Bronzlaşma nasıl gerçekleşir?
Güneşten sonra oluşan tüm değişiklikler; pembeleşme veya bronzlaşma esasında cildin kendini güneş ışınlarından korumak için gösterdiği tepkilerdir. Ultraviyole ışınlarının saldırısı karşısında, cilt kendisini korumak için, renk hücrelerinin (melanin pigmentlerinin) sayısını arttır. Cildin rengi bu nedenle kırmızıdan-bronzluğa kadar değişen farklı tonlar alır.
Bronzlaşma vücudun güneşe verdiği tepkidir!
Bizler ayna karşısına geçip, mayomuzun bıraktığı izleri keyifle seyrederken, güneş hasarları sinsi bir şekilde ilerler. Çiller, açık ve koyu renkte lekeler, zamansız yaşlanma, cildin kolayca morarması, kılcal damar çatlamaları, varisler, siyah noktalar, kanser riski ve daha fazlası...
Güneşe bağlı yaşlanma nedir?
Bütün bu hasarlar içinde, insanı güneşlendiğine en çok pişman edenlerinden biri, “photo-aging” yani yaşa değil, güneşe bağlı yaşlanmadır. İnsanlar, daha diri ve daha genç görünmek uğruna güneşe teslim olurken, günün birinde photo-aging’in sonuçlarıyla karşı karşıya kalacaklarını tahmin edemezler. Güneşe çok fazla maruz kalındığında, deriye gerginliğini ve sıkılığını sağlayan liflerin bir kısmı dejenere olurken bir kısmı da yok olur. Bu durum cildi desteksiz bırakır ve son derece derin çizgiler meydana gelmesine, ayrıca köselemsi bir yapı oluşmasına neden olur.
Hiç mi güneşlenmeyeceğiz?
Saat 10.00 - 15.00 arasında plajda güneşlenmemeye dikkat edin. Sabah erken saatlerde veya akşamüzeri denize girmenin keyfini çıkarın. Bunu da yaparken bol bol güneşten koruyucu sürerek kendinize en büyük iyiliği yapın. İnanın, koruma faktörü (SPF) yüksek, iyi bir güneşten koruyucu, cildiniz için en pahalı nemlendiriciden veya kırışık engelleyici kremden daha yararlıdır. Camlarının rengi koyu, UV filtreli bir güneş gözlüğü ise hem gözlerinizi katarakt tehlikesinden korur hem de tüm gözaltı kremlerinden daha etkilidir.
Su kaybı doğrudan doğruya bir ölüm nedenidir, ağır ishallerde olduğu gibi… Kadın vücut ağırlığının %50’si sudur. Erkeklerde bu oran %60’ya kadar çıkmaktadır. Suyun büyük çoğunluğu (%40) hücrelerimizde depolanır. Bu oranlara baktığınızda, genç ve canlı kalabilme vücudunuzdaki su oranına bağlıdır. Vücudunuz su açısından ne kadar zenginse, o kadar gençsinizdir.
Yaşlandıkça cilt de, saçlar da kurumaya başlar. Bu bozulan su dengesinin bir sonucudur. Yeteri kadar su içilse bile, hücreler suyu tutmakta zorlanır. Hücreleri çevreleyen koruyucu yağlar gittikçe fakirleşir. Bu da hücrelerin su kaybetmesine neden olur. Yani yağlar sandığımızdan daha önemlidir!Susuzluk belirtileri ciltte başlar. O bizim koruyucu giysimizdir. Cildimiz sürekli olarak yıkıcı dış saldırılar altındadır. Zehirli kimyasallar, hava kirliliği, güneşten gelen ultraviyole ışınları, tahriş, serbest radikaller gibi. İçerden ise doğal enzim etkileri, toksinler ve yine serbest radikaller, cildimizi ve tüm sağlığımızı tehdit eder. Ve bütün bunlar hücrelerimizde su kaybına neden olur.
Gün boyunca ortalama 2,5 litre su kaybederiz. Bunun 1,5 litresini idrarla, 0,4 litre kadarını terleme yoluyla, gene 0,4 litre suyu da nefes verirken. Demek ki, günde en az 2,5 litre suyu yerine koymak yaşamsal önem taşımaktadır. Hava sıcaksa veya herhangi bir nedenle fazla terlemişsek su ihtiyacı da artar. Su vücudun kan yapmasını ve kan dolaşımını sağlar, mukoza dokularını ve cildi nemli tutar, bazı vitaminleri çözer, idrarla böbreklerin temizlenmesine aracı olur, sindirimi düzenler, kabızlığı iyileştirir. Vücutta biriken ödemi atmanın en iyi yolu da su içmektir. Çünkü en iyi idrar söktürücü (diüretik) bizzat suyun kendisidir. Vücudunda su biriken kadınların genellikle yeteri kadar su içmedikleri görülür. Sabahları aç karnına su içilmesi vücuttaki zararlı toksinleri temizler.
Hiç kuşkusuz güzel bir duş, banyo, havuz veya deniz, yorgunluğumuzu alan şeylerdendir. Sabah yüzünüzü yıkamadan kendinize gelebilir misiniz? Su içinde 7’den 70’e herkesi neşe sarar. Su insanı arındırır, canlılık, keyif, moral ve sağlık verir. Suya girmek tek kelime ile harikadır. İnsan suda vücut ağırlığının sadece %10’unu hisseder. Yüzerken veya su içinde dururken eklemlere, iskelete hiç yük binmez. Suyun hareketi yumuşak bir masaj gibi insanı dinlendirir, vücudu sıkılaştırır, kasları formda ve esnek tutar. Ayrıca zihni sakinleştirir, tasaları unutturur…
Aklınızda olsun, susama hissi ortalama 400-500 gram su kaybettikten sonra başlar. Canınız bir bardak su istediğinde, su kaybına çok yakın olduğunuzu bilmelisiniz. Bu nedenle özellikle sıcak ve kuru yerlerde bulunduğunuzda, su içmek için susamayı, ağzınızın kurumasını beklemeyin.
Su kaybı doğrudan doğruya bir ölüm nedenidir, ağır ishallerde olduğu gibi… Kadın vücut ağırlığının %50’si sudur. Erkeklerde bu oran %60’ya kadar çıkmaktadır. Suyun büyük çoğunluğu (%40) hücrelerimizde depolanır. Bu oranlara baktığınızda, genç ve canlı kalabilme vücudunuzdaki su oranına bağlıdır. Vücudunuz su açısından ne kadar zenginse, o kadar gençsinizdir.
Yaşlandıkça cilt de, saçlar da kurumaya başlar. Bu bozulan su dengesinin bir sonucudur. Yeteri kadar su içilse bile, hücreler suyu tutmakta zorlanır. Hücreleri çevreleyen koruyucu yağlar gittikçe fakirleşir. Bu da hücrelerin su kaybetmesine neden olur. Yani yağlar sandığımızdan daha önemlidir!
Susuzluk belirtileri ciltte başlar. O bizim koruyucu giysimizdir. Cildimiz sürekli olarak yıkıcı dış saldırılar altındadır. Zehirli kimyasallar, hava kirliliği, güneşten gelen ultraviyole ışınları, tahriş, serbest radikaller gibi. İçerden ise doğal enzim etkileri, toksinler ve yine serbest radikaller, cildimizi ve tüm sağlığımızı tehdit eder. Ve bütün bunlar hücrelerimizde su kaybına neden olur.
Gün boyunca ortalama 2,5 litre su kaybederiz. Bunun 1,5 litresini idrarla, 0,4 litre kadarını terleme yoluyla, gene 0,4 litre suyu da nefes verirken. Demek ki, günde en az 2,5 litre suyu yerine koymak yaşamsal önem taşımaktadır. Hava sıcaksa veya herhangi bir nedenle fazla terlemişsek su ihtiyacı da artar. Su vücudun kan yapmasını ve kan dolaşımını sağlar, mukoza dokularını ve cildi nemli tutar, bazı vitaminleri çözer, idrarla böbreklerin temizlenmesine aracı olur, sindirimi düzenler, kabızlığı iyileştirir. Vücutta biriken ödemi atmanın en iyi yolu da su içmektir. Çünkü en iyi idrar söktürücü (diüretik) bizzat suyun kendisidir. Vücudunda su biriken kadınların genellikle yeteri kadar su içmedikleri görülür. Sabahları aç karnına su içilmesi vücuttaki zararlı toksinleri temizler.
Hiç kuşkusuz güzel bir duş, banyo, havuz veya deniz, yorgunluğumuzu alan şeylerdendir. Sabah yüzünüzü yıkamadan kendinize gelebilir misiniz? Su içinde 7’den 70’e herkesi neşe sarar. Su insanı arındırır, canlılık, keyif, moral ve sağlık verir. Suya girmek tek kelime ile harikadır. İnsan suda vücut ağırlığının sadece %10’unu hisseder. Yüzerken veya su içinde dururken eklemlere, iskelete hiç yük binmez. Suyun hareketi yumuşak bir masaj gibi insanı dinlendirir, vücudu sıkılaştırır, kasları formda ve esnek tutar. Ayrıca zihni sakinleştirir, tasaları unutturur…
Aklınızda olsun, susama hissi ortalama 400-500 gram su kaybettikten sonra başlar. Canınız bir bardak su istediğinde, su kaybına çok yakın olduğunuzu bilmelisiniz. Bu nedenle özellikle sıcak ve kuru yerlerde bulunduğunuzda, su içmek için susamayı, ağzınızın kurumasını beklemeyin.
Uykusuzluk ilk başta sizi yormuyor gibi görünebilir sonrasında ne kadar zaafımız varsa, hepsini ortaya çıkarır. En hafif sonuçlarını sayacak olursak;
Gece uykusunun yerini hiçbir şey tutamaz. Vücut saatimiz, gündüzleri aktif olmak, geceleri dinlenmek üzere ayarlanmıştır. Beyin epifizi, geceleri melatonin adı verilen bir hormon salgılar. Bu hormon da vücut saatini ayarlar.Melatonin gece 23.00 - 03.00 arasında en üst seviyeye çıkar. İnsan iyi ve doyumlu bir uyku uyumuşsa, diğer hormonlar faaliyete geçer ve sabah keyifli uyanmamızı, günümüzü dengeli, huzurlu, aktif, verimli geçirmemizi sağlar.
Düzenli uyku uyuyamıyorsanız, kendinize kozmetik önlemler aramayı bir yana bırakıp bu sorunu çözmeye çalışın. Çünkü hiçbir estetik müdahale güzelliğinize uyku kadar yararlı olamaz veya uykusuzluğun sonuçlarıyla baş edemez.
Gündüz spor yapmanız, gece daha kolay gevşemenizi sağlar. Ayrıca geceleri hafif yemekler yemeniz, gerilim filmleri izlemekten kaçınmanız, tartışmalardan uzak durmanız, yatak odanızı havalandırmanız, her gece aynı saatte yatmanız çok yararlıdır. Birçok insan meditasyonla ve nefes teknikleriyle uykularını düzenlemeyi başarıyor, bunları öğrenebilirsiniz.
Uykusuzluk ilk başta sizi yormuyor gibi görünebilir sonrasında ne kadar zaafımız varsa, hepsini ortaya çıkarır. En hafif sonuçlarını sayacak olursak;
Gece uykusunun yerini hiçbir şey tutamaz. Vücut saatimiz, gündüzleri aktif olmak, geceleri dinlenmek üzere ayarlanmıştır. Beyin epifizi, geceleri melatonin adı verilen bir hormon salgılar. Bu hormon da vücut saatini ayarlar.
Melatonin gece 23.00 - 03.00 arasında en üst seviyeye çıkar. İnsan iyi ve doyumlu bir uyku uyumuşsa, diğer hormonlar faaliyete geçer ve sabah keyifli uyanmamızı, günümüzü dengeli, huzurlu, aktif, verimli geçirmemizi sağlar.
Düzenli uyku uyuyamıyorsanız, kendinize kozmetik önlemler aramayı bir yana bırakıp bu sorunu çözmeye çalışın. Çünkü hiçbir estetik müdahale güzelliğinize uyku kadar yararlı olamaz veya uykusuzluğun sonuçlarıyla baş edemez.
Gündüz spor yapmanız, gece daha kolay gevşemenizi sağlar. Ayrıca geceleri hafif yemekler yemeniz, gerilim filmleri izlemekten kaçınmanız, tartışmalardan uzak durmanız, yatak odanızı havalandırmanız, her gece aynı saatte yatmanız çok yararlıdır. Birçok insan meditasyonla ve nefes teknikleriyle uykularını düzenlemeyi başarıyor, bunları öğrenebilirsiniz.
Her yıl sadece ABD’de 3 milyon kişi cilt kanserine yakalanıyor. Güneş koruyucuları belki de cilt kanserlerinin azalmasında en etkili rol oynayan ürünlerden. Kanıtlanmış cilt kanseri etkilerine baktığımızda ilk göze çarpan durum uzun süre güneşe maruz kalmadır. Esmer olanlar beyaz tene sahip olmadıkları için sevinebilir, UV ışınlarına maruz kalmanın bir sorun yaratmayacağını da düşünebilirler. İşin gerçeği böyle değildir. Herkes UV ışınlarının doğrudan muhatabıdır.
Güneş koruyucu kullanmak hala cilt kanserini engellemek için en doğru ve kolay olanıdır. Ancak koruyuculuk özelliğini artırmak için bazı ürünler içine konulan çinko oksit ve titanyum dioksit bazı şüpheleri üzerine çekiyor. Güneş koruyucuları 1970’li yıllarda Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) dışında kalarak reçetesiz satılan ürünler içerisinde yer aldı. Bu şekilde, modern ilaçların girdiği testlerden geçmedi. Bu arada Avrupa’da güneş koruyucuları ilaç dışında kalmaya devam ederek, kozmetik olarak değerlendirilmeye devam ediyor.
Peki cilde uygulanan kimyasallar vücudumuz tarafından ne kadar emilmekte ve etkileri nelerdir?
Birkaç hafta önce yapılan bir araştırmada dört güneşten koruyucuyu 24 insan test etti. Dört üründen ikisi sprey, biri losyon ve diğeri de kremdi. Katılımcılara, güneşten koruyucuları dört gün boyunca günde dört kez vücutlarının yüzde 75'ine uygulamaları istendi ve bu kişilerden bir hafta boyunca kan örneği alındı. Kan örneklerinin ilk gününde bile FDA'nın belirlediği mililitre kan başına 0.5 nanogramdan fazla aktif bileşen çıkması, krem hariç tüm ürünleri tartışmaya açtı.
Çıkan sonuç, güneş kremlerinin zararlı olduğuna dair bir kanıt değildir. Alınan miktarların tamamen güvenli olması da mümkündür. Güneşten koruyucular, cilt kanserine yol açabilecek cilt hasarını önlemenin de hala en önemli bileşenidir. Ancak, bu emilimin etkilerinin kontrol edilmemesi gerektiği anlamına gelmez. Çinko oksit ve / veya titanyum dioksit kullanan güneş kremleri “genel olarak güvenilir ve etkilidir” önermesi doğrudur. Bu inorganik bileşikler vücutta emilmez ve güneşin zararlı ışınlarını yansıtırlar.
Özellikle mercan resifleri gibi hassas güzelliklerin olduğu yazlık bölgelerde güneş koruyucuları yasaklanmaya başladı. Bazılarının içeriğinde yer alan oksibenzon, oktinoksat ve parabenler bu durumu daha da elzem hale getiriyor. Bu bileşenler zamanla insan ve denizlerde yaşayan organizmalarda birikebiliyor. On binlerce insanın aynı anda denize yüzmek için girdiğini düşündüğünüzde bu korkunun yersiz olmadığını daha da kolay anlayabilirsiniz.
Organik maddeler içeren güneş kremlerinin çevreye bir zararının olmadığını savunmak zordur. Geçtiğimiz yıl yapılan bir çalışmada çinko oksit ve titanyum dioksitin aynı zamanda mercanlar üzerinde beyazlatıcı etkilerinin de olabileceğini düşündürmüştür.
UV’den korunmak için şort, tişört ve şapka giymelisiniz. Bu durumda daha az güneş koruyucu sürme şansınız olacaktır. Ayrıca hayatınızı kolaylaştırırken dolaylı yönden çevreye de katkınız olacaktır.
Her cilt tipine uygun olan Hydrafacial sanıldığı gibi sadece bir temizlik işlemi değildir. Cilt kırışıkları, cilt lekeleri, büyük gözenekler ve akne tedavisinde de iddialı bir tedavidir.
Hydrafacial, doğrudan dermise müdahale etme şansını verir. Bu sayede yüzeysel değil daha derin bir temizleme ve cildi harekete geçirme şansı elde edilir. Özellikle işlem ile birlikte kolajen artar, cilt yenilemesi gerçekleşir. İşlem sırasında özel içerikli serum ve vakumlama aracılığı ile cildin yüzeyindeki ölü deri rahatlıkla temizlenir.
Hydrafacial, tüm cilt tipleri için gerekli olan nem ve bakım ihtiyaçlarını karşılayan bir “antiaging” bakım sistemidir. İğnesiz, vakumlama yöntemi ile işlem gerçekleştirilir. Kişi hiçbir acı, ağrı hissetmez hatta bir makyaj fırçasının yüzde dolaşması gibi bir his duyar. Cildin problemine göre uygun serumlar kullanılarak ince çizgiler, cilt tonu düzensizlikleri, lekeler tedavi edilir. Aynı zamanda cilde hyaluronik asit, peptidler ve antioksidan içerikli solüsyonlar verilerek cilt korunur daha canlı, aydınlık ve genç görünmesi sağlanır. Cildin durumuna göre vakumlama işlemi 30 dakikaya kadar sürdürülebilir.
İşlem bittiğinde cihazın haznesinde biriken kirli ve ölü deri kalıntıları, cildinizin derinlemesine temizlendiğinin en büyük kanıtıdır.
İşlem tek, çözüm çok
Yüzeysel Temizlik
Cildin en üst tabakasına manuel bir şekilde temizlik işlemiyle başlanır, ardından basit bir peeling uygulamasıyla cilt yumuşatılır.
Ergenlik çağına gelinceye kadar herkesin cildi yağ ve nem dengesi bakımından normaldir. Ama 13-14 yaşlarında seksüel hormonlar faaliyete geçince işler değişir. O pürüzsüz, saydam çocuk cildi, hemen herkeste biraz yağlanır. Ergenlik sivilceleriyle karşılaşmayan gençlerin sayısı azdır. Bu geçiş döneminden sonra cilt tipleri farklılaşır. Kimi insanların payına da yağlı bir cilt düşer. Bu bir talihsizlik midir? Böyle denilemez. Hakikaten şanslı olanlar sadece normal cilde sahip olanlardır.
Yağlı ciltlere kurutucu ve tahriş edici bir bakım uygulanmadıkça, kolay kolay kırışmazlar ve daha güzel görünürler. Bu açıdan avantajlı bile sayılırlar. Aslında kadınlarda aşırı yağlı cilde pek sık rastlanmaz. Bu sorun daha ziyade erkeklere özgüdür.
Cildimizin tipi, buluğ çağında, hamilelik ve menopoz döneminde veya ara mevsimlerde değişebilir. Özellikle sonbaharda yağlanma artar. Bu dönemlerin dışında değişiklikle karşılaşılacak olursa, önce kullanılan ürünlerden, sonra hormonal sorunlardan kuşkulanmak gerekir.
Cildin yağlı olması, çoğunlukla kalıtımsaldır. Bazen temizliğin ihmal edilmesi, yanlış kozmetikler ve bakım ürünleri veya aşırı stres, metabolizmanın bozulması, bazı kan dolaşımı rahatsızlıkları, hormonal sorunlar, sağlıksız beslenme cildin fazla yağlanmasına neden olabilir. Uykusuzluk ve stres yağlanmayı geçici olarak artırır. Örneğin uykusuz bir gecenin ardından, saçlarımız sanki 1 hafta yıkanmamış gibi yağlanabilir.
Cildimiz sebum adı verilen bir yağ tabakası ile kaplıdır. Normal miktarda sebum yararlı ve gereklidir. Çünkü cildin nemini arttırır, pürüzsüz bir görüntü sağlar ve kırışmayı geciktirir. Aşırı sebum ise, ölü cilt tabakası ile birleşerek, gözenekleri genişletir, siyah noktaları ve akneleri oluşturur.
Yağlı ciltte yağ bezlerinin sayısı normal ciltten farklı değildir. Ancak yağ üretimi ve salgısı fazladır. Yağlı cilt her çağımızda farklı sorunlara neden olur;
Günlük temizlik ve düzenli peeling yağlı ciltler için daha önemlidir. Çünkü hava ve çevre kirliliği, yağ ve makyaj artıkları zaten geniş olan gözeneklerin ağzını tıkar ve siyah noktaları oluşturur. Bu siyah noktalar temizlenmezse sivilcelere dönüşür.
CİLDİNİZ GERÇEKTEN TEMİZ Mİ?
AHA’larla yapılan peelingler cildin yağ dengesini düzenler. Geceleri A vitamini, Tretinoin veya AHA içeren kremleri kullanabilirsiniz. Cildin yağlılık derecesine göre, bunları her gece veya gün aşırı uygulayabilirsiniz. Cildinizi hafifçe soyan bu kremleri sürdükten sonra ayrıca nemlendirici kullanmanıza gerek kalmaz.
Mikrodermabrazyon hafif bir peeling yöntemidir. Belli bir basınç ile son derece ince alüminyum hidroksit kristalleri püskürtülerek yapılır. Cilde çarpan kristaller, cilt yüzeyini hafifçe aşındırırken, alt deriyi uyarırlar. Hafif aşınma, ölü derinin soyulmasını ve taze bir deri oluşmasını sağlar. Uygulandıkça cilt canlanır, nem dengesi düzelir ve genişleyen gözenekler sıkışır.
Yağlı ciltlerin bakımında yapılan en büyük hata onları nemsiz bırakmaktır. Yağlı ciltlerin su ve nem ihtiyacını karşılamak için en önemlisi kurutucu bakımlardan sakınmaktır. İkincisi ölçülü bir şekilde nemlendirmektir. Bu amaçla hazırlanan değişik ürünleri kullanabilirsiniz;
Sirke toniği: 1 kaşık elma sirkesi ile 8 kaşık kaynak suyunu karıştırıp, yağlı ciltler için güzel bir tonik elde edebilirsiniz.
Doğal maden sodası: İçindeki zengin mineraller sayesinde tüm ciltler için yararlı ve besleyici bir toniktir. Bundan da yararlanabilirsiniz.
Yumurta akı maskesi: Yumurta akını iyice çırptıktan sonra içine bir çay kaşığı limon suyu koyun ve bekletmeden yüzünüze ve boynunuza sürün.
Yoğurt maskesi: 1 çay kaşığı yağsız sade yoğurdu, arpa unu ile karıştırırsanız, yağlı cildi sakinleştirecek bir maske hazırlayabilirsiniz.
Kil maskesi: Satın aldığınız kili doğrudan doğruya sulandırarak hazırlayabilirsiniz. Kil ciltteki fazla yağı alan ancak kurutmayan harika bir maddedir.
Ergenlik çağına gelinceye kadar herkesin cildi yağ ve nem dengesi bakımından normaldir. Ama 13-14 yaşlarında seksüel hormonlar faaliyete geçince işler değişir. O pürüzsüz, saydam çocuk cildi, hemen herkeste biraz yağlanır. Ergenlik sivilceleriyle karşılaşmayan gençlerin sayısı azdır. Bu geçiş döneminden sonra cilt tipleri farklılaşır. Kimi insanların payına da yağlı bir cilt düşer. Bu bir talihsizlik midir? Böyle denilemez. Hakikaten şanslı olanlar sadece normal cilde sahip olanlardır.
Yağlı ciltlere kurutucu ve tahriş edici bir bakım uygulanmadıkça, kolay kolay kırışmazlar ve daha güzel görünürler. Bu açıdan avantajlı bile sayılırlar. Aslında kadınlarda aşırı yağlı cilde pek sık rastlanmaz. Bu sorun daha ziyade erkeklere özgüdür.
Cildimizin tipi, buluğ çağında, hamilelik ve menopoz döneminde veya ara mevsimlerde değişebilir. Özellikle sonbaharda yağlanma artar. Bu dönemlerin dışında değişiklikle karşılaşılacak olursa, önce kullanılan ürünlerden, sonra hormonal sorunlardan kuşkulanmak gerekir.
Cildin yağlı olması, çoğunlukla kalıtımsaldır. Bazen temizliğin ihmal edilmesi, yanlış kozmetikler ve bakım ürünleri veya aşırı stres, metabolizmanın bozulması, bazı kan dolaşımı rahatsızlıkları, hormonal sorunlar, sağlıksız beslenme cildin fazla yağlanmasına neden olabilir. Uykusuzluk ve stres yağlanmayı geçici olarak artırır. Örneğin uykusuz bir gecenin ardından, saçlarımız sanki 1 hafta yıkanmamış gibi yağlanabilir.
Cildimiz sebum adı verilen bir yağ tabakası ile kaplıdır. Normal miktarda sebum yararlı ve gereklidir. Çünkü cildin nemini arttırır, pürüzsüz bir görüntü sağlar ve kırışmayı geciktirir. Aşırı sebum ise, ölü cilt tabakası ile birleşerek, gözenekleri genişletir, siyah noktaları ve akneleri oluşturur.
Bir mantar türünden elde edilen bu çay, doğal yollarla fermente edilerek içmeye hazır hale getiriliyor. Adı geçen mantarın şekli düz bir diske benzer ve jelatinimsi bir zarı bulunur. Süreç mantarın çay ve şekerden oluşan besleyici bir sıvı içerisinde olgunlaşarak sürekli üremesiyle meydana gelir. Fermante işlemi bittikten sonra karbonatlaşan kombucha; sirke, B-vitamini, enzimler, probiyotikler ve yüksek asit konsantrasyonu içeren bir içecek haline gelir.
- Malik asit (Elma asidi)- Bütirik asit- Etil alkol- Hyaluronik asit- Pleroylglutamic asit- Glukonik asit- B vitaminleri (vitamin B 1, B 2, B 6, B 12)- Anti bakteriyel, asetik asit- Laktik asit- Usnik asit- Chondroitinsülfat asit- Oksalik asit- Mucoitinsülfat asit- Tannic Asit- Heparin
Kombucha çayı detoks etkisi bakımından karaciğerler için önemlidir. Karaciğerde hücre toksisitesini önleyici özelliktedir. Kombu çayı tüketiminin karaciğer hücrelerini oksidatif yaralanmaya karşı koruduğu, aslında toksine maruz kalmış olmalarına rağmen hücrelerin normal fizyolojilerini muhafaza ettikleri gözlenmiştir. Araştırmacılara göre bunun antioksidan etkisinden kaynaklandığı ve oksidatif stresin önemli rol oynadığı bilinen karaciğer hastalıklarına karşı faydalı olabilme ihtimalinin yüksek olduğu tahmin edilmektedir.
Çayın içerdiği antioksidan yoğunluğu, sindirim sistemindeki sorunları gidermekle kalmayıp aynı zamanda düzenlemektedir. Bunun en büyük nedeni de yaralı asit, probiyotikler ve enzimlerin yüksek seviyelerde görülmesidir.
Kombu çayının antioksidan içeriği sayesinde serbest radikalleri kontrol etme kabiliyeti yüksektir. Çay içinde bulunan DSL ve C vitamininin hücre hasarına, inflamatuar hastalıklara, tümörlere ve bağışıklık sisteminin genel depresyonuna karşı koruyucu etki gösterir.
Çay, eklem hasarlarını çeşitli şekillerde iyileştirmeye, onarmaya ve önlemeye yardımcı olmaktadır. Özellikle içeceğe glukozamin eklendiğinde hyaluronik asit üretimi artar, bu da kolajenin korunmasını destekler. Kolajen de aynı zamanda tüm ciltteki kırışıklıkların görünümünü azaltır.
Vücudumuzun birçok hastalığa karşı savaşmasını sağlayan savunma sistemini güçlendiren çay, içeriğinde yer alan yoğun probiyotik nedeniyle bu işi doğal yollardan gerçekleştirir.
Metabolizmayı iyileştirerek yağ birikimini aza indirdiği 2005 yılında yapılan çalışmalarda ortaya çıkmıştı. Bünyeyi hızlandırarak yağ yakımını arttıran bu çay forma girmede de yardımcı olmaktadır.
Hijyenik ortamda üretilmeyen çayda bazı sorunlar görülmektedir.İlk kullanım sırasında miktarın fazla olmamasına dikkat edilerek bu miktar zamanla artırılmalıdır.
Emzikli ve hamile kadınların, çayın içinde bulunan kafein nedeniyle tüketmemesi gerekmektedir.
Bir mantar türünden elde edilen bu çay, doğal yollarla fermente edilerek içmeye hazır hale getiriliyor. Adı geçen mantarın şekli düz bir diske benzer ve jelatinimsi bir zarı bulunur. Süreç mantarın çay ve şekerden oluşan besleyici bir sıvı içerisinde olgunlaşarak sürekli üremesiyle meydana gelir. Fermante işlemi bittikten sonra karbonatlaşan kombucha; sirke, B-vitamini, enzimler, probiyotikler ve yüksek asit konsantrasyonu içeren bir içecek haline gelir.
- Malik asit (Elma asidi)
- Bütirik asit
- Etil alkol
- Hyaluronik asit
Nil Karaibrahimgil’in, ‘’Bronzlaşmak’’ isimli parçasının nakarat bölümü bu şekilde başlıyor. Peki bronzlaşma nasıl oluyor, hızlıca bronzlaşmak mümkün müdür?
Cildiniz beyazsa, ne yaparsanız yapın bronzlaşmış insanlara benzemeniz mümkün değildir. Ve siz ne kadar kendinizi zorlarsanız o kadar sorun yaşamanız ihtimal dahilindedir.
Farklı cilt renklerinin ana nedeni, iklim özellikleri ve kalıtımdır. Renk pigmentlerinin varlık nedeni, bir kalkan veya filtre gibi güneş ışınlarının alttaki dokulara zarar vermesini önlemektir. Bu nedenle güneşin kızgın olduğu ülkelerde yaşayan ırklar koyu esmer veya zenci, soğuk ve güneşsiz ülkelerde yaşayan ırklar beyaz ve sarışın olurlar. Bizim insanlarımızın büyük çoğunluğu buğday tenlidir.
Cilt rengi konusunda tüm dermatologlar “Fitzpatric Cilt Tipleri” sınıflandırmasını esas kabul eder. Buna göre cildimizi 6 gruba ayırırız.
Kızıl saç ve çil
Bu tip insanların cildinde, doğal bir koruyucu olan “melanin” üretimi çok azdır. Beyaz tenli-kızıl saçlı olan bu insanlar, güneşe çıktıklarında hemen kızarırlar sonra da yüzleri ve omuzları çillerle dolar. Bilirsiniz, çiller kızıl saçların devamı gibidir. Nedeni tamamen güneşe karşı bu hassasiyettir. Bronzlaşmak için yanmakta ısrar edecek olurlarsa cilt kanseri riski çok yüksektir.