadan sonraki bir saat makyaj yapılmaması gerekmektedir.

Hyaluronik asit (HA), cildimizin orta tabakasında bulunan ve cilde destek veren bir maddedir. Dolayısıyla saten dolgunun herhangi bir alerjik reaksiyon riski yoktur. Son 12 yıldır kullanılmakta olup bugüne kadar herhangi bir yan etki görülmemiştir.

Saten dolgu yüze hacim veren, yüzü şişiren bir madde değildir. Ciltteki hyaluronik asit maddesini destekleyerek cilde kaybettiği nemi geri kazandırmaktadır. NASHA adındaki özel teknoloji ile üretildiği için yüze hacim vermez, herhangi bir alerjik reaksiyon yapmaz. En önemli fark ise etki süresinin benzer uygulamalara göre daha uzun olmasıdır.

Yazının Devamını Oku

Derin cilt yenileme yöntemi: Lazer peeling

23 Ekim 2017
Peeling işlemleri sonrası yeni dokular oluşarak, cilt daha parlak ve düzgün görünmeye başlar. Düzenli uygulamayla ince çizgi ve kırışıklıklar giderilebilir. İşte lazer peeling hakkında bilmeniz gerekenler...

Peelingi tanımlarken üst derimizin işlemler sayesinde kontrollü olarak soyulmasıdır diyebiliriz. Yapılan işlemlerle cildin ölü tabakası atılır, alt derideki kan dolaşımı, hücre üretimi ve kolajen doku canlanır. Cildin düzeltilmesi söz konusu olduğunda en temel yöntemlerin başında peeling gelir. Kırışıklar, akneler, iz ve leke tedavilerinin tümünde çeşitli yöntemler kullanılır. Tüm kullanılan yöntemlerin ortak noktası, üst derinin kontrollü bir şekilde soyulmasıdır. İşlemler sonrası yeni dokular oluşarak, cilt daha parlak ve düzgün görünmeye başlar. Düzenli uygulamayla ince çizgi ve kırışıklıklar giderilebilir, cilt tonu ve yapısı gelişme gösterir, güneş hasarları sonucunda oluşan lekeler yani pigment düzensizlikleri iyileştirilebilir, kabalaşan deriler incelir ve sivilce izleri tedavi edilebilir.

Lazer peeling, derin soyma işlemi nedeniyle cildi oldukça köklü ve kalıcı bir şekilde yeniler. İşlem, lazer ışınlarının hücreleri ısıtarak buharlaştırması temeline dayanır. Cihaz yanlış ayarlanırsa, yüksek yoğunluktaki ışınlar, cildi bir bıçak gibi kesebilir. Geleneksel ameliyatlardan farklı olarak, lazer cihazları cildi kestiğinde kanama olmaz. Yani lazer kansız bir uygulamadır.

Lazer peeling kistik akne izlerinde, nispeten derin kırışıklıklarda, güneşe bağlı yaşlanma etkilerinde, yüz ve boyun derilerini gerdirme, leke giderme gibi tedavilerde oldukça etkilidir. Göz altlarındaki deformasyonlarda özellikle başarılıdır. Ve çabuk sonuç alınan bir tedavidir.

Lokal anestezi altında yapılan lazer peelingi, hastanın tercih etmesiyle genel anestezi şeklinde de yapılabilir. İşlemin tümü yaklaşık olarak kırk beş dakika ile iki saat arasında tamamlanır. Peeling sonrasında yüzde kanama olmaz ancak kırmızı ve çiğ bir görünüm oluşur. Doktor gerek duyarsa yüzü birkaç gün için bandajla sarabilir. Yüzdeki kırmızılık normalde üç haftada kaybolur. Bazı durumlarda daha uzun sürebilir. Ne var ki bu dönemde cilt makyajla kamufle edilebilir. Lazerle cilt yenileme yapıldıktan sonra altı ay süreyle güneşten çok iyi korumak gerekir.

Lazerle cilt yenilemek pek keyifli bir iş değildir. Hasta aynaya baktığında yanmış, kıpkırmızı, sulanan bir yüzle karşılaşır. Güzelleşmek için yola çıkan bir insan için bu manzaraya katlanabilmek zordur. Ama iki üç ay sonra da, aynı yüzde çok daha genç, çok daha duru bir cilt meydana gelir. İnce kırışıklıklar, küçük lekeler kaybolur. Lazer özellikle göz altındaki morlukları çok başarılı bir şekilde giderir. Sonuçta insan en azından birkaç yaş daha genç görünür. O zaman iltifatlar yağmaya başlar ve hasta, lazer peelingi tercih etmekle göze aldığı güçlüklerin karşılığını almış olur. Aslında hafif kırışıklıklarda ve yara izlerinde lazer, derin kimyasal peelinglerle aynı etkiyi gösterir. Önemli farkı, cilt renginde oluşur. Hangi cins peeling olursa olsun, esmerlerde çok dikkatli olmak gerekir. Derin peelingler cilt rengi açık olan hastalarda daha başarılı olur.

Derin peelinge karar verildiği zaman, doktorla hasta kafa kafaya vererek en uygun tekniği birlikte seçerler. Cilt tiplerine göre biri diğerine tercih edilebilir.

Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, laser peeling ciltte harikalar yaratsa da, evde dinlenme ve iyileşme dönemi uzun olduğu için herkese uygun değildir. Öte yandan hem pahalıdır hem de tüm cilt tiplerinde kulanılamaz. Komplikasyon ihtimali de hesaba katıldığında daha az tercih edilen bir yöntemdir.

Yazının Devamını Oku

Saçlarınızı nasıl doğru boyayabilirsiniz?

16 Ekim 2017
Saça kalıcı veya yarı kalıcı boya uygulanmadan önce alerji testi yapılması gerekir

ALERJİK TEST NEDEN ÖNEMLİDİR?

Sonbahar mevsimi küresel ısınmanın da etkisiyle artık daha kısa sürüyor. Hal böyle olunca vücudumuzu kışa hazırlamak için elimizde daha kısa bir süre kalıyor. Özellikle saçlarımız için yazın en büyük etkisi güneş ışığı, deniz tuzu ve havuz klorudur. Bunlar saç tellerimizi yıpratır, saç derimize zarar verir ve planlanmamış sorunların ortaya çıkmasına sebep olur. Özellikle kış öncesi yapacağınız saç rengi değişiklikleri bizim için önemlidir. Boya öncesi yapılacak bakım ve tedaviler gelecek yazın gidişatını da yakından belirleyecektir.

ALERJİK TESTİ YAPMADAN SAÇINIZI BOYAMAYIN!

Saça kalıcı veya yarı kalıcı boya uygulanmadan önce alerji testi yapılması gerekir. Test için ensede görülmeyen bir deri veya bir tutam saça boya sürülerek bakılması doğrudur. Bu, kontakt dermatit riskine karşı bir önlemdir. Ayrıca bazen boyama sonucunda beklenmedik renkler ortaya çıkabilir. Alerji testi yapıldığında renkle ilgili sürprizlere de engel olunabilir. İlk kez boyanan bir saç boyayı kabul etmez. Dikkatli olunmazsa saçta istenmeyen bir renk ortaya çıkabilir. Ayrıca daha önce metalik boyalarla boyanmış veya perma gibi kimyasal işlemlerden geçmiş saçlar da öngörülen rengi almayabilir. Bu sürpriz renkleri kapatmak da kolay olmaz. Bazen kimyasal değişimler oluşur ve saç rengi koyu kırmızı tonlar alabilir. Tüm bu nedenlerle önceden renk testi uygulanması her açıdan yararlıdır. Saç bir kez boyandıktan sonra bir daha alerjik tepki vermez. Yine de boyanın fazlası asitli bir şampuanla temizlenmelidir. Bazı kişiler parafenilenediamin maddesine karşı aşırı tepki gösterirler. Bu tepki evde kullanılan boyalarda da karşımıza çıkar. Boya saça sürüldüğü anda yüz şişebilir veya başka rahatsızlıklar oluşabilir. Bu durumda saçlardaki boya acilen yıkanmalı ve hemen doktora gidilmelidir.

TEK AŞAMADA SAÇ BOYAMASI NASIL YAPILIR?

Bu tip boyalar beyaz saçları kapatmak veya saç rengini koyulaştırmak için kullanılır. Tek işlemli saç boyaları krem formundadır ve şampuan gibi kullanılır. Saçın boyayı daha rahat kabul edebilmesi için saçın kirli olması tercih edilir veya boya yapılmadan önce saç kremi uygulanır. Böylece yıpranmış veya daha önce kimyasal işlem görmüş saçların boyayı reddetmesi önlenir. Ancak saçlar aşırı derecede hasar görmüşse bu tip boyalar pek işe yaramaz. Bu durumda boya önce saç diplerine daha sonra saçın tamamına sürülür. Belirli bir süre bekledikten sonra boyanan saçlar durulanır. Rengin kalıcı olması için sabitleştiren bir sıvı veya saç kremi uygulanır ve işlem tamamlanır.

İKİ AŞAMALI SAÇ BOYAMA İŞLEMİ NASIL YAPILIR?

Saçın rengini açmak veya değiştirmek için saç boyası kullanılır. Bunun için saçın rengi önce açılır sonra istenilen renge boyanır. Saçı olduğundan daha açık bir renge boyamak için bu iki işlem zorunludur. Saç rengini açmak için kullanılan madde hidrojenperoksit ve amonyaktan oluşan alkali bir karışımdır. Bu karışım saç telinin şişmesini ve boyayı kolayca içine almasını sağlar. Bu maddeye saç toniği de denir. Tonikler kalıcı veya yarı kalıcı olabilir. Saç boyası sürülmeden önce istenen renge yakın bir tonda açılır. Saç renkleri en koyu siyahtan en açık sarıya kadar yedi temel tonda sınıflandırılır ve açılma işlemi de buna göre ayarlanır.

1- Siyah,2- Kahverengi,3- Kızıl,4- Altın kızıl,5- Altın,6- Sarı,7- Açık sarı.

Doğal saç rengi siyah olan birisi, listedeki renk aşamalarından geçerek sonunda sarışın olabilir. Unutulmamalıdır ki, saçların rengini açmak için kullanılan saç toniği ne kadar kuvvetli olursa, saçı da o ölçüde yıpratır.

SEYREK VE BEYAZ SAÇLAR NASIL BOYANMALIDIR?

Saçların seyrek olduğu veya belirli bir ölçüde kellik bulunduğu durumlarda koyu renklerle boyanmaması gerekir. Çünkü koyu renkler görüntüyü belirginleştirir. Boyanan renk, kafa derisinin rengine ne kadar yakın olursa, saç o ölçüde iyi görünür.

Doğal rengi beyaz olan saçlar da koyu renge boyanmamalıdır. Çünkü bu durumda dipten çıkacak beyaz saçlar çok daha fazla göze çarpar.

Beyaz veya seyrek saçların, doğal renginden iki ton daha açık renge dönüştürülmesi, tüm kusurların mükemmel bir şekilde kapatılmasını sağlayacaktır.

Sonbahar mevsimi küresel ısınmanın da etkisiyle artık daha kısa sürüyor. Hal böyle olunca vücudumuzu kışa hazırlamak için elimizde daha kısa bir süre kalıyor. Özellikle saçlarımız için yazın en büyük etkisi güneş ışığı, deniz tuzu ve havuz klorudur. Bunlar saç tellerimizi yıpratır, saç derimize zarar verir ve planlanmamış sorunların ortaya çıkmasına sebep olur. Özellikle kış öncesi yapacağınız saç rengi değişiklikleri bizim için önemlidir. Boya öncesi yapılacak bakım ve tedaviler gelecek yazın gidişatını da yakından belirleyecektir.

Saça kalıcı veya yarı kalıcı boya uygulanmadan önce alerji testi yapılması gerekir. Test için ensede görülmeyen bir deri veya bir tutam saça boya sürülerek bakılması doğrudur. Bu, kontakt dermatit riskine karşı bir önlemdir. Ayrıca bazen boyama sonucunda beklenmedik renkler ortaya çıkabilir. Alerji testi yapıldığında renkle ilgili sürprizlere de engel olunabilir. İlk kez boyanan bir saç boyayı kabul etmez. Dikkatli olunmazsa saçta istenmeyen bir renk ortaya çıkabilir. Ayrıca daha önce metalik boyalarla boyanmış veya perma gibi kimyasal işlemlerden geçmiş saçlar da öngörülen rengi almayabilir. Bu sürpriz renkleri kapatmak da kolay olmaz. Bazen kimyasal değişimler oluşur ve saç rengi koyu kırmızı tonlar alabilir. Tüm bu nedenlerle önceden renk testi uygulanması her açıdan yararlıdır. Saç bir kez boyandıktan sonra bir daha alerjik tepki vermez. Yine de boyanın fazlası asitli bir şampuanla temizlenmelidir. Bazı kişiler parafenilenediamin maddesine karşı aşırı tepki gösterirler. Bu tepki evde kullanılan boyalarda da karşımıza çıkar. Boya saça sürüldüğü anda yüz şişebilir veya başka rahatsızlıklar oluşabilir. Bu durumda saçlardaki boya acilen yıkanmalı ve hemen doktora gidilmelidir.

Bu tip boyalar beyaz saçları kapatmak veya saç rengini koyulaştırmak için kullanılır. Tek işlemli saç boyaları krem formundadır ve şampuan gibi kullanılır. Saçın boyayı daha rahat kabul edebilmesi için saçın kirli olması tercih edilir veya boya yapılmadan önce saç kremi uygulanır. Böylece yıpranmış veya daha önce kimyasal işlem görmüş saçların boyayı reddetmesi önlenir. Ancak saçlar aşırı derecede hasar görmüşse bu tip boyalar pek işe yaramaz. Bu durumda boya önce saç diplerine daha sonra saçın tamamına sürülür. Belirli bir süre bekledikten sonra boyanan saçlar durulanır. Rengin kalıcı olması için sabitleştiren bir sıvı veya saç kremi uygulanır ve işlem tamamlanır.

Saçın rengini açmak veya değiştirmek için saç boyası kullanılır. Bunun için saçın rengi önce açılır sonra istenilen renge boyanır. Saçı olduğundan daha açık bir renge boyamak için bu iki işlem zorunludur. Saç rengini açmak için kullanılan madde hidrojenperoksit ve amonyaktan oluşan alkali bir karışımdır. Bu karışım saç telinin şişmesini ve boyayı kolayca içine almasını sağlar. Bu maddeye saç toniği de denir. Tonikler kalıcı veya yarı kalıcı olabilir. Saç boyası sürülmeden önce istenen renge yakın bir tonda açılır. Saç renkleri en koyu siyahtan en açık sarıya kadar yedi temel tonda sınıflandırılır ve açılma işlemi de buna göre ayarlanır.

1- Siyah,

Yazının Devamını Oku

Doğal ve bitkisel kozmetikler efsanesi

13 Ekim 2017
"Doğal" veya "bitkisel" sıfatları, kozmetikte giderek bir efsane haline dönüşüyor.

“Doğal” veya “bitkisel” sıfatları, kozmetikte giderek bir efsane haline dönüşüyor. Doğanın zenginliklerine, bitkilere, tohumlara ne kadar hayran olsak azdır! Yaşadığımız çevreyi seçme olanağı bulduğumuzda veya beslenme konusunda, bunların önemini her fırsatta vurguluyorum. Gelgelelim, kozmetikler konusundaki gerçekler, biraz farklı görünüyor. Büyük bir araştırma konusu haline gelmiş olan kozmetik ürünlerin %100 doğal olması mümkün değildir. Bu nedenle size tavsiye edilen birbirinden şık kavanozların tümünün içinde, doğal maddelerle birlikte sentetik karışımlar olduğuna emin olabilirsiniz. En azından, hepsinin içinde koruyucu maddeler bulunur. Bu ürünler güzeldir ve iyi ki de hassas formüllerle laboratuarlarda imal edilmişlerdir. Yoksa farklı ciltlerin yağ ve nem dengesini korumaları da, UV ışınlarını filtre etmeleri de alerjiyi önlemeleri de mümkün olmazdı.

Cilde iyi geldiğini bildiğimiz doğal malzemeleri sıralayacak olursak, oldukça uzun bir liste yapmamız gerekir; birçok meyve, meyve asitleri, limon, yeşil çay, gül suyu, papatya, bal, kakao yağı, deniz yosunları, balık yağı, termal sular, kil çeşitleri, zeytinyağı, bademyağı, kayısı yağı, bergamot, ısırgan otu, papaya, aloevera, çay ağacı yağı, buğday özü, lavanta suyu, soya yağı, biberiye, avokado,üzüm çekirdeği yağı ve extresi, ay çiçeği yağı, jojoba, susam yağı, ceviz yağı, havuç tohumu, portakal çiçeği suyu, keten tohumu, yulaf ezmesi ve daha birçokları…

Bunların hepsi çok değerlidir. Tümü kozmetik ürünlerde kullanılır. Gelgelelim cilde saf olarak uygulanmaları cesaret ister! Ben birçok hastama tonik olarak gül suyu veya maden suyu; gece kremi olarak haftada 1 veya iki kere kayısı yağı, bazen badem yağı veya gliserin öneriyorum. Kimilerine taze papatya çayı, lavanta losyonu, biberiye veya yeşil çay kompreslerini, haricen uygulanacak bir kür olarak da veriyorum. Bu ürünlerin bazılarını hafif peeling için, bazılarını cildin nemini tutması için, kimisini iltihap giderici veya antiseptik özelliklerinden dolayı öneriyorum. Tabii bunların hazırlanışı, tazeliği, yoğunluğu ve ciltten arındırılması ayrı bir özen ve bilgi gerektiriyor. Özetleyecek olursak, bütün bunlar destek olarak kullanılabilir ancak öyle pek amatörce uygulanacak şeyler değildir. Kimisindeki asit, diğerindeki şeker içeriği veya yağ oranı, beklenmedik reaksiyonlara, tahrişlere neden olabilir. Bu nedenle kozmetik ürünler içinde kullanıldıkları zaman, sentetik karışımlarla dengelenirler.

Unutmamak gerekir ki bütün ciltler hassastır. Yağlısı da, kurusu da, karması da, esmeri de beyazı da son derece duyarlıdır. Tüm vücudumuzu giysilerle dış etkenlerden koruruz. Ancak yüzümüz, en ön cephede her türlü hava ve çevre koşullarında bizi savunmasız, çırılçıplak temsil eder… Onu giydiremesek de, olumsuz koşullardan elden geldiği kadar korumak zorundayız. Bu nedenle, özellikle yüz için hazırlanan bakım ürünleri, ayrıntılı araştırmaların eserleridirler. Etkin bir nemlendiricinin içinde; su ve cildin üzerine yayılan yağ veya benzeri malzemelerin, bazen de cildin içine su aktarımı yapabilen nesnelerin bulunması gerekir.

Nemlendirici ürünlerde; bitkisel yağlar, hayvansal yağlar ve petrolden elde edilen yağlar da kullanılır. Genellikle bademyağı, avakado, havuç, hindistan cevizi, mısır, jojoba, zeytinyağı, soya, ayçiçek yağları tercih edilir. Birçok nemlendiricide, koyun yününden elde edilen lanolin, kimisinde balık yağı, glycolipid, fosfolipid gibi yağlar da bulunur. Bazılarında petrolden elde edilen vazelin, ağaç kütüklerinden elde edilen yağlar veya kayalardan çıkarılan silikon yağlar tercih edilir. Mineral yağlar sayılan silikon ve vazelin çok güzel nemlendiricilerdir. Özellikle silikonlar cildin üzerinde ince bir tabaka oluşturup onu dış etkenlerden korurlar. Bazı ürünlere kolajen veya hyaluranik asit ilave edilir. Bunlar da cildin su kaybını önleyen etkili bir tabaka meydana getirirler. Tüm bu sayılanlar, gördüğünüz gibi esasında doğal maddelerdir. Ama hepsi bitkisel olmadığı gibi, saf haldeyken kır çiçekleri gibi de kokmazlar.

Öte yandan içindeki meyveler veya diğer bitki özleri için tercih ettiğiniz şampuanları düşünün. Bunların içinde her şeyden önce deterjanlar bulunur. Deterjan olmasa saçlar ne köpürür ne de temizlenir. Piyasadaki sayısız şampuanın deterjan özellikleri ise aynıdır. Öte yandan saç için en yararlı katkı maddeleri arasında, hidrolize edilmiş hayvansal proteinler ve keratin bulunur. Bu maddeler saçları mükemmel bir şekilde canlandırır ama ne yazık ki bitkilerden elde edilemezler. Örneğin natürel zeytinyağı ile yapılan ev sabunları vardır. Pazarlarda ve doğal malzemeler satan dükkanlarda bunları görebilirsiniz. Avrupa’da bunlar hediyelik eşya olarak inanılmaz itibar görüyorlar. Bu tip sabunların bazılarının pH dengesi uygun olabilir ama çoğu değildir. İnsanı şaşırtsa da cilde en iyi gelen sabunlar, genelde sentetik sabunlardır. Çünkü ölçülü pH ile imal edilirler, yumuşak bir temizlik yaparlar, cildin asit mantosuna zarar vermezler, tahriş etmezler, alerjiye neden olmazlar, cildi kurutmazlar hatta nemlendirirler. Sonuçta kendileri tamamen doğal olmasa da cildin doğal dengesini korumaya yardımcı olurlar.

Zıtlıklar bazen şaşırtıcı oluyor. Ben de bugün, doğallık ve bitkisellik arayışına biraz tersinden bakmaya çalıştım. Kozmetik seçimi konusunda, bir başka gerçeğe dikkatinizi çekmek istedim.

Yazının Devamını Oku