Yasemin Fatih Amato

Varis tedavisinde kullanılan en yaygın yöntem: Skleroterapi

6 Ocak 2020
Varis tedavisinde kullanılan en yaygın yöntem, skleroterapidir. Bu işlemde tüm varisli damarlara, esası tuzlu su olan bir karışım enjekte edilir. Bu ilaç, damar cidarlarının birbirlerine yapışmasını sağlar ve böylece damar işlevini yitirir. Birkaç hafta sonra nedbe dokuya dönüşerek kaybolur.

Skleroterapide geleneksel olarak kullanılan solüsyonun etkin maddesi tuzlu sudur. Tuzlu su alerjik reaksiyon yaratmaz. Ancak enjeksiyon sırasında acı duyulabilir veya deri tahriş olabilir. Avrupa’da tuzlu su yerine genellikle Aethoxy-Sklerol kullanılmaktadır. Ancak bu solüsyon, FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) tarafından henüz onaylanmadığı için, ABD’de geleneksel tuzlu su yöntemine devam edilmektedir. Aethoxy-Sklerol daha etkilidir. Tuzlu su içeren formülünse yan etkileri daha sınırlıdır. Ülkemizde her ikisi de kullanılmaktadır.

Skleroterapiye karar verilmeden önce, dolaşım testleri yapılması gerekebilir. Doppler ultrason testiyle derin ven akışı ölçülür ve sorunun düzeyi belirlenir. Test sonuçlarında bir anormallik görülürse, bu giderilmeden skleroterapiye başlanmaz. Önemli dolaşım sorunları yoksa, varisler derinde ve ağır değilse, skleroterapi için koşulların uygun olduğu anlaşılır. Bu karar verildiği zaman, bu defa birincil mesele damarların derinliği olur. Derinliğin tesbiti, tedavinin etkili olmasının ve komplikasyonları önlemenin baş koşullarından biridir.

Skleroterapiye başlarken, doktor enjeksiyon yapılacak bölgeyi iyice temizler. Sonra sorunlu damara ince bir iğneyle solüsyonu zerk eder. Gerisini, damar kendisi yapar. İşlemden sonraki iki gün boyunca sıkı varis çorapları giyilmesi gerekebilir. Enjeksiyonlar, damarın büyüklüğüne bağlı olarak, üç-dört haftalık aralarla birkaç kez tekrarlanabilir. Tabii bu arada tedaviyi yürüten doktorun kontrolü ve denetimi devam eder.

Skleroterapi genelde güvenli olmasına rağmen, bazen yan etkileri görülür. Bazı kişilerde, tedaviyi takip eden bir yıl içinde kahverengi lekeler oluşabilir. Uygulama sonrasında kramplardan şikayet eden hastalara da rastlanır.
Bu tedavi için ilk koşul, skleroterapinin deneyimli bir doktor tarafından yapılmasıdır. Tedavinin doğru damara ve uygun derinlikte uygulanması çok önemlidir. Solüsyon hiçbir şekilde damar dışına çıkmamalıdır. Solüsyon yanlışlıkla damar dışına zerk edilirse veya damarda bir sızıntı olursa, ciltte çok ciddi yaralar meydana gelir.

Bu soruya kayıtsız şartsız “evet” cevabı vermek mümkün değildir. Hassas bir skleroterapi uygulamasıyla, birçok varisten kurtulmak mümkündür. Ancak gereken tüm titizlik gösterilse bile, skleroterapi sonucunda düş kırıklığı yaşayanlara rastlanır. Örneğin, hastaların yaklaşık üçte birinde, özellikle tedavi edilen damarlar iri olduğunda, yeni kılcal damar çatlamaları görülür. Bunlar genellikle kendi kendine kaybolur, ama birçok hastaya o kadar zahmeti boşuna çektiğini düşündürür.

Skleroterapi yaptırmayı düşünüyorsanız,

Ancak, skleroterapi sadece deneyimli bir doktor tarafından yapılabilir.

Yazının Devamını Oku

Varis nedir, ortaya çıkışı engellenebilir mi?

31 Aralık 2019
Varis çeşitli nedenlerden dolayı, kan dolaşımının duraksaması ve bu durumun damarları deforme etmesiyle oluşur. Kılcal damar genişlemeleri ya da varisler, kan dolaşımındaki aksamadan kaynaklanırlar. Bunlar, tıptaki adıyla “ven”ler, kanı kalbe taşıyan kan damarlarıdır. Kalbe gittiğine göre, kanın akış yönü yukarı doğru olmalıdır.

Yerçekimine rağmen ilerleyen bu dolaşım, bacaklardaki kas hareketleri ve damar içindeki kapakçıkların faaliyetiyle mümkün olur. Çeşitli sebeplerden dolayı bu kapakçıklar yetersiz hale gelebilir veya kaslar zayıflayabilir. Bu durumda yukarı doğru yol alamayan kan, bacaklardaki, ayak bileklerindeki ve ayaklardaki yüzeysel damarlarda birikir ve damarlar genişler. Deriden fırlayacakmış gibi duran o kıvrımlı, şişkin veya örümceksi görüntüdeki kılcal damar çatlamaları işte böyle meydana gelir.Tromboflebit olabilir!

Varis ve kılcal damar genişlemeleri gittikçe daha yaygın bir soruna dönüşmektedir. Belli bir yaştan sonra ve özellikle 65 yaşını geçen insanların yüzde 75’i gibi bir çoğunluğunda, varis neredeyse kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır. Genelde fazla bir sıkıntı yarattığı söylenemez. Ancak nadiren de olsa bu damarlar kızarır, şişer, hassaslaşır ve sonuçta “tromboflebit” denilen bir damar iltihabına dönüşür. Böyle belirtiler görüldüğünde, gecikmeden doktora başvurmak gerekir.

Varisler kadınlarda da, erkeklerde de oluşabilir. Ancak kadınlar bu konuda biraz daha şanssızdır. Bunun nedeni de esas olarak hormon farklılıklarıdır. Özellikle doğum kontrol hapları ve menopoz tedavisi, varislerin çoğalmasında etkili olur.

Kadınlar açısından diğer bir nedense hamileliktir. Karnın büyümesi ve vücut ağırlığının artması, kanın bacaklardan yukarı doğru hareketini güçleştirir. Bu da zaten varislerin başlıca nedenidir.

Vücutta fazla olan her kilo, bacakların taşıması gereken yükü artırır. Bu açıdan aşırı kilolu insanlar, kadın-erkek farkı olmaksızın varise yatkın olurlar. Şişmanlık tablosu ortaya çıktığında, dolaşım bozukluğu, yüksek tansiyon, diyabet ve kalp rahatsızlıklarının her biri diğerini tetiklemeye hazırdır. Bu arada varislerin oluşması işten bile değildir.

Uzun sürelerle ayakta durmak, ister alışkanlık ister zorunluluk olsun, varis olasılığını artırır. Sürekli ayakta dikilmek bir yaşam tarzına dönüştüğünde, kan dolaşımı yerçekimine yenik düşer.

Yüksek topuklu ayakkabılar baldırlardaki kasları sıkıştırır. Bu durum kan dolaşımını güçleştirir ve varis riskini artırır.

Bazen dar giysiler, özellikle dar pantolonlar ve sıkı çoraplar, kan dolaşımını zorlar ve varislere neden olabilir.

Yazının Devamını Oku

Sebze ve meyveler nasıl doğru temizlenir?

31 Aralık 2019
Kulaktan dolma bilgileri de düşünerek ve artık vazgeçilmez olan Google arama motoruna da sorarak bu soruya cevap bulmaya çalışalım mı?

● Sirkeli su,

● Seyreltilmiş çamaşır suyu,

● Ozonlu su karışımı,

● Özel kimyasal temizleyiciler.

Sebze ve meyvelerin üzerindeki tarım ilacı artıklarını temizleme konusunda en önemli sorun uygulanan kimyasalların tamamen ürüne işlemesi. Bu yukarıdaki yöntemleri denemeyenimiz yoktur, peki hangisi daha faydalıdır?

Sebze ve meyveleri temizlemek için sirkeli su ile yıkamanın çok uzun zamandır kullanılan bir yöntem. Yıkama suyuna sirke ilave etmenin temel amacı, asidik bir yıkama ortamı oluşturarak yetersiz yıkama ihtimaline karşılık gıda üzerinde bulunabilen muhtemel zararlı biyolojik etkenlerin uzaklaştırılmasıdır. Ancak, günümüzde yaygın olarak kullanılan pestisitlerin pek çoğunun aktif maddesi asidik koşullarda daha kararlı hale gelmektedir. Hangi sebze ve meyvede hangi pestisitin kullanıldığı bilinmediği için sirkeli suyla yıkanmamaları gerekir. Bu durumda sirkeli su meyve ve sebze yıkamak için uygun değildir, listemizden çıkarabiliriz.

Klorlu bileşikler genellikle içme ve kullanma sularının dezenfeksiyonunda sıklıkla kullanılmaktadır. Ancak, Birleşmiş Milletler Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Avrupa Birliği (AB) söz konusu ürünlerin kontrolsüz kullanımında ciddi sağlık risklerine neden olabileceği, sodyum hipokloritinmutajenik etki gösterdiği, kullanımı sırasında diğer bazı organik maddelerle reaksiyona girerek tehlikeli yan ürünlerin oluşmasına neden olabileceği gibi risklerden dolayı meyve ve sebzelerin direkt olarak bu tür ürünlerle dezenfekte edilmesini önermemektedir.

Profesyonel işletmelerin çoğunda meyve ve sebze yıkama işleminde ozonlu su kullanılır. Gelişmiş birçok ülkede şebeke suyunu dezenfekte etmek için de kullanılmaktadır. Ayrıca tarım ilaçlarının da etkili bir şekilde uzaklaşmasını sağlamaya yardımcıdır. Sadece sebze-meyve değil, et ve balık gibi mikroorganizma içerme oranı yüksek besinler de etkili, sağlıklı ve tadı bozulmayacak bir şekilde temizlemektedir. Mutfaktaki tüm araç gereçler de ozonlu suyun dezenfekte etme özelliğinden de rahatlıkla yararlanabilmektedir. Bu yöntemin ev mutfaklarında kullanılamamasının nedeni pahalı bir sistem olmasıdır.

Yazının Devamını Oku

Gözaltı torbalarından yüzde yüz kurtulmak mümkün müdür?

18 Aralık 2019
Gözlerimiz tüm duygularımızı, ruhumuzu ve sağlığımızı yansıtan bir ayna gibidir. Ama göz çevresi ne yazık ki yüzümüzün en nazik bölgesi, en zayıf tarafıdır. Dış etkenlere karşı aşırı derecede duyarlıdır ve yıpranmaya son derece müsaittir.

Gözaltımda torbalanmalar var. Bu sebeple olduğumdan yaşlı ve yorgun görünüyorum. Bu görüntüden kurtulmak için yapabileceklerim var mı?

Özellikle ağır gözlük kullanımı uzun vadede gözaltlarında torbalanmaya yol açar. Birçok kişi gözlüklerinden kurtulduğu zaman gözaltındaki deformasyonlarla baş başa kalır ve derdine derman arayanların kervanına katılır.

Gözaltı torbalarını incelediğimizde, hepsinin aynı yapıda olmadığını görürüz. Bunlar yağ torbaları veya ödem, yani su toplanması olabileceği gibi, çoğu zaman da göz altındaki kasın yorulup kendini bırakması sonucunda ortaya çıkarlar.
Yorgunluk, uykusuzluk, gerginlik, düzensiz yaşam, alkol ve beslenme sorunları, adet dönemleri veya böbrek, kalp, tiroit bozuklukları, büyüme hormonu eksikliği gibi, fizyolojik tedavi gerektiren etkenleri bir yana koyacak olursak, kozmetik olanaklarımızı şöyle özetleyebiliriz:

Göz çevresindeki deformasyonlar için en etkili çözüm cerrahidir. Göz kapağındaki sarkmış görüntüyü ve göz altı torbalarını yok etmek için, gözün alt ve üst kapaklarındaki fazla deri ve yağ kesilerek alınır. Böylece göz çevresi gerilir ve yüzün ifadesi birkaç yaş gençleşir. Bu tip ameliyatlar lokal veya genel anestezi altında yapılır. Bu işlem de yüz germe gibi yaklaşık olarak 10 yıl süreyle dayanır.

BLEFAROPLASTİ ameliyatından sonra morarma ve şişlikler meydana gelir ama ortalama 7 gün içinde geçer. Çünkü göz kapakları diğer bölgelere göre daha hızlı toparlanır. Kalan izler belli belirsizdir ve ancak gözler kapalı iken fark edilir. Hafif bir makyajla kolayca örtülebilir.

BLEFAROPLASTİ ameliyatının başarısı, doğallığın ve en önemlisi, kişiye özgü bakışların korunmasına bağlıdır. Blefaroplasti ameliyatından sonra insanın gözlerinin anlamı değişmemelidir. Bazen ameliyattan sonra gözün beyaz bölümü büyümüş gibi görünür. Veya gözler kedi gözü gibi aşırı çekik olur. Buna bağlı olarak bakışlar tedirginleşir. Bazen de gözün yağ tabakası fazla alındığı için sorunlar çıkabilir.

Yazının Devamını Oku

Benleriniz hakkında neler biliyorsunuz? Her ben aynı mıdır?

10 Aralık 2019
Benler cilde renk veren hücrelerin cilt altında normalden farklı şekilde yerleşmesi ile oluşmaktadır. Ben oluşumuna neden olan en önemli faktör ailesel geçiştir. Halk arasında ben, ciltte leke, nişan olarak da bilinir.

BAŞLICA BEN TİPLERİ NELERDİR?

Şimdi, en sık görülen, belli başlı benlere bir bakalım. Eminim ki bu benlerden biri veya birkaçı sizde de vardır.

BECKER NEVUS

Vücudun tek tarafına yerleşir. Görüntüsü büyük, kahverengi, melanotik bir lekeyi andırır. Tipik özelliği, üzerinde kıllar olmasıdır. Bu benler erkeklerde görülür ve yirmili yaşlarda veya daha sonraki yıllarda ortaya çıkar. Becker nevus benleri tipik olarak omuz ve göğüs bölgesinde oluşur. Genellikle düzdür ancak zamanla kalınlaşma gösterebilir. Üzerinde oluşan tüyler sert ve kalındır. Estetik olarak rahatsız etmiyorsa, izlenmesi yeterlidir.

NEVUS SEBASE

Bu tür benler genellikle kafa derisinde ve ensede görülür. Sarı renkte, pürüzsüz ve kenarları hafifçe yükselen bir tabakadan oluşur. Boyutu 1-2 cm çapındadır. Zamanla büyüme gösterebilir. Saçlı deride çıktığı zaman, o bölgedeki saçları yok eder.

NEVUS SEBASElerin çoğu doğuştan olur. Çocukluktan yetişkinliğe doğru, doku gelişimiyle birlikte ben de büyür. İrileşen benlerin üzeri pürtüklü bir görünüm alır.

NEVUS SEBASEler zamanla kötü huylu tümörlere dönüşebilir. Bu benlerin alınması önerilir.

KONGENİTAL MELANOSİTİK NEVUS

Bu benler sadece doğuştan olur. Yeni doğan bebeklerde yüzde 1 oranında rastlanır ve yaşam boyunca kalıcıdır. Değişik boyutlarda olabilir. Lezyon genellikle tümsek gibidir. Bazen de küçük bir başı olur. Kimi zaman üzerinde tüyler bulunabilir.

Kongenital melanostik nevus tipi benlerde, kanser riski araştırılır. Özellikle üstü tüylü, iri kongenital nevuslarda olasılık daha fazladır. Küçük cinsleri tehlikeli olmayabilir.

Kozmetik görüntü açısından sakıncası yoksa, bu tür benlerin aldırılması tavsiye edilir. Kadınlarda melanom daha ziyade bacaklarda, erkeklerde ise sırtta görülür. Bu bölgelerde kongenital nevus tipinde bir ben varsa, tedbirli olmak gerekir.

JONKSİYONEL MELANOSTİK NEVUS

En sık rastlanan ben türü jonksiyonel melanostik nevustur. Yapı olarak düz, yarım santimden daha küçük, yuvarlak veya oval biçimdedir. Bazen hafifçe kabarık olabilir. Bu tip benlerin üstü kılsız pigmentlerle kaplıdır. Kaşıntıya neden olmazlar. Renkleri silik kahverengiden siyahımsı bir tona kadar değişebilir. Tipik olanlarında renk dağılımı muntazamdır. Genellikle otuz yaşına kadar oluşur. Nadiren de olsamelanoma dönüşür. Bu nedenle izlenmesi ve altı ayda bir kontrol edilmesi önemlidir. Özellikle ilerleyen yaşlarla birlikte meydana çıkacak olursa, tetkik edilmesi gerekir.

JONKSİYONEL MELANOSTİK NEVUSun kanser açısından riskli olup olmadığına karar vermek için, renklerin dağılımı ve benin sınır çizgileri incelenir. Ben tek renk tonunda ve sınırları da düzenliyse, endişeye gerek yoktur. Çünkü melanom tümörleri birden fazla renk taşır, sınırları düzensizdir, bazen de kabarık olur.

Bu tür benler hastayı çok rahatsız ediyorsa, alınmaları mümkündür. Ancak karar verirken, yara izi kalabileceği göz önüne alınmalıdır.

COMPOUND NEVUS

Bu benler, deriden kabarık, çapı yarım santimden daha küçük, yuvarlak veya oval biçimde ve renkli olurlar. Pigmentlerin dağılımı eşittir, yani rengi homojendir. Bazılarının üzerinde kıllar bulunabilir. Bu benlerin karakteri, jonksiyonel nevusta olduğu gibi zamanla değişebilir. Görüntüsü hastayı rahatsız etmediği sürece, altı ayda bir kontrol edilerek takip edilmesi yeterlidir. Ancak yapısında değişme görülürse hemen alınır. Alınma işlemi gayet kolaydır.

INTRADERMAL NEVUSLAR

Bu benler cilt renginde, yumuşak, deriden kabarık, yuvarlak biçimde bazen de üstü tüylü olabilir. Intradermal nevuslar genellikle yüzde oluştuğu için kimisinin hoşuna gitmeyebilir. Küçük, kubbemsi ve yumuşaktırlar. Bazen telenjektazi yani ince kılcal damar görüntüleri içerirler. Bu tür benlerin kanserleşme ihtimali yoktur. Hastayı rahatsız ediyorsa alınabilir.

HALO NEVUS

Kahverengi bir benin etrafında beyaz bir hale olduğu zaman, onun “halo nevus” olduğu anlaşılır. Bu tür benler, yaygın olarak yirmi yaşına kadar görülür. Bunlar esas olarak zararsız benlerdir. Buna rağmen bazen tümsekleştikleri için insanın aklına kötü şeyler getirirler. Korkulacak bir şey yoktur. Bu benler genellikle kendi kendine kaybolurlar ve cilt zamanla eski rengine döner. Tamamıyla zararsız olduğu için bu lezyonların alınması gerekmez.

BLUE NEVUS

Mavi veya siyah renkte, yuvarlak, yüzeyi pürüzsüz, yumuşak, kabarık bir bendir. Lezyon genellikle yarım santimden daha küçüktür. Cildin her yerinde oluşabilir. Genellikle yüzde, başta, ellerde ve ayaklarda görülür. Kanser tehlikesi taşımaz ama estetik amaçlarla alınabilir.

SEBOREİK VERRU-SEBOREİK KERATOSİS

Seboreik keratozlar, bazal hücrelerin anormal olgunlaşmasıdır. Son derece yaygın görülür. Bu benler belirgin olarak şekillenmiş, tümsekleşmiş, üzeri renkli, kahverenginin değişik tonlarında, sert yüzeyli, hafif çatlamış bir görünümde ve genellikle kaşıntılı olur. Daha çok yaşlılarda görülse de genç ve orta yaşlı insanlarda da rastlanır. Seboreik verru-seboreik keratosisler beyaz ırka özel benlerdir. Oluşma nedeni tamamen güneş ışınlarıdır. Bu lezyonların kanserleşme olasılığı çok nadirdir. Yine de hem risk hem de görüntü bakımından alınması tercih edilir.

Kullanılabilecek yöntemler lazer, buz tedavisi veya ameliyat olabilir.

VASKÜLER BENLER (DAMARSAL BENLER)

Bunlar kırmızı benlerdir. Damarların bir araya toplanmasıyla oluşurlar. Vasküler benler hemen herkeste bulunur. Sayısı çok fazla olmadıkça sorun sayılmaz. Ancak travmalarda kanama olabilir. Bazen bebekler büyük kırmızı benlerle dünyaya gelirler. Kimi zaman bu benler ilk birkaç ay içinde ortaya çıkar. Kırmızı-mor renkteki bu vasküler benler, aileleri paniğe sokar. Esasında merak edilecek bir şey yoktur. Bu benler yavaş yavaş küçülür ve çoğunlukla pembe bir iz bırakarak geçer. Tedaviye bile gerek yoktur.

ŞARAP LEKELERİ

Bu lekeler doğuştan olur. Nedeni bilinmemektedir. Ancak tamamen zararsızdır. Hasta tarafından çoğunlukla estetik nedenlerle istenmez. Lazer ve kriyoterapiyle bu lekeleri hafifletmek mümkündür. İyi sonuçlar elde edilir, ama tedavi fazla seans gerektirdiği için göze alınmayabilir.

ET BENLERİ

ET BENLERİ cilt renginde, çıkıntılı küçük deri parçalarıdır. Bunlar otuz yaşından sonra oluşmaya başlar. Meydana geliş nedenleri konusunda net bir tıbbi bilgi yoktur. Bu benlerin oluşumunda soyaçekim çok belirleyicidir. Estetik açıdan hoşa gitmezler fakat zararları yoktur. Hastayı rahatsız ediyorsa, çok kısa bir işlemle alınmaları mümkündür. Birçok hasta et benlerinin giysilere veya takılarına sürtünmesinden şikayet eder. Bu benler bir yere takılıp kopacak olursa, paniğe kapılırlar. Oysa korkulacak bir şey yoktur. Ciltte kalan kısmı lazer veya koterle alınabilir ve geriye hiçbir sorun kalmaz.

Şimdi, en sık görülen, belli başlı benlere bir bakalım. Eminim ki bu benlerden biri veya birkaçı sizde de vardır.

Vücudun tek tarafına yerleşir. Görüntüsü büyük, kahverengi, melanotik bir lekeyi andırır. Tipik özelliği, üzerinde kıllar olmasıdır. Bu benler erkeklerde görülür ve yirmili yaşlarda veya daha sonraki yıllarda ortaya çıkar. Becker nevus benleri tipik olarak omuz ve göğüs bölgesinde oluşur. Genellikle düzdür ancak zamanla kalınlaşma gösterebilir. Üzerinde oluşan tüyler sert ve kalındır. Estetik olarak rahatsız etmiyorsa, izlenmesi yeterlidir.

Bu tür benler genellikle kafa derisinde ve ensede görülür. Sarı renkte, pürüzsüz ve kenarları hafifçe yükselen bir tabakadan oluşur. Boyutu 1-2 cm çapındadır. Zamanla büyüme gösterebilir. Saçlı deride çıktığı zaman, o bölgedeki saçları yok eder.

NEVUS SEBASElerin çoğu doğuştan olur. Çocukluktan yetişkinliğe doğru, doku gelişimiyle birlikte ben de büyür. İrileşen benlerin üzeri pürtüklü bir görünüm alır.

NEVUS SEBASEler zamanla kötü huylu tümörlere dönüşebilir. Bu benlerin alınması önerilir.

Bu benler sadece doğuştan olur. Yeni doğan bebeklerde yüzde 1 oranında rastlanır ve yaşam boyunca kalıcıdır. Değişik boyutlarda olabilir. Lezyon genellikle tümsek gibidir. Bazen de küçük bir başı olur. Kimi zaman üzerinde tüyler bulunabilir.

Kongenital melanostik nevus tipi benlerde, kanser riski araştırılır. Özellikle üstü tüylü, iri kongenital nevuslarda olasılık daha fazladır. Küçük cinsleri tehlikeli olmayabilir.

Yazının Devamını Oku

Fondöten seçerken nelere dikkat etmelisiniz?

28 Kasım 2019
Fondöten seçmek için, öncelikle cildinizin rengini tam olarak bilmeniz gerekir. Cilt rengini belirlemek için en uygun ışık, gün ışığıdır. Kozmetik merkezlerini ışıl ışıl aydınlatan floresan lambalar, cildinizi olduğundan daha soluk gösterebilir.

Cilt rengini tarif etmek için belirli terimler kullanılır. Fondöten renkleri esas olarak bu klasik renk sınıflamasına göre seçilir.

- Porselen (soluk ve açık renk)
- Pembe (pembe-kırmızı)
- Buğday (sarı-altın rengi, hiç kırmızı tonu yoktur)
- Zeytin (yeşilimsi-küllü renk)

Cildinizin rengini sevseniz de sevmeseniz de onu fazla değiştiremezsiniz. En iyisi onu sevin veya kabullenin. Çünkü bu rengi fondötenle zorladığınızda pek tutarlı sonuçlar yaratamazsınız. Fondöten seçerken, renkleri el bileğinizin iç yüzünde deneyebilirsiniz. Çünkü yüze en yakın renk bu bölgede bulunur. Örnekleri bileğinizin içinde denerken, dükkândan dışarı çıkıp, bir kere de gün ışığında bakmanız yararlı olur. Cilt rengi yaz aylarında daha yanık, kış aylarında daha soluktur. Veya kayağa gidildiğinde insanın yüzü adamakıllı bronzlaşır. Güzel bir makyaj için bunların dikkate alınması gerekir. Ten yanık olduğu zaman daha koyu, beyazken daha açık renkli fondötenler kullanılır. Fondötenle zemin örtüldükten sonra, nasıl olsa yüze yeni gölgeler yapılacağı için, doğal farklar yeniden yaratılır. Bazı kadınlar doğal cilt renklerinden daha açık tonlarda fondöten kullanmayı tercih ederler. Bu farkın toleransı ancak bir ton açığıdır. Kendi cilt renginizden çok daha açık renkli bir fondöten kullanırsanız, yüz ve vücut arasındaki renk farkı çok belirgin olur. Dekolteniz, kollarınız daha esmer kalırken, yüzünüz bir maske gibi bembeyaz ve yapay görünür. Kimi kadınlar solgun ciltlerini daha canlı göstermek için pembe ve bronz tonları tercih ederler. Seçilen renkler doğal cilt renginden fazla koyu değilse, ayrıca bu iddialı sayılacak renkler, giysilerle ve makyajla tamamlanabiliyorsa kullanılabilir.

Cildin yağlı, kuru veya hassas olması kullanılacak makyaj ürünlerini çok etkiler. Cilt tiplerine göre değişik yapıda fondötenler önerilir. Fondötenler yağ bazlı, su bazlı, yağsız, susuz veya pudra bazlı olabilir.

Kuru ciltler bu tip fondötenleri çekinmeden kullanabilirler. Bu tip fondötenlerde renk pigmentleri yağ içinde bulunur. Ürünün ana maddesini oluşturan yağlar farklı olabilir. Örneğin mineral yağları, bitkisel yağlar veya lanolin kullanılabilir. Yağ bazlı fondötenlerin kıvamı kalın ve adı üzerinde, yağlıdır. Bunlar genelde krem formunda imal edilir. Bu tip fondötenler yüze sürülünce, içinde bulunan az miktardaki su hemen buharlaşır. Böylece renkli pigmentler cildin üzerinde kalır. Yağ bazlı fondötenler son derece dayanıklıdır. Uzun süre silinmeden ve rengi bozulmadan cildinizde kalır.

Yazının Devamını Oku

Dokunmanın mucize gücünü hafife almayın!

12 Kasım 2019
Tıp fakültesinde bize derinin yapısını, temel cilt hastalıklarını öğrettiler. Daha sonra kendi çabalarımızla, modern teknikleri kullanmayı ve cildi gençleştirmenin sayısız inceliğini öğrendik, öğrenmeye devam ediyoruz. Gelgelelim, cildin temel bir özelliği var ki, o konu, hiçbir yerde, hak ettiği gibi gündeme gelmiyor.

DUYUSAL UYARIM KAYNAĞI, DERİMİZ

Deri, en önemli duyusal uyarım kaynağımız. Çünkü derideki sinirlerin çoğu duyu sinirleri. Deri sayesinde insanlar basınç, sıcaklık ve ağrı hissini algılıyor. Basınç alıcılarının hafifçe uyarılması, gıdıklanma hissine; ağrı ve acının belli belirsiz etkilenmesi, kaşınma hissine; soğuk ve basınç ise ıslaklık hissine dönüşüyor. Dokunmaya ve okşamaya gelince, bu sinyaller anlaşılmaz bir şekilde sevgiye, hazza, güvene ve yaşam enerjisine bağlanıyor. Bu ilişkinin izahını yapmak veya işleyişini anlamak kolay değil. Duyu araştırmaları konusunda yapılan sayısız çalışma, henüz kesin verilere ulaşabilmiş değil! Derinin oldukça karmaşık bir sinyal ve enerji dönüştürme sistemiyle bağlantılı olduğu düşünülüyor. Yıllar önce, Ashley Montagu adında bir antropolog, “dokunma”nın canlıların gelişimi ile bağlantısını incelemişti. Onun düşüncesine göre, derimiz, tüm deneyimlerin beyne ulaşmasını ve duygu kalıplarının oluşmasını sağlayan bir köprüdür.

DOKUNMANIN VERDİĞİ BÜYÜK ŞİFA!

Sevgi dokunuşları deriden geçerek beyne ulaşır. Bunun yaşamımızda olmazsa olmaz, hayati bir önemi vardır. Bir insanın eline dokunmak, sırtına veya koluna değmek, saçını okşamak, tüm sözcüklerden, en güzel cümlelerden veya vaatlerden daha anlamlıdır. İnsanlara birçok tedavi uyguluyoruz; gıdalar, diyetler, ilaçlar, enjeksiyonlar, lazer ışınları, kozmetikler vb. güneşten korunun, bol su için, spor yapın, vitamin alın diyoruz ama en önemli ilacı reçeteye yazamıyoruz. Bu ilaç, sevgi ve dokunmayla gelen derin şifadır.

BEBEKLER İÇİN DOKUNMA ÇOK ÖNEMLİDİR

Kucaklamak, sarılmak, bağrına basmak, elini tutmak, okşamak bir çocuğun en değerli besinidir. Onun gelecekteki sosyal başarısı ve cinsel sağlığı, yaşama bağlılığı, mutluluğu buna bağlıdır. Doyasıyla sevilmeyen, okşanmayan çocuklar buluğ çağında ve yaşamları boyunca çok acı çekerler. Canlı türlerinin çoğunda, yavrular kendilerine yeterli oluncaya kadar anneyle ten teması içinde yaşarlar. Kör, sağır veya bir parçası felç olan bir bebek gelişebilir ama dokunma ilişkisinden yoksun kalan bebekler hiçbir zaman kendilerine yeterli, uyumlu yetişkinler olamazlar.

DOKUNULMAMA BİR İNSANI ÖLDÜREBİLİR Mİ?

Bebeklerde durum böyleyken, çocuklukta, ergenlikte, gençlikte, yaşlılıkta farklı olduğunu düşünmek ne mümkün? Doğrusu, yaşlanmaktan veya çirkinleşmekten duyduğumuz korkunun büyük kısmı, kalbimizin derin bir yerlerinde, yalnız kalmakla ilgilidir. Yalnızlık insanı öldürebiliyorsa, onun silahı inanın “dokunulma yoksunluğu” dur. Bu konuda doyumlu bir yaşama sahip olmak, genel sağlığımız, duygusal dengemiz ve yaşam kalitesinin devamı için çok önemlidir.

DOKUNULMAMANIN ŞİDDETLE BİR BAĞLANTISI VAR MI?

Dokunuşlar, sevgiyle iletişim kurmanın, insanları yatıştırmanın ve rahatlatmanın en etkili yoludur. Sevgiden yoksun kalan çocuklar şiddete yatkın olurlar. Bazen sevgi açlığı ve cinsellik birbirine karışır, sapkınlıklar ortaya çıkar. Sevgi ve onun en dolaysız ifadesi olan dokunmadan yoksun kalmanın olumsuz etkileri saymakla tükenmez. Kendini daha çekici hisseden kişiler sosyal ilişkilerde daha rahat, daha girişken, daha sıcak olurlar. Dolayısıyla yalnız kalmaktan kurtulurlar. Kozmetik işlemlerin bu yönü çoğunlukla dile getirilmez.Gerçek şudur ki, insan ne kadar yaşlansa ve cildi bozulsa da, sinir uçları dokunmanın titreşimlerini duyumsamaya ve özlemeye devam eder. Oysa zamanla işitme-görme-tat alma ve koku alma duyusu körelir. Dokunma duyusu ve ihtiyacı ise yapayalnız kalır. Dokunmanın gücünü hafife almayın; içtenlikle sevmek, sevilmek, dokunmak ve okşamak …

Buna karşı koymayın!  

Deri, en önemli duyusal uyarım kaynağımız. Çünkü derideki sinirlerin çoğu duyu sinirleri. Deri sayesinde insanlar basınç, sıcaklık ve ağrı hissini algılıyor. Basınç alıcılarının hafifçe uyarılması, gıdıklanma hissine; ağrı ve acının belli belirsiz etkilenmesi, kaşınma hissine; soğuk ve basınç ise ıslaklık hissine dönüşüyor. Dokunmaya ve okşamaya gelince, bu sinyaller anlaşılmaz bir şekilde sevgiye, hazza, güvene ve yaşam enerjisine bağlanıyor. Bu ilişkinin izahını yapmak veya işleyişini anlamak kolay değil. Duyu araştırmaları konusunda yapılan sayısız çalışma, henüz kesin verilere ulaşabilmiş değil! Derinin oldukça karmaşık bir sinyal ve enerji dönüştürme sistemiyle bağlantılı olduğu düşünülüyor. Yıllar önce, Ashley Montagu adında bir antropolog, “dokunma”nın canlıların gelişimi ile bağlantısını incelemişti. Onun düşüncesine göre, derimiz, tüm deneyimlerin beyne ulaşmasını ve duygu kalıplarının oluşmasını sağlayan bir köprüdür.

Sevgi dokunuşları deriden geçerek beyne ulaşır. Bunun yaşamımızda olmazsa olmaz, hayati bir önemi vardır. Bir insanın eline dokunmak, sırtına veya koluna değmek, saçını okşamak, tüm sözcüklerden, en güzel cümlelerden veya vaatlerden daha anlamlıdır. İnsanlara birçok tedavi uyguluyoruz; gıdalar, diyetler, ilaçlar, enjeksiyonlar, lazer ışınları, kozmetikler vb. güneşten korunun, bol su için, spor yapın, vitamin alın diyoruz ama en önemli ilacı reçeteye yazamıyoruz. Bu ilaç, sevgi ve dokunmayla gelen derin şifadır.

Kucaklamak, sarılmak, bağrına basmak, elini tutmak, okşamak bir çocuğun en değerli besinidir. Onun gelecekteki sosyal başarısı ve cinsel sağlığı, yaşama bağlılığı, mutluluğu buna bağlıdır. Doyasıyla sevilmeyen, okşanmayan çocuklar buluğ çağında ve yaşamları boyunca çok acı çekerler. Canlı türlerinin çoğunda, yavrular kendilerine yeterli oluncaya kadar anneyle ten teması içinde yaşarlar. Kör, sağır veya bir parçası felç olan bir bebek gelişebilir ama dokunma ilişkisinden yoksun kalan bebekler hiçbir zaman kendilerine yeterli, uyumlu yetişkinler olamazlar.

Bebeklerde durum böyleyken, çocuklukta, ergenlikte, gençlikte, yaşlılıkta farklı olduğunu düşünmek ne mümkün? Doğrusu, yaşlanmaktan veya çirkinleşmekten duyduğumuz korkunun büyük kısmı, kalbimizin derin bir yerlerinde, yalnız kalmakla ilgilidir. Yalnızlık insanı öldürebiliyorsa, onun silahı inanın “dokunulma yoksunluğu” dur. Bu konuda doyumlu bir yaşama sahip olmak, genel sağlığımız, duygusal dengemiz ve yaşam kalitesinin devamı için çok önemlidir.

Dokunuşlar, sevgiyle iletişim kurmanın, insanları yatıştırmanın ve rahatlatmanın en etkili yoludur. Sevgiden yoksun kalan çocuklar şiddete yatkın olurlar. Bazen sevgi açlığı ve cinsellik birbirine karışır, sapkınlıklar ortaya çıkar. Sevgi ve onun en dolaysız ifadesi olan dokunmadan yoksun kalmanın olumsuz etkileri saymakla tükenmez. Kendini daha çekici hisseden kişiler sosyal ilişkilerde daha rahat, daha girişken, daha sıcak olurlar. Dolayısıyla yalnız kalmaktan kurtulurlar. Kozmetik işlemlerin bu yönü çoğunlukla dile getirilmez.

Yazının Devamını Oku

Hyalüronik asit ile her gün daha genç görünün!

22 Ekim 2019
Hyaluronik asit hemen hemen tüm serum, nemlendirici ve diğer güzellik ürünlerinde sıkça gördüğünüz maddelerden… Peki ismi asit olan bir şey nasıl faydalı olabiliyor?

HYALÜRONİK ASİTTEKİ ASİT GERÇEK Mİ?

Hyaluronik asitteki asit kafanızda canlanan o asit değildir. Cildinizdeki başlıca glikozaminoglikandır, bu da cildinizin ve dokularınızın iyi yağlanmasına ve nemli kalmasına yardımcı olan doğal olarak oluşan bir madde olduğu anlamına gelir. Aynı zamanda bir nemlendiricidir. Çevreden nem alan ve ciltte nemlenmeyi artıran bir cilt bakım bileşenleri kategorisidir.

HYALURONİK ASİT NEDEN ÇOK ÖZELDİR?

Hyaluronik asit yapısı gereği çok fazla su tutabildiği için cilt katmanlarınızın daha yumuşak, pürüzsüz ve nemli görünmesini ve hissetmesini sağlar. Ciltteki ince çizgilerin ve kırışıklıkların görünümünü iyileştirir. Ve enjekte edilebilir bir dolgu maddesi olarak da kullanılır.

Hyaluronik asit, serum ve nemlendiricilerde bulunabilen en iyi bileşenlerden biridir. Temelde daha küçük bir molekül boyutuna sahip bir tuz şekli olan kardeş içeriği sodyum hiyalüronat ile birlikte, cildin yaşlanmasına gerçekten yardımcı olabilecek ve daha fazla kırışıklıkları önleyebilecek ürünler oluşturmak için diğer süperstar bileşenlerle birlikte çalışırlar.

HYALURONİK ASİTİN BAŞLICA ÖZELLİĞİ NEDİR?

Hyaluronik asitin hacminin bin katı kadar su ç nekebilmesi ve doğal bir madde olması onu vazgeçilmez yapmaktadır. Su tutma kabiliyeti sayesinde ciltte nemlendirmeyi sağlamaktadır. Bu sayede cilt sıkı ve gergin görünmektedir. 25 yaşından sonra cildimiz her yıl yüzde bir oranında kolajen kaybeder yani yaşlanma etkileri görülür. Bu yüzden cilt lekeleri, cildin elastikiyetini kaybetmesi sonucu sarkmalar ve kırışıklıkların görünmesi olasıdır. İşte Hyaluronik asit bu cilt sorunlarını gidermede destekleyici cilt bakım ürünü olarak kullanılır.

HYALURONİK ASİDİN FAYDALARI NELERDİR?

    Ciltteki akne izlerini iyileştirmek ve önlemek için kullanılır,Kolajen liflerin oluşmasına ve korunmasına yardımcı olur. Vücutta kolajen azaldığında, cildin esnekliği kaybedilir.Hücre yenilenmesi ve onarımına katkıda bulunur.Eklemlerde tampon görevi görür, inflamasyonun iyileşmesini sağlar.Ciltteki tahriş ve iltihaplı oluşumlarda iyileştirici etkisi vardır.Cildin genç görünmesini ve kırışıklıkların oluşmasını engeller.Dokuların onarılmasında, elastikiyetinin korunmasında yararlı etkileri vardır, bu sayede cildin erken yaşlanmasını önler.Hyaluronik asit göz sağlığı için de oldukça önemlidir, gözün yüzde 80’ni kapsar.

HYALURONİK ASİTİN BİLİNEN BİR ZARARI VAR MIDIR?

Hyaluronik asit normalde vücudumuzda da doğal olarak bulunduğu için bu tarz ürünlerin herhangi bir zarara neden olduğu şimdiye kadar gözlemlenmemiştir. Ancak Hyaluronik asitin vücuttaki temel amacı nemlendirme olmadığı için bazen kullanılan ürünlerde yer alan Hyaluronik asit vücuda faydalı olamamaktadır. Bu nedenle ürün alırken iyice araştırmanız gerekmektedir. Hassas, kızarıklığa eğilimli cildiniz varsa doğru seçilmiş bir Hyaluronik asit içeren ürün faydalı olacaktır.

Hyaluronik asitteki asit kafanızda canlanan o asit değildir. Cildinizdeki başlıca glikozaminoglikandır, bu da cildinizin ve dokularınızın iyi yağlanmasına ve nemli kalmasına yardımcı olan doğal olarak oluşan bir madde olduğu anlamına gelir. Aynı zamanda bir nemlendiricidir. Çevreden nem alan ve ciltte nemlenmeyi artıran bir cilt bakım bileşenleri kategorisidir.

Hyaluronik asit yapısı gereği çok fazla su tutabildiği için cilt katmanlarınızın daha yumuşak, pürüzsüz ve nemli görünmesini ve hissetmesini sağlar. Ciltteki ince çizgilerin ve kırışıklıkların görünümünü iyileştirir. Ve enjekte edilebilir bir dolgu maddesi olarak da kullanılır.

Hyaluronik asit, serum ve nemlendiricilerde bulunabilen en iyi bileşenlerden biridir. Temelde daha küçük bir molekül boyutuna sahip bir tuz şekli olan kardeş içeriği sodyum hiyalüronat ile birlikte, cildin yaşlanmasına gerçekten yardımcı olabilecek ve daha fazla kırışıklıkları önleyebilecek ürünler oluşturmak için diğer süperstar bileşenlerle birlikte çalışırlar.

Hyaluronik asitin hacminin bin katı kadar su ç nekebilmesi ve doğal bir madde olması onu vazgeçilmez yapmaktadır. Su tutma kabiliyeti sayesinde ciltte nemlendirmeyi sağlamaktadır. Bu sayede cilt sıkı ve gergin görünmektedir. 25 yaşından sonra cildimiz her yıl yüzde bir oranında kolajen kaybeder yani yaşlanma etkileri görülür. Bu yüzden cilt lekeleri, cildin elastikiyetini kaybetmesi sonucu sarkmalar ve kırışıklıkların görünmesi olasıdır. İşte Hyaluronik asit bu cilt sorunlarını gidermede destekleyici cilt bakım ürünü olarak kullanılır.

Hyaluronik asit normalde vücudumuzda da doğal olarak bulunduğu için bu tarz ürünlerin herhangi bir zarara neden olduğu şimdiye kadar gözlemlenmemiştir. Ancak Hyaluronik asitin vücuttaki temel amacı nemlendirme olmadığı için bazen kullanılan ürünlerde yer alan Hyaluronik asit vücuda faydalı olamamaktadır. Bu nedenle ürün alırken iyice araştırmanız gerekmektedir. Hassas, kızarıklığa eğilimli cildiniz varsa doğru seçilmiş bir Hyaluronik asit içeren ürün faydalı olacaktır.

Yazının Devamını Oku